Filipinler'de Moro Mücadelesi

Cesar Adib Majul

Cesar Adib Majul: Quezon City, Filipinler Üniversitesi, İslami Araştırmalar Enstitüsü'nün eski dekanı. 1979'da bu görevinden emekli oldu, 1980'de Professor Emeritus nişanı ile ödüllendirildi. Yayınları arasında şunlar var: The Muslims in the Philippines (1973), Islam and Development: A'Collection of Essays (1980) ve The Contemporary Müslim Movement in the Philipinea (1985).

Filipin takım adalarında yaşayan Müslümanlar için 1565 yılı bir dönüm noktasıydı.1 Legazpi Seferi İspanyol monarşizmine bağlı idareleri [dominions] genişletmeye, ikamet etmekte olan yöre halklarına galebe çalıp onları Katolikliğe döndürmeye başlamıştı. İslam'ın, Brunei ve Filipin adalarının güneyinden itibaren kuzeye doğru, yavaş da olsa ilerleyen yayılması kontrol altına alınarak geriye itilmişti. İspanyol bakış açısından İslam, istenmeyen ve İspanya'ya ait topraklardan kökü kazınması gereken yabancı bir işgal olarak görülüyordu. Onyedinci yüzyılın ilk on yılına gelindiğinde, dağ göçebelerinin ulaşılması güç bölgeleri ve Müslüman Sulu Sultanlığına ait güneydeki Buayan ve Magundanao hariç, yöre halkının çoğu sindirilmiş, vaftiz edilmiş ve halkın yaşadığı çeşitli merkezler organize edilerek Manila'dan yönetilen köylere, kaymakamlıklara [parishes] ve vilayetlere dönüştürülmüştü.

Üç asırlık İspanyol yönetimi esnasında İspanyollar ve Müslümanlar arasındaki ilişkiler oldukça gergin ve anlaşmazlıklar yüzünden sık sık noktalanan bir yapıya sahipti. Çoğu kez, Sultanlara hükümranlık haklarını gözeterek davransa, hatta onlarla antlaşmalar imzalamaya yanaşsa da İspanyol yönetiminin nihai hedefi olan, kolonilerden oluşmuş siyasi gövdeye işgal yoluyla Müslümanları ilhak etme çabalan hiç terk edilmedi. Yine de, İspanyol gayreti erindeki ısrara rağmen, bu ancak, sultanların İspanyol hakimiyetinin esaslarını kerhen kabul etmeye başladıkları işgal yönetiminin son yirmi yılında gerçekleşti. Bu yönetim, Müslümanların kıdemli deniz ticaretinin engellenmesini, yerleşim birimlerinin, çiftliklerinin, meyve bahçelerinin imhasını, kıtlık, hastalık ve İspanyol askeri seferleri yüzünden nüfusun kırılmasını, ayrıca İngiliz ve Hollanda emperyalizminin kontrolü altına giren komşuları Müslüman Malaylar'dan soyutlanmasını da beraberinde getirdi. Tüm bu gelişmeler buradaki Sultanlıklar için, artık bağımsızlıklarını kaybettikleri anlamına geliyordu.

İspanyol yönetiminin son on yılında, İspanya'nın Müslüman halka karşı daha esnek ve liberal politikalar izlemesine rağmen Kilise'nin Müslüman cemaate yönelik, özellikle, onların Hıristiyanlaştırılmasıyla ilgili tavrı büyük ölçüde değişmeden devam etti. Müslümaların nihai kolonizasyonu ve Hıristiyanlaştırılması ile ilgili bir çeşit "master planı" hazırlayan Manila'daki meşhur bir cizvitin varlığı biliniyordu, İslam'ın resmi hoş görüsünü soruşturacak bu plan, eğer Katolikliğe dönüştürülürse Müslümanların nasıl daha iyi bir İspanyol vatandaşı olacakları üzerinde duruyordu.2 Fakat 1898'de İspanyollar'la Birleşik Devletler arasında ortaya çıkan savaş ve Paris Antlaşması ile İspanya'nın, Filipinleri ABD'ye bırakması Müslümanların tarihinin yeni bir siyasi yön almasına sebep oldu.

Filipin'in ilhakı ile ilgili Başkan William McKinley'in kişisel görüşü ya da mantığı Filipinliler'i "uygarlaştırmak ve Hıristiyanlaştırmak"dı.3 Amerikan askeri ve sivil yetkilileri, çabucak keşfettiler ki, aşağı yukarı yüzde sekseni Hıristiyan olarak tanımlanabilecek yaklaşık sekiz milyonluk bir nüfusa sahip Filipinlilerin büyük bir kısmı, Batı kültür ve medeniyetinin unsurlarıyla karşılaşmıştı bile. Müslümanlar ise farklı bir durum oluşturuyorlardı, İslam'ın yanı sıra onlar, İslam öncesi siyasi kurumlarının önemli bir bölümünü, özellikle siyasi liderlikle ilgili "datu" sistemini koruyabilmişlerdi. Farklı bir toprak mülkiyetine sahiptiler ve Hıristiyan bölgelerindeki yönetim ve eğitim kurumlarına yabancıydılar. Amerikan askeri ye koloni yetkililerinin çoğu için İslam yabancı, oldukça acayip ve Amerikan kurumlarının girişiyle yavaş yavaş silineceğini umdukları bir sistemdi. Başlangıçta Müslümanlar, ya da İspanyollar ve Amerikalılar tarafından adlandırıldığı şekliyle "Morolular" oldukça kötü bir muameleye tabi tutuldular. "Pax Americana" [Amerikan Hakimiyeti]nin kabulünü reddeden datular ve sultanların bastırılması oldukça kısa süreli fakat şiddetli oldu. Bununla beraber, Amerikalı yetkililer, Morolular'ın inandığı dinin uzun bir tarihi, iyi sınanmış kurumları ve oldukça saygı gören gelenekleri olduğunu nihayet anlamaya başladılar. Morolu liderler, izleyicilerinin üzerindeki hemen hemen tartışılmaz nitelikteki güçlerini kullanmaya alışmış, mağrur ve cesur insanlar olarak görülüyorlardı artık. Müslümanların Hıristiyanlığa dönüştürülmesi konusunda destek vermesi için hükümeti sıkıştıran tecrit edilmiş bir kaç Protestan misyonere rağmen, kölelik gibi Amerikan yasalarına aykırı buldukları bazı Moro kurumlarını ortadan kaldırsalar da, Amerikalı yetkililer İslam dinine pek müdahale etmediler. Bununla beraber İspanyol selefleri gibi onlar da Morolular ile Malaylı Müslümanlar arasındaki irtibatı engellemeye çalıştılar. Yabancı, özellikle Arap Müslümanların, Müslüman Güney'e ziyaretlerine derin bir şüpheyle baktılar. Asimilasyon politikalarını daha etkili kılmak için koloni hükümeti, idari reformları, bir halk okulu sistemini ve yerel zabıta kuvvetini devreye soktu. Bunlara, Hıristiyan Filipinlilerin memur olmak ya da tarımla iştigal etmek üzere diğer adalardan gelişleri eşlik etti. Hıristiyan göçmenlerin güneye kaydırılmasını öngören koloni siyaseti, hem bu tür bir iskanın, Müslüman çiftçilerin tarım tekniklerinin gelişmesine ve onların kuzeyin teknikleriyle karşılaşmasına hizmet edeceği hem de tecrit edilmişliklerini azaltacağı inancından güç alıyordu. Bu, sonradan ihtilafa ve kan dökülmesine yol açan bir göç sürecini hızlandıran bir politikaydı.

Genelde, Müslümanlar ABD'den bağımsızlıklarını elde etmek için tahriklerde bulunan Milliyetçi Filipin akımına katılmadılar. 1935'te (1946'da kurulması taahhüt edilen bir cumhuriyete hazırlık olarak düşünülen) Eyalet hükümeti oluşturulmadan önce, birçok meşhur "datu" ABD'ye Müslüman bölgelerin yeni cumhuriyetçi yapıdan ayrı tutulması konusunda çaba harcaması için ricada bulundu. Müslüman bir devlet olarak bağımsızlık için sürdürdükleri hazırlıklarını tamamlayıncaya kadar Amerikan vesayeti altında kalmak istiyorlardı. Hıristiyan Filipinliler tarafından yönetilmeyi istemediklerini açıkça ortaya koyuyorlardı. Aslında kendilerini Filipinli de kabul etmiyorlardı; bu genellikle Hıristiyanlara tahsis ettikleri bir terimdi. Müslümanların lobi faaliyetlerine rağmen ABD, Müslüman Güneyin, 'vatanın bir parçası olduğunda ısrar eden Hıristiyan milliyetçi liderlerin baskılarına teslim oldu. Böylece Müslümanlar kendilerini Eyalet hükümetinin, daha sonra da 1946'da Filipin Cumhuriyeti'nin bir parçası olarak buldular. Eyalet altındaki ayrımcılığa rağmen, Cumhuriyet'in kuruluşu geleneksel Müslüman liderlerin ülke siyasetine katılımlarının başlangıcına damgasını vurdu. Siyasal partilere girdiler ve geleneksel izleyicilerinin desteği sayesinde seçimleri kazananlar oldu. Hatta liderlerden biri, parti desteği ile seçimi kazanarak Senato'ya bile girdi. Bununla birlikte 1950'lerin sonunda Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki toprak ihtilafı daha da sıklaştı. Müslüman bölgeler, ülkenin en yüksek işsizlik oranına sahip olduğu gibi, okur-yazar oranının da en düşük olduğu yerlerdi. Cotebato ve Sulu bölgelerindeki bazı yerlerde, hukuk ve düzen bozulmaya başlamıştı. Senato ve Kongre'ye ait araştırmalar, toprak meselesinin, bu bozulmanın birincil sebebi olduğunu açığa çıkardı.

Güneydeki toprak sorunu, Luzon'un merkezî Hıristiyan bölgelerindeki, tarıma dayalı ihtilafı yatıştırmak için hükümetin harcadığı çabaların bir sonucu olarak ortaya çıktı. Daha organizeli bir iskan sistemi tamamlandığında, binlerce göçmen (eski komünistler, askerler ve mahkumlar dahil) geleneksel Müslüman topraklarına, özellikle Başkan Ramon Magsaysay'ın döneminde (1953-1957), yerleştirildi. Müslümanlar arasında toprak, çoğunlukla tapusuz olarak, ortak kullanıldığından, Hükümet'in Müslümanlara ait toprakların geniş bir kısmını milli arazi olarak tanımlaması zor değildi. Bu, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki ihtilafın artmasına sebep oluyordu. Bu yönetimin dolaylı bir etkisi de, daha önce Müslümanların hüküm sürdüğü yerlerde Hıristiyan bir çoğunluğun yaratılmasıydı. Müslümanlar, Hıristiyan yerleşim birimlerinin nasıl daha iyi yollara, şehir merkezlerine ve okullara sahip olduğuna büyük bir kızgınlıkla dikkat çekiyorlardı. Hıristiyanlara ait çiftlikler, mallarını ve tarım aletlerini geliştiriyorlar, ayrıca hükümet tarafından inşa edilen sulama projelerinden de faydalanıyorlardı. Hükümet projelerinin Hıristiyanları kayırmadığına Müslümanları inandırmak kolay değildi.

Senato araştırmasının sonucu, Müslümanların ekonomik durumunu iyileştirmek amacıyla 1956'da Milli Entegrasyon Komisyonu [Comission of National Integration, (CNI)]'nun oluşturulmasını gerekli kıldı. CNI programının, Müslümanların milli topluluğa entegrasyonunu nihayet sağlayacağına inanılıyordu. Fon eksikliğinden dolayı Komisyonun büyük ekonomik projeler altına girebilmesi mümkün olmadı; fakat yüzlerce genç Müslümanı, özellikle başkent Manila olmak üzere büyük şehirlerdeki yüksek eğitim merkezlerine araştırma yapmaları için göndermeyi başardı. Sonuç, birçok Müslüman öğrencinin şehirleşme ve modernleşmeyle karşı karşıya kalması ve içinde yer aldıkları toplulukların kendi milletlerinin yaşam tarzından görece izolasyonunu daha fazla hissetmeleri oldu.

