Hizbullah'ın Kökenleri

Shimon Shapira

1970'lerin başından itibaren, İmam Musa Sadr'ın çalışması yanında, bu hareket ile özdeşleşmeyen ve farklılığını koruyan bir Şii hareketi gelişmeye başladı. Hareketin önde gelen şahsiyetleri çoğunlukla Necef'teki dini akademilerin mezunlarıydılar. Bunların dışındakiler ise 1968 yılının Temmuz ayında Baas Partisi'nin yönetimi ele geçirmesinin ardından Irak'tan sürülen Dava Partisi üyeleriydi. Şiilerin yıkıcı isteklerini büyük bir tehlike olarak gören Baas rejimi, akademilere yönelik geniş çaplı bir sindirme harekatına girişmişti. Öğrenciler hapis cezası ve işkence görmelerinin yanısıra ülke dışına sürüldüler, hatta idam edildiler. Bu cezalandırıcı yöntemler, Şiilerin teşkilatlanma çabalarına büyük bir darbe indirdi ve bütün Şii dünyasında, özellikle de Lübnan'da tepki ile karşılandı. O sıralar Lübnan'da Irak Baas rejimine karşı mücadele Şeyh Hüseyin Matuk -Ayetullah Muhsin el-Hakim'in Beyrut temsilcisi- ile birlikte imam Musa Sadr tarafından idare ediliyordu.

Merci Muhsin el-Hakim'in 1970 yılında vefatı üzerine yerine Necef'teki dini hiyerarşinin başı Merci Ebu'l-Kasım el-Hoi geçti. Ebul-Kasım el-Hoi, Necef'teki diğer dini yetkililerin tersine siyasetten uzak durdu ve çalışmalarını dini konular ve fıkıh üzerine yoğunlaştırdı. Sonuçta bakışlar Necef'te ders vermeye devam eden iki eylemci ayetullah üzerine çevrildi: Muhammed Bakır es-Sadr (İmam Musa Sadr'ın yeğeni) ve Humeyni. Halen, bahsedilen bu iki ismin, özellikle de Bakır es-Sadr'ın, doktrinlerini benimsemiş ve onların radikal düşüncelerinden etkilenmiş bir çok Lübnanlı talebesi vardır.

Irak dışından eğitim amacıyla bu ülkeye gelmiş bulunan ulemaya karşı Baas rejimini başlattığı sınır dışı etme politikası sonucunda, eğitim yıllarını Necef'te geçirmiş bir kaç düzine Lübnanlı ulema -hemen hemen tamamı Muhammed Bakır es-Sadr'ın öğrencisiydi- 1970'lerin başında Lübnan'a geri döndüler. Ardından da önde gelenleri, aslında Necef'tekilere benzer dini akademiler olan Şii eğitim kurumlan [havza] kurmaya başladılar. Beyrut'ta iki, Baalbek'te bir ve Güney Lübnan'da (Tyre ve Sadıkın) iki havza tesis edildi. Kuruluşlarındaki amaç radikal bir üstyapı oluşturmak ve kurucularının Necef'te aldıkları eğitimi yayarak eylemci talebeler yetiştirmekti. Gerçekten de, Necef bu yeni havza için birikim ve ilham kaynağıydı.

Bunun yanında, Necef mezunları diğer Lübnanlılar'la beraber, Irak'taki aynı adlı partiden örnek alarak Lübnan İslami Dava Partisi'ni kurdular. Bu teşkilat bir yandan Irak'ta faaliyetlerini gizlice devam ettiren ana teşkilat ile bağlantı ve karşılıklı yardımlaşmayı sürdürürken, diğer yandan Lübnan'daki çoğulcu siyasal sistemin tüm avantajlarını kullanarak açıkça faaliyet gösterdi. Beyrut'taki Arap Üniversitesi mezunu Şiiler tarafından kurulan Lübnan Müslüman öğrenciler Birliği bünyesinde teşkilatlanmış genç Şiiler, Lübnan Dava'sının hedef kitlesiydi. Müslüman Öğrenciler Birliği ile aynı çizgiye sahip Emel hareketi bu sıralarda daha yeni başlamıştı.

Lübnan Dava Partisi ve öğrenci birliğindeki bağlıları Necef teki eğitim kurumlarından mezun ve Irak'ta kaldığı süre boyunca Dava Partisi'ni desteklemiş olan müçtehid Muhammed Hüseyin Fadlullah'ı manevi liderleri olarak görüyorlardı. Fadlullah 1966 yılında Necef'ten ayrılarak, bir çok alim yetiştirmiş meşhur bir Şii ailesinin çocuğu olarak 1935 yılında doğduğu Lübnan'a döndü. Bundan yedi yıl önce babası Güney Lübnan'da Bint Cubeyl yakınlarındaki Aynata'da yaşayan ailesini Necef'e götürmüştü. Fadlullah'ın annesi, Güney Lübnan'ın tanınmış ailelerinden birinin başı olan Hasan Bazzi'nin kız kardeşiydi. Muhammed Hüseyin Fadlullah Güney'den ve Bekaa'dan göçen Şiilerin oldukça kalabalıklaştırdığı Doğu Beyrut yakınlarındaki Neba'da yerleşti. Burada, Şii dünyasının en üst düzey dini otoritesi ve aynı zamanda öğretmeni olan Ebu'l-Kasım el-Hoi'nin temsilcisi olarak bilinen konumu ile kendini yetkili bir müçtehid şeklinde kabul ettirmeye çalıştı. İmam Musa Sadr'ın büyük başarısına şahit olan bu zaman sürecinde Fadlullah sessiz bir faaliyeti tercih etti ve siyasal sahadan uzaklaştı. Dini eğitim ve ders vermenin yanısıra kitap yazmaya devam eden Fadlullah, okul ve dernek türü eğitim kurumlarının, dispanser ve yetimhanelerin kurulmasına çalıştı. Bu doğrultuda, geçim sıkıntısı sebebiyle Güney'den ve Bekaa'dan Beyrut'a göçen yoksul Şiilere eğitim de dahil her türlü yardımı sağlamak amacıyla Neba yakınlarında bir dernek kurdu. Bu kurum Fadlullah'ın himayesinde el-Hikme'yi yayınladı. Bu dergi bugüne kadar Seyyid'in açıklamalarının duyurulmasında en önemli araçlardan birisi olmuştur. Fadlullah, Lübnan'ın her yerinden gelen ve eylemci öğelerin hakim olduğu yeni Şii düşüncesiyle eğitilmiş öğrencilere Neba'daki Seri Enstitü'de dersler verdi. Bu enstitünün en önemli öğrencilerinden, Necef'te eğitim görmüş olan Ragıb Harb daha sonraları Güney Lübnan'da Hizbullah lideri olarak ün kazanacaktır.

