Filistin Davası ve Kolonyalizm Teorileri

Eyüp Sabri Togan

Tarihte Müslümanların geri kalma nedenlerine değinen Aliya İzzetbegoviç, Moğol istilasını dünyanın başına gelen en büyük felaket olarak görür ve bunu şöyle ifade eder: “Bu istilalar sonucu, İslam için hayati önem taşıyan muazzam büyüklükteki alanda yüzlerce şehir ve insan eli ile yaratılan ne varsa yeni ve hatta eski tarihte örneği bulunmayacak şekilde yok edilmiştir.”1 İzzetbegoviç, insanlığın ayakları üzerinde durmasının bu kıyımdan sonra mucize olduğunu yazmıştır.

Moğol saldırıları örneği zulmün dizginlenemez iştahını yansıtmakla birlikte önüne set çekilmediğinde mütecavizin her şeyi yutma hırsını göstermektedir. Elbette büyük ya da küçük ifsat ile ifsadı defeden kurtuluş kararlılığı, ‘karanlık ile aydınlığın’ birbirini kovalaması gibi bir devinim içindedir. Bu açıdan Filistin-İsrail savaşı esasında insanlık tarihinde cereyan eden ‘hak ile bâtılın’ yeni bir tezahürü olarak furkan gibi ayrıştıran işlev görmekte, safları belirginleştirmektedir. Aksa Tufanı, insanlığın bunaldığı bir anda Nuh’un gemisi gibi ortaya çıkmıştır.

Kolonyalizm Tezlerine Bakış

Ortaya koyduğu mücadele ile insanlığın yüz akı olan Filistin direnişini, toplumların son iki asırlık dekolonizasyon geleneği ile açıklamak yetersiz kalmaktadır. Postkolonyalizm kavramı ise sömürü olgusunu genel olarak ‘Doğu-Batı’ ikilemine oturtur. Sol ideoloji, sınıf çelişkisinin tarihin yegâne dinamiği olduğuna inanırken, bu proletarya ve sınıf merkezli bakış açısı ve kuralcılığından ötürü Hamas gibi hareketleri hakkıyla tanımlayamaz. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde sıkça dillendirilen ‘Kuzey-Güney’ eşitsizliği yeni kapsam arayışlarını göstermektedir. Böylelikle Latin Amerika’da solcu liderlerin Kuzey’in refahına meydan okudukları; Afrika ve Asya’yı da içine alan bir ‘Küresel Güney’ romantizmi yaratılmıştır.

7 Ekim’den sonra Siyonist İsrail’in gerçekleştirdiği bunca vahşet karşısında dünyada harekete geçmesi beklenen insanlığın bir kısmı kaskatı kesildi. Vicdanların harekete geçmesinin önündeki engel neydi? Pek çok kişi İsrail’in Gazze saldırılarına gönüllü asker gibi destek verdi. Bu gönüllü taifesini besleyen dinamik egoizmle ifade edilebilir. Bir şahsın kendine zarar gelmedikçe kılını kıpırdatmaması egoizme örnektir. Diğerkamlığın karşıtı olan egoizm, insanı süflileştirmekte, hayvandan aşağı hale getirmektedir. Egoist şahsiyetin özelliği iki düzeyde açıklanabilir. Birincisi, zararı kendinden savmak. Diğeri ise egoizmi mümkünse bir savunma hattı olarak değil, bir hücum fırsatı olarak görmek ve kendine hasım gördüğünü çökertmek. Mütecavizin saldırılarını, yakıp yıkmalarını kutsamaları bundandır. Onlar için kazananın haklılığı değil, gücü esastır. Egoizmin en pasif türü ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!’ zihniyetdir. Mütecaviz azdıkça egoist zihniyet de azgınlaşır ve dönüşü olmayan yerlere savrulur. Gazze’de yaşanan derin kıyım karşısında bir kısım insanın dilini yutması hatta tarafsız bile kalamayarak gitgide saldırganlaşmasının kaynağı budur. Lakin bireyler zulme sessiz kalma konusunda yalnız değildir.

