“Gözbebeği Ordumuz”un Çürük Bamyaları

Haksöz

2008 yılının Ocak ayında Ankara İl Jandarma Komutanlığınca gerçekleştirilen bir operasyon neticesinde DTP eski Genel Başkanı Nurettin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu tam 183 kişiye “sahte belgelerle askerliğe elverişsiz olduklarına” dair rapor temin eden bir çete açığa çıkarılmıştı. Para karşılığında askere gitmek istemeyen kişilere çürük raporu sağlayan bu çete operasyonu bilhassa Nurettin Demirtaş ismi üzerinden gündemde uzun süre yer tutmuştu. Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığınca yürütülen ve 2007 yılı sonunda başlayan operasyon sürecinde sahte rapor aldığı belirlenen 73 kişi ile bu raporları temin eden 25 çete yöneticisiyle ilgili dava açılmış, sanıklar ceza alıp askere sevk edilmişti. Askeri Savcılığın konuyla ilgili hazırladığı iddianamede çarpıcı ifadeler yer alıyordu:

“…Geçmişte kurulmuş olan ve tüm Türk devletlerinin ve de halen üzerinde yaşadığımız Türk Cumhuriyeti'nin varlığının her aşamasında askerlik hizmetini ulusun emrine sunmuş ordusunun yadsınamaz bir etkisi olduğu şüphesizdir. Hangi devirde olursa olsun, kendi öz evlatlarından müteşekkil olan Türk Ordusu, kendi ulusunun varlığı ve vatanının bütünlüğü için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Gerektiğinde Çanakkale'de olduğu gibi son neferine kadar canını vermekten çekinmemiştir…”

İddianamede çürük raporu alan ve verenler çok sert ifadelerle eleştiriliyor, askerlik hizmetini yerine getirenlerse övülüyordu. İddianame şöyle devam ediyordu:

“…Analarının sıcak koyunlarından belki de ömürlerinde ilk defa ayrılan kınalı vatan evlatları, dünyanın en büyük milli disiplin okulu olan ordunun hizmetine kendilerini adamaktadırlar. Askerlik görevi, lafla, politika ile ne idüğü belirsiz kişilerin aldatıcı vaatlerine kulak vererek yapılmaz...”

Ordunun önemine de değinilen iddianamede ordunun ulusun bağımsızlığı için var olduğu vurgulanıyor ve şunlar söyleniyordu:

“…TBMM'nin ordusu, Türk birliğinin Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir… Tüm bu hususları z önünde bulunduran kanun koyucu, askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçuna cezai yaptırım düzenlerken özel bir önem vermiştir...”

İddianamede askerlikten kaçmak isteyen ve buna aracılık edenlerin, kar kış demeden vatani görevini yapan vatan evlatlarının gönüllerinde onarılmaz yaralar açtığına işaret edilerek ticari kaygılar ya da ailevi sorunlar nedeniyle veya her ne sebepten olursa olsun askere gitmemek için sahte rapor alan kişilerin en ağır biçimde cezalandırılmaları talep ediliyordu.

Ünlü düşünür Voltaire'in “İnsanlığın en güzel görevi adaleti dağıtmasıdır.” sözüne atıf da yapan iddianame şu şekilde tamamlanıyordu:

“…askerlik hizmetini yerine getirmek uğruna seve seve canlarını veren insanların yaşadıkları bu topraklarda askerlik hizmetinden kurtulmak kastıyla sahte askerliğe elverişsizlik raporu alan bu raporların alınmasında aracılık yapan şüphelilerin eylemlerinin az vahim hal olarak değerlendirilmesi, kamu vicdanını derinden yaralayacaktır. Kar kış demeden tüm sevdiklerinden uzakta askerlik hizmeti yapan kahraman evlatlarımızın gönüllerinde onarılmaz yaralar açacaktır. Askerlik hizmeti sırasında bu vatan için kolunu bacağını gözünü kaybeden evlatlarımızın ruhlarında dinmez bir sızı bırakacaktır.”

Bir hukuki belgeden, iddianameden çok bir müsamere metnini andıran bu satırların yazarı kim mi? Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı Albay Ahmet Zeki Üçok!

