Hüzün

Hikmet Kızıl

hüzün...

yağması beklenen bir yağmur gibi

sokulur her gece kuytularıma

yırtıp gelerek karanlığı

ta başucuma ilmeği kaçmış

bir nakış gibi durur öylece...

 

ben ki dirilmenin elifbasında,

pür melal telaşlarla kaç kez düştüm,

kaç kere delindi ciğerim

od ile yakıldı yüreğim, ölmedim.

 

şimdi bekliyorum ey ölüm,

saracağın vakit o güçlü kollarınla

esirge merhametini,

 

gölgem düşsün kuyusuna Yusuf'un

ben Yakup gözlerimle kederlerden geçeyim

yağmur yine düşsün toprağa

ne mersiye dilerim ne ağlamaklar ardımdan...

 

hüzün...

kendime giden uzaklığım

ve kendimden gelen yalınlık

çocuk ve anne, anne ve elleri

zaman harf harf dokusun içimi

gölgem serilsin ikindi vaktine

Tur-i Sina'ya, âsaya ve kelâma...

 

bendiyim kelimenin ve bendesiyim

hiçbir vakit bu kadar ölmedim

öldüm ama nihayet bu.

iklimimde bahar yok.

düğüm düğüm ağlamaklar,

ve ahdini ezber eden suna boylu hüzünler,

geçerler bir kervan kederiyle

ağlasam recmedecekler

sussam ölüm kere ölüm...

 

kınından çıkmış bir sustalıdır yüreğim

acının sularına gömülen,

cebimde körkütük birkaç dize

içimde aykırı sözcükler;

yetim çocukların yurtlarında ranzalara çarpan...

 

ve duydum sesini yalnızlığın...

en deli çıvgınlara verip gençliğimi

hüzün eğirdim derviş sabrıyla

ve dilsiz ve lâl ve susarak...

 

 

hüzün...

dostudur gecelerin,

yarenidir gündüzün.