Sulu meclis üyesi olarak görev yapan, aynı zamanda Sulu Sultanlığında da gözü olan Ombra Amilbangsa, hem Müslümanların istek ve şikayetlerini dramatize etmek, hem de milli dikkatleri onların ekonomik sorunlarına çekmek amacıyla, 1961'de Sulu'nun bağımsızlığı için bir teklif ileri sürdü. Basın tüm bu olup bitenleri geçmişe duyulan bir özlem olarak açıklarken, birçok meslektaşı Ombra Amilbangsa'nın bu hareketini ailevi yatırımlarını güçlendirmeyi tasarlayan politik bir oyun olarak niteledi. Onun bu hareketi, kendi bölgesindeki birçok insan, özellikle tarihi bilinçleri güçlü kişiler tarafından ciddi kabul gördü. Şimdi Malezya'nın bir parçası olan Kuzey Borneo'daki Sabah üzerinde Sulu Sultanları daha önce hüküm sürdüklerinden, Filipin hükümetinin Sabah için ek bir toprak talebi girişiminde bulunabileceği inancıyla Malezya hükümeti işi sıkı tuttu. Mezkur tasarı kanunlaşmadı, Sulu halkı için hazırlanan ekonomik programların yürürlüğe girmesini de sağlamadı. Bununla beraber o, dikkatler, Sulu'nun tarihî iddiaları üzerine çekildi; böylece, Filipin'in Sabah üzerindeki taleplerini mümkün kıldı. 1950'li ve 196O'lı yıllarda, Müslüman toplumlarda, ülkenin siyasetini yönlendiren kişilerin, fark etmede ve anlamada başarısızlığa düştükleri bir çok sosyal değişim yer aldı. Nasır rejimi hüküm sürerken, binlerce Müslüman genç, Mısır'da, özellikle meşhur Ezher Üniversitesi'nde araştırma yapmak için burslardan yararlandılar. Geri dönüşlerinde bir çoğu, İslam dünyasındaki dini reformist akımların etkisinde kalan ve daha derin bir İslam anlayışına sahip olan dinamik ve genç ulemanın bir bölümünü oluşturdular. Kendilerini tamamen dini faaliyetlere tahsis etmek isteyen diğerleri ise, geleneksel liderlerin yanlarında hizmet verdiler. Az sayıdaki bazı araştırmacılar, Mısır'daki askerî ve meslekî okullarda incelemelerde bulundular. Ayrıca, bir kısmının seyahati diğer İslam ülkelerine, özellikle Mısır'a kadar uzanan binden fazla Müslüman her sene hac için Mekke'ye gidiyordu. Bunlar, dini iştiyakları artmış ve akrabaları, arkadaşları için hediye olarak almış oldukları İslami eserlerle yüklü olarak dönüyorlardı. Böylece, Arap ve Filipinli olmayan birçok öğretim görevlisiyle takviye edilen, İslam ülkeleri ve uluslararası Müslüman organizasyonlardan destek gören medrese sayısı giderek arttı. Geleneksel Müslüman liderler, İslami faaliyetler için yardım talebinde bulunmak üzere yurtdışına gidiyorlar ve başarılı oldukları takdirde de, bağlı bulundukları topluluklarda prestijlerini güçlendiriyorlardı. Cami sayısı hızla arttı. Camiye devam ve medreseye kayıt oranı yükseldi. Gerek geleneksel liderliğe bağımlı, gerekse ondan bağımsız, yeni ulema organizasyonları oluşturuldu. Müslümanlardan müteşekkil mesleki kurumlar da ortaya çıkmaya başladı. CNI'deki Müslüman bilginler ile, dinine bağlı diğer kişiler hep birlikte önce etnik çizgide, daha sonra da İslami prensipler altında kolejler kurdular. Daha iyi ulaşım ve iletişim imkanları sayesinde Müslümanlar artık, bölge ve dil farklılıklarını bir kenara iterek topluca ibadet edebilecekleri şehir merkezlerine gidebiliyorlardı. Bir çok Müslüman ülkenin bağımsızlığına kavuşması, genellikle kendilerini evrensel İslam ümmetinin bir parçası saymış olan Müslümanlara, yüksek bir kimlik duygusu da kazandırıyordu.

Doğrusu İslam, ülke gençliğine milli bir kimlik unsuru bahşettiği gibi fazladan bir itibar da sağlıyordu. 1960'lı yılların sonuna, 1970'lerin başına gelindiğinde, Müslüman gençlik, siyasi düşüncesini oldukça geliştirmişti. Öğrenci seminerlerine ve mitinglere katılmaya başlıyorlardı. Ayrıca, geleneksel liderleri özellikle siyasi kurumları ellerinde bulunduranları da açıkça eleştirerek, İslam ve Müslüman halkın, sosyal ve ekonomik refahı için yeterli çaba sarf etmemekle suçluyorlardı. Liderler önceleri işitilmemiş bir ithamla, Müslümanın Müslümanı sömürdüğü feodal bir ekonomik sistem'in sürdürücüleri olarak, mahkum ediliyorlardı. Bunlardan başka, geleneksel liderler, ülke siyasetinde oynadıkları rol ve politik güçlerini kaybetme korkusu yüzünden yönetimi eleştirmekte acze düşmeleri yüzünden de tenkit ediliyorlardı.

"Cabidah Katilamı" diye adlandırılan olay, Müslüman organizasyonların yek vücud haline gelmesine ve geleneksel Müslüman liderler ile gençlik arasında süregelen ihtilafların bir kenara itilmesine vesile oldu. 1968 yılının Martı'nda, bir isyan bahane edilerek yaklaşık otuz tane genç Müslüman asker, Korregidor adasında, Manila Bay'in girişinde hemen idam edildi. Onlar -Başkan Ferdinand Marcos'un direktifi ile değilse, en azından bilgisi dahilinde- askeri yetkililer tarafından gizlice toplanmış yaklaşık 180 Müslümandan müteşekkil, sık orman şartlarında savaş durumu, sabotaj ve gerilla taktikleri konusunda illegal eğitim gören grubun bir parçasını oluşturuyorlardı. Bu kişiler, misyonlarının Sabah bölgesine sızmak olduğuna inanıyorlardı.

Askeriye, katliam yapıldığına dair haberleri yalanladı. Fakat, televizyonda yayınlanan Kongre soruşturmaları, yüksek seviyeli subayların -skandalın şiddetini ve bol malzeme sağlayarak, basının takibini hızlandıran- tanıklıklarındaki tutarsızlıkları ortaya çıkardı. Soruşturma milli güvenlik sebebiyle bizzat Başkan Marcos tarafından durduruldu. Basın işbirliğine davet edildi. Böylece olay resmen hasıraltı edildi, ama Müslümanlar tarafından hiç unutulmadı.

Müslümanlar katliamla ilgili olarak doğrudan Başkanı sorumlu tuttular.4 Dini liderler, Müslümanlara yöneltilen kurumsal dini terör olarak niteledikleri baskılar aleyhinde vaazlar verdiler ve bir bildiri yayınlayarak eğer Hıristiyan olsalardı bu kişilerin böyle kolayca katledilmelerinin pek mümkün olamayacağını vurguladılar. Ülke idaresinde politik yere sahip Müslümanlardan hemen olaya el koymalarını istediler. Katliam ayrıca yüzlerce Müslüman öğrencinin, sarayın önünde gösteri yapmak için yürüyüşe geçmelerine sebep oldu. Gösteriye katılanlar arasında, devletle ilişkisi bulunan Müslüman liderler yoksa da, bazılarının olaya parasal destek sağlamada görev aldığına inanılıyordu. Gösterinin en gözde liderlerinden birisi Nur Misuari idi. O tarihlerde, Filipin Üniversitesinde Siyaset Bilimi dersi veren genç bir Öğretim üyesiydi. Misuari daha sonra 1972'den beri hükümete karşı açık bir İsyana girişen Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi [Moro National Liberation Front, (MNLF)]ne öncülük etti. Gelecekteki olaylar gösterecekti ki, 1950 ve 1960'larda yer alan hiç bir olay, isyan tohumlarının ekilmesinde "Cabidah Katilamı"ndan daha fazla etkili olmadı. Korregidor Katliamı'nın üzerinden fazla geçmeden, Kotabaton'un güçlü ve meşhur datularından biri olan Datu Udtug Matalam, 1 Mayıs 1968'de Müslüman Bağımsızlık Hareketi [Müslim Independence Movement, (MIM)]'ni başlatan bir bildiri yayınladı. Bir zamanlar eyalet valiliği de yapan Matalam'ın daha sonra siyaset yapması engellenmişti. Bildirinin yayınlanmasını izleyen olaylar gösterdi ki, bu yaşlı datu, sadece mevcut idareden bazı imtiyazlar koparabileceğini umduğu anlarda, milli dikkatleri Kotabato Müslümanlarının problemlerine çekmeye girişiyordu. Bununla beraber, eyaletteki bir çok meslekdaşı, onun bu faaliyetlerini ciddiye alıyor ve hareketi destekleme çağrısında bulunuyorlardı. Hükümeti endişelendiren şey, ülkedeki oldukça güçlü yerel liderler gibi, bu datunun da sağlam bir silahlı taraftar grubuna sahip oluşuydu.

O zamanlar, siyasî ortam ülke genelinde güçlü bir siyaset yapabilmek için, özel askeri birliklere sahip olmayı gerektiriyordu; fakat ordu, silahlı Müslüman grupları düşman olarak görüyordu. Kotabato'daki Hıristiyanların da kendilerine ait özel silahlı askerleri vardı. Kuzeye bakacak olursak, Lanao eyaletinde -her biri iki rakip politikacıya bağlı- Blackshirts ve Barracüdas adlarında çok iyi bilinen en azından iki silahlı çete vardı. Fakat Datu Udtug, hükümet üzerine hiç asker göndermedi; çiftçiliğe devam etti. Bununla beraber, tahmin edilebileceği gibi, karşılıklı şüphe ve korku, Hıristiyan sakinlerin daha güvenlikli bölgelere taşınmalarına yol açtı. Hıristiyan sakinlerin korkularını yatıştırmak için adı geçen datu, hareketinin adım, Mindanao Bağımsızlık Hareketi [Mindanao Independence Movement, (yine MIM)] olarak değiştirdi. Bu hareket hükümetten hoşnut olmayan ve Kuzey eyaletlerinden gelen kapitalistlerin varlığına içerleyen Hıristiyanların da desteğini almayı amaçlıyordu. Mamafih, Hıristiyan kesimden destek görmemişti. 1971'de çoğu Müslüman en azından 30.000 mülteci vardı eyaletinde. Bu sırada Hıristiyan Ilaga adlı silahlı bir çete su yüzüne çıktı. Özellikle Visayas'dan toplanan kişilerden oluşturulmuş bu örgüt en iyi eğitim görmüş ve en çok korkulan silahlı Hıristiyan gruptu. Sonradan gelişen olaylar gösterdi ki, Kotabato Hıristiyan politikacıları onu siyasi çıkarları için ihdas etmişlerdi.

