Fatiha Suresi’nin Kur’an’la Tefsiri

Bülent Şahin Erdeğer

1/1 "Rahman ve Rahim Allah'ın İsmiyle"

Mushaf, rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla başlarken ilk inen ayeti de tefsir etmiş olur: "Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır! İnsanı, alakadan yarattı. Oku! Rabbin ekremdir/en büyük cömertliğin sahibidir. Kalem yoluyla öğretir. İnsana bilmediklerini öğretti. " (Alaq 96/1-5) Yukarıda zikredilen özelliklerinden dolayı sadece Allah'ın adıyla başlamalıyız fiillerimize. Diyalog ve yazışmalarımızda bize örneklik teşkil edecek şekilde Resulullah Süleyman da mektubuna besmeleyle başlamıştır. "Süleyman'dan bir mektup. Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla başlıyor." (Neml 27/30) Rabbimiz Kur'an'ı anlamak için yapacağımız okumalarda da şeytandan Allah'a sığınmamızı emretmiştir. Bu da besmelenin tamamlayıcı öğesidir: "Kur'an'ı okuduğun zaman, o kovulup taşlanmış şeytandan Allah'a sığın!" (Nahl 16/98) Bu Kur'ani rehberlik, "Euzu-Besmele" adlandırmasıyla geleneğimizde iyi bir örf olarak yaşanagelmiştir. Ayrıca aşağıdaki ayette de ibadetlere başlarken Allah'ın adının anılması gerektiğini yani o işin Allah için yapıldığının dile getirilmesi gerektiğini öğreniyoruz: "... Kendilerine rızk olarak verdiği kurbanlık hayvanların üstüne Allah'ın ismini ansınlar. Sizin ilahınız bir tek ilahtır; o halde yalnız O'na teslim olun..." (Hacc 22/34)

Yukarıdaki ayetle besmelenin ameli bir teslimiyetin sonuç cümlesi olduğunu kavrıyoruz.

1/2 "Hamd, Alemlerin Rabbine Mahsustur."

"Rabb"; efendi, terbiye edici."Hamd; göklerin rabbi, yerin rabbi, alemlerin rabbi olan Allah'adır!" (Casiye 45/36) Rabbimiz yani efendimiz olan Allah, bizlere rabliğinin (efendiliğinin) özelliklerini Kur'an'ın birçok yerinde anlatmaktadır. Yönelmemiz gereken tek efendi O'dur, ondan başka vekil yoktur: "Rabbinin ismini an ve tüm gönlünle O'na yönel. Doğunun ve batının rabbidir O. İlah yoktur O'ndan başka. O'nu vekil et. " (Müzzemmil 73/8-9) Efendimiz bizi doyurur ve güven verir: "Öyleyse kendilerini açken doyuran ve korku içindeyken güven veren bu Kabe'nin Rabbine kulluk etsinler. " (Kureyş 106/3-4) Rabb yani kainatın tek efendisini yine efendimizin kendisi bize tanıtmaktadır: "Allah'tan başka ilah yok. Hayydır O/sürekli diridir; kayyumdur O/kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme, ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nundur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiçbir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliyydir O/yüceliği sınırsızdır; azimdir O/büyüklüğü sınırsızdır." (Baqara 2/255)

"... (Musa) Dedi ki: Bizim Rabbimiz, her şeye yaradılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir."(Ta-ha 20/49-50) "Dedi ki: Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. Eğer kesin bilgiyle inanıyorsanız." (Şuara 26/23-24)

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken, inkar edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar." (En'am 6/1) "De ki: "Beni, dosdoğru yola Rabbim iletmiştir. Güçlü, pürüzsüz bir dine, hanif olan İbrahim'in dinine. Müşriklerden değildi o. De ki: "Benim namazım, ibadetlerim/kurbanlarım, hayatım, ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir." (En'am 6/161-162)

