Hatasız Kul Olmaz

Mustafa Siel

Nüzul Zamanı: Abese Suresi, Mekke’de, açık ve kitlesel tebliğe karşı müşrik liderlerin bireysel tepkilerinin olduğu bir dönemde, muhtemelen risaletin 5. yılı civarında inmiştir.

Ana teması: Kişinin dünyevi imkanlarıyla değil, uhrevi yönelişiyle değer kazandığı ve tebliğde bu yönelişe sahip kişilere öncelik verilmesi gerektiğine dair uyarı ve ilkeler ile dünya nimetlerine nankörlük edenlerin ahiretteki durumları açıklanmaktadır.

Sorumluluk ahlakı ile davranış ahlakı arasındaki dengeye değinilen surede, peygamberlerinde açık günah olmayan fikrîya da metodik hatalar yapabilecekleri anlatıldığı gibi, bu tür iyiniyetli hataların nasıl düzeltilmesi gerektiği de gösterilmektedir.

Rivayetlere Göre Nüzul Sebebi: Peygamberimiz Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden bazılarının Müslüman olması halinde davetin güç kazanacağını, böylece İslam’ın yaygınlaşıp Müslümanlar üzerindeki baskının da azalacağını düşünüyordu.

Bu nedenle her fırsatta ileri gelenlere hakkı tebliğ eder, onların hakka karşı aldıkları müstağni tavırlara rağmen bu çabalarından vazgeçmezdi. Bir gün yine böyle bir uğraşı içinde iken, Ümmi Mektum denen kör bir Müslüman geldi ve Peygamberimize İslam’la ilgili bazı sorular sordu.

Peygamberimiz hakkı üstün kılma yolunda, o anda Ümmi Mektum’un sorularına cevap vermekten ziyade, muhtemelen Müddessir Suresinde de eleştirilen Velid bin Muğire olan müşrik lidere tebliğin daha faydalı olacağı düşüncesiyle, kendisinin önemli ve öncelikli gördüğü çabadan alıkonulmasından hoşlanmadı. Bunun neticesi kaşları çatıldı ve Ümmi Mektum’u duymamış gibi yaparak müşrik lidere tebliğe devam etti.

Bunun üzerine bu süre nazil olarak, Yüce Allah, Peygamberimizin tebliğ ile ilgili usuli yanlışını, Peygamberimiz açısından sert sayılabilecek bir üslupla tenkit etti.

Peygamberimizin bu tavrı, tamamen tebliğ ve mücadele usulüne dair yanlış düşüncesinden kaynaklanan içtihadî bir hata olup, Kalem Suresinin girişinde açıklanan büyük kişiliğine yakışmayacak olumsuz duygulardan, heva ve hevesten kaynaklanmıyordu.

Nitekim bu husus işleyeceğimiz ayetlerde ortaya konmuş, Peygamberimiz hevasına uymakla değil, tebliğ usulüne dair yanlış düşünce ve bu düşünceden kaynaklanan yanlış tavırlarından dolayı eleştirilip, doğru anlayış ve tavırlar ortaya konmuştur.

1- Kaşlarını çattı ve ilgilenmedi.

Kaşlarını Çatmak Ne Demek?

Abese kelimesi, hoşlanmadığı bir şey karşısında duyulan hoşnutsuzluğun kaşlarını çatmak şeklinde bir tavır olarak ortaya çıkması anlamına gelmekte olup, acizlikten değil muktedirlikten kaynaklanan bir tavırdır. Zira hoşlanmadıkları bir şey karşısında, o şey ve kişi üzerinde muktedir olanlar kaşlarını çatarken, aciz olanlar yüzlerini buruştururlar. Mesela, baba, oğluna kızdığında üst ve muktedir olarak kaşlarını çatarken (abese), oğul babaya kızdığında alt ve aciz olarak suratını asar (besar).

Nitekim Müddessir Suresi 21. Ayette abese ve besar-kaşlarını çattı ve surat astı- denilerek; Kur’an karşısında aciz kalan Velid bin Muğire adlı müşrik liderin, Müslümanlara karşı kaşlarını çatarken (abese), Kur’an karşısında acizlenerek suratını astığı (besar) anlatılmaktadır.

