HDP’nin Seçimi ve Müttefikleri

Murat Koç

Her seçim döneminde olduğu gibi yine yoğun bir siyasal atmosferin kuşatması altında 7 Haziran genel seçimine doğru gidiliyor. Bu seçim en çok da AK Parti ve HDP açısından bazı ilklerin yaşanacağı bir özelliğe sahip. 12 sene boyunca Erdoğan’ın önderliğinde girdiği tüm seçimleri kazanan AK Parti ilk defa yeni genel başkanı Ahmet Davutoğlu ile bu seçime hazırlanıyor. Beri taraftan parti olarak girdiği tüm genel seçimlerde barajın çok uzağına düşen ve bu engeli aşmak için 2007’den bu yana bağımsız aday gösterme taktiği ile görece bir başarı elde eden Kürt ulusalcıları, HDP ile parti olarak seçime girip barajı aşmayı deneyecek. AK Parti tek başına anayasayı yapacak çoğunluk elde etmeyi, HDP barajı aşıp bu psikolojik engelden tamamen kurtulmayı ve daha fazla sayıda milletvekili çıkarmayı hedefliyor.

CHP ve MHP’nin Vaziyeti

CHP ve MHP ise bu seçimde de iktidar olma şansına sahip olmadığını bildiği için vaatleri yüksek perdeden sıralayan bir seçim propagandası yürütüyor. Özellikle CHP aldığı profesyonel destek sayesinde biraz daha göze çarpan ve diğer seçim dönemlerinden farklı bir kampanya yürütüyor. 30 Mart yerel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Gezi ve yolsuzluk merkezli yürütülen seçim çalışmasının kendisini ileriye götürmediğini gören CHP, bu seçimde ağırlıklı olarak hükümetin ekonomi siyasetini ve sosyal dengesizliği işlemeyi tercih ediyor. Ancak CHP liderinin muhalefeti ve vaatleri sadece bunlarla sınırlı değil. CHP her zamanki ırkçı ve din düşmanı tutumunu bu seçim çalışmalarında da ortaya koyuyor. Kılıçdaroğlu düzenlediği her mitingde Suriyeli muhacirleri göndermeyi, Diyanet’i kaldırmayı, imam hatipleri kapatmayı vaatleri arasında sıralamayı ihmal etmiyor.

CHP istediği kadar değiştiğini iddia etsin, bu Baasçı kafa yapısıyla ancak kendi kemikleşmiş laik-ulusalcı tabanını memnun edebilir. Her ne kadar muhalefet partileri ekonomik itirazları ön plana çıkarsa da seçmen için bu seçimde ekonomi abartıldığı gibi belirleyici olmayacak. Seçmen büyük oranda hangi partiyi ne için destekleyeceğinin kararını vermiş gibi. CHP ve MHP’nin bunca uçuk vaadine rağmen bu partilerin toplumsal hafızada geçmiş pratikleri nedeniyle pek olumlu karşılığı bulunmuyor. Genelde Türkiye seçmeninin ortalama temayülü olumsuz tecrübeyi yeniden denemekten daha ziyade hataları ve eksiklikleri olsa da istikrarın devamından yana olagelmiştir. AK Parti 13 yıldır iktidarda olmanın yol açtığı yıpranmışlığa ve bunca badireye rağmen istikrarı sağlamayı başardığı için risk almayı sevmeyenlerin desteğini almaya devam edecektir. Muhalefet partilerinin mevcut oylarını korumak, tepki oylarını almak üzere geliştirdiği strateji çatışmacı ve aşırı polemikçi olduğu için AK Parti seçmenini partilerine daha fazla bağlamaktadır. AK Partili seçmen kendi iradesini ve tercihi hor gören ve meydanlarda aşağılayan muhalefet partilerinin bu tutumu karşısında AK Parti’ye bazı konularda kızgın olsa bile bu kaba tutuma bir tepki olarak AK Parti’ye destek verecektir. Ne HDP’nin geniş bir koalisyon tarafından parlatılması ne de CHP ve MHP’nin abartılı vaatleri seçmeni ikna etmeye yetmeyecek görünüyor. Buna ilave olarak AK Parti’yi darbeleme üzerine yürütülen propaganda ile birlikte derinleşen kutuplaşama ise seçmenin kararını değiştirmesine değil aksine tercihinin pekişmesine katkı sağlamaktadır. Muhalefet partilerinin açmazı ve tutarsızlıkları AK Parti’nin yanlışları ve yıpranmışlığını gölgede bıraktığı için büyük bir ihtimalle bu seçimin matematiği de üç aşağı beş yukarı bir önceki seçimler gibi olacaktır.