Bir çok makale ve yirmiden fazla kitap yazan Fadlullah, bu şekilde Şia'nın yeni yorumu doğrultusunda sahip olduğu devrimci-eylemci fikirlerine ideolojik bir taban oluşturdu. İslam düşmanlarına ne zaman ve hangi koşullarda güç kullanılması gerektiği bahsettiği konular arasındaydı. Bunların yanında, kendilerini Musa Sadr'ın hareketi dışında gören Şii gruplarına da bir şekilde önderlik etti. Bu grupların düşüncelerini besleyen ve yönlendiren Seyyid, kısa zamanda açıklamalarının yer aldığı en önemli dergi olan Lübnan Müslüman Öğrenciler Birliği yayın organı el-Muntalak'ın yönetimini de üzerine aldı.

Böylece Lübnan'daki Şii toplumu içinde, Musa Sadr'ın hareketi yanında, bu harekete oranla daha cılız, Necef'teki dini merkeze ve Şii kökenlerine bağlılığını vurgulayan yeni bir hareket gelişmeye başladı. Hareket, Şii toplumun lideri olarak yetkililerden kabul görmek ve meşruiyet sağlama amacıyla Sadr'ın bağlılığını ilan ettiği Lübnan milli kimliğini reddetti. Bu yeni hareketin bağlıları, Lübnan Cumhurbaşkanı'nın Hıristiyan olması gerektiğini açıkça söyleyen Sadr'ın yaptığı gibi ülkede Müslümanlar üzerinde Hıristiyan hakimiyetini de kaçınılmaz olarak kabul etmiyorlardı. Sadr'ın Hıristiyan cemaati etkilemek amacıyla takındığı, "kafirlerin" kiliselerinde boy göstermek ve Hıristiyan adetlerine yönelik yoğun ilgi şeklinde ifade bulan uzlaşmacı tavrı da şiddetle reddettiler. Gerçekten de, Fadlullah'ın aralarında en önemli şahsiyet olduğu bu yeni hareketin liderleri, özgürlüklerine mal olacak bir davranış olarak değerlendirdikleri Lübnan siyasal hayatına katılma konusunda Musa Sadr'ı izlemeye niyetli görünmüyorlardı. Bu doğrultuda Fadlullah gerek Lübnan siyasetiyle gerekse Sadr'ın siyasal faaliyetleriyle ilgilenmekten bütünüyle kaçındı.

Fadlullah, Lübnan'daki tüm Şii alimlerinin birleştirilmesiyle Sadr tarafından kurulan Yüksek Şii Konseyi üyesi olmasına rağmen bu yapı içerisinde faaliyet gösteren değişik grupların hiç biri ile birliktelik oluşturmadı. Sadr'ın Konsey Başkanlığı süresini 65 yaşına gelenek dek uzatmayı taleb etmesiyle patlak veren sürtüşmenin en hareketli dönemlerinde bile Fadlullah herhangi bir tavır almadı. Sadr, Baalbek müftüsünün liderliğini yaptığı bir grup gelenekçi Şii alimlerden oluşan muhaliflerine tüm olaylarda üstünlük sağladı. Sadr, Konsey'in başkan yardımcılığını yürüten müftüyü görevden aldı ve yerine Şeyh Muhammed Mehdi Şemsettin'i atadı.

Sadr konumunun kabul görmesi ve Şii topluluğa lider olarak uzunca bir dönem için (aslında 1993'e kadar) seçilmenin verdiği güvenle bütün Şiileri kendi liderliği altında birleşmeye çağırdı. Sadr'ın Şii halka hükmetme konusundaki kararlılığı kendini eğitim ve birikim yönünden daha üstün gören Fadlullah'ı huzursuz etmekteydi. Şu an, Fadlullah'ın sahip olduğu siyasal ihtiraslar tam olarak bilinmemekle birlikte, Sadr'ın Şii halk yığınlarının sempati ve hayranlığını kazanmasıyla oluşan o siyasal ortamda Fadlullah'ı gölgede bıraktığı bir gerçektir. Bu gelişme karşısında Fadlullah karşı çıkışını kabullenmeye hazır kişilerden oluşan ve Lübnan Davası bünyesinde kısmen de olsa örgütsel ifadesini bulan başka bir eğilimle ilişkiye geçti. Fadlullah'ın, Lübnan Davası'nı aşan etkisi, Bağdat rejimi tarafından baskı altında tutulan Irak Dava Partisi'ne kadar uzandı. Gerçekten de Fadlullah'in bu hareket ile olan bağlantısı, Irak Baas rejimine bağlı ajanların 1980 Ekimi'nde kendisine, şans eseri yara almadan kurtulduğu bir suikast girişiminde bulunmalarına yol açtı.

Emel'in Şii halktan taraftar kazanma girişimlerinde elde ettiği büyük başarıları gören Dava mensupları, Emel'e karşı takınmaları gereken tavrı belirlemek için çalışmaya başladılar. Bu sorun üzerine görüşlerini almak amacıyla, Muhammed Bakır es-Sadr'ın yanına, Necef'e giden bir grup, muhtemelen açık ve bağlayıcı emirler almadan geri döndüler. Çok geçmeden Muhammed Bakır es-Sadr'ın Lübnan'ı ziyaret etmesinin ardından, Lübnan Davası, Emel'e içeriden nüfuz etme, safları arasında İslami düşünceler yayıp yerleştirme kararı aldı. Davanın, Emel hareketinden ayrı olarak varlığını sürdürdüğü bu durum İran İslam Devrimi'ne kadar devam etti. Devrimin ardından, Muhammed Bakır es-Sadr'ın Nisan 1980'de, Irak'ta idam edilmesiyle birlikte Lübnan Dava'sı -muhtemelen İran yanlısı grupların da baskısıyla- dağıldı. Bununla birlikte dağılan Dava Partisi üyeleri, Emel hareketine bile katılsa, eski parti kimliklerini korumaya devam ettiler.