2- Ona hakka dair bir şeyler sormak için kör olan kişi geldiğinde.

Kaşlarını Çatan Kim?

Ayetlerde Peygamberimiz direkt değil, üçüncü bir şahıs eleştirilir gibi dolaylı eleştirilmiştir. Bu üsluptan kasıt, böyle davranman sana yakışmadı, bir daha böyle yapma tenkitini, Peygamberimizin şahsına yakışır bir şekilde yapmak olsa gerektir. Bu eleştiri üslubu, bizler içinde şahsiyetli Müslümanları tenkitte kullanacağımız bir üslup olsa gerektir.

Caferiler peygamberlerin üzerinden imamlarının mutlak (vahiy kontrolü olmaksızın) masumluğunu ispat için olsa gerek, bu iki ayette ve surenin tümünde eleştirilenin Peygamberimiz değil, müşrik lider olduğunu iddia etmişler, bazı Sünni âlimlerde peygamberlerin hatasızlığını ispat sadedinde bu yoruma katılmışlardır. Ancak bu yorumun zorlama bir yorum olduğunu düşünüyoruz.

Mümin Olsun da Kör Olsun

Ayette soru soran kişinin körlüğünün vurgulanması üzerinde durulmalıdır mutlaka. Bilindiği üzere ayetlerde köre, topala vs. cihad sorumluluğu olmadığı beyan edilmiştir.

Bu tür maddi yoksunluk ve yoksulluklar, İslam’a davet ve cihad yolunda eksiklik gibi göründüğünden, Peygamberimiz davet yolunda maddi yoksunluk ve yoksullukta olmayanları öncelemek istemiş, ayet de bu metodu eleştirmiştir. Çünkü İslam’a hizmette dünyevi imkânlar değil, sonraki ayetlerde vurgulandığı gibi yöneliş ve samimiyet esastır ve gerçek hizmeti, dünyevi konumu ne olursa olsun ancak böyle insanlar yapabilir.

3- Peki ama sen kesin olarak bilebilir misin onun alacağı cevaplar vesilesiyle iç kirlerinden arınmayacağını.

4- Ya da alacağı cevaplar vesilesiyle fıtratının derinliklerindeki hakka dair gerçeklerin farkına varıp, bu hatırlamanın onun zaten var olan hakka yönelişinin daha da artmasına vesile olmak suretiyle fayda vermeyeceğini.

Kör Müslümanın Kur’an ayetlerinden ve sorduğu sorulardan faydalanması ihtimali, buna ihtiyaç duymadığı (istiğnası) açık olan müşrik liderlerden çok çok fazladır. En azından, kör Müslümanın faydalanma ihtimali varken, müşrik liderler için neredeyse böyle bir ihtimal söz konusu bile değildir.

5- Elbette bilemezsin böyle olmayacağını. Fakat buna rağmen sen ihtiyaç duyarak soru soran kör Müslümanla değil, hakkı hatırlatmaya ihtiyacı olmadığını hal ve hareketleriyle küstahça ortaya koyan müşrik liderle ilgileniyor, ona yöneliyorsun.

Ayetteki istiğna dünyevi anlamda ihtiyaçsız hissetmeyi değil (ki zaten zenginler kendilerini bu anlamda daha fazla ihtiyaçlı hissederler) hakka, Kur’an’a, İslam’a karşı ihtiyaçsızlığı anlatmaktadır. Medine’de Yahudilerde Kur’an’a karşı, kalplerimiz kılıflı, yani hakkın bilgisine yeterince sahibiz, senin söyleyeceklerine karnımız tok demişlerdi ki aynı durumu anlatmaktadır.

6- Sonra bu kişiyle istediğin sonuçları asla alamayacağın sonuçsuz bir uğraşı içine giriyorsun.

Tesadda kelimesi, sesin dağa çarpıp yankılanması anlamında olup, müşrik lidere okunan ayetler ile söylenen sözlerin tıpkı dağa çarpıp yankı yapması gibi olacağı, yani içine işlemeyip geri söylenene döneceği, dolayısıyla boş bir uğraşı olduğu anlatılıyor.

7- İyi ama sen bu tiplerin tercih ve iradelerinden sorumlu değilsin ki. Bu tiplerin iç kirlerinden arınmamasından sana ne?