AK Parti’yi Geriletmek İçin Statüko Savunucuları İle HDP’nin Kurduğu İttifak

7 Haziran’daki seçim hem siyasi partiler hem de toplum açısından Türkiye’de son dönemde üst üste gerçekleşen seçimlerin bir devamı olarak görülmekte ve bu çerçevede benzer bir arka plan üzerinden hesaplaşmanın devamı olarak okunmaktadır. Zira gerek 30 Mart yerel seçimleri gerekse de cumhurbaşkanlığı seçimi ülkeyi çıkmaza sürüklemek isteyenlerin geliştirdiği enteresan ittifaklara sahne olmuş, AK Parti ve Erdoğan nefreti üzerinden Türkiye’nin mevcut kazanımlarıyla hesaplaşma, geriletilen vesayeti diriltme ve ülkedeki siyasi-idari yapıyı eski eksene taşıma adına her türlü yola başvurulmuştu. Bu seçimde de aynı hesaplara yönelik manevraların yapılacağı herkesin beklentisi. Ancak bu defa başarısız olup kredisini tüketerek yıpranan MHP ve CHP değil cilalanıp piyasaya sürülen HDP ve Demirtaş bu görevi üstlenmiş durumda.

Gülen cemaati, ulusalcı Kemalistler, bohem ve lümpen sanatçı taifesinden kurulu koalisyonun ve buna tüm imkânlarıyla katkı sunan Doğan medyasının Erdoğan’ın başkan olmaması ve AK Parti’nin anayasayı değiştirecek çoğunluğu yakalayamaması için seferber olduğu görülüyor. Tüm denemelere rağmen CHP-MHP ittifakının AK Parti’yi örseleyemeyeceği anlaşıldığından bu seçimde HDP’nin barajı aşarak AK Parti’yi geriletmesi amaçlanıyor. Burada asıl problem ne HDP’nin barajı aşarak daha fazla milletvekili ile meclise girme çabasıdır ne de AK Parti’ye muhalefet eden bir siyasal söylemle seçim kampanyası yürütmesidir. HDP bir siyasi parti olarak seçimde istediği stratejiyi geliştirebilir ve seçmeni ikna etmek için muhalif bir söylemle kampanya yürütebilir ki, bu da çok tabiidir. Ancak Kürt sorunu başta olmak üzere bu memleketteki tüm problemlerin esasını oluşturan vesayete ve statükoya çanak tutanların, çıkarları zedelendiği için her türlü ilkesizliği icra edenlerin ve İslam karşıtlığı temelinde düşmanlıklarını izhar edenlerin safında, toplumun kazanımlarına saldıranlarla kurulan bu omurgasız ittifakın, kirli hesapların da ebetteki bir siyasal karşılığı olmalıdır. HDP bir tercihte bulunarak düne kadar kendisine açıkça düşmanlık eden bileşenlerden kurulu bu ittifakın bir parçası olmayı yeğlemiştir. Bu tercihin doğal sonucu olarak birileri adına sahnede boy göstermeyi, bu halkın değerlerine düşmanlık edenlerin vekâleten sözcülüğüne soyunmayı kabul etmiştir. Eleştirilmesi ve faş edilmesi gereken durum da tam olarak budur. Bu nedenledir ki, başta Demirtaş olmak üzere HDP’lilerin geliştirdikleri siyasetin esasını bu partinin ana gövdesini oluşturan mağdur Kürtlerin talepleri değil de Gezicilerin, Gülencilerin, ulusalcı Kemalistlerin ve yeminli İslam düşmanı sol-liberal güruhun hezeyanları belirlemektedir. Tek başına HDP’nin barajla imtihanının kendisini bu ilkesiz koalisyonunun bir parçası kılmış olduğunu söylemek zor. HDP’nin bu tercihi şartların getirdiği bir zorunluluktan değil, aksine gönüllü bir yönelime dayanmaktadır. Zira Kürt ulusal hareketinin Kemalist öykünmeciliği, sol-Marksist geleneği, pragmatist karakteri ve kendine has vesayetçi tavrı bu ittifakın parçası olmasını kolaylaştırmaktadır.