Allah aynı zamanda övendir yani hamd ederek yaşamını takvayla geçiren kulunun karşılığını onu överek verir: "Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız Allah'ındır. Hem sizden önce kitap verilenlere hem de size, "Allah'tan korkun" diye önerdik. Nankörlüğe saparsanız şu bir gerçek ki, göklerdekiler de yerdekiler de Allah'ındır. Allah ganidir/zenginliğine sınır yoktur; hamidir/övülen ve övendir. Hem göklerdekiler, hem yerdekiler Allah içindir. Vekil olarak Allah yeter. Ey insanlar! O dilerse sizi ortadan kaldırır, başkalarını getirir. Allah buna gerçekten kadirdir. " (Nisa 4/131-133)

Allah'ı gerçekten hamd edilmeye layık tek varlık olduğu için yüceltmeliyiz. Biz yağ çekmiyoruz, sadece zaten var olan bir azametin tespitini yaparak haksızlık yapmama sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Çünkü: "Öyle Allah ki O, ilah yok O'ndan gayrı. Melik, kuddus, selam, mümin, müheymin, aziz, cebbar, mütekebbir. Allah, onların ortak koşmalarından yücedir, arınmıştır. O, yaratan, var eden ve biçim veren Allah'tır. Tüm güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa O'nu yüceltir. O Üstündür, Bilgedir. " (Haşr 59/23-24)

Rabbimiz, bazı hayat tecrübeleriyle hamd görevimizi yerine getirip getirmediğimizi sınar: "Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm. Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: "Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim ganidir, cömerttir." (Neml 27/40) Dünya nimetlerini, sanatsal etkinliklerimizi vb. diğer mutluluk için yaptığımız çabaları Allah'a hamd merkezli bir eylem olarak yapmalıyız: "Onlar Süleyman için, mihraplardan/kalelerden, heykellerden, havuzlar gibi çanaklardan, yerinden kaldırılamaz kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi, şükür olarak iş yapın. Kullarım içinden şükredenler o kadar az ki!..." (Sebe 34/13)

Peki neden? Çünkü: "Allah sizi annelerinizin karınlarından çıkardı, hiçbir şey bilmiyordunuz; şükredebilesiniz diye size işitme gücü, gözler ve gönüller verdi." (Nahl 16/78) "Rabbinizin şunu duyurduğunu da hatırda tutun: Eğer şükrederseniz, ben de sizin için mutlaka artıracağım. Ve eğer nankörlük ederseniz hiç kuşkusuz benim azabım çok çok şiddetlidir." (İbrahim 14/7) Allah'a hamd etmek ona yaratımından dolayı teşekkür etmek salih amel işlemektir. Fiili "hamd"ını yapan bir kula Allah da karşılığını verir: "İnanır şükrederseniz, Allah sizi neden cezalandırsın ki? Allah da şükrün karşılığını verir, O her şeyi gereğince bilir." (Nisa 4/147) Tüm doğal düzen Allah'ın koyduğu yasalarla işler. İradeli bir varlık olan insan da doğal düzenle uyumlu bir ahenge kapıldığında kulluğunu yerine getirmiş olur: "Gök gürültüsü O'nu hamd ile tespih eder; melekler de O'ndan ürpererek... Yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Allah, tuzak kuranların hilelerini başlarına geçirmede çok güçlü olduğu halde, onlar O'na karşı mücadele edip duruyorlar." (Rad 13/13) "Yedi gök, ve onların içindekiler O'nu yücelterek anarlar. Hiç bir şey yoktur ki O'nu överek ve yücelterek anmasın; ama siz onların anışlarını anlamazsınız. O şefkatlidir, bağışlayandır." (İsra 17/44)

İnsan, iradesiyle bu doğal hamd ahengine katılmazsa elbette bu düzen onu zaman içinde kendi içine alacaktır. (Hastalık, yaşlılık, ölüm örnek verilebilir.) Önemli olan iradenin seçimi olarak hamd etmektir: "İsterseniz gönlünüzde büyüyen herhangi bir yaratık olun. Diyecekler ki: "Peki bizi yeniden kim yaratacak?" De ki: "Sizi ilk kez yaratan kimse, o." Bunun üzerine başlarını sana doğru alaylı bir biçimde sallayarak şöyle konuşacaklar: "Ne zaman o?" De ki: "Çok yakın olabilir!" Sizi çağıracağı gün onu hamd ederek çağrısına derhal uyacaksınız. Ve sadece az bir süre kaldığınızı düşüneceksiniz." (İsra 17/51-52)