Emel ve İran Devrimi: Ayrılığın Başlangıcı

İran İslam Devrimi yapıldığında, Lübnan Şii toplumu, devrimden bir kaç ay önce 1978 yılı Ağustosu'nda imam Musa el-Sadr'ın esrarengiz şekilde ortadan kaybolmasıyla oluşan büyük bir kriz yaşamaktaydı. Bunun sonucunda Emel, çalışmalarına ve toplumun hareket hakkındaki kanaatine zarar veren tartışma ve bölünmelerle karşı karşıya kaldı. Ayrıca, Kasım 1980'de genel sekreter olarak atanan Hüseyin el-Hüseyni'nin, kısa bir süre sonra Nisan 1980'de, hareketin yönetim konseyinin başına getirilen Nebih Berri liderliğindeki üçlü tarafından görevden alınması da, şüphesiz yalnızca olağan bir personel değişikliği değildi. Bu gerçekten de Şii hareketin hedef ve değerlerinde bir değişikliği sembolize ediyordu: Yapı eskimişti ve yenilenmeliydi. Artık geleneksel kıyafete bürünmüş dini lider, imam yerini, temelleri Lübnan siyasetinin gerçekliği içine sağlamca yerleşmiş, başlıca görevi Lübnan Devleti yapısı içinde Şii halkın çıkarlarını yüceltmek olan laik ve eylemci bir yönetime bırakmıştı.

Emel'in laik liderleri, İran Devrimi'ni, ülkedeki sömürgeci yönetimi deviren toplumsal bir ayaklanma ve Devrim'e öncülük eden kişileri de yalnızca dini yetkililer olarak değerlendiriyorlardı. Bu yüzden de İran ve Emel arasında 1979-1980 yıllarındaki iyi ilişkilerin kısa sürmesi şaşırtıcı değildi. Ne Emel yetkililerinin İran'a, İranlı liderlerin de Lübnan'a yaptığı karşılıklı ziyaretler, ne de resmi düzeyde temsilciler -Musa Fakr Ruhani elçi olarak Lübnan'a ve Seyyid İbrahim el-Emin Emel temsilcisi sıfatıyla Tahran'a- atanması, siyasal gerçeklikte bir değişiklik yaratmadı, iki taraf arasındaki mevcut farklılıkları belirgin hale getiren bir dizi olay, kısa bir süre sonra taraflar arasında husumet ve sürtüşme doğurdu.

İlk olay, Musa el-Sadr'ın Libya'daki esaretini sona erdirme girişimlerinde bulunan Devrimci İran yönetimini de etkilemiş gibi gözüken başarısızlığın Emel yetkililerinde sebep olduğu hoşnutsuzluktu. Doğrusu, zaman geçtikçe, İslam dünyasında kendine müttefik arayan İran'ın, Libya ile ilişkileri, Lübnanlı Şiilerin zararına gittikçe artarak gelişti. Nisan 1980'de, Beyrut'u ziyaret eden İran Devrim Mahkemeleri Başkanı Ayetulah Halhali'nin ziyareti esnasında yaptığı, Nebih Berri ve Muhammed Şemsettin'in sert tepkilerine neden olan, Sadr'ın "Roma'da Siyonistler tarafından öldürüldüğü" şeklindeki açıklaması, bu durumun bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Beni Sadr, Sadık Kutbizade ve diğer Emel ile dostça ilişkilerde bulunmuş şahsiyetlerin -eskiye gidildiğinde bazılarının ilişkisi Şah rejimine karşı Lübnan'da faaliyet gösterdikleri döneme kadar dayanır-, İran yönetiminden uzaklaştırılmaları da, en azından Emel göz önünde bulundurulduğunda, sadece aradaki ihtilafları körüklemiştir. Lübnan, 1970'li yıllar boyunca Mehdi Bazergan, İbrahim Yazdı, Kutbizade ve Mustafa Ali Çamran gibi önemli şahsiyetlerin barınak kurdukları, Şah rejimine yönelik muhalefet eylemlerinin önemli merkezlerinden biri olmuştur. Emel, aralarında Lübnan Şii hareketinin silahlı gücünün kurulmasında çalışmış kişilerin de bulunduğu sürgünlerin düzenledikleri eylemlerde, onlara yardım da etmiştir. 70'li yıllarda Lübnan'da faaliyet gösteren İranlı şahsiyetlerin en önemlisi olan Mustafa Çamran, eylemci Emel üyesi Gada Sa'bar ile evlenmiş ve Tyre yakınlarında Burç el-Şimali'deki meslek okulunu yönetmiştir. Bununla birlikte, zamanının büyük bir kısmını Emel'in yapılanmasına ayıran Çamran, Filistinli örgütler ile Şii hareket arasındaki irtibatı geliştirmeye çalışmış ve Filistinliler tarafından eğitilerek operasyon için İran'a gönderilen bir grup İranlı öğrencinin de çalışmalarını idare etmiştir.

Emel liderliği içinde, Lübnan Şii hareketinin İran yönetimindeki dostlarını kaybettiği şeklinde düşünceler gelişmeye başladı. Devrim sonrası İran'ın ilk Savunma Bakanı olan Mustafa Çamran'ın -Şubat 1979'da Lübnan'dan Tahran'a gelmişti- esrarengiz bir helikopter kazasında kayboluşu dikkat çekici bir olaydı. (Irak cephesinde savaşırken şehit olan Çamran hakkındaki bu iddia tamamen mesnetsizdir. ç. notu) 1980'in Kasımı'nda Dışişleri Bakanı Kutbizade'nin görevden alınmasının ardından Humeyni'ye çektiği telgrafta Nebih Berri görevinden uzaklaştırılan "büyük mücahidin" başarılarını övmenin yanısıra, üstü kapalı şekilde Emel yönetimi içinde gelişen bu düşünceyi de ifade etti. Saygılı bir dille yazılmış olmasına rağmen bu mesaj Kutbizade'nin kuruluşunda aktif görev aldığı rejim tarafından görevden alınıp tutuklanmasından doğan hoşnutsuzluğu yansıtıyordu.

İran'ın, Güney Lübnan'da, Filistin varlığını değişik bir şekilde algılaması da Emel ve Tahran arasındaki ilişkileri gerginleştirdi. İsrail'e karşı "kutsal savaşın" Filistinli örgütlerdeki önceliğini gören İran bu grupları destekledi ve Yahudi devletine karşı harekete geçmeleri için cesaretlendirdi. Fakat bu yardım, Beyrut ve daha yoğun biçimde güneyde bu bölgelerin kontrolü için Filistinlilerle aralarında şiddetli çarpışmaların olduğu Emel hareketinde kızgınlık yarattı. 1980'in başlarında Emel'in Güney Lübnan'da kendine uygun bir mevzi oluşturma çabası, Şiiler ve Filistinliler arasında zaten var olan çatışmayı daha da şiddetlendirdi.