MIM'in yayımladığı bildiriden bir yıl sonra, Mindanao ve Sulu'da, genç Müslüman meslek erbabı ve öğrencilerin gerilla savaşı için Sabah'da eğitim gördüklerine dair söylentiler yayıldı. O tarihlerde Malezya Başbakanı olan Tunku Abdurrahman olaylarla ilişkisini yalanlasa da Cabidah Hadisesi'nin, Malezyalı yetkilileri, Filipin'in Sabah üzerindeki iddiası kadar sarstığı da bir gerçekti. Yine aşikardır ki, Sabah'daki Sulu menşeli yetkililer, Müslüman akrabalarının isteklerine oldukça sıcak bakıyorlardı. 1971'in sonunda, artık ilk eğitilmiş grubun, diğer yeni elemanları eğitmeye başladıklarına inanılıyordu. Özellikle Blackshirts [Karagömnlekliler]in arasındakiler olmak üzere Müslümanların ateş gücü etkinliğini artırmış ve silahlı Hıristiyan çetelerin, bedelini acı bir şekilde ödemeksizin, Müslümanların çiftliklerine ve köylerine saldırmaları zorlaşmıştı.

Hıristiyan ve Müslüman silahlı gruplar arasındaki çatışmaların ve her iki topluma ait mülteci sayısının artmasıyla birlikte bir çok kasaba ve köy Güvenlik Güçleri'nin kontrolü altına alındı. Çatışan tarafları ayırmakla yükümlü iken, aşikar olan şu ki güvenlik güçleri -Hıristiyanlar üstünlüğü ele geçirince olay yerine biraz geç gelerek, fakat üstünlük Müslümanlara geçtiğinde hemen ortaya çıkarak- Hıristiyan çetelerin yanını tutuyorlardı. Ilaga çeteleri Müslümanların yerleşim merkezlerine girdiğinde güvenlik güçleri ya ortada görünmüyor ya da lakayt davranıyorlardı.

Ilaga tarafından gerçekleştirilen en korkunç katliam, 19 Haziran 1971'de, Güney Kotabato'da Manili'ye ait küçük bir köy olan Karmen'de yer aldı. Gücü kuvveti yerinde Müslüman erkeklerin, çiftliklerde çalışmak üzere dışında bulundukları esnada Ilaga militanları köye girdiler ve bir konuşma yapılacağını söyleyerek kadın, çocuk, ihtiyar herkesi camide topladılar; arkasından içerdekilerin üzerine bir el bombası atıldı ve yaylım ateşine tutuldu ya da bıçaklandı. En azından yetmiş kişi öldürülmüştü.

Manili Katliamı, 1971 Kasımı'ndaki eyalet seçimlerine denk geldi. Şayet belli bölgelerde Hıristiyan adaylar kazanacaksa, Müslüman seçmen sayısının önemli bir faktör olduğu biliniyordu. Olaylar gösterdi ki, Hıristiyan politikacılardan yedisi müslümanların bulundukları yerleri terk etmelerinden büyük kazanç umuyorlardı. "Muhteşem Yedili"' diye adlandırılan bu grup, eski askeri görevlilerden ve orduyla yakın ilişkisi bulunan kişilerden oluşmuştu; bu da ordunun niçin Ilaga militanlarına karşı güçlü bir şekilde karşı koymadığını kısmen açıklıyordu. Kendilerini Başkan Marcos'un liderliği altında, Milliyetçi Parti [Nationalista Party] ile özdeşleştiren bu politikacılar, herhangi bir cezayla karşılaşmaksızın illegal eylemlere girişebiliyorlardı. Kotabato'nun ve önemli kasabaların çoğunun yönetimini ele geçirmeye çalışıyorlardı.

Ordunun Mindanao siyasetine müdahalesi, Senato seçimlerinde oy kullanmalarının ardından, yaklaşık 40 Maranaolu Müslümanın askerler ve silahlı Hıristiyanlar tarafından öldürüldüğü Kasım 1971'deki Tacub Katliamı'nda da oldukça açıktı. Milli Soruşturma Bürosu'na göre, olaya üç memur, on sekiz asker, bir Hıristiyan belediye reisi ve en azından iki sivil vatandaş katılmıştı. Bunlar, katillerin kaçmalarına göz yummak veya peşlerine düşmemekle suçlanıyorlardı. Geçmişe bakıldığına, bu da aynen, aşamalı olarak yürürlüğe girecek bir takım planlar için uygulanan sıkıyönetimin ardından, Başkan Marcos'un ya orduya engel olmamak ya da halkın gözünde lekelenmiş ordu teşkilatını sahiplenmemek şeklinde beliren tavrına benziyordu. Nitekim, hükümetin veya idarenin, gerçeği ortaya çıkarmak ve suçluları cezalandırmak yönünde gerçek bir çabası yoktu. Sonuç olarak, 1971'in sonlarına gelindiğinde Kotabato ve Lanao'da, çoğu Müslüman en az 100.000 mülteci vardı.

Kasım 1971 seçimleri, daha önceleri Müslüman sultanların ve datuların idaresi altında kalmış olan Mindanao'nun bir çok bölgesinde siyasi gücün Müslümanlardan Hıristiyanlara kaydığını gösterdi. Müslümanlar, her zaman olduğundan daha fazla ordunun ve silahlı Hıristiyan grupların tehdidi altına girdiler.

Fakat Filipinler'deki Müslümanlar içde ve dışta tamamen yalnız değildi. Akademisyenler yanında bir çok aydın yerel siyasi lider yönetimin Müslüman topluluğa karşı yürütülen ayrımcı politikasının ülke bütünlüğünü bozacağı uyarısında bulundu. Cabidah Katliamı'ndan sonra Malezya ve Kuveyt'teki Müslüman yetkililer Filipin hükümet siyasetine yönelik eleştirilerini açıkça ortaya koydular ve hatta Fas gibi uzak ülkelerin gazeteleri bile Müslümanların uğradıkları katliamları ayrıntılarıyla geçtiler. Temmuz 1971'de, Libyalı iki delege Başkan Marcos'a, Albay Kaddafi'nin olaydan duyduğu derin endişelerini içeren bir mesaj ilettiler. Libya'nın, Müslüman mülteciler için ilaç ve maddî yardım teklifini Marcos kabul etti ve ayrıca Quezon City'de bir cami ve İslam Merkezi inşa etmek üzere para ayrıldı. Aynı yılın Kasım ayında, biri Rusya'dan ikisi Orta Asya Cumhuriyeti'nden Üç Sovyet Müslüman dini lider Mindanao'daki Müslüman toplulukları ve Manila'daki Müslüman liderleri ziyaret etti.

Müslüman bölgeleri gezmeleri için Mısır, Endonezya, Malezya, Pakistan, Singapur, Iran, Irak ve Suudi Arabistan'dan büyükelçiler davet etmesi yönünde Başkan Marcos'a Ocak 1972'de oldukça güçlü bir uluslararası baskı vardı. Aynı yılın Mart ayında, Ezher'in Yüce Divanı Filipin Müslümanlarının sorunlarını tartışmak için acil bir toplantı düzenledi. İslam Konferansı Teşkilatı da [Organization of Islamic Conference, (OIC)] olaya ciddi alaka gösterdi ve almış olduğu kararlarından birisinde, Filipin hükümetinden Filipinli Müslümanların "mal ve can güvenliklerini garanti altına almasını" talep etti. Ekim 1972'de Ezher'in rektörü de soykırım olarak nitelediği bu olayı şiddetle kınadı. Konferans olaydan duyduğu derin endişelerini izhar etti ve aldığı kararların bir nüshasını soruna büyük ilgi göstermeye başlayan Suudi Arabistan kralı Faysal'a gönderdi.

Başkan Marcos 21 Eylül 1972'de, Filipinlerde sıkıyönetim ilan etti. Buna başlıca iki sebep gösterildi: Devlet gücünü ele geçirmeyi amaçlayan bir komünist isyan hareketinin ve Filipinlerin güneyinde bir ayrılıkçı Müslüman akımın ortaya çıkışı. Hükümetin tüm silah ve cephanelere el koyma girişimleri Müslümanlardan çok sert bir direnişle karşılaştı. Colo adasının içlerine doğru yürütülen askeri harekat, bu çetin direniş yüzünden büyük kayıplar vererek geri çekilmek Zorunda kalmıştı. Ekim 1972'de [Lanao del Sur'un başkenti] Marawi'de görülen kıyam, kısmen ordunun bu şehirdeki Müslümanları silahsızlandırma girişimi ile açıklanabilir,

MNLF'nin kendini kabul ettirmeye başlaması, sıkıyönetim ilanının hemen sonrasına rastlar. Bu örgütün silahlı gücü Bangsa Moro Ordusu [Bangsa Moro Army, (BMA)]'nun, Müslüman toplulukları korumada ve -gerek askeriyeye gerekse polise ait- biribirden ayrı ileri karakollara aynı anda yaptığı baskınların başarısı, yetkililere bunun Moro savaşında yeni bir aşama olduğunu kabul ettirdi. MNLF'nin merkez komitesi, farklı etnik-dil gruplarını temsil eden üyelerden oluşmuştu ve MNLF'nin ilk kurucularından biri olan Nur Misuari, Komite"nin başkanı olarak öne çıktı. Müslümanların isteklerini etkin bir şekilde ifade edebilecek, Müslüman toplulukları koruyabilecek ve onların tümünü yönlendirebilecek sağlam yapılı bir teşkilatı harekete geçirme fikrinin ta Cabidah zamanında tasarlandığı söylenebilir. Bu teşkilat o kadar gizliydi ki, eğitim görenleri dışarıya göndermede yardıma olan geleneksel liderler bile önceleri böyle bir örgütün varlığından haberdar değillerdi. MNLF liderleri genellikle meslekî bir geçmişi veya üniversite tahsili olan aydın kişilerdi. Geleneksel liderliğe bağlı olmakla beraber, farklı sosyal sınıflardan geliyorlardı. MNLF ve BMA'nın ortaya çıkışı, o ana kadar Müslüman politikacılar tarafından yürütülen liderlik cinsinin Müslüman gençlik arasında hissettirdiği tatminsizlik duygusunun derecesini gösteriyordu.

Geleneksel Müslüman liderler ile politikacılar arasında yıllardır süren rekabet ve kronik tartışmalardan hayal kırıklığına uğramış, fakat MNLF liderlerinin genç, İslami bilinç sahibi ve kendilerini davaya adamış görünmelerinden etkilenen ülke dışındaki bir çok diplomat ve yetkili, MNLFyi Filipinler'deki İslami mücadelenin ilerici öncü kolu olarak görmeye başladı. OIC resmen bu görüşü kabul etti ve Misuari ile MNLF'nin başkanı olarak ilişki kurdu. Hatta Sıkıyönetim ilanından önce, 1971 Ekimi'nden Kasımı'na kadar Müslüman mültecilere gönderilen Libya yardımının dağıtılması esnasında, Libyalı ve Mısırlı yetkililer Misuari'nin dürüstlüğünden ve kendi çıkarını düşünmeyen bir karaktere sahip oluşundan etkilenmeye başlamışlardı. Aynı yılın Aralık ayında Misuari bir kaç hafta için Libya'ya davet edildi ve dönüşte yolu üzerinde olan Mekke'de hac farizasını ifa etti. Libya'nın Misuari ve MNLF'ye olan desteği sabit kaldı ve sıkıyönetim ilanından sonra Misuari ve ailesi orayı kendilerine sığmak buldular.