Tebliğcinin sorumluluğu, insanlara hikmetli bir üslupla gerekli mesajları iletmekle sınırlıdır. Bu sorumluluğunu hakkını vererek yerine getirdikten sonra, insanların bu mesajlardan faydalanıp faydalanmadığından sorumlu değildir.

8- Sen bu kendini haktan müstağni gören kimsenin hidayetini dert ediniyorsun da hakkı öğrenmek için sana koşarak gelen kimseyle ilgilenmiyorsun.

9- Üstelik o kişi Allah korkusu nedeniyle mutlak bir ihtiyaç duyarak sana soru sormak için geliyor iken.

Allah Korkusu Duyanlar Tebliğde Öncelenmelidirler

Tebliğci görevini yaparken, samimi olarak hakkı arayanlara öncelik ve önem vermeli, bu insanların dünyevi imkânları, toplumsal konumları, İslami harekete yapacakları katkıları hesaplamamalıdır.

Tebliğde öncelik ve önem verileceklerin en temel vasfı, Allah korkusuyla ve ahiret endişesiyle hakkı arayanlar, bu amaçla çaba gösterenler olmalıdır. Nitekim Fatır Suresi 28. ayette Allah’tan ancak gerçeği hakkınca bilenler (âlimler) korkar denmektedir.

Bu nedenlerle, tebliğci elinden geldiğince tüm insanlara hakkı hatırlatmaya çalışmakla beraber, hatırlatıldığı halde bu hatırlatmaya ihtiyacı olmadığını söz ve tavırlarıyla ortaya koyanlarla çok fazla uğraşmamalı ve bunlara öncelik vermemelidir.

Hatırlatıldığında mesajlara ilgi duyanlar üzerinde durmalı, bunlara önem ve öncelik vermelidir. Ayrıca, bilhassa Allah’tan haşyet duyarak hakkı arayanları araştırmalı ve bunlara hakkı hatırlatma konusuna önem ve öncelik vermelidir.

10- Sende tutuyor o kişi ile ilgilenmeyi, İslam’ı yaymak amacına varmak için yaptığın uğraşıdan alıkoyucu bir meşguliyet olarak görüyorsun.

Asıl Boş İş Boş İnsanlarla Uğraşmaktır

Peygamberimizin kör müminle ilgilenmemesi ona değer vermediğinden değil, kendince İslam’ın ve Müslümanların geleceği ile ilgili beklentileri nedeniyle müşrik liderle uğraşmasına engel olmasından dolayı idi. Kör mümine hakkı hatırlatmayı her zaman yapabileceğini, müşrik lidere ise şu anda yapması gerektiğini düşünmüş olmalıdır.

Ayette bu düşüncenin yanlış olduğu, Allah’ın gösterdiği ilke ve hikmetler çerçevesinde hesapsız tebliğ yapması gerektiği anlatılıyor.

Telehha kelimesi, aslen haram olmamakla beraber kişiyi hedefe varmaktan, haktan alıkoyması nedeniyle yanlış olan meşguliyet manasına gelip, Peygamberimiz o anda müşrik lider dururken kör müminle ilgilenmeyi böyle bir meşguliyet olarak görmüş olmalıdır.

Ayetlere göre asıl haktan alıkoyucu meşguliyet müşrik lidere rağmen kör müminle ilgilenmek değil, tam tersidir. Yani Allah korkusuyla hakkı öğrenmek için koşarak gelen toplumsal statüsü düşük kör bir mümine rağmen, Allah korkusu taşımayan ve hakkı hatırlamaya ihtiyacı olmayan toplumsal statüsü yüksek müşrik lideri öncelemek ve önemsemektir haktan alıkoyucu meşguliyet.

Tebliğde Önem ve Öncelikler İle İlgili Temel İlkeler:

İslam’a gerçek hizmeti post/kürk değil, dost/öz yapar.

Posta (maddi kimliğe) değil dosta (manevi kimliğe) önem ve öncelik verilmeli.

Post sahiplerine tebliğ yapılır, ama peşlerinden koşulmaz.

Göz post sahiplerine değil, hakkı arayanlara, dostlara dikilmeli.

Allah’tan korkmayana değil, korkana önem ve öncelik verilmeli.