Emel'in bu hareketi, bölgeyi son kalesi olarak gören ve gerekli olursa güç kullanarak elinde tutmaya azmetmiş Filistinlilerin şiddetli direnişine neden oldu. Filistinlilerin, Güney'deki Şiilere yönelik, kötü hatta bazen zalimliğe varan davranışları ve Şiilerin zaten zayıf olan ekonomik kaynaklarını sömürmeleri de durumu daha kötüleştirmekteydi. İsrail yönetiminin karşı tedbirler almasına neden olan Filistinlilerin İsrail'e yönelik şiddet hareketleri kendilerini İsrail-Filistin çatışmasının sebep olduğu sorunların ağırlığı altında bulan Şiileri de etkiledi. Durum öylesine önemli bir hale geldi ki, Lübnan savaşı öncesinde, Güney'den bir Emel lideri Muhammed Ghadar, Filistinlilerin Şiilere karşı yürüttükleri savaşı kesmelerini, aksi takdirde Emel'in, İsrail'in Güney Lübnan'da FKÖ'ye karşı askeri bir harekata girişmesini sağlamak amacıyla İsrail hedeflerini vuracağını ilan etti.

Emel ve İran arasındaki gerginliğe rağmen her iki taraf da diyalog yollarının açık kalması konusunda dikkatliydi. Güçsüzlüğüne rağmen Emel'i Lübnan'daki Şii topluluğunun gerçek otantik temsilcisi olarak görmesinin ve bu anlamda da onu ülke içinde etkili olabilmek için önemli bir araç olarak değerlendiren İran, ilişkilerin devam etmesinde yarar görmekteydi. Emel ise, kendi adına İran'ın gelecekte Şii toplumunun güçlenmesine yardım edecek yükselen bir güç olduğunu düşünmekteydi. Böylece İran yönetimi ve Emel arasındaki ilişki, Emel bünyesinde faaliyet gösteren büyük çapta Dava üyeleri ve imam Humeyni'yi dini ve siyasi lider olarak görüp ona bağlılıklarını ilan eden diğer bazı üyelerin etkisi ile devamlılığını korudu.

1982'deki Lübnan Savaşı bu durumu değiştirdi, İsrail'in Güney Lübnan'ı işgali, kuzeye doğru ilerlemesi ve Beyrut'u kuşatması, Emel'i geleceğe yönelik hareket çizgisi üzerinde mücadeleye şevketti. Bu gelişme, Lübnan Cumhurbaşkanı Sarkis'in kriz döneminde ülkeyi yönetecek Milli Kurtuluş Hükümeti'nin kurulması yolunda sunduğu teklifin sonucu olarak kendini gösterdi. Hükümet ülkenin başlıca güç merkezlerinden temsilcilerin biraraya gelmesiyle oluşacaktı; Lübnan Güçleri Komutanı Beşir Cemayel, Dürzi topluluğu lideri Velid Canbulat ve Şiilerin lideri Nebih Berri. İranlılar hükümete katılma konusunda Berri'nin kararsızlığını dikkatle takip ediyorlardı. Bu yapıyı, Batı'nın Lübnan'ı ele geçirişinin ve ülkede "siyonist işgal"in devamının sembolü olarak gören Tahran yönetimi, yeni oluşuma katılmaması yolunda Berri'ye baskı yaparak etkilemeye çalıştı. Buna rağmen, yapılan teklifi, Şii toplumun büyüyen gücünün tanınması ve siyasal konumunda değişmeye neden olacak uygun bir fırsat olarak gören Berri hükümette yer almaya karar verdi. Beşir Cemayel ile birlikte Milli Kurtuluş Hükümeti'nde yer alması, bugün hala Tahran tarafından bağışlanamaz bir hata olarak kabul ediliyor. Berri'nin hükümette yer alması, Lübnan siyasetini şekillendirmede İran için çok önemli bir dönüm noktası oldu. Bundan böyle İran'ın, Emel'in laik, milliyetçi bir hareket ve İran İslam Devrimi'nin çıkarlarını korumada aciz olduğuna olan inancı gittikçe artacaktı. Savaşla birlikte beliren Lübnan'da İran'ın çıkış yapmasını sağlayacak altın fırsat da böylece uçup gitmişti. Bundan sonradır ki, İranlılar Emel'e alternatif olacak ve devrimci İslam ideolojisini Lübnan'da yayacak bir hareketin kurulmasını destekleme kararı aldılar.

İran'ın oluşumunu planladığı teşkilat yapısı bir çok öğesi değişik şekillerde faaliyet gösteriyor olmasına rağmen Lübnan'da mevcut değildi. Bunların çoğu Muhammed Bakır es-Sadr'dan ders aldıkları Necef'teki çalışma dönemlerinde veya Devrim öncesinde ve sonrasında Kum'daki dini akademilerde radikal İslami düşüncelerden etkilenmiş Şii din adamlarıydı. Emel'in izlediği politikayı belirsiz buluyorlardı ve özellikle hareket liderliğinin bazıları sol eğilimli laik kişilerce ele geçirilişinden dolayı sıkıntı içindeydiler. Ayrıca bu dini şahsiyetler için İran Devrimi Lübnan'da tekrar edilmeye uygun bir modeldi. Böylece İran kendine bağlı ve Lübnan politikasına hizmet eden öncü bir teşkilat olarak onları örgütlemeye başladı.

Hizbullah

Lübnan'da İran Politikası

İran'ın Lübnan politikası, amaçlarını etkili hareketlere dönüştürmesine imkan veren Lübnan'ın kendine has siyasal, toplumsal ve ekonomik yapısı üzerinde temellenmiştir. Tahran yönetiminin amacı imam Humeyni'yi siyasal ve dini lider olarak tanıyan ve kendini var olan Lübnan yönetimini devirip yerine İran'ı model alan İslami bir yönetim kurmaya adamış kişilerden oluşan bir hareket başlatmaktı. Lübnan'da iktidara sahip güçlü bir merkezi hükümetin yokluğunun, radikal Şiilerin mevcut siyasal yapı ile ilişkiye girmeden ülkedeki durumu değiştirme yönündeki hararetli çabaları ile birleşmesi, İran'a hemen hemen serbest hareket etme imkanı verdi. Ayrıca, Lübnan savaşı ve bunun neden olduğu çeşitli Lübnanlı güçler arasındaki hassas dengedeki bozulma sonuçta sadece İran'ın faaliyet göstermesini kolaylaştırdı. Bu sebepten, İran'ın eski Lübnan elçisi Musa Fakr Ruhani'nin Lübnan'ın durumunu İslam Devrimi arefesindeki 1978 yılı İran'ına benzetmesi şaşırtıcı olmaktan uzaktır.