el-Mizan Tefsiri müellifi Allame Tabatabai, Kur'an'ı Kur'an'la tefsir ederken hamd konusunda şöyle demektedir: "Yüce Allah Hz. Nuh'a (a) hitaben şöyle buyuruyor: "De ki: Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamd olsun." (Mü'minûn, 23/28) Yine bir ayette İbrahim Peygamberin (a) diliyle şöyle buyuruyor: "İhtiyarlık çağımda bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamd olsun." (İbrâhîm, 14/39)Yüce Allah bazı yerlerde Peygamber efendimiz Hz. Muhammed'e (s) şöyle hitap eder: "De ki: Allah'a hamd olsun." (Neml, 27/93) Bir ayette de Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın diliyle şöyle buyuruyor: "Dediler ki: Allah'a hamd olsun." (Neml, 27/15) Bir de cennet ehlinin O'na yönelik övgülerini aktarmıştır. Çünkü onlar da göğüslerdeki kin ve kıskançlıktan, boş ve günah sözden arındırılmışlardır: "Dualarının sonu, 'Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.' sözleridir." (Yûnus, 10/10) Bunun dışında yüce Allah, yaratıklarının büyük çoğunluğunun ve hatta tümünün kendisine yönelik övgülerini birçok ayette dile getirmiştir; meselâ, "Melekler Rabblerini hamd ile tespih ederler." (Şûrâ, 42/5) veya "O'nu övgüyle tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur." (İsrâ, 17/44) buyurmuştur; ancak ne var ki, yüce Allah bütün bunlarda kendisine yönelik övgülerini tesbih (tenzih etme) ile birlikte zikrediyor. Hatta asıl olarak tesbihi naklediyor, bunun yanında da övgüleri aktarıyor. Bunun nedeni şudur: Yüce Allah'tan başkası, O'nun fiillerinin güzelliğini ve kemalini kuşatamaz. Aynı şekilde yüce Allah'ın fiillerinin güzelliğinin kaynağı olan sıfatlarının ve isimlerinin güzelliğini de tam anlamıyla O'ndan başka kimse kavrayamaz. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Onlar bilgice O'nu kuşatamazlar." (Tâhâ, 20/110) Kullar O'nu neyle nitelendirirlerse, O'nu onunla kuşatmış olurlar. Bu nitelik onların kavrayışlarının kapasitesiyle sınırlanmış, algılayışları oranında belirlenmiş olur. Dolayısıyla O'nu, düşünceleriyle neden oldukları sınırlandırma ve değerlendirmeden tenzih etmedikleri sürece, O'nu bu nitelendirmeden dolayı tesbih etmedikleri sürece, O'na yönelik övgüleri hedefine ulaşamaz, doğruluk niteliğini kazanamaz. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Hiç kuşkusuz Allah bilir, siz ise bilmezsiniz." (Nahl, 16/74)

"Alemler" ifadesiyle insanlar ve cinler âleminin, topluluğunun kastedildiği sonucu ortaya çıkar. Bu kavramın Kur'ân-ı Kerim'in birçok ayetinde belirgin biçimde bu anlamı ile kullanılmış olması da bizim bu yaklaşımımızı pekiştirmektedir: "Seni âlemlerin kadınlarına üstün kıldı." (Âl-i İmrân, 3/42) "Âlemlere uyarıcı olsun diye..." (Furkan, 25/1) "Siz, sizden önce âlemlerde hiç kimsenin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?" (A'râf, 7/80)

1/3- "O; Rahmandır, Rahimdir":

Allah'ın rahmanlığının, azabının dengesi olduğunu öğreniyoruz Kur'an'dan. Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Allah'ın azabının şiddetli olduğunu ve Allah'ın bağışlayan, merhamet eden olduğunu bilin." (Maide 5/98) Allah'a 'rahman' diye de yakarabiliriz diğer isimleriyle de yakarabiliriz: "De ki: İster Allah diye yakarın, ister Rahman diye yakarın. Hangisiyle yakarırsanız yakarın, en güzel isimler O'nundur. Namazında sesini yükseltme, kısma da. İkisi ortası bir yol tut." (İsra 17/110)