Devletler Egoizmi

Modern devlet bir organizma gibi bireylerin verdiği tepkileri vermeye meyillidir. Modern devletlerin statükoyu koruma refleksi bireylerde görülen egoizm gibi baskındır. Pek çok gelişmiş tabir edilen ülke, değişim paradigmasına karşı çıkar ve yeni sistem arayışlarını hoş görmez ve direnç gösterir. Dahası mutlak mükemmellik aramak yerine kendi çizgilerini aşan taleplere karşı duyarsızlaşırlar. Tıpkı Darwinizm’in seçici ırk üzerinden ırkçılığa varan damarının, zamanla seçilmiş, zinde ırkı (beyaz ırk) yeni mücadeleye sokmadan koruması gibi. Özgüvenin doruklarında gezinen anlı şanlı devlet ve imparatorlukların modern dönem öncesi benzer hastalıklar nedeniyle baş aşağı gitmesi risk alarak erdem ve meşruiyete dayanmak yerine kazanımlarının üzerine yatmış olmalarındandır. Buna kısaca ‘devlet egoizmi’ diyebiliriz. Modern devlet üzerinden ‘kurumsal düzen’ kendi vatandaşları ile ilişkisini de karşılıklı egoizm temelinde inşa eder. Bireylerin vicdanlarının makul sesini duymaksızın kaskatı olduğu bir dünyada, devletlerin de uluslararası denge adına çıkarlarından yana tavır koymaları sıklıkla rastlanan bir durumdur. Sonuçta, ‘hakkaniyet’ adına değil, tıpkı bireyler gibi sahip oldukları o ayrıcalıklı konumu kaybetmemek adına etkili adımı atmadıkları için insanlık tarihini yazan genellikle devletler değil, öncü kişi ve topluluklardır.

Müslümanların Fırsatları

Bu yaklaşımları aşan özgürlük hedefleriyle Müslümanlar bütün insanlık adına reçete sunma fırsatına sahipler. Bir şey hareket etti ise hareket eden o şey artık durdurulamaz. Bütün bunlar henüz yeniden doğuş değildir ancak bu yeniden doğuş için net bir vaattir.2 Güzel günler için, devlet ve bireyleri yerinden kıpırdatacak ateşleyici meşale yanmıştır. Bugün güçlüden yana gözükenlerin bir kısmı, o egoizmin pençesinden kurtulup aydınlanan yola girme erdemini gösterir mi? Şimdiden farklı çevrelerden olumlu yansımalar alınmakta olduğu rahatlıkla görülebilir.

Filistin’i mücadele geleneklerinin bir halkası olarak gören, Yusuf Serenkuma, Pan-African Review’de ABD’nin ve AB’nin İsrail zulmü karşısında işlevsiz kalmasını kendini modern geleneğin mensupları gören Batı modelinin iflası olarak niteliyor.

Pan-Afrikanizm gibi, Pan-Asyacılık gibi Gazze’de yaşananları ‘Doğu-Batı’ eksenine oturtan anlayışlar, son tahlilde kolonizasyondan kurtulma yönünde hareket ediyor. Adına postkolonyalizm denen yaklaşım ise kolonyal geçmişle hesaplaşmayı esas görüyor.

İsrail ve destekçilerinin savaşı sadece Filistin’e değil, insanların algı ve düşüncelerine pranga vurmaya çalışmaktadır. ‘Yeni kolonyalizm’ sadece yerel değil dünya kamuoyuna oynamaktadır. Bu yanıyla klasik kolonyalizm ve sömürgecilikten aşkındır. Enformasyon ağı ile hakikate ipotek koyarak sömürüyü sürdürmeye çalışmaktadır. Buna karşı verilen mücadele, emek sömürüsünü de son tahlilde toprak mücadelesini de aşan özgürlük ve silkinme getirmektedir.

Kapitalizm eleştirisi yapan zümreler ise temelinde dinin ikamesi yatan mücadeleleri feodaliteye ait bir durum olarak küçümseme yoluna giderler. Materyalist tarihsel diyalektikleri bakış açılarını dondurmuştur.

19. yüzyılda Belçika Kralı II. Leopold’da yansımasını bulan Kongo’daki kauçuk tarlalarının sömürüsü üzerinden el kesmeye varan köleleştirici istismar ve safi zulüm yaratan kolonyalizm, ekonomik çıkarı esas alan adına hammadde kapitalizmi denen (extract capitalism) bir hegemonya tesis etmiştir. Zulüm gemi azıya almak ister, Moğol istilası da Kongo’daki zulüm de İsrail de birer halkadır. Hepsi fesattır.

Bugün Filistin İsrail savaşında gördüğümüz mücadele kolonyalizmin amaç ve başarı anlayışını çok boyutlu hale getirdi. Hammadde kapitalizmini ve emek sömürüsünü hatta soykırım boyutlarını aşan bir siyasal odaklı sindirmeye döndü. Buna dinler arası saklanmış intikam hırslarının da canlanmasını eklemekte yarar var. Kiliselerin ve çok sayıda caminin Siyonist çete askerleri tarafından yakılmasının nedeni başka ne olabilir?