1972'nin başlarından beri OIC Müslümanların sorunlarını yıllık gündemine almıştı ve Filipin hükümetini, sorunun çözümü yönünde adım atması için ısrarla sıkıştırıyordu. Şayet Güney'de barış istiyorsa, OIC'ın himayesi altında MNLF'yle ilişki kurmak zorunda olduğunu hükümet nihayet anladı. Ocak 1975'te, hükümet MNLP liderleriyle görüşmek üzere Cidde'ye bir heyet gönderdi. Birbirini izleyen tartışmalarda MNLF sonuç olarak, Mindanao, Basılan, Sulu, Tawi-Tawi ve Palawan'dan oluşan beş adanın, bir tek ünite olarak yönetilmesi için buranın özerkliğini garanti altına alacak bir anayasa değişikliği talebinde bulundu. Hükümet heyeti bu talebe, ayrıcalık tanınamayacağını ileri sürerek karşı çıktı. Temel sorunların hepsi ele alındı. Hükümetin Müslümanlara yönelik ekonomik programını değerlendirmek üzere, heyetin, Filipinleri ziyaret etmeleri için yaptığı daveti, Misuari ve MNLF'nin Önde gelen liderlerinden Haşim Selamet şiddetle reddettiler. Ayrıca ateşkes için söz vermeye de yanaşmadılar. Misuari ve Selamet bilhassa, heyet üyelerinden birisinin kendinden oldukça emin olarak, Selamet'e yaklaşıp Kotabato eyaletinin valiliğini teklif ettiği zaman oldukça üzüldüler. Bu teklifin, uğursuz Marcos'un iki liderin arasını açmayı ve böylece MNLF'yi bölmeyi amaçlayan meşum bir planı olduğunu anlaşılır bir şekilde izah ettiler. Her şeye rağmen, heyetler daha sonra tekrar görüşme konusunda anlaştılar. Fakat OIC, Filipin hükümetine görüşmeleri sürdürmesi için baskı yapmaya devam etti. OIC'ın, Libya, Suudi Arabistan, Senegal ve Somali'nin dışişleri bakanlarından oluşan, Müslümanların sorunlarıyla ilgili Dörtlü Komitesi gelecek görüşmeler için hükümete somut bir gündem sundu. Bu gündem MNLF'nin önceki taleplerinin yanı sıra güvenlik, eğitim ve ileride yapılacak özerklik meselesine ilişkin görüşmelere dahil edilecek olan hukukla ilgili maddeleri de içeriyordu. Kuşkusuz hükümet bu gündemi reddedecekti ve öyle de oldu. Bu meselelerin daha önce hesaba katılmadığım ve gündemin sadece MNLF'nin çıkarını gözettiğini ileri sürdü. Ayrıca MNLF'nin, Filipinler'deki Müslümanların yegane temsilcisi olduğuna ilişkin iddiasını da sorguladı. Tezini ispatlamak için hükümet, MNLF'den ayrılmış 200'den fazla eski savaşçı yanında bir kaç komutam da davet ederek, Müslüman liderler ve hükümet yetkilileriyle bir konferansta bir araya getirdi. Temmuz 1975'de yapılan bu konferansa katılan eski savaşçıların pek çoğu resmen Filipin ordusuna kayıtlı iken, diğer Müslümanlar da belediye reisleri ve ekonomik refahı hedefleyen teşkilatların başkanları olarak and içmiş kişilerdi. Sonuç olarak, bu yeni atanmış kişilerin çoğu çıkarlarına uygun makamları kendilerine sağladığı için hükümete sadakat yemini edip Marcos'a teşekkürlerini iletirken hem teklif edilen gündeme, hem de MNLF'nin Cidde'de öne sürdüğü taleplere karşı çıkıyor ve Misuari'yi tanımıyorlardı. Ülkedeki Müslümanların meşelerinde gözle görünür düzelmeler olduğunu ispatlamak için hükümet OIC'nin müteakip toplantısına bir temsilci heyet gönderdi. Bununla beraber savaş devam ediyordu.

Müslümanların ekonomik düzeylerinin yükseltilme si, dini özgürlüklerinin garanti altına alınması, mülteciler için mesken projeleri, bir kaç yüz eski savaşçının geri dönüşü, Müslüman gençler için daha fazla burs imkanı, devlet dairelerine atanan müslümanların sayıca artışı ve düşmanlıklarda belirgin bir düşüş sağlanması yönündeki hükümet programlarının hızını arttırmasıyla birlikte Devlet Başkanı'nın karısı İmelda Marcos, Albay Kaddafi ile görüşmek için Libya'ya bir yolculuk yaptı. Netice itibarıyla bu ziyaret MNLF temsilcileriyle Trablusgarp'ta görüşen bir Filipin heyetinin teşkil edilmesini sağladı. Bu, her iki grubun, ateşkes ve 13 eyalet için özerklik formülü üzerinde hemfikir oldukları 23 Aralık 1976 tarihli sözde Trablusgarp. Antlaşması'yla sonuçlandı.5

Marcos 25 Mart 1977'de 13 eyalet için özerklik ilan etti ve 17 Nisan'da bunun için halkı referanduma çağırdı. Misuari bu yüzden, Marcos'u ve hükümeti art niyet sahibi olmakla suçladı. Referandumda MNLF'ye isnad edilen bu tür taleplerin sadece tartışma ve müzakerelerde ele alınabilecek maddeler olduğunu öne sürdü. Dahası, Trablusgarp'da konuyla ilgili referandumdan hiç söz edilmemişti. Misuari bu oylamanın açıkça aldatmaca olduğuna işaret etti.

Sonunda hükümet referandumu temel alarak, biri IX. Bölge (Sulu, Tawi-Tawi, Basilan, Zamboanga del Norte ve Zamboanga del Sur) diğeri XII. Bölge (Lanao del Norte, Lanao del Sur, Kuzey Kotabato, Maguindanao ve Sultan Kudarat) olmak üzere iki özerk bölge kurdu. MNLF Güney Kotabato, Davoo del sur ve Palawan'ın olmamasını -hükümet, bu bölgelerdeki Müslümanların bir azınlık oluşturduklarını iddia etmekteydi- dehşetle izledi. Trablusgarp Antlaşması'nda öngörüldüğü gibi, tek bölge yerine iki bölgenin ortaya çıkması MNLF'yi, Marcos'un antlaşmaya uymayı hiç düşünmediği ve Müslümanları birbirlerinden ayrı tutmayı amaçladığı sonucuna götürdü. Misuari bağımsızlığı daha fazla gündeme getirmeye başladı.

Müslümanlar yeni oluşturulan özerk bölgelerde yüksek siyasi ve idari makamları ellerinde tutuyorlardı artık. Ancak devlet memurları da dahil olmak üzere çok az kişi gerçek özerkliğe ulaşıldığına inanıyordu, idari kadrolara atananların çoğu, Marcos'un kafadarları olarak ün salmış kişilerdi. Her iki bölgenin kendilerine ait yasama ve yürütme organları, Marcos'un önceden bilgi ve onayı olmaksızın harekete geçemiyorlardı. Bu bölgelerdeki Müslümanların ekonomik durumlarında kayda değer bir düzelme yoktu; birçoğu hala atalarından kalma toprak ve çiftliklerinden uzak, mülteciydiler. Ayrıca, hala yürürlükte olan ihzar emri [habeas corpus] ilamını aşabilmeleriyle birlikte ordunun üstünlüğü önceleri olduğundan daha fazla fark edilir olmuştu. Sıkıyönetimin 1981'de kaldırılması, adı geçen ilamın geri alınmasıyla sonuçlanmadı. Müslümanlar ve Hıristiyanlar birbirlerine benzer şekilde kendilerini, aynen askeri işgal şartlan altında buldular.

Filipin Müslüman Cemiyeti [MUSAPHİL]'nin himayesi altında yapılan, Mutamar al-Alam al-İslami'nin genel sekreteri de dahil olmak üzere Müslüman nüfusun farklı sektörlerine ait 1000'den fazla temsilcinin katıldığı, Nisan 1981'de yapılan Kongre'de, hükümet ve MNLF'ye Trablusgarp Antlaşması'nda kalan yerden görüşmelere tekrar başlamaları çağrısında bulunularak alman kararların üzerinden geçildi. Kongre'ye katılan delegeler (çoğunun yOICuluk masrafı hükümet tarafından karşılanmıştı) gerçek özerkliğin bulunmadığından emindiler ve -kongre için kolaylıklar sağlayan hükümet ile Imelda Marcos'u büyük hayal kırıklığına uğratarak- bu gerçeği söylemeye cesaret edebildiler. Mart 1980'de Filipin Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın Trablusgarp Antlaşması'nın geçersiz olduğuna ilişkin sözleri Müslümanları, hükümetin nev'i şahsına münhasır bir özerklik kabul ettirmeye kalkışmış olduğuna ikna etmişti. Misuari'ye göre, Trablusgarp Antlaşması hükmünü yitirmişti, çünkü hükümet ona uymayı hiç düşünmemişti ve ihlal eden de kendisi olmuştu zaten. Bu yüzden O'nun ün tek geçerli alternatif ayrılma [secession] idi.

1977'nin başlarına kadar Misuari'nin MNLF liderliği genellikle muhalefetle karşılaşmadan devam etti. Bununla birlikte, bazı güçler ayağını kaydırmak için elbirliğiyle çalışıyorlardı. Bunlardan birinde Reşid Lokman başrolü oynamıştı. Lokman sabık meclis azası ve Marcos'a zıt düşmüş bir Liberal Parti Üyesiydi. Korregidor'daki katliamı açığa çıkarmada yardımcı olmuş ve Marcos'u Sabah üzerinde kişisel ekonomik ihtirasları olmakla suçlamıştı. Lanao Eyaletinde Bayang Sultanı olarak bulunuyordu ve onu yeni rejime yamamak için tasarlanan bir plan neticesinde resmen "Sultan-ı Ali' ilan edilmişti. Sıkıyönetimden önce, Blackshirts üzerinde hakimiyeti vardı. Gözü kara olarak bilindiğinden, eyaletindeki Müslümanlarla ilgili meselelerde hesaba katılan bir güçtü. Lokman, her zaman, Müslümanların Filipinler'deki silahlı mücadelesinin lideri olmayı ve OIC tarafından da böyle tanınmayı arzu etmişti. Ancak bu hem MNLF üzerinde hakimiyet kurabilmeyi, hem de Misuari ile bir takım anlaşmazlıkların halledilmesini gerektiriyordu. Yurtdışı bağlantıları, genç müslümanların eğitim için dışarıya çıkışlarında referans olmasını mümkün kılıyordu. Mensup olduğu sınıf ve aile yüzünden elde ettiği ayrıcalıklar kadar, bu olgu da onu MNLF liderliği üzerinde bazı iddialarda bulunmaya şevketti. Fakat Misuari'nin geleneksel liderlikle ilgili şüpheleri, kuşak farkı, mücadelenin doğasına ilişkin sahip oldukları değişik görüşleri ve farklı sosyal sınıflardan gelmiş olmaları, anlaşmalarını zorlaştırıyor ve sık sık aralarında kişisel görüş ayrılıklarına sebep oluyordu.

1977'nin ortalarında, Lokman, Salipada Pendatun'un yardımıyla Misuari'yi MNLF liderliğinden tecrit etmeye çalıştı. Filipinler'den bir kaç yıl önce ayrılan Lokman ve Pendatun o sırada Cidde'deydiler. Pendatun, Lokman gibi hem Kotabatolu hem de eski bir Kongre üyesiydi; aynı zamanda sultanların soyundan gelen bir kişi ve Datu Ugtug Matalam'ın üvey kardeşiydi. Lokman ve Pendatun - MNLF'nin Meclis Başkan Yardımcısı, eskiden Ezher'de din eğitimi görmüş bir öğrenci ve Pendatun'un akrabası olan- Haşim Selamet'i Misuari'nin yerine geçirmek suretiyle MNLF'nin başkanlığını ele geçirmeye Cidde'de teşebbüs ettiler. Misuari'yi, komünizme eğilimli, mağrur, ketum bir karaktere sahip olmak ve Sululu Müslümanları kayırmakla itham ederek, Selamet, kendisine bağlı taraftarlarının da yardımıyla Misuri'nin MNLF Komitesinden azledildiğini ilan etti. Bunu işitince, bu sefer Misuari Selamet'i azletti. Pendatun, Kahire'de yerleşik olan Selamet'i karagahı Cidde'ye taşıması için ikna etmeye çalıştı. Fakat Lokman ve Pendatun'un kendisi ve dolayısıyla MNLF üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştıklarını anlayan Selamet hemen Kahire'ye döndü.

