Hiç: ‘Yokluktan Sayılarla Var Olmaya’

Gülşen Demirkol Özer

 Hiç: Varlığı olmayan veya hesaba katılmayacak kadar değersiz, önemsiz olan şey ya da kimse. Yokluk.

(Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lügati)

Beni hatırladınız mı? Nasıl hatırlayabilirsiniz ki ben bir hiçim. Ne varım, ne yokum. Yıllardır birileri tarafından hiçlikten ‘kurtulmaya’ çalışıyorum. Onlar bıktılar yoruldular. Bense hiçlikten ‘hiç’ vazgeçmedim.

Ne zaman var olmuştum, adım neydi bir türlü karar verilemiyor. Adıma “başörtülü” mü diyeceksiniz, “türbanlı” mı diyeceksiniz karar verilmiş değil. Bana üniversite kapılarında rastlarsanız ‘yardım’ etmek ister ikna odalarına alırsınız. Bir kamera karşısına oturtur hiçlikten kurtulma reçeteleri sunarsınız.

Yine de elinizden kayıp gidebilmiş isem üniversite koridorlarında çizgi filmlerdeki hayalet Casper gibi dolandığıma şahit olursunuz. Ayak izleri var ama kendi yok. Ya da Tweety’nin söylediği gibi: “Bir… şey gördüm sanki!” “Ne gördü?” “…Şey” “Hiiiçç!” dersiniz.

Varlığımı kabul etmeye yüreği yetmez kimsenin. Kocaman pardösüler üzerine kondurulmuş komik peruklarla da hiçliğimden kurtulamam, kurtulmak istemem de zaten. Ne varım ne yokum. Bir filmin repliğinde ‘Beni yok saydılar!’ diye bir cümle geçer, oysa ben tam da hayatın içinde -film karelerinde değil- bir türlü ‘var’ sayılamamışımdır.

Hiç olmayı, yok sayılmayı anlayabilirim, hem de çok iyi. Ama tersi yok hafıza kayıtlarımda. Freud’u imdada çağırıp bir iceberg saydığı bilinçaltımın derinliklerine dalarım. Varlık alanında kabullenilmiş bir siluet bulamam.

Sofistler haklı galiba, hayatın bütünü bir kocaman rüya. Gerçek değil. Meydanlarda on binler olup, polisler tarafından kovalanmam gerçek değil. Bir hiçliğin izini sürüyorlar. O zamanlar hiçliğimin farkında değildim, koştuğumu sanıyordum. Zenon’un atılan okunun hedefine ulaşamayacağını, Aşil ile kaplumbağanın birbirlerini asla geçemeyeceğini* okumuştum ama noktalar arasında sonsuza dek boşluğa adım atanın ben olacağını sanmamıştım.

İktidarların başındaki ağrı gibiydim. Hem vardım hem yoktum. Zannediyordum ki beni bazıları kabul etmekte zorlanıyor. Oysa şimdi anlıyorum. Ben yanında hiçliği olan iktidarları içinde var olmamıştım.

Hiç olmam hiç de zor olmuyor. Ellerim ve yüzüm dışında kalan yerleri bir bezle kapatırsanız var olmaktan çıkabilirim. Tıpkı sihirbazların kutularından tavşanları yok edip tekrar çıkartabilmeleri gibi.

Şimdi hiçliğim sayılara dökülüyor. Bu sayılar bedenimden ve acılarımdan daha fazla şey ifade edecek. Toplumsal mutabakat sağlanacak. Herkes çok ihtiyatlı. Üniversitelerde ‘var’ sayılırsam gerisinin gelebileceğinden korkuyorlar. Çalışmak istersem ya da fotoğraflarımı çektirmek istersem: “Uzatma” diyecekler. “Var olan memurlar gibi”; çektiriver 20-30 tane perukla ya da fotomontaj yaptır, çoğalt onları kullanalım deyip başından savacaklar. Herkes gibi.