Dünyayı ‘Kuzey ve Güney’ ikilemi üzerinden okuyan ve geleceği yoksul Güney’in başkaldırısı beklentisi üzerine kuran ‘Küresel Güneyli’ yaklaşım, Filistin mücadelesini desteklerken sınıf ve ekonomik doğmaları çerçevesinde yukarıda sunduğumuz nedenlerden dolayı zayıf kalıyor. Filistin direnişinin Gazze halkının dirlik mücadelesini aşarak ümmet hatta insanlık seviyesine gelmesi, ‘Batı-Doğu’ ‘Kuzey-Güney’ mücadelesi hatta çatışması üzerine kurulan izahın yetersizliğini belirginleştiriyor. Yasin Aktay, seküler kavram konformizmine işaret ederken, Filistin intifadasının seküler konformizmin sultasını kırdığını tespit ederek kayda değer bir din perspektifi getiriyor.

Yaşadığımız süreci, bir kolonizasyondan kurtulma süreci (dekolonizasyon) olarak ele alan yaklaşımlara çeşitli eleştiriler yapılmaktadır. Slavoj Zizek, her bağlamda kullanılan dekolonizasyon teriminin Filistin vakası üzerinden kullanımının metaforik kaymalara yol açtığını söylüyor. Walter Mignolo, Sınır Düşüncesi adını verdiği yaklaşımlarında kolonyal etki altındaki mağdurların tanınırlıklarına değinirken, dekolonyal yöntemlerle özgürleşmeye çalışanların amansız mücadelesini ele alır.

Postkolonyalizm ise Batı-Doğu ikilemi ile kendini dar ve muğlak şekilde tanımlarken etkisini yitiren bir açıklayıcı aparat haline gelmektedir. Özgürleşme mücadelesi bunların fevkinde ve aslında dolaşımda olan pek çok kavram paketini de boşa çıkaran bir mücadele zemininde sürmektedir. Bu mücadele ve zihniyet inşası bizlere sahte ilah ve güçlere karşı ‘La’ dedirtmektedir.

Türkiye’de sömürge ve emperyalizm konulu çalışmalarda genel olarak tek bir fail hedeflendiği için emperyalizmin bütününden çok kınanmak istenen öne çıkarılır. Bu anlayışa göre, Soğuk Savaş’ın izlerini taşıyan şekilde ya ABD ya Rusya’dır gerçek suçlu. Bir grup için sadece ABD emperyalisttir, başkaları için de Rusya. İkisi de emperyalisttir diyenler azınlıktır, üstüne Çin ve İran da emperyalist diyenler dikkat çekici şekilde daha da azdır. Bazen de hiçbiri diyenler çoğunluktur.

Batı Meselesi

Yusuf Serenkuma, Batı entelektüelizmine yatırım yapanların Gazze’de gördüklerinden sonra hayal kırıklığı yaşadığını söylerken, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin, adı gibi evrensel değil, Batı merkezci dar standartlara sahip olduğuna işaret ediyor. Kolonyalizmden kurtuluş mücadelesinin bir devamı olarak gördükleri ve sarıldıkları Filistin bu türden bir kolonyalizm ve ondan kurtuluşu ifade eden dekolonyalizm ile derinlemesine açıklanabilir mi?

Tuğçe Kelleci, bu soruya ‘Doğu-Batı’ eksenine sahip çıkılarak cevap aranmasındaki darlığa dikkat çekiyor. Geçmişte kolonyalizmin derin yaraları ile mustarip bir ülke olması hasebiyle Mısır devletinin, Filistin haklarının koşulsuz savunucusu olmak yerine dış siyasetini İsrail’le yaptığı çeşitli anlaşmalara bağlamasının şaşırtıcı olduğunu belirten Kelleci, Doğu-Batı gibi geniş başlıklı bir ikili (binary) düşünce modelinin pozitivist bir norm olduğunu söylüyor.3 Postkolonyal çalışmalarda Filistin meselesinin pek yer bulamadığını kaydederken, Doğu denilen aslında bir coğrafyadan çok yer yer kategorik Batı düşmanlığının izdüşümü olan soyut referansın kendi içindeki unsurlarıyla daha iyi anlatılabileceği sonucunu çıkarıyor.