Artık, MNLF'de iki grup vardı: Misuari grubu ve Selamet grubu. Umduklarını bulamayan Lokman ve Pendatun, sıkıyönetimi önceleyen bir teşkilat olduğunu iddia ederek Bangsa Moro Kurtuluş Örgütü [Bangsa Moro Liberation Organisation, (BMLO)]'nü oluşturdular. Fakat, BMLO, hem OIC tarafından tanınmadı, hem de bu şekilde adlandırılması tasvip görmedi. Ne Misuari'nin ikamet ettiği ve Lokman'ın popülaritesini yitirmiş olduğu Libya'da, ne de Selamet'in yaşadığı ve Pendatun'un hiç iyi karşılanmadığı Kahire'de bir ilerleme gösterebildi. Ama Lanao'da oldukça geniş bir desteğe ve ülke dışında bir çok hayrana sahip olan Lokman'ın unutulması pek kolay olmayacaktı.

Şimdi, İslami mücadelenin lideri olduğunu iddia eden, fakat mevcut harekete hiç bir katkısı gözükmeyen üç örgüt vardır artık. Ülke dışındaki etkili İslami kurumların ve Müslümanların bu ayrılığı giderme girişimleri sonuçsuz kaldı. Nihayet, Selamet, kendi grubuna, karargahı Pakistan'da olan Moro İslami Kurtuluş Cephesi [Moro İslamic Liberation Front, (MILF)] adını verdi. Pendatun'un, hem Müslümanlara özerklik verilmesi için mülayim bir siyaset izleyerek çalışmak üzere geri geldiğini, hem de MUSAPHİL'in liderliğinde söz sahibi olduğunu iddia ederek 1980'in ikinci yansında Filipinler'e dönüşü ve Lokmanın 1984'de Suudi Arabistan'da ölümüyle birlikte, BMLO gücünü iyice yitirdi. Adı geçen örgütü, Lokman'ın bir akrabasının liderliği altında yeniden canlandırma çabaları da netice vermedi.6 Daha sonra, BMLO'nun bazı eski üyeleri, temeli Malezya'da olan Dimas Pundato'nun liderliği altında MNLF-Reformist Grub'u oluşturdular. Pundato, Misuari'nin eski bir dostu ve BMA'nın komutanlarındandı. MNLF-Reformist Grup ayrılığın değil, açıkça özerkliğin tarafım tuttu. Grub'un iki lideri, kendi davalarına destek aramak için 1985'de Amerika'ya gitti. Bu sırada MILF de ayrılık üzerinde ısrar eden Misuari grubunun aksine gerçek bir özerkliği destekliyordu.

Her üç grup da Marcos karşıtıydı ve Marcos Müslümanların sahip olduğu liderliğin bu parçalı karakterinin oldukça farkındaydı. Sadece Müslümanların farklı etnik-dil gruplarına ait olması yüzünden değil, aynı zamanda bu bölgelerde liderlik yapagelmiş aileler arasındaki kronik siyasi ve kabilevi rekabetler yüzünden de ortaya çıkıyordu bu durum. Marcos, çok güçlenmelerine izin vermemesine karşın, bazı liderleri diğerlerinin üzerinde tutuyordu. Bu Müslümanlara idarede bir takım mevkiler vermek suretiyle Marcos, kendisine minnettar ve müteşekkir kalmalarını sağlıyordu. Bu arada, geleneksel liderler arasındaki karşıtlarının MNLF'nin kontrolünü ele geçirme gayretlerinden de memnun oluyordu. Fakat, kiminle ilişki kuracağına bir türlü karar veremediğini iddia ediyordu: Geleneksel liderlerle mi yoksa MNLF'nin liderliğiyle mi. Sondakini gözönüne aldığında, MNLF'nin içinde bulunan hangi grubun kendisiyle müzakere etmesi gerektiği konusunda emin olmadığını ileri sürüyordu. Misuari'nin liderliğini ve faaliyetlerini sorgulayan kararlara katılacak Müslümanlardan oluşan bir "barış konferansı" çağrısı yaparak Marcos, MNLF'nin artık ülkede halk desteğini yitirmiş olduğuna OIC'i ikna etmeye çalışacaktı. Özellikle OIC'den gelenler olmak üzere Müslüman diplomatlara büyük hürmet gösterip nişan vererek OIC'ın muhtemelen MNLF'den desteğini çekeceğini ya da en azından, Misuari'ye durumunu düzeltmesi yolunda baskı yapacağına inanıyordu. Aynı zamanda, MNLF'nin yürüttüğü mücadelenin pek bir öneminin kalmadığını ya da askeri gücünün tamamen kontrol altında tutulduğunu iddia edecekti.

Hükümet tarafından başlatılan ve yürütülen reformların bir çoğu tamamen MNLF'nin talep ettiği şeylerdi, İslam'ın halkın yaşantısından uzaklaştırılmayacağına dair dini garantiler, Arapça öğrenimine izin verilmesi, İslam dininde kutsal sayılan günlerin Müslümanlar için resmi tatil olarak ilan edilmesi, Müslüman öğrencilere ayrılan bursların arttırılması, Müslüman ülkelerde yeni elçiliklerin açılması, diplomatik görevlere Müslümanların atanmaları MNLF'nin yürüttüğü silahlı mücadele olmasaydı belki de gerçekleşmeyecekti. Bununla beraber, söz verilen reformların ufukta görünmeleri yıllar aldı. Örneğin, fert veya aileye ilişkin meseleler üzerinde hazırlanan bir kanun çalışması tamamlanarak Ağustos 1975'de Başkan'a sunuldu; fakat Şubat 1972'ye kadar onaylanmadı. Dahası, İslam kanununu uygulamak üzere yapılan kadıların tayini ancak Mayıs 1985'de gerçekleşebildi. Bu imtiyazların, elde ettikleri siyasi kazanımları Marcos'un işine yarayacak şekilde abartmalarını sağlamak için, bünyesinde oyalama taktikleri de barındıran böyle bir plan çerçevesinde Müslümanlara tanındığı sonucunu çıkarmak hiç de zor değildi.

MNLF liderliğini zayıflatmak ve onu Müslüman kitleden izole etmek için hükümet, Misuari'yi sık sık -Müslümanların çoğunun ciddiye almadığı bir suçlamayla- komünist olmakla itham etmişti. Misuari'ye engel çıkaranlar, özellikle MNLF'nin kontrolünü ele geçirmeye çalışan veya yurtdışında bulunan Misuari hakkındaki suçlamaların yayılmasına yardımcı olanlar olmak üzere geleneksel liderlerdi. Bir ara durum o kadar ciddî bir hale gelmişti ki, Misuari Suudi Arabistan'da Rabıtatü'l-İslami'nin önünde bu suçlamalara karşı kendini savunmak zorunda kalmıştı. Kendisini temize çıkardıktan sonra, basın yoluyla bu tip liderlere karşı bir süre onları uslu durmaya mecbur eden sert bir çıkış yaptı. BMA ile Filipinler Komünist Partisi [Communist Party of Phillippines, (CPP)]'nin silahlı gücü olan Yeni Halk Ordusu [New People's Army, (NPA)] arasında bir takım ilişkiler olduğu doğrudur, fakat bu birbirine yakın bölgelerde eylem yapmaları yüzündendi ve bu tür ilişkilerden kaçınmaları da mümkün değildi. BMA ve NPA'nın birlik oluşturması ihtimali ordunun üstüne kabus gibi çökmekle beraber, hiç bir zaman gerçekleşmedi. Her şeye rağmen, CPP yayınları çoğu kez, Müslümanların isteklerine ve diktatörlüğe karşı yürüttükleri silahlı mücadeleye duyduğu sempatiyi ifade etti.

Hiç kuşkusuz, Misuari'nin CPP ile yakın ilişki kurması ya da ortak bir anlayış geliştirmesi -üyelerinin çoğu anti-komünist olan- OIC'in muhtemelen başka bir meclis üyesini tanıması, hatta MNLF'yi tamamen dışlamasına kadar varabilecek şekilde desteğini çekmesini de beraberinde getirecekti. Bununla beraber, 1984'de -CPP ve diğer radikal grupları altında barından bir şemsiye işlevi gören- Ulusal Demokratik Cephe [National Democratic Front, (NDF)] ve Filipin Demokratik Sosyalist Partisi [Phillippine Democratic Socialist Party, (PDSP)]'nin, MNLF'nin, Filipinler'deki Müslümanlara kendi geleceklerini tayin hakkı ve bağımsızlık tanınması yönündeki talebini desteklediklerini ifade etmeleri Misuari'yi memnun etmiş olmalı. Fakat daha sonra, Ocak 1986'da Fas'da düzenlenen OIC'ın 16. Konferansı'na sunduğu raporunda Misuari, CPP-NPA-NDF birliğinin bazı üyelerinin daha önceki politikalarını terk etmeye başladıklarını ima etti. OIC'in önünde yaptığı sonraki bir konuşmasında ise, NPA-CPP'nin Filipinler'de gücü eline geçirdiği takdirde, Müslüman Bangsa Moro halkına karşı sürdürülen Filipin sömürgeciliğini devam ettireceğine dair inancını açıkça ifade etti. Bu sözler, komünist hareket içindeki bazı sempatizanlarını kızdırdı. Misuari'nin canını sıkan şey, komünistlerin Müslümanlara sürekli azınlık olarak atıfta bulunmalarıydı. Misuari sözlerini, Müslümanların hiç bir zaman Filipin ulusunun bir parçası olmadığını ve bu yüzden asla onun içinde bir azınlık olarak sayılamayacağını vurgulayarak sürdürdü.

Onaltıncı OIC Konferansında Misuari, Müslüman ülkelerden, özerkliği desteklemekten vazgeçmelerini, bunun yerine bağımsızlıktan yana tavır koymalarını talep etti. O tarihlerde Marcos'un iktidardan düşmesinin yakın olduğunu umduğundan Marcos'a uygulanan OIC yaptırımlarının artık modasının geçtiğini ileri sürdü. OIC'in, Marcos ile tekrar görüşmelere başlaması için baskı yapmaması, daha ziyade, Filipinler'de ortaya çıkacak yeni siyasi ortamda MNLF'nin self-determinasyon teklifini kabul etmesi gerektiğini tekrarladı.

1985 yılı, Marcos'u, giderek artan halk gösterileri ve yasadışı yollardan elde ettiği söylenen oldukça yüklü servetini ifşa etmeye çalışan ve demokratik kurumlara dönüş çağrısı yapan politik rakipleri tarafından sarsılırken buldu. 1986'da yapılan Şubat seçimlerinde Müslüman nüfusun ne kadarının oy kullandığını kesin olarak bilebilmek oldukça zor. Başlangıçta, MNLF seçimlerin hileli olacağını öne sürerek boykot teklif etti. Bununla birlikte, seçimler yaklaşırken, Müslümanların oylamaya katılmalarını önlemek için açık bir çaba göstermedi. Buna rağmen, MNLF'nin Marcos'un kaybetmesini arzuladığına dair genel bir anlayış vardı. Yapılan ilk sayımların Müslümanların yaşadığı bölgelerin, muhalif aday Bayan Corazon Aquino'yu desteklediğini gösterdiğini söylemek yerinde olur. Çoğu Müslüman, isteklerine sıcak bakmasıyla tanınan kocasının katledilmesi yüzünden sempati besledikleri Bayan Aquino için olumlu oy kullandı. Başkan olarak onun da, kocasının Müslümanları gözeten genel ilkelerini izleyeceğine dair genel bir beklenti vardı. Oylamanın kesin sonuçları hiç bir zaman öğrenilemedi. Oy sandıklarının bir çoğu ya tahrip edildi ya da tamamen kayboldu. Her nasılsa, hem Marcos'u destekleyen partiler hem de Aquino birbirlerini hile yapmakla suçlamışlardı.