"Hamd alemlerin rabbi içindir." dedikten sonra zihinde şu soru oluşur: Peki kimdir O? Surenin 3. ayetinde Rabbimiz kendisini bize tanıtıyor ve "Ben rahman ve rahim olanım." diyor. Çünkü: Rabbimiz rahmeti, merhamet etmeyi kendi üzerine yazmıştır, farz kılmıştır: "(Onlara) göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi zatına yazdı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya işte onlar inanmazlar." (En'am 6/12) Tevbeleri kabulü de rahman ve rahimliğinin gereğidir: "Ayetlerimize inananlar sana gelince, "Size selam olsun. Rabbiniz merhametli davranmayı prensip edindi. Bunun için, her kim bilmeyerek işlediği bir kötülükten sonra tevbe ederek kendini düzeltirse, bilsin ki O bağışlayandır, rahimdir." (En'am 6/54) Rahman ve rahim olan Rabbimizin rahmetinden ümidi kesmek ancak sapıklıktır: "(İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?" (Hicr 15/56) Neden sapıklıktır? Çünkü rahmetten ümit kesmek aşağıdaki ayeti layıkıyla kavramamaktan dolayıdır: "Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekatı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım." (Ar'af 7/156)

Peki bu rahmetten nasıl yararlanacağız? Bu soruya da Kur'an cevap verir: "Sana bu kitabı indirdik ki, anlaşmazlığa düştükleri konuları kendilerine bildiresin. Bu kitap, inanan bir topluluk için bir yol göstericidir, bir rahmettir." (Nahl 16/64) Allah'ın rahmetinin bizzat kendisi olan Kur'an'a uyulup, Kur'an hayat rehberi yapıldığında Allah'ın rahmetine kavuşabiliriz. Rahmet rehberine tabi olanlar da birbirlerin karşı rahmet gösterirler: "Muhammed, Allah'ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkarcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rüku eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar. Görünüşlerine gelince, yüzlerinde secde eseri/izi vardır..." (Fetih 48/29)

1/4 "Din Gününün Egemenidir":

"Yevmu'd-din": Din günü, hayat tarzlarının öte hayattaki karşılık günüdür: "Dinin günü" Nedir? Rabbimiz din olarak teslimiyeti (İslam) seçmiştir.

"Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi)." (Bakara 2/132) Tüm varlık Allah'a teslim olmuştur ve insanın da teslimiyeti beklenmektedir. Aksi halde insanın tercih ettiği yol (hayat düzeni) kabul edilmeyecektir. "Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?... Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır." (Al-i İmran 3/83-85)

İnsanların ve cinlerin teslimiyetlerinin yolu gerçek ve doğruyu araştırmaktan geçer: "İçimizde, (Allah'a) teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır." (Cin 72/14) Bu ayet gereği; hayat rehberimiz olan Kur'an'ı okumalı, araştırmalı ve yaşamaya çalışmalıyız. Kendimizi müslüman olarak vasıflandırmamızın gereğidir bu. Din günü, hayat tarzlarımızın günüdür. Din kavramının hayat tarzımız ve amellerimizin kendisi olduğunu ve amellerimizin karşılıklarının verileceği günün din yani hayatımızın döküm günü olduğunu anlıyoruz Kur'an'dan. Nasıl yaşarsak öyle karşılanırız o gün: "O, bir tek dokunmadır. O zaman (kalkıp) bakınırlar. Şöyle derler: "Vay başımıza! Din günüdür bu!" Onlara: "İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür." denir." (Saffat 37/19-21) Din günü (bu hayattaki amellerin karşılık günü) gaybdır. Resulullah'a o günün özelliklerini Allah bildirmiştir. O gün kimse kimseye aracılık edemez: "Din günü girerler oraya. Onlar ondan, görülmeyecek şekilde uzaklaşmış değillerdir. Din gününü ne olduğunu sana bildiren nedir? Evet, din gününün ne olduğunu sana bildiren nedir? Bir gündür ki o, hiç kimse hiç kimseye bir fayda sağlayamaz. O gün, buyruk yalnız Allah'ındır!" (İnfitar 82/15-19)