Albay Ahmet Zeki Üçok, Kayseri Garnizon Komutanı Rıdvan Ulugüler’in Ergenekon'la bağlantılı 'Karargâh Evleri' ile ilişkisini araştırmak için soruşturma yürütmüş fakat enteresan bir biçimde Karargâh Evleri soruşturmasını Işık Evleri soruşturmasına dönüştürmüştü. Darbeci örgütlenme içine girmekle suçlanan isimlerle ilgili başlayan bir soruşturmanın devam eden süreçte darbecileri ihbar eden astsubayların işkenceli sorgulamalarına dönüşmesi ve “Kayseri’deki iddiaların arkasından cemaat çıktı!” türünden kurgulara zemin teşkil etmesi dikkat çekiciydi.

Bununla birlikte asıl çarpıcı husus yukarıdaki iddianameyi hazırlayan askeri savcının Ergenekon davası ile bağlantısı değildi. Albay Üçok’un ismini kamuoyu gündemine taşıyan gelişme Ağustos ayında İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından Ankara ve İstanbul’da yürütülen bir operasyonda 2 sivil memur, 2 emekli astsubay, 1 emekli binbaşı, 3 hayat kadınının da aralarında bulunduğu 13 kişi ile birlikte gözaltına alınmasıydı. Örgütteki kod adının ‘Bamya’ olduğu belirlenen Üçok’un Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na ait ‘satılamaz‘ şerhli bir arazinin satışı için devreye girdiği, 4.5 milyon dolar rüşvet istediği ve 2.5 milyon dolar aldığı iddia ediliyordu. Askeri Savcı Ahmet Zeki Üçok ve çete lideri Murat Tugay Tepe'nin TSK arazisinin satışı için Çarmıklı ailesi ile rüşvet pazarlığı yaptığı polisin dinlemesine takılmıştı.

Daha çarpıcı olan husus ise çete lideri Tugay Tepe ile adamları arasındaki konuşmalarda da Üçok'un rüşvet karşılığı çürük raporu almak isteyenlere yardım ettiğinin tespit edilmesiydi. Çetenin medya dünyasında tanınmış isimlere ve zengin ailelere mensup gençlere 20 bin TL karşılığında çürük raporu temin ettiği iddia ediliyordu.

Albay Ahmet Zeki Üçok’un iddianameye yansıyan sözleri ve icraatı arasında acaba nasıl bir irtibat kurulabilir? Bir tarafta Çanakkale, kınalı kuzular edebiyatı; çürük raporu alan ya da alınmasına aracılık edenler hakkında saydığı onca hakaret, aşağılama ifadesi; bunların az bir cezaya çarptırılmalarının kamuoyu vicdanını derinden yaralayacağına dair vurgular, öbür tarafta çete oluşumu içinde çürük raporu teminine aracılık! Bir kişi bunca çelişkiyi nasıl aynı bünyede bir araya getirebilir? Bu nasıl bir kişilik bozukluğudur? Ne tür bir çürümüşlüktür?

Aslında belki de çok şaşırmamak lazım! Bu tür manzaralara Türkiye’de sıkça rastlanabiliyor. Bu ülkenin en çok da kendi elemanlarını, taşıyıcılarını, sahiplerini ikiyüzlülüğe, yalancılığa teşvik eden, şizofrenik kişilikler üretme fabrikası gibi çalışan bir sistem gerçeği var. Unutulmasın ki, belli periyotlarla “demokrasiyi kurtarmak adına darbe” yapmayı alışkanlık edinmiş bir ordu olgusu var. Daha da ilginci üniversitelerden medyaya, sivil toplum kurumlarına kadar pek çok çevrede ordunun demokratik sistemin koruyucusu ve kollayıcısı olduğuna dair güçlü bir algı tesis edilmiş durumda. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda sözlerle icraatlar arasındaki müthiş irtibat(!) o kadar da şaşırtıcı sayılmayabilir! Hem zaten darbe yaparak demokrasiyi kurtaran bir ordunun, vatan, millet edebiyatı yaparak çürük raporu organizasyonu yürüten bir albayının olması neden şaşırtıcı olsun ki!