22 Şubat 1986'da başlayıp Marcos'un kaçışıyla sonuçlanan dramatik olaylar esnasında çoğu Güney'deki savaş ve yıkım yüzünden kaçıp gelenlerin oluşturduğu yaklaşık 200.000-300.000 kişinin yaşadığı Manila'da Müslümanlar gelişmelere kayıtsız kalmadılar. Özellikle öğrenciler ve gençler olmak üzere, bunların bir çoğu halkın Marcos'a yönelik yakınmalarından etkilenmişti. Bayan Aquino'nun Başkan olarak, yeni bir demokratik döneme geçileceğine ve ordunun toplum üzerinde kurduğu hakimiyetinin kaldırılacağına dair vermiş olduğu vaatler, eski sistemden çıkarı olanların dışında, genelde, Müslümanlar tarafından sıcak karşılanmıştı. Marcos tarafından, kendilerine hükümette bir takım mevkiler verilmiş olan Müslümanlar, seçimlerden aylarca önce, karşıt partilere geçerek bağlı bulundukları kitleyi terk etmişlerdi. Her zaman Marcos'a muhalefet etmiş olan geleneksel liderler, sosyo-politik güç konumlarım tekrar ele geçirmek için bir fırsat yakaladılar. Yeni Başkan, farklı geleneksel rakip aileler arasında fitne toplumları saçmak ya da geleneksel liderliği MNLF'nin aleyhine kışkırtmak eğilimi göstermiyordu. Bilhassa Manila'da olmak üzere birçok Müslüman grup, MNLF ile yeniden görüşmelere başlaması ve genelde Trablusgarp Antlaşması'nın doğrultusunda bir özerklik sistemini yürürlüğe sokması için hükümete baskı yapıyordu. Tüm gözlemciler, Bayan Aquino'nun, kocası Benigno Aquino, Jr. tarafından oluşturulan genel ilkeler doğrultusunda Müslümanların sorunlarıyla ilgileneceğini varsayıyorlardı.

1986'deki Korregidor Katliamı sırasında olayın halk tarafından duyulmasını sağlayanlardan biri de, Benigno "Ninoy" Aquino olmuş ve aynı zamanda Pendatun ve Lokman'la bu mesele üzerinde birlikte çalışmıştı. Aquino, özellikle sürgündeyken, röportaj, konuşma" ve yazılarında hep ülkesini esenliğe ulaştıracak bir proje geliştirmeye çalışıyordu. Bununla, belki yardımcı olamadı ama "Müslüman sorunu"nu dile getirebildi. Temmuz 1980'de kendi kişisel girişimiyle, Misuari'yi Trablusgarp Antlaşması zemininde hükümetle tekrar görüşmelere başlaması için ikna etmek üzere Suriye'ye, Şam'a gitti, ama başaramadı. Mayıs 1981'de, bir kez daha deneyip MNLF'yi ikna edebilmek için bu sefer Cidde'ye gitti. Misuari ve Lokman arasındaki ayrılığın, Müslümanların, hükümet önünde tutarlı bir yapı arzetmesine engel olduğunu farkederek, ikisi arasındaki bir takım anlaşmazlıkları çözmeye çalıştı. Hatta Haşim Selamet'e şekil vermeye çalıştı, ama Selamet'in yapısı buna müsait değildi. Cidde'de Abdulaziz Üniversitesinde, fakülte ve öğrencilerin önünde yaptığı bir konuşmada Aquino, Müslümanlar için ana hatlarıyla bir program çizdi: Trablusgarp Antlaşması'na uygun gerçek bir özerklik, İslami kanun ve eğitimin yürürlüğe girmesi, özerk bölgenin kendi kontrolündeki bir güvenlik gücüne sahip olması, Müslümanlar ve toplumun diğer kesimi arasındaki gelir uçurumunu azaltmak üzere ayrılmış yeterli bir bütçe tahsisatını da içeren 2000 yılma kadar geçerli geniş bir ekonomik program. 1981'in Temmuzunda Suudi Arabistan'a döndü ve -kendisinden, MNLF'nin Filipin hükümetiyle yeniden görüşmelere başlamasını sağlamak için Suudilerin daha fazla çaba harcamasını rica ettiği- Kral Halid'le resmi bir görüşme yaptı. Misuari'nin katılığını bilmesine rağmen, Aquino onun hakkında güzel şeyler söyledi. Aquino'nun 21 Ağustos 1983'te Manila'da öldürülmesinden bir kaç hafta öncesine kadar bu irtibatı sürdürdüler. Bu ilişkiler, müteveffa senatörün kardeşi Agapito "Butz" Aquino tarafından daha sonra yeniden başlatıldı.

Şubat 1986'daki Başkanlık Kampanyası esnasında, Agapito Aquino'nun MNLF'yi ikna edip, Trablusgarp Antlaşması'nda yer alan hükümler ve bir takım başka ayrıcalıklar karşılığında, seçimlerle Müslümanların desteğini kazanmaya çalışmak üzere İspanya'da Misuari'yle görüşmüş olduğu açığa çıktı. Ocak'ın sonunda bunu işiten Marcos, Bayan Aquino'yu Müslümanların Mindanao, Sulu, Tawi-Tawi, Basılan ve Palawan adaları üzerindeki ayrılık taleplerine boyun eğmekle suçladı. Böyle bir suçlamada bulunmakla Marcos, Aquino'dan yana olan oyları etkilemeyi umuyordu. Mindanao'daki bir kampanya konuşmasında, Müslüman bölgelerin birleştirilerek Misuari'nin başkanlığı altında yönetileceğine dair yapmış olduğu eski vaadlerini tekrarlayarak ansızın, bu bölgelerin birleştirildiğini ilan etti. Bayan Aquino, Müslümanların isteklerini ve beklentilerini desteklediğini açıklamakla birlikte, onların ayrılık taleplerine teslim olduğuna dair iddiayı yalanladı. O açıkça, ülkenin toprak bütünlüğü içinde gerçek bir özerklikten yanaydı.

Corazon Aquino başkanlığındaki yeni hükümet, komünistlerin ve Müslümanların yürüttükleri isyan hareketlerine yönelik bir uzlaşma siyaseti deklare etti. Hükümet, MNLP liderlerini ön görüşmelerde bulunmak üzere Manila'ya çağırdı; aynı zamanda, ordu da güven ve iyi niyet ortamının oluşması için tek taraflı bir ateş-kes ilan etti. Daveti önemseyen MNLF-Reformist Grub'un liderleri Malezya'dan geldiler. MNLF-Reformist Grup, bununla beraber tüm MNLF adına konuşamayacağını biliyordu. Misuari, Grub'un MNLF'den ayrı olarak hükümetle görüşme girişimlerinin, Bangsa Moro devrimi için kötü sonuçlar doğuracağı konusunda Müslümanları uyardı. Misuari, bir zamanlar Sulu Sultanlığının merkezi ve ayrıca Bangsa Moro sancağının açıldığı yer olan Maimbung'da esasları Agapito Aquino tarafından belirlenen ve 3 Eylül'de başlayan dört günlük Bangsa Moro Kongresi'ne katıldı. Yaptığı konuşma, MNLF komutanları ve Müslüman nüfusun değişik kesimlerinden gelen sempatizanlar da dahil olmak üzere en az 20.000 kişi tarafından dinlendi. 5 Eylül'de Başkan Aquino, protokolü gözardı ederek, Colo'ya uçup Misuari'yle iki saatlik bir görüşme yaptı. Görüşmelerin tekrar başlaması ve ateşkes üzerinde anlaştılar. OIC'ın himayesi altında yürütülecek gelecekteki görüşmeler için, hükümet ve MNLF'den heyetler oluşturulmasını mümkün kılan ortak bir demeç verdiler. Barış ilanının yanı sıra, görüşmeden teferruat kabilinden başka küçük sonuçlar da elde edildi. Bu arada Haşim Selamet görüşme sırasında orada bulunmamasının, bu anlaşmanın kendisini bağlamadığı anlamına geldiğini beyan etti. Kotabato City'deki bir toplantıda yaklaşık 20.000 kişilik sempatizan ve takipçisinden, OIC'in himayesinde yapılacak gelecek görüşmelerde MILF'nin temsil edilmesini istedi. Keza, MNLF-Reformist Grup da temsil edilmedikleri takdirde görüşmelerin sonuçlarına uymayacaklarını bildirdiler.

Müslümanlarla istişarede bulunma isteğine uygun olarak, sonradan Misuari'nin Mindanao bölgelerini ziyaret etmesine izin verilmesi oldukça önemlidir. Bu ziyaret, bir çok kumandan ve takipçisinin sadakatlerini tazelemesine ve MNLF üyesi olduğunu iddia edenlerin sayıca artmasına yol açtı. Çoğu yerde bir halk kahramanı olarak karşılandı. Savunma Bakanı, Juan Ponce Enrile, Başkan'ın Misuari'yle görüşmesinden hiç memnun olmadı. Bunun sadece Misuari'nin prestijini arttıracağına, ayrıca sempatizan ve silahlı takipçilerinin çoğalmasına hizmet edeceğine inanıyordu. Keza, bu bölgede yaşayan çoğu Hıristiyan da, Misuari'nin burada bulunmasının, yöredeki Hıristiyanlara daha fazla gözdağı vermesinden korkuyorlardı. Her şeye rağmen, Misuari'nin yolculuğu sakin geçti, silahlı askerleri de oldukça disiplinliydi. 15 Ekim 1986'da Anayasa Komisyonu, seçmenlerin 2 Şubat 1987'de onayladığı yeni bir anayasanın kaleme alınması üzerinde anlaşmaya vardı. Komisyon'un kırksekiz üyesinden üçü Müslümandı. Hazırlanan metnin 10. maddesine göre:

15. Fıkra: Müslümanların yaşadığı Mindanao ile ortak ve ayırt edici tarihsel-kültürel mirası, aynı sosyo-ekonomik yapıyı ve Filipinler Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne olduğu kadar milli hakimiyetine ve bu anayasa çerçevesine uygun diğer özellikleri paylaşan coğrafi mıntıkalar, belediyeler, şehirler ve eyaletlerden oluşan Kordilleras'da özerk bölgeler meydana getirilecektir.

19. Fıkra: Bu anayasanın yürürlüğe girmesinden sonra seçilecek ilk Kongre -Meclis ve Senato'nun teşkilinden itibaren onsekiz ay içinde- Müslüman Mindanao ve Kordilleras'daki özerk bölgeler için hazırlanan temel hükümleri tasdik edecektir.

Başkan Aquino ve Misuari'nin 5 Eylül 1986'da yaptıkları görüşmeyle başlayan barış sürecini hızlandırmak için, hükümet bakanlarından Aquilino Pimentel Jr., Filipin Sosyalist Demokratik Partisi [PDSP]'nden Nurberto Gonzales ve Agapifco Aquino'dan oluşan bir hükümet heyeti, Misuari'yle görüşmek için Cidde'ye uçtu. 3 Ocak 1987'de OIC'in karargahında, genel sekreter Seyyid Şerifüddin Pirzade'nin de tanık olduğu görüşmeden sonra, hükümet ve MNLF heyetlerinin yayınladığı ortak bildiri, her iki tarafın da demokratik sürece bağlı olarak Mindanao, Basilan, Sulu, Tawi-Tawi ve Palawan'a tam bir özerklik verilmesi yönünde yapılan teklif üzerindeki müzakerelerin devamı hususunda mutabık olduğunu ortaya koydu. Örgütünün Müslüman Mindanao halkı ile önceden istişarelerde bulunabilmesini sağlamak İçin MNLF heyeti ayrıca, Başkan'ın Mindanao halkına özerklik verilmesini öngören Anayasa'yla ilgili maddeleri askıya alan bir kararname yayınlamasını teklif etti: 4 Ocak'da yayınlanan başka bir ortak bildiri, tam özerklik için verilen teklifin yöntemi ve detayları üzerinde tartışmak ve bir taslak hazırlamak üzere her bir heyetten üçer kişinin katıldığı ortak bir komisyon oluşturulmasını temin etti. Manila'da 9 Şubat'ta bir görüşme yapmayı programına alan Ortak Komisyon, bu çalışmasının 90 gün içinde tamamlanacağını umuyordu. Gözlemciler bu sefer, "Cidde Mutabakatı "nın, nihai barış için gerekli sonuçları doğurmakta olduğu konusunda iyimserdiler.