Bu koşullar devam ederken, 1982 yılının sonlarında İran İsrail'e karşı cihadda yer almaları ve daha da önemlisi Lübnan'da devrimci bir İslami hareket kurulmasına yardım etmeleri amacıyla, Devrim Muhafızlarından oluşan öncü bir gücü Lübnan'a gönderdi. O sıralarda Beyrut'ta görev yapan büyükelçi Ruhani, Şam üzerinden gelen beş bin kişilik bu gücün "Lübnan halkına yardıma" gelmiş olduğunu açıkladı. Bunun yanında, Ruhani bu gücün Lübnan Cumhurbaşkanı Elias Sarkis ve Lübnan halkının isteği üzerine gönderildiğini de söylemeyi ihmal etmedi. Kısa bir süre sonra 300-500 kişilik kısmı Baalbek'te kalan güç İran'a döndü. Bir kısmını Devrim Muhafızlarının "Kültürel Birim"inden görevlilerin, geri kalanını ise askeri eğitimci ve savaşçıların oluşturduğu Lübnan'daki birlik yeni devrimci hareketin kuruluşuna yardım edecekti, İranlı "kardeşlerini" iyi karşılayan Lübnanlı din adamları onların yerel halka önerdikleri yardımdan da hoşnuttular. İranlı askeri birlik, şehirdeki dini eğitim sisteminin iyileştirilmesi ve yaygınlaştırılması, dini hizmet veren kurumların inşası, sağlık sisteminin yenilenmesi, hastane ve dispanserlerin kurulması ve eğitim kurumlarına kayıtlı genç Şiilere yardım amacıyla tahsis edilen paralarla İran tarafından desteklendiler.

Baalbek ile birlikte komşu köy ve kasabalar da İslami-İrani bir görüntü kazandı, içki satışı yasaklandı, kadınlara sade giyinmeleri yolunda baskı yapıldı ve son zamanlara kadar uluslararası turizmin başarılı merkezlerinden biri olan şehir her yönüyle İran'ı andırmaya başladı. Ana caddelerini süsleyen Humeyni ve diğer İranlı liderlerin dev posterleri ve göze çarpan Farsça konuşmalar sadece şehrin İran'ı andıran görüntüsünü belirginleştiriyorlardı. Baalbek'in bu şekilde dönüşümü, Lübnan'da kendine Kur'ani bir terim olan Hizbullah'ı isim olarak alan yeni İslami devrimci hareketin başlangıcını temsil ediyordu. Merkezi hükümet ve onun Hıristiyan veya Müslüman kesimden yandaşlarının ana mevzilerinden uzak bu bölgede örgütlenen Hizbullah'ın ilk üyeleri buradan Beyrut ve Lübnan'ın güneyine doğru yayılmaya başladılar,

Hizbullah: Ulemanın Önderliğindeki Cephe örgütü

Lübnan Dava Partisi üyesiyken Hizbullah'a katılan Ali el-Kurani, İran Devrimi'ni takiben İslam dünyasında Hizbullah'ın faaliyetlerini anlatan kitabının [Tariqat Hizbullah fi-l Amal et-İslami, "İslami Eylemlerde Hizbullah'ın Yolu", 1986] girişinde şunları yazıyor:

"Bazı kimseler Hizbullah'ın gerçekten bir parti olup olmadığını soruyorlar. Yanıt hayır olursa, İslami çalışmada en büyük önemi siyasal partilerin taşıdığını düşündüklerinden onun niteliğini artık merak etmezler. Eğer Hizbullah gerçekten bir partidir şeklinde bir yanıt gelirse de halihazırda mevcut parti ve teşkilatlara bir yenisinin katıldığı düşünürler. Bundan sonra yapacakları onu, bildikleri teşkilat yapılan ile karşılaştırmak, üstünlüklerini ve yanlışlarını arayıp bulmaktır. Hizbullah'ın çizgisi bir teşkilat veya partinin alışılmış ve geleneksel çizgisinden farklıdır ve Batılı veya İslam ülkelerindeki örgütlere benzemez. Hizbullah, İslam ve kitleler için gerekli olana uyarlanmış bir teşkilat, bir yapıdır."

Gerçekten de Hizbullah'ın kuruluşu Lübnan'daki diğer hareket ve teşkilatlarınki ile hiç bir benzerlik göstermez. Radikal düşünce okulu talebesi bir grup mollanın müstakil bir yapıdan yoksun olarak işe koyulmalarıyla başladı. Abbas Müsavi ve Suphi Tufeyli'nin liderliğinde imam Humeyni'yi dini ve siyasi önder olarak tanıyan bu grup, Lübnan'ı İslam Cumhuriyeti'nin bir parçası yapma çabasında İran'la beraberdi.

Bir kaç aylık zaman zarfında, bu küçük grubun başlattığı hareket kitle hareketine dönüştü. Aralarında bazı hareketlerin kurucularının da bulunduğu, Emel ve diğer hareketlerden ayrılan radikal Şiiler beraberlerinde kendi teşkilatlarının üyelerini de getirmişlerdi; İslami Emel, Lübnan'daki Müslüman Ulemalar Birliği, Lübnan Davası ve Müslüman Öğrenciler Birliği. Tüm bu yapılar Hizbullah'ın öncülüğünde biraraya gelerek koalisyon oluşturdular.