Kürt ulusal hareketi her ne kadar Kürt halkının temel değerlerine ve geleneğine taban tabana zıt bir duruşa sahip olsa da devletin yıllarca uyguladığı yanlış politikaların ve zalim uygulamaların neticesinde Kürtlerin desteğini almış, ilgi odağı olmuş ve maalesef ki, uzun yıllar içinde Kürt toplumunu değerlerinden uzaklaştırıp ifsad etme konusunda da kısmen başarılı olmuştur. Özellikle yeni nesil Kürt gençleri örgütün seküler ulusçu anlayışından fazlasıyla etkilenmektedir. HDP’nin Kürdistan’da hayalini kurduğu toplumsal yapı ile sol-Kemalist-ulusçu düşüncenin inşa etmeye çalıştığı ulus toplum yapısı arasında hiçbir fark yoktur. Bu ortak düşünce kodları “gericiliğe karşı mücadele” birlikteliği olarak da okunabilir ve HDP’nin bugünkü Gezi özentisi siyasal tavrı da bundan ileri gelmektedir.

Cemaatin HDP seviciliğinin ise analiz edilecek pek bir tarafı yok. Hükümetle giriştikleri savaşta hükümete kim zarar verecekse ondan yana tavır belirleme gibi sığ ve kaba bir yaklaşımla hareket eden Gülen hareketi açık çelişkiler sergileme pahasına ilkesizce davranmaya devam ediyor. Neredeyse hiçbir İslami hassasiyeti kalmayan ve siyasi ihtiraslarının kurbanı olan bu cemaat giderek dibe vuruyor. Ve ne yazık ki kendisine sadakatle bağlı olan samimi dindar tabanını da kendisiyle birlikte bilinmez bir karanlığa sürüklüyor.

Kürtlere Katliamı Reva Görenlerle HDP’nin Enteresan Dostluğu

Türkiye’de siyaset zeminini son yıllarda sadece AK Parti karşıtlığı ve nefreti belirler oldu. AK Parti muarızlarının tüm çabalarına rağmen yıllardır AK Parti hemen her seçimi gücünü tazeleyerek kazanmayı başardı. Arkasındaki güçlü toplumsal desteği korumayı bildi. Vesayetin geriletilmesi ve darbecilere karşı yürütülen kararlı mücadele nedeniyle darbecilerden medet umanlar AK Parti’yi tasfiye etmek için yeni yollar aramaya başladılar. Gezi ve 17 Aralık hadiseleri bu kesimler için eşsiz bir fırsattı ancak hem hükümetin kararlılığı hem de geniş toplum kesimlerinin desteği sayesinde darbeci azınlığın hayalleri bir kez daha suya düştü. Erdoğan’dan ve partisinden kurtulmak için PKK’yle müttefik olmaktan başka çareleri kalmadı. Bunun için PKK üzerinden ülkeyi iç savaşa sürükleyecek bir kaosa razıydılar. Ancak PKK’nin lideri çözüm sürecinde ısrar ederek ve tüm provokasyonlara rağmen sürece destek vererek eski Türkiye’nin kalıntısı olan bu kliklerin hesaplarını bozdu. Bugün gelinen aşamada Öcalan’ı bypass edip Kandil ve HDP üzerinden çözüm süreci karşıtlığı ve AK Parti düşmanlığı ortak paydasında bir ittifaka yöneldiler. Düne kadar Kürt sorunu konusunda devletin “terörle mücadele” konseptine sadık kalanlar, AK Parti’ye kaybettirmek için HDP’nin etrafında kümelenerek son kozlarını en iyi şekilde kullanmak istiyorlar. HDP’nin barajı aşması için ellerinden geleni yapıyorlar.