Günün Ruhunu Yakalamak

Filistin’de bugün yaşanan durumu hangi yaklaşım biçimiyle alırsak teori ve kavramların daraltıcı kalıplarına düşmeyiz? Kolonyalizm temelli bakış açısı bize hâlâ katkı sağlar mı?

Bir yanda Batı ülkelerinde sokakları çeşitli engellere rağmen doldurarak Filistin davasına sahip çıkan duyarlı insanlar, zalimi kınıyor. Diğer yanda görünür görünmez eller zulme alkış tutmakta. Amaç düşman gördükleri unsurları ezmek, toptan temizlemek. Vicdandan uzak bu tutum esasında kendi düşmanlarını ezerse zulümden vazgeçecekmiş gibi bir hava yaratır. Egoist şahsiyet, konforundan vazgeçmemek için, ülkesinin korunaklığına sığınır veya bulunduğu başka konumlarda sahip olduğu gücü kaybetmek istemez. Ancak düşmanı elimine etme hırsı mütecavizin ekmeğine yağ sürer ve fırsat varken herkese koroya katılma çağrısı yapar dururlar. Savaş sadece belli toprak parçasında yapılmaz. ‘Savaş siyasettir.’ diye bilinen ünlü söz savaşı birçok alandaki kazanım stratejisine çevirir. Mütecaviz propaganda araçlarıyla cepheyi alabildiğine büyütmek ister. Yalanlar, saptırmalar diz boyudur lakin bir aşamada neyin sahte neyin gerçek olduğu değil, propagandanın kendisi tayin edici olmaya başlar. Yalan ve saptırmaların da bir haddi vardır. Ne zamanki kâğıt üzerinde güçlü gözükenin değil haklının kazanacağına inanç galebe çalmaya başlar, o zaman egoizmin ‘güçlülük’ hesabında kırılmalar yaşanır.

Egoist hem müdafi hem saldırgan emeller besliyor. Bunun karşısında haksızlığa tavır alan insanlığın ve en önemli halka Müslümanların zulme nasıl tepki verdikleri ve sabır dereceleri önemlidir. Örneğin, Suriye’de uzun süren ve halkının büyük bedeller ödediği savaşla ilgili olarak muhalif halkın açık bir şekilde kazanamadığı yargısında bulunmak Gazze’de de üstün gözüken çete devletinin kaybetmeyeceğine dair inancı törpüleme riski taşımaktadır. ‘Arap Baharı’ sürecinde nispeten hızlı kazanımların bumerang gibi birer birer elden kayıp gittiği zannı Gazze’ye dair güveni içten içe azaltabilmektedir. Elbette kula düşen cehd göstermesi ve sonucunu tevekkülle Allah’a havale etmesidir.

Suriye’de yanlış seçim yaparak diktatörlerin yanında yer alanların Filistin davasında da başka davalarda da tutarlı yaklaşmaları beklenemez. Türkistan ile Keşmir hatta Ukrayna meselesi ile bu imtihan alanı alabildiğine geniş. Filistin bu mücadele dilimleri içinde öne çıkan bir örneklik sergiliyor. Tarih yazılıp bittikten sonra değil, daha yazılmadan onu yazmayı bilenlere göz kırpıyor.

Sosyal medya ve viralleşen mesaj trafiği içinde savaş manzaraları çarpan etkisiyle tepkileri büyütürken, paradoksal bir durum ortaya çıkıyor. Bir yandan Filistin’de savaş sahnelerinin yakıcılığı insanlara dokunarak dehşeti yaşatıyor, duyarlılık artıyor; diğer yandan savaş uzadıkça yılgınlıklar oluşuyor. Lakin bereket yılgınlığa galebe çalıyor ve günden güne İsrail zulmünü protesto eden topluluklara yeni insanların katıldığını, gönül verenlerin arttığını müşahede ediyoruz. Tepki vermenin insani yanını hisseden ve adalet ile berhudar olmaya ‘Ben de varım.’ diyen bu insanlar ümitsizliğin, çaresizlik ve boşluğun girdabına girmek üzere olan insanlığa hayat öpücüğü oluyor.

Oysa sizin mevlanız (koruyup kollayanınız) Allah’tır ve O, yardımcıların en iyisidir.” (Âl-i İmran, 150)

Dipnotlar:

1- Aliya İzzetbegoviç. İslami Yeniden Doğuşun Sorunları, Fide Yayınları, İstanbul, 2010, s. 18.

2-  İzzetbegoviç

3-  Tuğçe Kelleci, Postkolonyalizm Üstüne, Doktora Tezi, 2018.