Baalbek'te Çekirdek Kadronun Kuruluşu

Hizbullah'ın çekirdek kadrosu 1982 sonları ve 1983'ün ilk ayları boyunca Baalbek'te örgütlendi. Kurucu grup, Necef ve Kum'daki medreselerden mezun, Muhammed Bakır es-Sadr'dan ders almış ve 1970'li yılların sonlarında Lübnan'a dönmüş bir grup Şii molladan oluşuyordu. Liderliklerini Seyyid Abbas Müsavi ve Suphi Tufeyli yapıyordu. 1952 yılında, Baalbek yakınlarındaki bir köyde doğan Abbas Müsavi, 1969-1970 yıllarında Tyre'deki İslami Çalışmalar Enstitüsü'ne devam ettikten sonra (1970-1978) sekiz yıl Muhammed Bakır es-Sadr'ın himayesinde Necef'te kalmıştı. 1978 yılında Lübnan'a dönen Abbas Müsavi, Baalbek'te halen ders vermekte olduğu "Gaib imam" adına yapılan medresenin kuruluşunda görev aldı. 1948 yılında doğan Suphi Tufeyli'de Baalbek yakınlarında bir köy olan Brital'dendir. Muhammed Bakır es-Sadr'ın öğrencisi olarak Necef'te dokuz yıl kalan Suphi Tufeyli ayrıca Kum'daki medreselerde de eğitim görmüştü. 1970'li yılların sonunda Lübnan'a dönüp Yüksek İslami Şii Konseyi'nin kuruluşunda aktif olarak çalışan Tufeyli, daha sonra Lübnan Müslüman Ulemalar Birliği bünyesinde çalışmalarını sürdürdü. Kurucu grubun diğer bir Üyesi olan Şeyh Muhammed Yazbek ise öğrenim gördüğü Necef'ten 1970'li yıllarda sürüldükten sonra Baalbek'e gelerek burada dini bir medrese kurdu. Hizbullah'daki dini şahsiyetler, Baalbek'te karargah kuran İran Devrim Muhafızları'ndan oldukça destek gördüler ve birlikte Bekaa'da Hizbullah'ın askeri birimlerini oluşturdular.

İslami Emel

Hizbullah'ın çekirdek kadrosunun Bekaa'daki önemli öğelerinden biri de İslami Emel hareketiydi. Bu hareket 1982 yılının yazında, Nebih Berri'nin yardımcısıyken Berri'nin Milli Kurtuluş Hükümeti'ne katılma kararının ardından istifa eden Hüseyin Müsavi tarafından kuruldu. Çoğunluğunu Bekaalılar'ın oluşturduğu yanındakilerle Beyrut'taki Emel merkezini terkeden Musavi, Emel'in Baalbek'teki cephanelerini de yanma alarak yeni hareketi burada oluşturdu.

Onu ve lideri olduğu yeni milis grubunu, Lübnan'da radikal hareketin gelişimi için önemli gören İran tarafından teşvik edilen Müsavi, bu ülkeden mali ve askeri yardım aldı. İslami Emel, kuruluşundan kısa süre sonra katıldığı Hizbullah birimleri tarafından gerçekleştirilen terörist eylemler için lojistik ve harekat merkezi haline geldi. Özellikle genç Şiilerin devrimci-dinî düşünceyi algılamaları ve harekete dahil olmaları anlamında Hizbullah'ın dini şahsiyetlerinden yoğun yardım gördü.

Öğretmen olan Hüseyin Müsavi, radikal Şii hareketinde alışılmadık bir şahsiyettir. Lübnan'da yönetici grubunun aksine laik eğitim almıştır. İran İslam Devrimi'nden sonra, bu ülkeyi aralıklarla ziyaret eden ve radikal Şii bir çizgi ortaya koyan Müsavi, Emel'in bu ülkeyle bağlantılarından biri oldu. Müsavi, Berri ve Emel içindeki destekçilerini "kaybolan İmam'ın [Musa Sadr'ın - ç. n.] mirasını reddetmiş olduklarını, bunun yanında da liderliğini yaptığı hareketin Musa Sadr'ın İslam görüşünü pratiğe döken gerçek Emel olduğunu ısrarla vurguladı.

Humeyni'nin öğretilerini mükemmel bir doktrin olarak kabul eden Musavi, Ocak 1984'de yaptığı konumunu açıklayan konuşmadan da anlaşılacağı gibi Hizbullah'ın en radikal sözcülerinden biri oldu:

"İmam Humeyni'ye siyasal ve dini bağlılığımızı sunuyoruz. Amacımız imam Humeyni'nin öğretisi doğrultusunda, bu dünyadaki fesat ve batılın tüm tezahürlerine ve Müslümanlara karşı savaşan tüm güçlere karşı savaştır. Mücadelemiz, Batıya ve Doğu'ya karşı, Sovyetler Birliği'ne ve Amerika'ya karşıdır. Nihai hedefimiz "Mehdi"nin yönetimi için, hak ve adaletin yönetimi için zemin hazırlamaktır. İran ilham ve iktidar kaynağımızdır."

Lübnan Müslüman Ulemalar Birliği

Hizbullah'ın Bekaa'daki gelişimine paralel olarak, Beyrut'taki ilk Hizbullah grupları da şehrin güneydoğusunda, genel de Şii mahallelerinde örgütlenmeye başladılar. Bu gruplar, ekseriyetle Beyrut'taki İran elçiliği tarafından desteklenen mevcut radikal Şii teşkilatlarını bünyesinde faaliyet gösterdiler. Bu teşkilatlardan birisi de İslam Devrimi'ni takiben kurulan ve İran'ın tüm dünya müslümanlarını kapsayıcı, evrensel eğilimi doğrultusunda çalışan Tecemmu'u'l-Ulema el-Muslimin fi Lübnan'dı.

Tecemmu, Şiilik ve Sünnilik arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmak için birlikte çalışmak isteyen Lübnanlı Şii ve Sünni din adamlarını bünyesinde birleştirdi. Tecemmu İslam Devrimi'nin ihraç ettiği fikirlerin Lübnan'daki öncü alıcı kurumu -bu zaten Lübnan savaşı öncesinde başlamıştı- olacak öncü grubu ifade ediyordu. Savaş başladığında ve özellikle İsrail Beyrut'u kuşatma altına aldığında, bazı Tecemmu üyeleri İsrail güçlerine karşı girişilen silahlı eylemlerde görev alırken diğerleri İsrail'e karşı olan mücadelelerinde Müslüman savaşçıların dayanma güçlerini ve mücadele ruhunu beslediler. Teşkilat olarak Tecemmu, eğitim ve hayır işlerinden silahlı eyleme kadar uzanan geniş bir sahada faaliyet gösteren eylem komitelerine sahipti -bir dereceye kadar hala bu tür komiteler mevcuttur-. Ayrıca Tecemmu, 1984 yılının başlarından bu yana, teşkilatın Haber Bürosu'nun bastığı, Şii ve Sünni din adamlarının birlikte ortaya koydukları evrensel kavramları ifade eden el-Vahdetü'l-İslamiyye adında bir de yayın organına sahiptir. Hareketin yönetimi her iki mezhepten de şahsiyetleri kapsamaktadır, içlerinden en önemlileri Bekaa'dan Şii şeyh Zuheyr Kanj ve Sidon'dan Sünni Şeyh Mahir Hammud'dur ve her ikisi de İran'la yakın ilişki içindedirler. Hizbullah'ın eylemlerinin Bekaa'dan Beyrut'a doğru genişlemesiyle birlikte Tecemmu üyeleri bir bütün olarak yeni harekete katıldılar ve hareket içinde kendi ayrı yapılarını halen devam ettiriyorlar.