Bugüne kadar Kürt sorunu konusunda devletin inkârcı ve katliamcı söyleminin resmi bülteni işlevi gören Cumhuriyet gazetesinin son aylarda Kandil’le sıkı fıkı olmasını Kürt sorunu konusunda ansızın “aydınlandığı” şeklinde yorumlamak herhalde pek inandırıcı olmaz! Aynı gazetenin ilk günden itibaren çözüm sürecini her yönüyle yerden yere vurmasını hadi bizler görmezden gelelim ama İmralı heyetinin sözcüsü, “barış havarisi” Sırrı Süreyya Önder’in bu gazeteye verdiği röportajda gülümseyen pozlar eşliğinde çözüm masasının devrildiğini adeta “müjdelemesi” izahı zor bir mesele olsa gerek. Bir zamanlar resmi ideolojinin bülteni olan Cumhuriyet gazetesi HDP hakkında her gün bolca güzellemeler yayımlamakla yetinmiyor olmalı ki, Kemalist militarizmin savunucu ve Kürt düşmanlığı ile müsemma olan köşe yazarları bile köşelerinde Demirtaş’ı ve HDP’yi yere göğe sığdıramayan yazılar yazma ihtiyacı hissediyorlar. Doğan medyasının ve Gülen cemaatinin de HDP’nin propagandası konusunda Cumhuriyet ve diğer Kemalist-sol medyadan aşağı kalır yanı yok. Kürt sorunu ve çözüm süreci ile ilgili Doğan medyası ve Gülen cemaatinin cemaziyülevvelini bilmeyen yoktur. Kemalist ulusçuluğun, asimilasyonist ve ırkçı politikaların baş savunucusu olan bu kesimlerin ne mal olduğunu bu halk çok iyi biliyor. Cumhuriyet, Zaman, Hürriyet vb. gazetelerin ve TV kanallarının HDP propagandası yapan bir yayın çizgisi izlemesi mezkûr ittifakı çok güzel betimlemektedir. Ancak eskisi gibi onların kontrolünde ve yönlendirilmesiyle ne siyasi yapı nede politikalar belirleniyor. Halk nezdinde bir karşılıkları olmadığı için HDP üzerinden geliştirdikleri hesap da tutmayacak ve kısa vadede bu tutum onlara da HDP’ye de çok şey kaybettirecektir.

Bu koalisyona en başta Kürtlerin itiraz etmesi gerekir. Bileşenlerinin bugüne kadar açıkça Kürt düşmanlığı yaptığı bu koalisyonun Kürt sorununu çözmek, kalıcı bir barışı sağlamak gibi bir derdi dün olmadığı gibi bugün de yoktur. HDP pragmatik hesaplarla bu bileşenin bir parçası olmuştur ve düşünce dünyası Kemalist-ulusalcı-sol taifeden hiç de farklı değildir. Özellikle AK Parti ve çözüm süreci bağlamında HDP’nin meseleye yaklaşımı Kemalist-ulusalcı-sol kesimle aynıdır. İlk günden beri HDP ve Kandil çözüm sürecinin karşısında yer almış; süreç pek umurlarında olmamıştır. Hatta süreci sabote etmeye dönük birçok uygulamanın içinde gönüllü olarak yer almışlardır. HDP’nin barajı aşması ve parlamentoda güçlü temsil edilmesiyle çözüm sürecinin başarısı arasında ilişki kurmak çok iyimser bir yaklaşım olur. HDP/Kandil çözüm sürecini öncelemediği gibi önemsemiyor da. Zaten çözüm süreci de tek başına HDP/Kandil ile değil, bizatihi Öcalan’la yürümektedir ve HDP’nin sürece olumlu ya da olumsuz anlamda pek etkisi yoktur. Süreç ilk günden beri tarafların anlaşmaya varması ile ilgili bir hüviyete sahiptir. Bu nedenle sürecin seyrini hükümet ve Öcalan’ın tavırları belirleyecektir. Şu haliyle çözüm süreci aksamış olsa da son tahlilde sürecin başarıyla tamamlanması hem hükümet hem de Öcalan için oldukça önemlidir.

Çözüm Sürecini Başlatan Erdoğan “Hain”,Ulusalcı-Kemalistler İse “Dost”!

Son 10 yıl içinde Kürt sorunu bağlamında hak ve özgürlükler adına atılan adımları ve bunu tamamlayacak olan çözüm sürecini tarihî kazanımlar olarak görmek gerekir. Türkiye’de vesayetten arınma çabasıyla birlikte devletin Kürt kimliğiyle barışması ve eski devlet zihniyetinin terki sayesinde Kürt sorunu konusunda birçok olumlu gelişme yaşandı. Halen sorunun çözümü ile ilgili eksik kalan yönler olsa da hükümetin süreci başarıya ulaştırma kararlılığı ve azmi Kürt sorununun geleceği konusunda umutları artırıyor. Bunca olumluluğa rağmen Kürt ulusalcılarının halen Kürtlerin en büyük düşmanı Erdoğan nakaratlarıyla propaganda yapması en hafif tabirle aymazlık olsa gerek. HDP’nin Erdoğan karşıtlığı, tabanını AK Parti’ye kaptırmama hassasiyetinden ileri gelen siyasi bir taktik olmaktan öte bizatihi Erdoğan ve onun temsil ettiği duruşa karşı bir nefretten kaynaklanıyor. Kürtlere katliamı reva gören zihniyetle bugün HDP’nin flört etmesi ve bu açık çelişkiye rağmen Kürtlerin en büyük düşmanı olarak Erdoğan’ı hedefe koyması absürt olmak bir yana açık bir sinsiliğe işaret eder. İşte tam da bu tutum nedeniyle HDP’nin çözümle hiç de alakasının bulunmadığını ve esas derdinin AK Parti’den kurtulmak olduğunu seçmen de fark ediyor. Varlığını Kürt sorununun çözüm umuduna borçlu olan HDP’nin seçim boyunca çözüm süreci ile ilgili tek bir vaadinin olmaması, süreç için kitlelerden oy istememesi de bunun çarpıcı örneğini oluşturuyor.