Allah korkusu olmayanlara, öncelikle bu korku oluşturulmaya çalışılmalı.

İhtiyaç duymayanlara değil, ihtiyaç duyup arayanlara öncelik verilmeli.

Dünyevi hesaplar yapanlara değil, uhrevi hesaplar yapanlara öncelik verilmeli.

11- Yo, bir daha böyle yapma, çünkü o ayetler ancak bir hatırlatmadır.

12- Hakkı hatırlayıp doğruyu bulmayı dileyen kimseler için.

Kızım Sana Söylüyorum Gelinim Sen Anla

İlk 10 ayette hitap ve eleştiri Peygamberimize idi. 11. ayetten 16. ayete kadar her ne kadar hitap Peygamberimize gibi görünse de aslında dolaylı olarak inkârcılara ciddi bir uyarı ve tehdit söz konusudur.

Ayetlerin Peygamberimize olan uyarısı, ilk 10 ayetteki eleştirinin devamı mahiyetinde olup, sen insanları doğruya ulaştırmakla ve neticeye ulaşmakla değil, doğruyu hatırlatmakla sorumlusun şeklindedir. Bu nedenle İslam’ın ve Müslümanların maslahatı için bile olsa, bu prensibi çiğneme denmektedir. Yani Peygamberimizin ilk 10 ayetin tefsirinde açıkladığımız usuli/metodik hatası eleştirilmektedir.

İnkârcılaraise bu kendi iyiliğiniz için dikkate almanız gereken biruyarıdır, hatırlatmadır. Dikkate alırsanız kendiniz kazanır, almazsanız kendiniz kaybedersiniz. Kendinizi kâinatın merkezinde, vazgeçilmez Hint kumaşı sanmayın, asıl kâinatın merkezinde olan bu ayetlerdeki doğrulardır denmektedir.

Hatırlatma Kime Fayda Verir?

Ayetlerdeki hatırlatmadan maksat, hem her bir insanın fıtratında mevcut olan tevhid ve ahirete dair bilinçaltındaki bilgileri bilinç üstüne çıkarmak suretiyle hatırlatmak hem de her bir insanın bir şekilde haberdar olduğu tevhid ve ahiret bilgisini net olarak hatırlatmak ve bunlara iman ve gereğince yaşamaktır.

Her iki anlamda da hatırlatmadan ancak hakkı arayanlar faydalanabilecektir. Nefsinin hevasının peşinde olanlar ise asla yararlanamayacaktır.

İnsanlara hatırlatma yapmadan kimin hakkın, kimin hevasının peşinde olduğunu anlayamayacağımıza göre, bu durumda istisnasız herkese mutlaka yeterli hatırlatma yapılması gerektiği açıktır. Nitekim Musa (as) Firavun ve iktidar ortaklarına dahi yeterince hatırlatma yapmıştır.

Tebliğde Denge

Burada önemli olan, bir kişiye hikmetli bir şekilde yeterince hatırlatma yapılıp yapılmadığıdır. Eğer bu gerçekleşmişse, bu durumda artık o kişiye öncelik ve önem vermek hatalı olup, hakkı arayan ve dileyenlerin aranması, öncelenmesi ve önemsenmesi gerekir.

Peygamberimizin eleştirildiği husus bu idi, o yeterince uyarılmış olup, artık hakkı irade etmediği ortaya çıkmış bir kişiyi, İslam ve Müslümanların maslahatı açısından faydasız yere tekrar tekrar uyarmaya çalışmakla kalmıyor, hakkı irade ettiği açık olan kişiye öncelik ve önem vermekten kaçınıyordu.

Bugün Hatırlamayan Yarın Hatırlayabilir

Burada şu hususa da dikkat etmek gerekir: Bizler hakkı hatırlattığımız insana bu hatırlatmayı hikmetli ve yeterince yapmamış olabiliriz. Bu nedenle bizim hatırlatmalarımız fayda vermiyorsa, başkalarının hatırlatması faydalı olabilir.

Bir husus da şudur: Bugün hatırlatma fayda vermiyorsa, ileri de fayda vermeyeceği anlamına gelmez. Bu nedenle bu tip insanlara zaman zaman, çok üstüne düşmeden hatırlatmayı tekrarlamakta fayda olabilir.