Lübnan Dava'sı ve Öğrenci Birliği

Hizbullah'ın bir diğer önemli bileşeni ise Irak'ta gizlice faaliyet gösteren patinin aynı adı taşıyan Lübnan kolu olarak 1970'li yılların başlarında kurulan Lübnan Davası'ydı. Lübnan Davası Necef'teki medreselerden mezun olup Lübnan'a dönmüş eylemci şiilere örgütsel bir yapı olarak hizmet etti. Ayrıca bu teşkilat Fadlullah'ı manevi liderleri olarak gören ve onun etrafında biraraya gelen Beyrut'taki Arab Üniversitesi mezunlarının kurduğu Müslüman Öğrenciler Birliği ile de sıkı işbirliği yaptı.

Lübnan savaşını takiben ve İran yönetiminin emri doğrultusunda Emel içinde faaliyet gösteren Dava Partisi üyeleri merkezi şii hareketinden ayrıldılar -bu Fadlullah'ın takdir ettiği bir davranıştı-, Emel'i laik olarak değerlendirdiklerinden yeni İslami radikal harekete katıldılar. Üniversite ve yüksekokul çevrelerinde aktif, Fadlullah'a bağlılıkları çok güçlü olan genç şiilerden oluşan Öğrenci Birliği'nden kadroları ile birlikte Dava, Hizbullah hareketinin önemli bir parçası oldu. Bu sayede Fadlullah'ın bağlıları Seyyid'in Hizbullah içinde zaten eşsiz olan konumunu daha da belirgini eştirdiler.

1935 yılında Zahle bölgesinde bir köyde doğan, Necef ve Rum'daki medreselerden mezun Seyyid İbrahim Emin, Dava'nın Hizbullah içinde yetkili temsilcilerinden biridir. 1970'li yıllarda beraberindeki Dava üyeleri ile Emel'e katılan genç şeyh, İslam Devrimi'ni takiben Emel temsilcisi olarak Tahran'a gitti. Nebih Berri'nin Milli Kurtuluş Hükümeti'ne katılma kararı üzerine bir Humeyni bağlısı olarak Lübnan'a döndü. Lübnan'da ilk olarak Bekaa'da Hizbullah'ın bünyesinde Dava üyelerinin yeniden örgütlenmesine yardım etti. Ardından Hizbullah'ın resmi sözcüsü -hareketin şimdiye kadar açıkça bilinen tek yetkili organıdır- olarak ün yaptığı Beyrut'ta yerleşti.

Bazıları ülkedeki radikal-şii gruplarda oldukça etkili mevkilerde bulunan diğer ruhaniler de Beyrut'ta Hizbullah'a katıldılar. 1970'li yıllarda Irak'tan çıkarılan Necef mezunu Şeyh İsmail Halik bunlar arasında göze çarpan şahsiyetlerden biridir. Beyrut'a geldikten sonra kurduğu ve halen başında olduğu medrese (Havzatü'r-Rasulü'l-Ekrem) radikal şii hareketin en önemli eğitim merkezlerinden biri oldu. Halik'in Humeyni'nin halefi Ayetullah Muntazeri'nin temsilcisi olmasının da Lübnan'da ayrı bir önemi vardır. Bu anlamda, Halik'in İran yönetimindeki başlıca güçlerden biri ile ilişkide olması, Hizbullah içinde büyük ölçüde nüfuzunu kullanmasına olanak verdiği gibi, onun hareket liderliğinde özel bir konuma sahip olması ile de uyum içindedir. Ayrıca, gerçekten de Humeyni'den sonra yerini Muntazeri alırsa, herhalde Halik gücünü daha da artıracaktır.

Hizbullah'ın kurucularından biri olarak Beyrut'ta Halik ile çalışan bir diğer şahsiyet de 1953 yılında Güney Lübnan'da doğan Seyyid Hasan Nasrallah'dır. Necef ve Rum'daki medreselerden mezun olan Nasrallah çalışmalarını tamamlamak üzere Lübnan'a döndü ve Hizbullah'ın önder şahsiyetlerinden biri olarak kabul gördüğü Beyrut'ta yerleşti.

Cebel Amil Ulema Birliği

Bu gelişmelerde etkili olan diğer bir grup da İran'la ilişki içinde ve bu ülke tarafından savunulan fikirleri benimsemiş şii ulemaydı. Bir kısmı Emel'e üye olmasına karşın diğerleri herhangi bir teşkilata bağlı değildiler, ilk Hizbullah gruplarının kurulması, İran'ın bağlılarını Hizbullah'a katılmaya çağırması ve Güney Lübnan'da İsrail askeri varlığının oluşturduğu tehdit, bu kişilerin Cebel Amil Ulema Birliği (gerçekte Güney Lübnan'da Hizbullah'ın temellenmesini sağlayan öncü bir teşkilattı) adı altında örgütlenmelerine yol açtı. İsrail'e karşı ilk direniş eylemleri bu birlik vasıtasıyla örgütlendi. İlk başlarda grev ve İsraillilerle her türlü ilişkinin kesilmesi şeklinde pasif direniş olarak başlayan bu eylemler, sonraları silahlı direniş ve şiddetli protestonun tüm metodlarının uygulanmasıyla devam etti. Ulema Birliği İsrail'e karşı sürdürdüğü mücadelede şii ruhanilerin idaresi altındaki çeşitli kültürel merkezlerden, camiler, okullar, medreseler, yetimhane ve hayır kurumlarından yardım sağladı. Kısa sürede İsrail'e karşı silahlı mücadele bayrağını taşıyan bu din adamları Güney Lübnan'da Hizbullah'ın ayakta kalmasını sağlayan en güçlü etken oldular.