HDP bu seçimde ana gövdesini oluşturan Kürtlerin, Erdoğan nefretinden başka siyasi yönelimleri olmayanların, Alevilerin ve CHP tabanını teşkil eden bazı beyaz Türklerin oyları ile barajı aşma hesapları yapıyor. Kürdistan’ın bazı vilayetlerinde HDP üstünlüğünü hâlâ koruyor. Buralarda HDP de AK Parti de alabileceği maksimum oyları alıyor. HÜDAPAR’ın bazı bağımsız adaylarla Kürdistan’da seçime girmesi AK Parti için bir handikap sayılsa da toplam seçmen sayısı göz önünde tutulduğunda HÜDAPAR’ın alacağı oy AK Parti’yi çok olumsuz etkilemeyecektir. HDP’nin barajı aşmak için Kürtler dışındaki hedef kitlesinin desteğini alıp almayacağı da muamma. Bu kitle esasında CHP’nin seçmen tabanına karşılık geliyor ve CHP de bunu fark ettiği için önemli yerlerde Alevi adayları ön sıralarda göstererek riski en asgariye indirme yoluna gitti. HDP’nin arkasındaki medya desteğinin batı illerinde kendisine istediği oranda oy kazandırmayacağı düşünülüyor. Mikro düzeyde temsiliyeti bulunan sol yapılar da zaten yıllardır HDP ile müttefik ve bunların katkısı HDP’nin oylarında pek bir değişiklik yaratmıyor. Dolayısıyla bu seçimde de HDP’nin kaderini Kürtlerin oyları belirleyecektir. HDP seküler, laik, İslam düşmanı ve Kemalist özentisi siyaset tarzını sürdürdüğü takdirde barajı aşmakta hep zorlanacaktır. Ne Aleviler CHP’den kitleler halinde uzaklaşıp HDP’yi tercih eder ne de ulusalcı bir kimliğe sahip beyaz Türkler başka bir ulusal kimlik siyaseti güden bir partiye -Erdoğan’dan kurtulma gibi “ulvi” bir amaç için bile- yüz binler halinde destek verir. CHP’den rahatsız olan beyaz Türklerin yöneleceği ikinci adres her zaman için MHP olmuştur.

Barajla İmtihan Olan HDP’nin Açmazları

Bu seçimde HDP’nin her halükarda oylarını artırması bekleniyor. Ancak HDP’yi kurtarıcı bir efsane olarak takdim edenler de galiba seçimler yaklaştıkça barajı aşmanın zorluğunu idrak etmeye başladılar. Daha evvel seçimlere bağımsız girildiği için her şehirde aday gösterilemiyordu; bu seçimde ise tüm illerde ve hemen her kimlikten aday belirlenmesi HDP’ye oy artışı sağlayacak avantajlar arasında. Bununla beraber HDP tabanı barajı aşma psikolojisiyle epey motive olmuş durumda. HDP’ye rezerv sunan Kürt halkı ve çözümün selametini umanlar da barajı aşması için HDP’ye bu seferlik destek sunabilir. Ancak HDP’nin barajı aşmasının, Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oyun üzerine bir miktar daha eklenmesi ile mümkün olacağı hesap ediliyorsa eğer bunun büyük bir yanılsama olduğu söylenebilir. Zira CHP ve MHP’nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan rahatsızlık duyan Alevi ve Kemalist seçmenler ya sandığa gitmeyerek ya da tepki olsun diye Demirtaş’a destek olarak CHP’nin tercihine yönelik bir tavır geliştirdiler. CHP de bu tepkiden gerekli dersi çıkarmış olmalı ki, aday profilini önemli oranda kemikleşmiş tabanının talebine uygun biçimde belirledi.