Din gününde tek egemenlik Allah'ındır: "O gün onlar ortaya çıkarlar. Hiçbir şeyleri Allah'a gizli kalmaz. Kimindir bugün mülk/saltanat? O vahid ve kahhar olan Allah'ın! (Mumin 40/16)

Din günü amel günüdür: "Der ki insan o gün: "Kaçılacak yer nerede?" Hayır, yok sığınacak yer. Varılıp durulacak yer Rabbinin huzurudur o gün. O gün insana, yapıp yapmadığı her şey haber verilir. Doğrusu, insan kendi kendisine tanıktır." (Kıyamet 75/10-14) Din günü gerçek adalet günüdür: "'Vay halimize' derler, 'Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın söz verdiği şeydi. Demek elçiler doğru söylemişti.' Sadece bir patlama... Hemen huzurumuza toplanıp getirilirler." (Yasin 36/53-54)

"Bugün hiç kimseye en ufak bir haksızlık edilmez ve yaptığınızın karşılığından başkasını da görmezsiniz. Artık kim bir zerre miktarı hayır üretmişse onu görür. Ve kim bir zerre miktarı şer üretmişse onu görür." (Zelzele 99/7)

Din gününde tüm ameller kayıtlanmıştır: "Tüm yaptıkları kitaplarda kayıtlıdır. Küçük ve büyük hepsi yazılmıştır." (Kamer 54/52-53)

1/5- "Biz Yalnızca Sana İbadet Eder, Yalnızca Senden Yardım Dileriz"

Sadece Rabbimize kulluk etmek takvanın ilk şartıdır. Muttaki olmak için itikadımıza ve amellerimize şirk bulaşmamalıdır: "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınırsınız (takva sahibi olursunuz). O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Ve gökten bir su indirdi de onunla sizin için meyvelerden/ürünlerden bir rızık çıkardı. Artık bilip durduğunuz halde Allah'a ortaklar koşmayın." (Bakara 2/21-22) Yalnızca alemlerin tek efendisine hizmet etmek beraberinde anne-baba hakkını gözetmek gibi amelleri de işlemeyi getirir. Tevhid inancı amelle desteklendiği sürece kişi için anlamlıdır: "Allah ile birlikte başka ilah edinme, yoksa kınanmış ve yalnız bırakılmış olarak oturup kalırsın. Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi ve anaya babaya karşı iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi yanında yaşlanırsa onlara "Öf!" bile deme ve onları azarlama. Onlarla güzel bir biçimde konuş. " (İsra 17/22-23)

 "Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik, öyleyse dini sadece O'na has kılarak Allah'a kulluk et. Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'ndan başkasını veliler edinerek, "Biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah, onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele yöneltmez." (Zümer 39/1-3)

Yukarıdaki ayetlerde çok açık bir biçimde Allah ile kullar arasına başka otoritelerin girmemeleri gerektiği, bunun yalnızca Allah'a iman etmenin gereği olduğu belirtilmektedir. Şirk Allah'ı inkar değil, O'nun otoritesini bölüştürme eylemidir. Yani insanların çoğu Allah'a iman ederek hatta Allah'a daha fazla yaklaşmak için şirk koşmaktadırlar. Dinin yani hayat tarzının sadece Allah'a has kılınması Allah ile aralarına başka kulları sokmamaları demektir. Kur'an'ı rehber edinmeyen her çeşit hurafe ve zan üzerine bina edilen inanç, Allah'la beraber Allah'a ulaştırmaları iyi niyetiyle başka varlıklara (yaşayan yada ölmüş şahsiyetler, din adamları vs. ) da kutsallık ve dini otoritelik tahsis etmektedirler. İyi niyetli olsa da Allah'ın rızasına uygun olmayan bu zanni inançlardan temizlenmeliyiz.