Hiçbir dizinin karesinde alınmamışken, resmi dairelerinde yüzümüze bakılmamışken ‘hiç’ de olsam varım dememden korkuluyor. Gazeteler anket sonuçları açıklıyor bugünlerde. TİKAD yaptığı anket sonucunda başörtü ile ilgili bir dizi sonuç açıkladı:  “… Yüzde 88’lik büyük bir kesim de başörtülü kadınları kendileri gibi eşit yurttaşlar olarak gördüğünü belirtti.”

Birileri de “Var galiba bunlar, ne yapsak!” diye mırıldanmaya başladı. Sayılarla iş yaparlar umuduyla 2007 yılında Hazar grubunun ANAR’a yaptırdığı anket sonuçları geliyor aklıma. “%84 başörtülü kadınlar toplumsal hayattan dışlanmış, %99.2 başörtülü kadınlar hem eğitim hem de kamu kurumlarında çalışabilmelidir” diye düşünüyormuş. Bu araştırma denekleri evlerinde küfrediyor olmalılar. Biz zaten bunları söylemiştik diye. Ya da hiç sayılmanın tadına bakıyor olmalılar.

1945 sonrasında Avrupa’nın teori ve kavram dünyasından Amerika’nın uygulamalı sosyal bilimlerine rota kırılınca, vaka çalışmalarının, alan araştırmalarının en gözde konusu oldum. Absürtlüğümü, düşünce ile kırışmış alınlar, çatılmış kaşlar ‘anlamaya’ çalıştı. Bu durumun itici güçleri, sosyal psikolojik arka planları yazıldı sayfalarca.

Hiçbiri Ahzab ve Nur surelerini konu etmeden. Hiçbiri kalbimin derinliklerindeki haşyet ve sevgiden bahsetmeden. Benim üzerimde çalışarak sosyal bilimci; çözüm yolları üreterek söz sahibi oldular. Bana mı? Yo hayır hiçbir şey sormadılar. Soruyor gibi yaptıklarını teorilerinin altını doldurduğum oranda not ettiler. Şimdi iklim değişip Akdeniz mi oldu bilmiyorum ama hayret bakışları eşliğinde hiçlerin kabarık yekunları konuşuluyor.

Ne değişti? Eşini var kabul ettirememiş Başbakan’a sormak istiyorum. Meydanları dolduran kırk binlerin caddelerdeki bedenleri, çığlıklar, çırpınışlar istatistik tablolara dökülmediği için mi kabul görmedi?

Deneye ve gözleme tabi tutulamadık da bilimsellik kriterinde olmadığımızdan mı okuyamadınız bizi. Yine de boş verin, nasıl olsa hiçlikten, boşluktan yankılanan sorular bunlar. Sendikalara, derneklere, meclise ve daha birçok “var”a attığım mailler, mektuplar gibi kaybolacak sesim. Siz nasıl olsa yine yok sayacak, “Bir ses mi var? Halüsinasyon belki... Hııı yok bir şey, hiiiç!” diyeceksiniz.

Sayılar beni yokluktan çıkarabilecek mi bilemiyorum. Bir boşluk olan yüz resmime göz, kaş, ağız, burun çizerek hayat verecek mi?  Ama bir hiç olarak “hiçliği seven olarak” biliyorum ki; ben, sayılar ne derse desin ilahi bir başlangıç yaptım: İman ettim. Kumaşların arasında bir aşk, ilahi yolculuğa başladım. Belki de gerisi boş.

***

NOT: Bu yazı yıllardır eylemleriyle, hukuki alanda mücadele eden başörtülüler ve başörtüsünü savunanların seslerini duymazlıktan gelip bugün anket ve istatistik sonuçlarla Amerika’nın yeniden keşfi havasını estirenlerin konjonktürel, pragmatist tavrına ‘gıcık’ olma sebebiyle kaleme alınmıştır.

 

Dipnot:

* Zenon’un varlık ve bilgiye dair hiçbir şey bilemeyeceğimizi anlatmak için kullanılan saçmaya indirgeme metodu. İki nokta arasında sonsuz noktalar olduğu için hiçbir zaman başlangıç noktasından hedefe ulaşmak mümkün değildir.