Hakikati Kendine Münhasır Kılan Yaklaşımlardan Uzak Durulmalı

Mehmet Ali Büyükkara

1-) Müslümanlar açısından içinde yaşanılan ülke ne ifade eder?

2-) Türkiye dün neyi temsil etmiş, bugün ne ifade etmektedir?

3-) İslami hareketlerin yaşadıkları toprağa ve mensubu oldukları halka yönelik münasebet- bağlılık düzeyi ne olmalıdır?

4-) Türkiye coğrafyasında faaliyet gösteren İslami oluşumların ‘Türkiyeli’ olması gerekli midir?

5- Türkiyeli olmak ile Türkiyeci olmak arasında bir ayrım yapılabilir mi?


1-) Bir Müslümanın kendisini ait hissettiği topraklar onun vatanıdır. Zira babaları, ataları orada yaşamıştır; orada doğmuş, karnı doymuştur. Doğal olarak vatanını sever, vatanının bayındır olması için çalışır, gayret eder. Fakat onun vatanına olan aidiyeti dışında daha önemli bir kimliği vardır ki bu da İslam’a olan bağlılığıdır. İslam’ın peygamberi (a.s.), kimliğinin bir icabı olarak çok sevdiği vatanını büyük bir üzüntüyle terketmiş, Medine’ye hicret etmiştir. Artık onun ve arkadaşlarının yeni vatanı bir İslam yurdu olan Medine’dir. İnanç mensubiyeti, toprak/aile/kabile mensubiyetinin önüne geçmiş, ordular çıkartıp eski vatanına karşı harekete geçmiştir. Öte yandan, muhafazasını dinin farz kıldığı emniyetlerin devamı için her hâlükârda vatan korunmalıdır ve bunun için gerekirse aynı vatanı paylaşan gayrimüslimlerle bile Medine’de yapıldığı gibi antlaşmalar yapılır. Günümüz Müslümanlarının ülke bilinci, Sünnet’in bahsettiğimiz çerçevesi içinde şekil almalıdır.

2-) Bu bağlamda Türkiye denince ben, yüzyıllık dahi olmayan bir ulus devletini ve onun mevcut sınırlarını anlamıyorum. Türkiye Selçuklu’dur, Osmanlı’dır. Orta Asya’dır, Kafkasya’dır, Balkanlar’dır. Akdeniz ve Kızıldeniz’dir. Yemen ve Hicaz’dır, Mısır ve Cezayir’dir. Böyle baktığınızda Türkiye ümmettir, hilafettir, anâsır-ı İslam’ın müşahhas halidir. Bu haliyle Müslümanların umududur ve peşine düştükleri idealleridir.

Bunları bir hamaset ifadesi olarak dile getirmiyorum. Bugün İslam âleminin ekseriyeti bu ülkeye böyle bakmaktadır. Türkiyeliler bunu hak ediyorlar mı; hak etseler bile bu ideali gerçekleştirecek bir potansiyeli taşıyorlar mı, bu konu ayrıca konuşulacak bir meseledir.

3-) Asıl itibarıyla sıhhatli olan şey, bir toprağın ve oranın halkının kendi hareketini kendi içinden çıkartmasıdır. Fıtrata ve toplumsal kanunlara uygun olan budur. İslamcılığın bir asır önceki öncüleri bu hususa özellikle temas etmişlerdir. Bir millet öz dinamikleriyle kendini geliştirmedikçe başkalarına faydalı olamaz. İnsanlar arasında tesânüd, aynı dili konuşan aynı tarihi paylaşanlar arasında daha sağlam şekilde teşekkül eder. Her hareketin öncelikle bulunduğu yerden sorumlu olması kadar tabii bir şey olamaz.

Asırlık büyük bir hareket olan İhvan-ı Müslimin’in örgütlenme bakımından kendini Arap dünyası ile sınırlaması doğru bir örnek olabilir. Hatta İhvan, her bir ülkenin kendi İhvan teşkilatına özerklik vermiş, Mısır’daki merkeze organik bağlılığı şart koşmamıştır. Böyle bir tutum kuşkusuz İslam’ın evrensel kuşatıcılığıyla zıtlaşmadan tahakkuk etmelidir. Müslümanlar kardeştir ve ümmetin maslahatı her hâlukarda gözetilmelidir. Yerellik evrenselliğin zararına sonuçlar doğuruyorsa ortada ciddi bir yanlış var demektir.

4-) Bu coğrafyada faaliyet gösteren İslami oluşumların “Türkiyeli” olması bir vacip sayılmamakla birlikte, hem kendi örgütsel gelişimi hem de hitap ettiği kesimlerin gelişimi açısından yararlı sonuçlar doğuracaktır. Yeter ki milliyetçiliğin dışlamacı rüzgarına veya yerelciliğin köreltici verimsiz girdabına kapılmasınlar. İran devriminden sonra popüler olan sol enternasyonalizme benzer bir İslamcı evrenselcilik İslami hareketlere çok bir katkı sağlamamıştır. 1950-60’ların milliyetçiliği İslami yapılarda belki belli ölçülerde kırılmıştır ama diğer taraftan kendi gerçekliklerine yabancılaşma gibi bir olumsuzluk ortaya çıkmıştır. Arap, Fars ve Hint havzalarından fazlaca beslenerek bugüne gelen Türkiyeli oluşumlarda söz konusu menfi durumun semptomları bugün bile hayli görünür haldedir.

5-) “Türkiyeci” olmak hakikati kendine münhasır kıldığı için baştan yanlıştır. Bu konuyla alakalı bazı Kur’anî ölçülerimiz var. Önderlik, imtiyaz vs. gibi şeyler Allah’ın fazlındandır, onu dilediğine verir. Allah bir işe liyakat göstermeyen toplumu cezalandırır ve onların yerine başka bir toplumu getirir. Allah kendi yolunda gayret gösterenleri/cihad edenleri doğru yola iletir. Tarihimiz zaten bu ölçülerin sağlamasını yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. İslam davasının bir zamanlar önde gidenleri, bakıyorsunuz süreç içinde her şeylerini kaybetmişlerdir.

Osmanlı’nın son döneminde olup bitenler nasıl ki İslamcı ufku daralttı ve Arapçılık, Türkçülük gibi akımları parlattı, şimdi de benzer bir konjonktürü yaşıyoruz. Afgan cihadı, İran devrimi, Arap baharı gibi büyük hadiselerin amacına ulaşmaması İslamcılığı küresel çapta yıprattı. Arap coğrafyasındaki büyük siyasi buhran, İran’ın İslam âleminden giderek kopması, DAİŞ, PKK gibi şeytani yapılar, emperyalist saldırılar karşısındaki çaresizliğimiz vs. küresel dayanışma imkânlarını zayıflattı. Sanki her ülke, her millet kendi derdine düştü. Hayatta kalmak için yerel otoriterleşme refleksleri harekete geçti. Otoriterliğin en ucuz ve kolay bulunur gıdası ise milliyetçiliktir. İslami hareketler de bundan ister istemez etkilendi. Sanırım bugün yaşadığımız budur.