VAHYİN ÖZELLİKLERİ

13- Onurlandırılmış sahifelerde yazılmış.

Sahifelerle Onurlanan Değil, Sahifeleri Onurlandıran Mesajlar

Bundan sonraki ayetlerde, vahyin üstün özelliklerine vurgu yapılarak, inkârcıların vahyi inkâr etmekle ne derecede büyük bir edepsizlik ve nankörlük yaptığına, ne büyük bir fırsatı tepip, imkânı heba ettiğine işaret edilmektedir.

Vahyin üstün özellikleri, elçiler eliyle gönderilen bir mektup benzetmesiyle anlatılmaktadır.

İlk önce vahyin bizzat gönderen makam olan Yüce Allah’ın mesajı olması nedeniyle yazılmış olduğu sahifeleri onurlandırdığı, bu sahifelerin bu mesajlarla onur kazandığı, Yüce Allah’ın bu mesajı bu sahifelere yazdırmakla sahifeleri onurlandırdığı anlatılmaktadır. Yani sıradan kâğıtlar, bu mesajın yazılmasıyla onur kazandırılmışlardır.

14- Yükseltilmiş ve temiz kılınmış.

İçinde En Ufak Kirlilik Bulunmayan Tertemiz ve İnsanların Erişemeyeceği Mesajlar

Burada bahsedilen sahifeler değil, vahiy mesajının içeriğidir. Yani bu mesajlar insanların birbirlerine gönderdiği sıradan mesajlar değildir. İnsanların kendi çabalarıyla erişemeyeceği tevhid, ahiret, adalet, hak vs. çok yüksek mesajlar olup, bu mesajların içeriğinde insanların çok sık düştüğü şirk, adaletsizlik, haksızlık, boş ve lüzumsuzluk gibi kirler ve karışımlar asla söz konusu değildir.

13. ayette mesajın bizzat gönderenin Allah olması nedeniyle onurlandırıldığı hatırlatıldıktan sonra, bu ayette mesajın içeriğinin yüksekliği ve arılığı onun onur ve kıymetini artıran ikinci önemli husus olduğu vurgulanıyor.

15- Onları taşıyan öyle elçilerin elinde ki

16- Onurlu kılınmış ve taşımaya ehil elçilerdir bunlar.

Kirli Eller Değmemiş Mesajlar

Bu iki ayette mesajları taşıyan elçi meleklerin üstün özelliklerine değiniliyor. Bu elçi meleklerin Allah katından onurlandırılmış (kiram) olarak yaratıldıkları, yani makam ve mertebe olarak bu mesajları taşımaya uygun oldukları anlatılıyor. Çünkü elçi göndereni temsil ettiğinden, makam ve mertebece elçiliğe uygun olmalıdır her şeyden önce.

Sonra, bu elçilerin mesajları hakkınca taşıyacak güç ve vasıflara sahip olup, bu mesajları kaybetmek yada karıştırmaktan uzak oldukları (beraret) oldukları anlatılıyor.

Muhataplarına Bahane Bırakmayan Mesajlar

Mesajın Yüce Allah’tan gelmesi ve içeriğinin yükseklik ve arılığının onun kıymetini ortaya koymasının ardından, mesajı Peygamberimize taşıyan elçi meleğinde mertebe ve ehliyet bakımından yeterlilik ve yüceliği, mesajın ne derece sağlam, kıymetli ve önemli olduğunu ortaya koyuyor. Yani bu ayetler, Yüce Allah’ın, meleklerin ve ilim sahiplerinintevhide ve vahye şahitlik ettiğine dair Âl-i İmran Suresi 18 ile Nisa Suresi 166.ayetlerin bir tefsiri niteliğindedir.

O halde insanların “Yeterince uyarılmadık, yeterli ve açık uyarıcı mesaj gelmedi bize.” diye bir mazeretleri söz konusu olamaz.

Bu mesajlar kimseye zorla kabul ettirilmek için inmemiş olup, artık dileyen bunları dikkate alır ve kazanır, dileyen dikkate almaz ve kaybeder. Bunları dikkate almamak çok büyük bir edepsizlik ve nankörlüktür, hakkın üstünü örtmektir.