Yaratılış sebebimiz "sadece Allah'a kulluk"tur. Kulların kullara kul olmadığı bir düzen, hayatın kâmil mânada ahengini bulabileceği tek düzendir. İslam'a karşı cephe almış düşmanlar yada İslam'ın içinde konumlanan cahil dindarların Allah dışında ürettikleri sahte otoriteler, varlığın sadece Allah'a hizmet olduğu gerçeğiyle bertaraf edilmelidirler: "Ben, cinleri ve insanları sadece Bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat 51/56)

1/6- "Dosdoğru Yola İlet Bizi..."

Bu yolu da Rabbimiz evrensel kurtuluş kitabında kullarına anlatmaktadır. Rahman ve rahim, adalet gününün ve tüm alemlerin efendisi olan Rabbimize özgü kılınmış bir ibadet, O'na ve O'nun mesajlarını yaşamaya adanmış bir hayat tarzı dosdoğru bir yolun yapıtaşlarıdır. Sıratu'l-mustakimi Kur'an'ın diğer yerlerinde şöyle okuyoruz: "Allah kimi doğru yola ulaştırmak dilerse onun gönlünü İslam'a (Allah'a teslim olmaya) açar. Kimi de saptırmayı dilerse göğsünü, göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları işte böyle kötü duruma sokar. Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alan bir toplum için ayetleri detayıyla açıklamış bulunuyoruz." (En'am 6/125-126)

"De ki: "Gelin, Rabbinizin size neleri haram ettiğini söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya iyi davranın. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizi de onları da biz besliyoruz. Büyük günahların açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın kutsal saydığı cana haksız yere kıymayın. Bunlar, düşünesiniz diye O'nun size verdiği öğütlerdir. Erginlik çağına erişinceye kadar yetim malına yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru dürüst yapın. Kişiye gücünün yetmediğini yüklemeyiz. Konuştuğunuz zaman akrabanız aleyhinde bile olsa doğru olun. Allah'a verdiğiniz sözü tutunuz. Bunlar, ders alasınız diye O'nun size verdiği öğütlerdir. İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun, başka yollara uymayın; çünkü onlar, sizi O'nun yolundan ayırırlar. Bunlar, dinlersiniz diye O'nun size verdiği öğütlerdir." (En'am 6/151-153) Tevhid üzere yaşam, dosdoğru yoldur: "De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi." (En'am 6/161)

"Bu Kur'an en iyi yola ulaştırır ve erdemli davranan müminleri büyük bir ödülle müjdeler. (İsra 17/9)

"De ki: "Ben sapıtırsam, sapıtmakla ancak kendime etmiş olurum. Doğru yolda olursam, bu Rabbim'in bana vahyetmesiyledir. Doğrusu O, işitendir, yakın olandır" (Sebe 34/50)

"İnin oradan hepiniz, tarafımdan size bir yol gösteren gelecektir; Benim yoluma uyanlar için artık korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" dedik. (Bakara 2/38)

Yukarıdaki ayetlerde de okuduğumuz gibi 'dosdoğru yol'da olmanın ölçüsü Kur'an'a uymaktır. Kuran'da 'sırata'l-mustakim' tabirine baktığımızda onun hidayet (6/87-88, 7/86, 10/25, 11/56, 16/121, 20/135, 22/24, 54, 23/73-74, 24/46, 34/6, 36/4, 61, 66, 37/23, 37/118, 38/22, 42/52-53, 43/43,61,64, 67/22) olduğunu görmekteyiz. (bknz. Mucem'ul Müfehres el-Fazi'l- Kur'an-ı Kerim", Fuad Abdülbaki, Dar el-Marifeh, Beyrut, 2003, s. 643)

Kur'an'a rağmen yada Kur'an'ın onayının dışında üretilmiş herhangi bir bilgiyle ortaya konan hiçbir yol Rabbimizin dosdoğru yolu değildir. Dosdoğru yolun aynı zamanda bir şeyin yaratılışından gelen doğal seyri olduğunu da görmekteyiz Kur'an'da: "(Firavun) dedi ki: "Rabbiniz kimdir, Musa?" "Rabbimiz, Her şeye biçimini veren ve sonra yolunu gösterendir." dedi." (Ta-ha 20/49-50)