Bu denklem içinde HDP’nin baraj için Kürt seçmenin desteğinden başka çaresi olmadığı apaçık ortada. Ne var ki bugüne kadar ideolojik konumu ve geliştirdiği baskıcı ve dışlayıcı tavrı nedeniyle Kürtlerin tümüne hitap edemeyen HDP’nin bugün de istediği oranda teveccüh görmeyeceği tahmin ediliyor. HDP Kürt halkının ortalama değer yargılarına hitap etmediği sürece de sadece örgütlediği, belli oranda etkilediği ve PKK’nin vesayeti sayesinde korkuttuğu Kürtlerin oylarını alabiliyor ancak.

HDP ve Sol İçin Barış ve Özgürlüğün Anlamı

“Türkiye’de özgürlüklerin elde edilebilmesi için HDP’nin barajı geçmesi şart” ezberini son dönemde HDP’yi destekleyenlerin hemen hepsi tekrar edip duruyor. Sistemin genel karakteri nedeniyle bu ülkede insan hakları ve özgürlükler konusunda birçok alanda yapılan iyileştirmelere rağmen halen alınması gereken çok mesafe olduğunu kabul etmek gerek. İnsanca yaşamak için tek başına ekonomik iyileştirmeler, sosyal düzenlemeler yetmez bunlara paralel olarak temel haklar konusunda sistemin baskıcı ve ayrımcı yapısı da değiştirilmelidir. Ancak özgürlük şartını HDP’ye endekslemekten bahisle meseleye bakanların pek de iyi niyetli olmadığı söylenebilir. HDP ve özgürlük ilişkisine değinenler, 90’lı yılların o korkunç hukuksuzluk dönemiyle bugünkü özgürlük ortamını mukayese ederek elde edilen kazanımlar bağlamında olumlu bir bakışa sahip olamadılar bir türlü. Onlar, kapıldıkları romantik öfke girdabından kurtulamadıkları için bugün de sistematik işkencenin, faili meçhullerin, köy yakmaların, Kürt dili üzerindeki baskıların devam ettiğine; 90’lı yıllarda DEP-HEP’e seçim çalışması yaptırılmadığı gibi bugün de bölgede HDP’nin çalışmalarının devlet eliyle engellendiğine inanıyorlar. Onlarınki bir uyku hali olabilir; gözlerini açmak istemiyor olabilirler. Ancak bu ülkede özgürlükler temelinde en başta Kürt sorunu ile ilgili çok önemli kazanımların elde edildiğini inkâr etmekle bir yere varılamayacağını bilmek gerek. Dünkü konjonktürün halen yaşandığı izlenimi yaratmaya çalışmak solun bayatlamış klasik taktiğidir ve işe yaradığı da pek görülmemiştir. Bununla beraber HDP’nin adeta toplumun hafızasıyla alay edercesine bugünü dünden daha kötü gösterme çabası, olsa olsa partizanca saplantısı olanlar nezdinde bir karşılık bulabilir. Hele bir de çözüm sürecinin işletildiği bir vasatta bu söylem bir retorikten öte anlam kazanamaz.

HDP ve özgürlük ilişkisini, klasik sol yaklaşımın söylem dünyası ve iç tutarsızlığı ile beraber de ele almak gerekir. “Barış ve özgürlük” kavramları sol fraksiyonların tümünün başat sloganları arasında yer alır. İstisnasız tüm solcular barış ve özgürlük için mücadele eder, bunun için her türlü fedakârlığı yapmaktan çekinmez! Mesela masum ve savunmasız bir savcıyı katleden DHKP-C militanlarının tek amacı vardır; o da Türkiye’ye barışı getirmek ve özgürlük için adım atmaktır! Ya da halkına her türlü zulmü reva gören Esed’e destek vermek için Türkiye’den Suriye’ye savaşmaya giden devrimci gençler Suriye’ye barış ve özgürlük getirecek Baas diktatöryası ile birlikte o halkı katliamlardan geçirirler! Darbeleri bunun için destekler, askeri bu nedenle göreve çağırırlar. Muhacirlere duydukları nefret ırkçılıktan değil, barış tutkusundan ileri gelir! Onlar yeryüzüne barışı ve özgürlüğü getirmek için Kobani bahanesiyle sokakları günlerce yakıp yıkar; masum çocukların bedenlerini ateşe vermeyi, inancından dolayı insanları katletmeyi özgürlük için başkaldırı olarak takdim ederler!