Bununla birlikte, 14 Ocak'ta Başkan Aquino hem anayasa açısından, hem de pratiğe ilişkin sorunlar yüzünden, Mindanao'ya özerklik verilmesi yönündeki anayasa hazırlıklarını askıya alma gücüne sahip olmadığını ifade etti. Üstelik, böyle bir askıya alma işleminin diğer gruplar için bir teamül oluşturacağını söyledi. Anayasa 2 Şubat'ta halkın ezici çoğunluğu tarafından onaylandı.

Hükümet ve Habib Haşim'in başkanlık ettiği MNLF heyetleri 9 Şubat'ta Manila'da görüştüler, iki heyet, MNLF'nin Mindanao, Basılan, Sulu, Palawan ve Tawi-Tawi adalarına özerklik yerilmesi için tekliflerini sunduğu Zamboanga'da tekrar buluştu. Adı geçen adalar Bansamoro Özerk Bölgesi adı altında ortak bir yapıya kavuşturulacaktı. Bu bölgedeki Filipinler Silahlı Kuvvetleri [AFP]'nin yüzde seksenbeşini MNLF'nin Bangsa Moro Silahlı Kuvvetleri'nin oluşturması teklif edildi. Bu özerk hükümetin, vergi toplamada olduğu gibi hukuka ve eğitime ilişkin yetkileri de elinde bulundurması sağlandı. Özerk hükümet hem kendi kaynakları üzerinde araştırma, işletme ve kullanma hem de Müslüman birey, teşkilat ve hükümetlerle görüşmelerde bulunma ve onlardan yardım alma konusunda tam yetki sahibi olacaktı. MNLF'nin teklifi, 1992'de yapılacak ulusal seçimlere denk düşmesi planlanan kendi millet meclisi seçimleriyle birlikte hükümetinin yasama ve yürütme organlarının detaylarını da içeriyordu. Bu arada bir başbakan ve bölgedeki Müslüman, Hıristiyan ve diğer kültürel toplulukları temsil etmek üzere -hepsini MNLF'nin önerdiği- üç bakan tarafından yönetilen bir geçici hükümet kurulacaktı.

Görüşmelerin üçüncü raundu 10 Mart'ta yapıldı. Hükümet heyetinin başkanlığını, sabık başbakan yardıma ve bir zamanların dışişleri sekreteri, Filipin'in Amerika büyükelçisi Emmanuel Pelaez yürütüyordu. Pimentel ve Agapito Aquino, 11 Mayıs'ta yapılacak seçimler için Senato adayı olduklarından heyette yer almadılar. Bununla beraber, danışman olarak yardım etmeyi kabul ettiler. Pelaez'in açılış cümleleri Müslümanlar tarafından olumlu karşılandı. Pelaez, Hıristiyan Filipinlilerin geçmişte İslam'a karşı sürdürdükleri olumsuz tutumlarının düzeltilmesi gerektiğinden söz etti. Ayrıca, bu görüşmeleri hasımlar arasında yapılmakta olan bir müzakere olarak değil, barış ve tüm toplulukların esenliği için ortaklaşa bir çaba olarak görmek istediğini vurguladı. Fakat müteakip görüşmeler, kısmen, hükümetin özerk olması teklif edilen bölgenin değişik kesimlerinin temsilcilerinden mürekkep bir "Bölgesel Danışma Komisyonu" oluşturulması üzerindeki ısrarı yüzünden, birden kesilmeye yüz tuttu. Ayrıca, Özerklik konusundaki anayasa maddelerinin yorumlanmasında da anlaşmazlıklar vardı. Bununla beraber, ortak bir sekreterlik oluşturulması ve çatışmalara ara verilmesini gözleme yönündeki ayrıntılarda hatırı sayılır bir mutabakat sağlandı. Görüşmeler 24 Mart'ta yeniden başladı ve kördüğüm halini alarak sonuçlanmasıyla birlikte her iki heyet arasındaki ihtilaflar iyice belirginleşti. Pelaez, MNLF'nin yerel görevlilerin atanmasına ilişkin şartları, doğal kaynakların kontrolü konusundaki teklifleri ve Başkan Aquino"nun Misuari'yi Başbakan olarak ataması yönündeki isteğine dikkat çekerek, aslında onun taleplerinin zımnen ayrılık'ı [secession] hedeflediğini ileri sürdü. Belki de Pelaez MNLF'nin 20 Şubat tekliflerine gönderme yapıyordu. Basındaki haberlere göre Pelaez, MNLF'nin ileri sürdüğü tekliflerin Misuari'yi resmen bir "diktatör" yapmaya yönelik olduğunu söyleyerek eleştirdi. Yine de sürekli bir anlaşma olmaksızın süren gayri resmi görüşmeler, başlangıç tarihi olan 9 Şubat 1987'den doksan gün sonra, 9 Mayıs'ta nihayet iyice koptu.

Görüşmelerin kesilmesiyle ilgili değişik sebepler gösterilebilir. Bunlardan biri, "Cidde Mutabakatı"nın, özerk bölgeye, Basilan, Mindanao, Palawan, Sulu ve Tawi-Tawi'den oluşan beş adanın da dahil edilmesine delalet ettiğini ve Ortak Komisyon'un yapması gereken şeyin sadece, özerklik için yöntem ve detaylar konusunda taslak hazırlamak olduğunu ileri sürmesine neden olan MNLF'nin farklı yorumu olabilir. Fakat Pelaez başkanlığındaki heyet, hükümetin bu noktada geri adım atmadığını, ancak, eyalet ve adaların sayısının hala tartışma konusu olduğunu ifade etti. Ayrıca, Cidde Mutabakatında "demokratik yöntem"in söz konusu edilmesinden, her iki heyetin anlaşmaya vardığı tüm konuların, anayasa usulüne uygun olarak, ilgili bölgelerin halka tarafından da onaylanması gerektiği şeklinde bir anlam çıkarıyordu. MNLF ise bunun halkla istişareleri bizzat kendisinin yürüteceği anlamına geldiğini savunuyordu.

Hükümetin halkın onayında ısrar etmesi üzerine MNLF, Trablusgarp Antlaşması'nda belirtilen 13 eyaletin hariç tutulması ve sadece geri kalan 10 eyalet için halkın onayına başvurulmasını önerdi. Sonuç olarak, MNLF, özerklik üzerindeki iddiasını yirmi üç eyaletten on üçe indirdi ve uluslararası sonuca sahip bir antlaşma sayılan Trablusgarp Antlaşması'na sığındı. Hükümet buna itiraz ederek, Özerklik meselesinin tamamen bir iç sorun olduğunu, dahası, Trablusgarp Antlaşması'nın maddelerinden hangisi nihai karara bağlanırsa bağlansın yine de anayasal ve demokratik süreçlerden geçmesi gereken kanunun sadece bir kısmını oluşturmak zorunda olduğunu deklare etti.

Devrimci bir örgüt olma iddiasındaki MNLF bu yasal ve teknik şartlan, barış sürecinin önünde engel ve hükümetin samimiyetsizliğinin göstergesi olarak addetti. Hükümetin taktikleri, 1987'de 13 asli eyaleti 10'a düşüren Marcos'unkilere benzer görünüyordu.

MNLF, Başkan Aquino tarafından yayımlanacak bir kararnamenin, Özerk bölgenin ortaya çıkması için yeterli olduğuna inanıyordu. Hatta bunun 1987'de gerçekleşen "Cidde Mutabakatı"nın bir parçası olduğunda ısrar ediyordu. Umdukları karar çıkmayınca, MNLF Filipin hükümeti tarafından kandırıldığım hissetti. Olaylar gösterdi ki, Başkan, özerklik üzerine bir yasa tasarısı hazırlayacak olan Kongre'ye yardım etmek üzere Bölgesel Danışma Komisyonu oluşturulmasına Şubat'taki görüşmelerden bile önce karar vermişti. Bayan Aquino MILF ve MNLF-Reformist Grub'un görüşmelerde yer almadığının farkındaydı ve muhtemelen Katolik Kilisesi'ne bağlı değişik kesimler ve ekonomik grupların da baskısı altındaydı.

Her ne kadar MNLF müzakerelerin kesilmesinden hükümeti sorumlu tutarak suçlasa da, MNLF üyeleri ve hükümet heyeti arasındaki gayri resmi ilişkiler, görüşmelerin kesilmesine rağmen sürdürüldü.

MNLF, müzakerelerin yeniden başlaması talebinin hükümetten gelmesi ve müteakip görüşmenin OIC'in himayesi altında Cidde'de yapılması gerektiğini ileri sürdü. Halbuki hükümet heyeti, Filipinler'in iç meselesi sayılan bir soruna OIC'in doğrudan karışmasını hoş karşılamıyordu.