"Yüce Rabbinin ismini eksikliklerden uzak tut. O ki yarattı, düzene koydu. O ki, her şeyi ölçüyle yapıp doğru yolu göstermiştir. (Âla 87/1-3)

Kur'an'ın belirleyiciliğinden bağımsız şekilde oluşan ve Kur'an merkezli olmayan her grup, mezhep yada yol (tarik) Kur'an tarafından sapkın yollar olarak tanımlanmaktadır. Kendi beşeri öğretilerini Kuran'ın üzerinde tutan, o öğretilerle Kur'an'ı nesh (iptal) edebilen, Kur'an'ın hüküm verdiği konularda kendilerine özgü yeni hükümler koyan, Kur'an'ın çizdiği hadleri (sınırları) kendi din adamları ya da siyaset adamlarının sözleriyle çiğneyen her yol, görünüşü ne kadar yaldızlı olursa olsun dosdoğru yoldan sapmıştır:

"O halde, sen yüzünü, bir hanif olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar. O'na yönelin; O'nu sayıp mesajlarını dinleyin. Namazı gözetin ve ortak koşanlardan olmayın. Onlar ki dinlerini parçaladılar ve fırka fırka oldular. Her hizip kendine ait olan (imam ve kitap)larla sevinip övünmektedir." (Rûm 30/30-32)

İsa (as) dosdoğru yola çağırmıştı: "Allah benim de rabbimdir, sizin de rabbinizdir; o halde, O'na kulluk edin. İşte bu, dosdoğru bir yoldur." (Al-i İmran 3/51, Bkz. Meryem 19/36) Rabbimiz, dosdoğru yolu olarak tanımladığı vahiy ve onun rehberliğinde onu yaşamlaştıran resullerinin yolunun dışına çıkmanın ne anlama geldiğini bize aktarıyor. Kur'an'dan 'doğru yol'un vahyin belirleyiciliğinde olması gerektiği sonucunu çıkartabiliyoruz. Eğer bir yol Kur'an'ın belirleyiciliğinden azadeleşmişse o zaman ana yolun bir şeridi olmaktan çıkıp sapkın ayrı bir yol halini almaktadır. Kur'an, Rûm Suresinde okuduğumuz ayetlerle birlikte Müminûn Suresinde de geçmiş ümmet olan İsa (as)'ın tevhit mesajının takipçisi olmaları gerekirken vahiyden uzaklaşarak gruplara bölünen Nasranîleri bizlere misal olarak aktarmaktadır. Maalesef Muhammed (as)'ın getirdiği Kur'an mesajının takipçisi olmaları gereken mü'minlerin de Kur'an'daki bu hatırlatmaya rağmen aynı hataya düştüklerini görmekteyiz.

"İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ve Ben sizin rabbinizim; o halde Benden korkun. Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli kitaplara ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir. Artık sen onları bir süreye kadar kendi dalaletleri (boşlukları) içinde bırak." (Mü'minun 23/52-54)

Kur'an dışında Kur'an'la aynı dinî değer(!) atfedilen hatta Kur'an'ı bile nesh edebilen din kitaplarını rehber edinmek insanı dalalete yani dinî alanda boşluğa şaşkınlığa ve anlamsız konularla uğraşmaya sevk eder. Allah, dosdoğru yolu mesajlarıyla göstermektedir. Ancak buna rağmen kendilerinin doğru yolda olduğunu söyleyerek insanları sahte yollara çağıranlar da bulunmaktadır. Oysa Kur'an'ın aşağıdaki beyanlarına göre tek dosdoğru yol İslam'ın (Allah'a teslimiyetin) yoludur. Vahyin belirleyici ve hakem olmadığı yollar ise şeytan'ın karışıklık soktuğu yollardır: "(İblis:) 'Rabbim! Beni saptırdığın için, and olsun ki yeryüzünde fenalıkları onlara güzel göstereceğim; halis kıldığın kulların bir yana, onların hepsini saptıracağım' dedi. Allah şöyle dedi: 'Benim gerekli kıldığım dosdoğru yol budur; kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır.'" (Hicr, 15/39-42)