HDP’nin ve sırtını dayadığı PKK’nin “barış ve özgürlüğe” yüklediği anlam bundan daha ileridir! Onlar halk için bedel ödemişlerdir ve istedikleri “hukuku” dayatma hakkına sahiptirler! Özgürlük için haraç keserler, barış için dilediklerini infaz ederler! Kanlı musluk resimleri aslında barış uğruna yapılan fedakârlığı sembolize eder; halkı korkutarak oy devşirmeyi değil! Diğer partilere halkın huzurunu sağlamak için seçim çalışması yaptırmaz, parti araçlarını gürültü kirliliği yaptığı için taşlarlar! Parti ve dernek binaları barışın önündeki en büyük engel olduğu için mütemadiyen yakılır! Barış ve özgürlüğün önemini kavrayamayan parti yetkililerini kaçırıp onları aydınlattıktan sonra serbest bırakırlar; hepsi birdenbire HDP’li oluverir! Ağrı Diyadin’de yaptıkları ise çözüm sürecinin kalıcı bir barışla taçlanmasına yönelik propagandadan ibarettir, seçmenden tehditle oy istendiği iddiası koca bir palavradır! Önderlikleri barış ve özgürlüğün manasını yeteri kadar kavramamış olmalı ki, onun, silahları bırakma çağrısını halk düşmanı “AKePe”nin atmadığı adımlar gerekçesiyle yerine getirmezler! Zira kalıcı barış ve özgürlük ancak gençlerden akacak sıcacık kanla tesis edilir; sol zihniyet için bu tartışılmaz bir esastır! Yasin’in ve onlarca Müslümanın vur emrini veren Demirtaş ancak ve ancak özgürlük için bu çağrıyı yükseltmiştir; gerisi demagojidir! Özgürlük kavramını kitlelere en iyi anlatma yolu İslam’ın temel değerlerine saldırmak ve hakaret etmektir! Hele tümü IŞİD’çi olan İslami kimlikli yapılara saldırmak, onlara yaşam hakkı tanımamak barışı adımlamak için atılacak en önemli adımdır; asla ihmal edilmemelidir! HDP’nin barajı aşmasıyla gelecek özgürlük böyle bir şeyse zaten barajı aşmadığı takdirde vaat ettiği de bundan aşağı değildir.

Kabaca HDP ve sol fraksiyonların çoğu için özgürlük ve barış sadece tekrarlanan sıradan bir terkiptir. Kürdistan’da birlikte yaşama zeminini yok eden ve muhaliflere yaşam hakkı tanımamayı merkezî bir strateji olarak belirleyen PKK’ye sırtını dayayarak varlık göstermeye çalışan bir partinin barajı geçmesi ile özgürlüklerin geleceğini iddia etmek basit bir propagandadır. Bölgede her seçim döneminde artan PKK vesayeti nedeniyle HDP’ye oy vermeyen Kürt halkını ötekileştirmek, hain damgası vurmak, dışlamak ve itibarsızlaştırmak PKK’nin hayalini kurduğu Kürdistan’da nasıl bir toplumsal tasnife gideceğini de örneklemektedir. “Ya bendensin ya da bir hiç!” anlayışı Kürdistan’ın bugün olduğu gibi geleceğini de belirleyecektir.

HDP ve Baraj

HDP/Kandil yetkililerinin HDP’nin barajı aşmaması durumunda olacaklarla ilgili yaptıkları açıklamalar da bu temelde değerlendirilmelidir. Öncelikle son dönemde ortaya çıkan tablo ve başta Demirtaş’ın yaptığı açıklamalar HDP’nin barajı aşma konusunda durumunun pek iç açıcı olmadığı anlamına geliyor. Seçime yakın olağanüstü bir durum yaşanmadığı takdirde HDP’nin baraja takılması yüksek bir ihtimal. HDP’nin barajın altında kalması halinde neler yaşanacağı da bu seçimin ana gündemleri arasında. HDP ve müttefikleri böyle bir durumda açıkça söylemeseler de kaos çıkacağını ima ediyorlar. Gerçi bazı HDP’liler açık açık tehdit dozu yüksek açıklamalar yapsalar da bunun seçmen nezdinde olumsuz bir yansıması olduğunu bilen Demirtaş ve ekibi baraj altında kalınırsa eğer “sivil itaatsizliğe” başvuracakları şeklinde masum açıklamalarla yetiniyorlar şimdilik.