Müzakerelerin kesilmesinden bir hafta sonra Pelaez, muhtemelen tavsiyelerde bulunmak için, özellikle Malezya olmak üzere, bazı Asya ülkelerini ziyaret etti. On üç eyaletin tek bölge olarak özerkliğini sağlayan Trablusgarp Antlaşmasını OIC'in hala desteklediğini teyid eden OIC'in Genel Sekreteri Seyyid Pirzade ile Singapur'da görüşebildi. Vicente Jayme (Kabine'den bir bakan), Michael Mastura (yeni seçilmiş bir milletvekili) ve Norberto Gonzales'den oluşan bir hükümet heyeti Başkan Aquino'nun Trablusgarp Antlaşması'nda yer alan Filipin'in durumunu açıklığa kavuşturan kişisel bir mesajını Pirzade'ye iletmek üzere 22 Haziran'da Cidde'ye gitti. Jayme, Nisan 1977'de yapılan referandumda özerklik verilmesi istenen eyaletlerden üçünün mezkur özerk bölgenin bir parçası olmayı kabul etmediğinden dem vurarak niçin Başkan'ın on üç eyalete birden özerklik veren kararnameyi hemencecik imzalayamadığını, Pirzade'ye izah etti. Basında yer alan haberlere göre, Pirzade Jayme'ye, Trablusgarp Antlaşması'na uymamakla Başkan'ın makul davranmadığını bildirdi. Jayme ve diğer heyet üyeleri Misuari'yle uzun bir görüşme yapmayı başardılar ve daha sonra yaptıkları yorumda Misuari'nin hükümet yetkilileriyle diyalog kanallarını kapatmamış olduğunu belirttiler. Yeni seçilen Kongre 27 Temmuz'da resmen toplandı. Ülke geneline hitaben yaptığı konuşmada Başkan Aquino şöyle dedi: "Biz gerçek özerkliği tesis etmeye ve böylece Müslüman kardeşlerimizi bizden uzaklaştıran sorunları Cumhuriyet'in onuru ve bütünlüğüne uygun bir tarzda tamamen ortadan kaldırmaya kararlıyız." Başkan herhangi bir bölgenin özerk olması için kararname yayımlama yetkisinden feragat ediyordu; özerklik meselesiyle artık Kongre sorumluydu. Cidde'ye dönüşünde Misuari, çoğu Filipinli'nin Marcos rejimi sırasında diktatörlüğe karşı Müslümanların sürdürdüğü mücadeleye nasıl hayran kaldığını ve Marcos karşıtı bir çok liderin kendisiyle irtibat kurmak için nasıl çaba harcamış olduğunu gündeme getirerek rejimi kıyasıya eleştirdi. Şimdi ise, iktidarda bulunan bu liderler Müslümanların isteklerini gözardı etmeye başlamışlardı. Misuari ayrıca hükümeti barışa yanaşmamak ve bilakis savaşa sebebiyet vermekle suçladı. Taktik sebepler yüzünden MNLF'nin hükümete karşı mücadele veren diğer güçlere katılmak zorunda kalabileceğini ima etti. Bu sert ifadeye ek olarak Filipinler Silahlı Kuvvetleri, MNLF'nin çatışmaları başlatması durumunda büyük çaplı bir saldırıya geçmeye hazır olduğunun bilinmesini istedi. Askeri istihbarata göre, 1987'nin ortalarında MNLF'nin (19695'i Batı Mindanao, 110'u Kuzey Mindanao, 1.950'si Güney Mindanao ve 8.850'si Merkezî Mindanao'da olmak üzere) yaklaşık 30.605 savaşçısı vardı; fakat bunlardan sadece üçte biri yeterli silah donanımına sahipti. Yine aynı kaynağa göre, ordu tarafından saldırıya uğraması veya Selamet ile Misuari arasında bir anlaşmaya varılması durumunda MİLF'nin, MNLF'ye katılacak 10.600 savaşçısı vardı.8 MNLF ve askeri makamlar tarafından yeniden başlaması muhtemel büyük çaplı çatışmalardan bahsedilmesi özellikle 1987 Ocak'ında gerçekleşen Cidde Mutabakatı'na önayak olmuş senatörler olmak üzere bir çok hükümet yetkilisini telaşa düşürdü. Bilhassa Pelaez MüslümanHıristiyan ihtilafı ortadan kaldırılıp birlik sağlanmaksızın hiç bir Müslüman özerkliğin hayatiyet kazanamayacağına ve bu yüzden ülkedeki tüm Hıristiyanların "Müslümanları daha iyi anlamaları"nın önemine dikkat çekti. Bu beyanatı yaptığı sırada Pelaez büyükelçi olarak ABD'ye dönmeye hazırlanıyordu.

Tahmin edileceği gibi tüm muhalif taraflar çatışmadan dolayı yorgun düşmüş ve özellikle Müslümanlar olmak üzere, Mindanao ve Sulu halkı barış istiyordu. Ülke tamamen ağır bir dış borç altına girmişti. Komünistlerin yürüttüğü isyan, ordudaki sağcı unsurlardan gelen tehlike, Marcos'a sadık kişilerin yeni rejimin istikrarını bozmaya çalışmasından doğan tehdit ve hatta ayrılıkçı bir Hıristiyan akımıyla yüz yüze kalınmıştı. Güney'de taciz edici bir askeri gücün mevcudiyeti, muhtemelen Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki ihtilafın daha da kutuplaşmasına yol açmıştı.

Başkan Aquino, Bölgesel Danışma Komisyonu'na 40 üye atamaya hazır ve bazı Müslümanların, MNLF üyesi olup olmadıkları şüphelide olsa, oraya atanacağını tahmin etmek mümkün. Bu tür detayların Başkan'ı yıldırmayacağına inanılıyor. MNLF katılsın veya katılmasın o kendi planlarını sürdürecek. Komisyon, iki bölgeye ait on eyalet yerine on üç eyalet için özerklik kararma ulaşabilirse, Mart'taki müzakereler sırasında kabul edilmeyen MNLF talebini yerine getirdiği gibi OIC'i de memnun edecek. Ancak, Başkan yine de Parlamento'nun onayından geçirmek için prestij ve popülaritesini kullanmak zorunda kalacak.

Bölgede yerleşen Filipinler Ordusu ve dahili güvenlik güçlerinin doğası ve kompozisyonu yaşamsal öneme sahip. Hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar orduyu bir işgal ordusu gibi görmeye başladılar. Müslümanlar hiç bir şekilde, Hıristiyanların kontrolündeki bir ordunun insafına terk edilmeyi kabul edemezler. MNLF'nin polis ve silahlı kuvvetlerin yüzde 85'ini oluşturma talebi, sömürgeci güçlere karşı yaşanan tarihsel deneyime ve ordunun, Hıristiyan politikacıların kontrolündeki Ilaga ve diğer benzeri Hıristiyan silahlı çetelerinin gerçekleştirdikleri eylemlerde oynadığı role açık bir tepkidir.

MNLF'nin diğer üç eyalet üzerindeki talebi, o bölgelerin -Müslümanlar şu anda azınlık bile olsa- Önceleri sultanlıkların bir parçası olduğunu ve buralardaki Müslüman nüfusun düşmesinin, geçmişte hükümetin yürüttüğü kasıtlı siyasetin sonucu olduğunu ileri süren haklı bir tarihsel iddiaya dayanıyor.

Geçmişte yer alan bu haksızlığı hükümetin gidermek zorunda olduğuna inanıyor MNLF. Dahası, aksi takdirde evlerine ve çiftliklerine dönemeyecek olan bir çok mültecinin de geri döneceğini umuyor. Aslında bu Müslüman mülteciler problemi baş ağrıtıcı bir sorun; fakat geçmiş rejim bunu çözmek için fazla bir şey yapmadı. Binlerce Müslüman aile yasa dışı bir şekilde Hıristiyanlar tarafından işgal edilen önceki çiftliklerine hala dönemedi. Bu Hıristiyanlara Mindanao'nun diğer bölgelerinde, örneğin hala kullanılabilir topraklara sahip ve adı geçen on üç eyaletin dışında kalan Mindanao'nun doğu taraflarında toprak temin edilebilir. Sabah'daki 200.000'i aşkın Sululu mültecinin en azından 50.000'i Sulu ve Tawi-Tawi'ye tekrar geri dönmesini sağlayacak bir hükümet planı için tam zamanı. Fakat şu da belirtilmeli ki, en ciddi sorunlar Kotabato ve Lanao bölgelerinde.

Özerk bölgenin, Müslüman kaynaklan zorlayıp onlardan doğrudan yardım almaya hakkı olması gerektiği yolundaki MNLF talebi, dış yardımların ülkenin diğer kesimlerine kaydırılabilmesi korkusunun bir göstergesi. Müslümanların yaşadığı eyaletlerde yıllardır Manilalı kapitalistlere ekonomik ayrıcalıklar tanınmakta.

Nihayette, Müslüman Güney'in huzura kavuşması, aslen hükümetin inisiyatifindeki bir iş. Müslümanlar kendilerinin oluşturmadığı kurumlarca zulme uğratılamaz artık. Sonuç olarak, hükümet, yapıp ettikleri temel alınarak mahkum edilecek ve desteklenecektir. Barış ümidi hala mevcud ve gereksiz ertelemelerle israf edilirse herkes için bir trajedi olacağı da açık.

Çev.: M. Süreyya ER

Kısaltmalar:

CNI: Milli Entegrasyon Komisyonu [Comission of National Integratism]

MNLF: Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi [Moro National Liberation Front]

MIM: Müslüman Bağımsızlık Hareketi [Müslim Independence Movement]

OIC: İslam Konferansı Teşkilatı [Organisation of İslamic Conference)

BMA: Bangsa Moro Ordusu [Bangsa Moro Army]

BMLO: Bangsa Moro Kurtuluş Örgütü [Bangsa Moro Liberation Organisation]

MUSAPHIL: Filipin Müslüman Cemiyeti [Müslim Association of the Philippines]

MILF: Moro İslami Kurtuluş Cephesi [Moro Islamic Liberation Front]

CPP: Filipinler Komünist Partisi [Communist Party of Philippines]

NPA: Yeni Halk Ordusu [New People's Army]

NDF: Ulusal Demokratik Cephe [National Democratic Front]

PDSP: Filipin Demokratik Sosyalist Partisi [Philippines Democratic Socialist Party]

Dipnotlar:

1- Şu anda Filipinlerde Müslüman nüfus 4,5 ve 5,5 milyon arasında veya 55 milyonluk toplam ülke nüfusunun en az %9'u kadardır. 12 etnik grup Müslüman topluluğu oluşturmaktadır. Başlıcaları Maguindanao, Maranao (Iranunlar'la yakın akrabalıkları vardır), Tausugs ve Samallar'dir.

2- Jesuit Pablo Pasleîls tarafından Müslümanların askeri açıdan pasifizasyonu ve din değiştirmeleri yönünde hazırlanan bu plan şu eserde ek olarak yer almıştır: Cartas de los PP. de la compania de Jesus de la mision de las Filipinas, Cuaderno IX, Manila, 1891.

3- 21 Kasım 1899'da, Beyaz Saray'da Amerikan Başkanı tarafından bir grup Protestan din adamına yapılan konuşma.

4- Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi 68 Müslümanın bir çırpıda idam edildiğini iddia etmektedir. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ise on bir idamdan söz etmektedirler. Fakat bu rakam yalnızca bir mangaya ilişkin olsa gerektir. Kanıtlar farklı zamanlarda çeşitli mangaların idam edildiğini göstermektedir. 1986 Eylülü'nde katliam kurbanları için adalet talebinde bulunan partiler ve kurbanların yakınlarının girişimi üzerine Başbakanlık insan Hakları Komitesi konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Kısa bir zaman sonra Dışişleri Bakanlığı Komiteyi soruşturmayı 'kapalı kapılar ardında' yapması ve bulgularını kamuoyuna açıklamaması için uyarmıştır. Açıktır ki, Bakanlık Malezya ile Sabah meselesinin gün yüzüne çıkmasından kaçınmaktadır.

5- On üç eyalet şunlardır: Sulu, Tawi-Tawi, Basılan, Zamboanga dol Norte, Zamboanga del Sur, Lanao del Norte, Lanao del Sur, Kuzey Kotabato, Güney Kotabato, Maguindanao, Lanao ve Sulu aslında tek eyalettiler. Marcos rejimi sırasında Kotabato; Güney Kotabato, Kuzey Kotabato, Maguindanao ve Sultan Kadarat, şeklinde bölündü. Lanao; Lanao de] Norte ve Lanao del Sur şeklinde bölündü. Tawi-Tawi de Sulu'dan yeni bir eyalet olarak ayrıldı.

6- Bangsa Moro İslami Kurtuluş Örgütü [Eangsa Moro İslamic Liberation Organisation, (BMILO)] kastedilmektedir.

7- Kordilicras en az 1 milyon dağlı kabile üyesinin yaşadığı Luzon adasındaki beş eyalet bölgesinin adıdır. 15 Temmuz/da Başkan Aquino bir kararnameyle bu bölgeye bir tür özerklik tanımıştır. Asıl özerkliğin Kongre'nin oluşumundan sonra gerçekleşeceği düşünülmekteydi.

8- Daha önce, 19 Mayıs 1986'da Savunma Bakanlığı MNLF tehdidini küçük göstermek gayretiyle, Misuari'nin grubunun 8.100, MNLF'nin 1.300 ve MNLF-Reformist Grub'un 1.000 savaşçısı olduğunu açıklamıştı. Bu rakamlar çok düşüktür. Muhtemelen 1986'nın son aylarında Misuari'nin Müslüman bölgelere yaptığı ziyaretler, bir çok eski kumandan ve savaşçısının MNLF'ye bağlılığını tazelemesine yol açmıştır. Misuari'nin 200.000 taraftarı olduğu şeklindeki iddiası ise müşküldür, şöyle ki, bu rakamın ne kadarının silahlı taraftarlarına delalet ettiğini belirtmemiştir.