Bu eylemlerle birlikte, şii dini şahsiyetlerin Beyrut'taki yabancı güçlere -özellikle Amerika'ya- karşı verdikleri mücadele İslami radikal hareketin net olarak ortaya konmuş hedefler üzerinde birleşebilmesinde büyük rol oynadı: Yabancı güçleri çıkarmak için kutsal savaş, ardından Lübnan'daki Hıristiyan hükümetin devrilmesi ve İslami yönetim kurulması: 1982-1985 yılları arasında Şam yoluyla İran'dan gelen geniş yardım. Hizbullah'ın bahsedilen hedeflere uzanan yol boyunca ilerlemesine imkan verdi. Hareketin bu gelişmeler sayesinde nüfuzunu artırması, Şii toplumu içinde özellikle Emel'e karşı sürdürdüğü mücadelede Hizbullah'ı daha avantajlı konuma yükseltti. Genç nesil içinde sayıları gittikçe artan, İsrail'e karşı cihad ve Beyrut rejimini değiştirme isteklerine Emel'de yeterli bir karşılık bulamayan dindarlar Emel'i terk edip Hizbullah'a katıldılar. Diğerleri ise kendilerine ve ailelerine verilen burslar vasıtasıyla bu şekilde davranmaya ikna edilmişlerdi. Çok geçmeden radikal şii hareketinin yeni üyeleri genç, o vakitler otuz yaşlarında, genelde karizmatik ve sahip oldukları kararlı tavırlarıyla yeni gelenlere örnek teşkil eden bir grup ruhanî etrafında yerlerini aldılar.

Hiç şüphesiz Güney Lübnan'da faaliyet gösteren Şii ruhanilerin en önemlilerinden biri 1952 yılında İmam'ı olduğu Cibşit'te doğan Şeyh Ragıb Harb'dır. Harb ilk ve orta öğrenimini Cibşit'te tamamladıktan sonra öğrenimine devam etmek amacıyla Nebatiye'ye gitti. Onaltı yaşında Seri Enstitü'ye kabul edildi. Burada geçirdiği bir kaç yıl boyunca hocalarından biri de Fadlullah'tı Enstitüde çalışmalarını tamamlamasının ardından Necef'e geçen ve dört yıl kalan Harb bu zaman boyunca Muhammed Bakır es-Sadr ve diğer üstadlardan dersler aldı. 1970'li yılların ortalarında Baas rejimi tarafından Irak'tan çıkarılan Harb Beyrut'a geldi ve Burç Hamud'daki medresede çalışmalarına devam etti. 1980'lerin başlarında da İmam'ı olarak görev yapmak üzere doğduğu yer olan Cibşit'e döndü.

Harb Necef'ten dönüşünü takiben, yerine getirmeleri gereken dini yükümlülükleri olduğuna inanan ve hedefleri ile uyuşmayan laik yapısı nedeniyle Emel'den ayrılan bir grup genç Şiiye önder oldu. İran İslam Devrimi'nin başarısı Harb ve çevresindekilerin yaptıkları seçimin doğruluğuna olan inançlarını arttırdı. Humeyni'nin siyasal ve dini görüşlerini bir mercinin akla dayalı açıklamaları olarak her anlamda benimsemesi, Harb'in İran'la ilişkisini daha da güçlendirdi.

Harb Lübnan savaşı patlak vermeden kısa bir süre önce İran tarafından düzenlenen "Birinci Dünya Mahrumları Konferansı"na katılmak üzere Tahran'daydı. Konferans bittikten sonra Cibşit'e döndü. Şeyh Ragıb Harb 1983 ilkbaharında yıkıcı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle İsrail makamlarınca tutuklandı ve bir kaç gün sonra serbest bırakıldı. Bir kaç ay sonra Aralık 1983'de Tahran'a davet edilen Harb, orada İran yönetiminden önemli kişilerle biraraya geldi ve İran'a olan mutlak bağlılığını ifade etti. Nitekim Tahran'a ziyareti ile aynı zamana rastlayan, İran ve Lübnan arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesine tepki olarak yaptığı konuşmasında da şöyle söyledi: "Evim, İran İslam Cumhuriyeti'nin Lübnan konsolosluğudur." Güney Lübnan'daki İsrail askeri varlığına karşı silahlı mücadele örgütlemek amacıyla Cibşit'e döndüğünde Harb'in düşünceleri bu şekildeydi. Karısı ve yakın arkadaşlarından biri, daha sonra Şeyh Harb'in İsrail'e karşı girişilen silahlı eylemlerin planlayıcısı olduğunu ve hatta bazılarında da aktif görev aldığını söyleyeceklerdi. 1984 yılının Şubat ayında Şeyh Ragıb Harb uğradığı suikast sonucu öldü. Fedekarlık ve Hizbullah'ın sürdürdüğü mücadelenin sembolü şehit Şeyh Ragıb Harb'in ardından Abdulkerim Ubeyd, Cibşit imamı oldu.

Ragıb Harb'in ölümü şii din adamlarıın İslami radikal harekette sahip oldukları önder rolü devam ettirmelerine mani olmadı. Güney Lübnan ve Beyrut'ta katılanların sayısı durmadan artarken, hareket, saflarına Cebel Amil'in önemli şahsiyetlerini de dahil etti.

İsrail ve uluslararası güçlerin Lübnan'ı boşaltması Hizbullah'ın gücünü artırdı. Radikal şii hareketi, büyük şeytan (Amerika) ve küçük şeytan (İsrail)e karşı İslam'ın zaferi olarak gördüğü bu olayda büyük payı olduğunu iddia ediyordu. Bu gelişmenin ardından Hizbullah kaynaklarının çoğunu Lübnan'da yeni bir İslam toplumu için seferber edecekti, İran'ın büyük yardımlarıyla Lübnan ve diğer ülkelerde okuyan yaklaşık kırk bin şii öğrenciye burs sağlarken, bunun yanısıra dini ve mesleki okullar, hastaneler, dispanserler, eczaneler, fırınlar ve şii halk yararına tarım alanları kurulması için senede on milyonlarca dolar harcadı. Tüm bu çabalarıyla Lübnan'da İran topraklan dışındaki ilk İslam Cumhuriyeti'ni kurmaya muktedir yeni bir şii nesli meydana getirmeyi amaçlıyordu.

Çev.: Mehmet Uzun