HDP’nin barajı geçememesi halinde neler yaşanacağı, nasıl bir yaklaşım sergileneceği Öcalan’ın tutumundan bağımsız değerlendirilemez. HDP ve Kandil’e kalsa barajın altında kalmayı ve bu bahaneyle fiilî bir özerklik için kaos (sivil itaatsizlik!) ortamı oluşturmayı tercih ederler. Her ne kadar Kandil Türkiye’yi bu konuda iç savaşla tehdit etse de Öcalan’ın ağırlığını koyup başka bir formül üreteceği ihtimali daha olası görünüyor. Sırrı Süreyya Önder Cumhuriyet’e verdiği röportajda HDP’nin parti olarak seçime girmesine ilişkin Öcalan’la yaşadığı şu anekdotu aktarıyordu: “Tüm görüşmelerimizde bütün seçim tahminlerini tutturan birisi. Bu seçim için ‘Yüzde 12’nin çok üzerindesiniz, baraj sorununuz olmamalı’ değerlendirmesini yaptı. Onun kafasında, barajın altında kalma senaryosu yok.” Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi HDP’yi parti olarak seçime girmeye ikna eden Öcalan. Öcalan’ın HDP’yi seçim sonuçları üzerinden ciddi bir değerlendirmeye tabi tutacağı bekleniyor. Kürt ulusal hareketinin siyasi parti tarihine bakıldığında hemen her seçimden sonra Öcalan’ın ciddi eleştirileri olmuş ve kendisini merkeze alarak meseleyi değerlendirmiştir. 2002 genel seçimlerinde DEHAP’ı başarısızlığından dolayı ağır biçimde tenkit eden Öcalan avukat görüşmelerinde şu sözleri söylemişti: “Bu sonuçtan bütün kadrolar sorumludur. Kimse neden benim dediklerimi yapmıyor. DEHAP’ta sorun nedir? Ben perspektifleri verdim. İmkânları da sonuna kadar var. Devlet de müdahale etmiyor. Halk da ölümüne bağlı. Gerisi bu aracı doğru kullanmakta yatıyor. Ancak bu başarılamıyor. Neden?” Yıllar sonra bağımsız aday formülü sayesinde 2007’deki seçimlerde 22 milletvekili ile meclise giren o dönemki DTP için ise Öcalan çok ağır konuşmuştu: “DTP’nin elinde binlerce kadro var. Ancak bunları çalıştırmasını bilmiyor. Benim adım etrafında gidip gelip 20 milletvekili çıkardılar. Ben olmasam ne yapacaklardı? Benim ismimi kullanmasalar üç tane milletvekili bile çıkaramayacaklardı. Oysa kendilerinin politika geliştirmeleri beklenir. Politika ciddi iştir. Demokratlık ciddi iştir. Yapamıyorlarsa bırakıp gitsinler.”

Bu seçimde de HDP’yi ve özellikle Demirtaş’ı çok zor günler bekliyor. Öcalan, liderliği söz konusu olduğunda Kürt ulusal hareketinin ne bir bileşeninin ne de herhangi bir isminin kendisinin önüne çıkartılmasına asla tahammül edemiyor. Bu konuda megalomanlığı ile bilinen Öcalan’ın özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 9,8 oy alarak ciddi bir popülarite kazanan Demirtaş’tan başarısızlık halinde ağır biçimde hesap soracağı tahmin ediliyor. Baraj aşıldığında ise yüzde 12’lik tahminini hatırlatarak meseleyi izah edecektir. Öcalan’ın ve ona yakın bazı isimlerin uzun süredir Demirtaş ve ekibinden rahatsız olduğu ve bu nedenle kimi önemli isimlerin bu seçimde aday olmadıkları iddia ediliyor. Şayet baraj altında kalırsa HDP, Öcalan’ın başta Demirtaş olmak üzere ekibine faturayı keseceği, HDP’de köklü değişikler yapacağı da Kürt mahallesinde konuşulan konular arasında. Bu yönüyle değerlendirildiğinde HDP’nin barajı aşıp aşmamasının çözüm sürecine de bir etkisi olmayacaktır. Süreci domine eden bugüne kadar Öcalan olmuştur. Ancak seçim sonrası dönemde Kandil’in denklemin neresinde olacağı ve şimdilik HDP üzerinde kurduğu ağır vesayetin bundan sonra nasıl etki edeceği pek bilinmiyor. Kandil’in kısa vadedeki hesapları barajı geçmek üzerine kurulu. Böylece elindeki kozun güçleneceğini düşünüyor. Ancak barajın altında kalındığı takdirde Öcalan’ın tüm ağırlığıyla mevzuya el atacağını onlar da biliyor. Anlaşılıyor ki, baraj sadece HDP’nin değil, bir bütün olarak Kürt ulusal hareketinin geleceğini belirleyecektir.