"Allah'a iman edip Kur'an'a sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf (deryası) içine daldıracak ve onları kendine doğru (giden) bir yola götürecektir." (Nisa 4/175 )

"De ki: 'Arkadaşları bize gel diye doğru yola çağırırken, şeytanların yeryüzünde şaşırttıkları bir kimse gibi geriye mı dönelim. Allah bizi doğru yola eriştirdikten sonra, bize faydası olmayan, zarar da veremeyen Allah'tan başka şeylere mi yalvaralım?' De ki, 'Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Alemlerin Rabbine teslim olarak namaz kılın, Allah'tan sakının diye emrolunduk.' Kendisine toplanacağınız O'dur." (En'am 6/71-72 Bkz. 6/161)

Allah'ın dosdoğru yolunun sosyal sorumlulukları da vardır Kur'an bunları da bize açıklıyor:

"Ona iki yolu gösterdik. Fakat o, o sarp yokuşa göğüs veremedi. Bildin mi sen, o sarp yokuş nedir? Köle azat etmek, salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir yakınlığı olan bir yetime veya hiçbir şeyi olmayan yoksula. Sonra da iman edip de sabrı tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır. İşte bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerdir." (Beled, 9010-18)

1/7- "Gazaba Uğrayanların ve Dalalette Olanların (Boşlukta Bocalayanların) Yoluna Değil; Kendilerine Nimet Verdiğin Kimselerin Yoluna İlet Bizi..."

a) Nimet Verilenler:

Her gün okuduğumuz bereketli duamız Fatiha'nın son bölümü de insanlığın tüm tarihi boyunca ayrıştığı temel saflaşmayı ortaya koymaktadır. Peki nimet nedir, kimlere verilmiştir? Kur'an bunu bize şöyle açıklar:

"Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah'ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle (nebiyyin), dosdoğru olanlar (sıddıkin), şehitler (şüheda) ve Salihlerle (salihin) beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!" (Nisâ 4/69)

Allah'a ve Resulü'ne itaat ettiğimizde yani Kur'an'ı yaşamlaştırdığımızda onu sadece bir entelektüel bilgi kitabı yada cedel kitabı olarak değil Resul'ün verdiği tevhidi mücadelenin rehberi olarak okuyup aynı mücadeleye katıldığımızda;

1.Peygamberler,

2.Sıddıklar, dosdoğru yolda olanlar (Bkz. 1/6 Tefsiri),

3.Şehitler: Bu yola tüm varlıklarıyla şahit olanlar

4.Salihler: Dosdoğru sözlülerle birlikte olacağız demektir.

Kendilerine cennet nimeti ve karşılıkların en güzelleri verilecek olanlar bir başka ayette de şu şekilde sıralanmaktadır:

"Rableri onlara cevap verdi: "Ben sizden, erkek-kadın hiç kimsenin amelini boşa çıkarmayacağım. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkenceye uğratılanlar, çarpışıp da öldürülenler var ya, onların kötülüklerini elbette örteceğim. Ve elbette ki onları, Allah katından bir karşılık olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım."Allah katındadır karşılıkların en güzeli." (Âl-i İmran 3/195)

5.        İslam muhacirleri

6.        İslam mültecileri

7.        İslam için işkenceye maruz kalanlar

8.        Kıtal cihadında şehit düşenler. 

Kur'an bize nimetin sosyal adaleti sağlamakla, yardımlaşmakla ve barışı yaymakla da geleceğini bildirmektedir yani vahyi sosyalleştirmekle: "Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak, bir sadakayı, bir iyiliği ve insanlar arasında bir barıştırmayı emreden başka. Kim böyle birşeyi Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle yaparsa biz ona yakında çok büyük bir ödül vereceğiz ." (Nisâ 4/114 )

İsa (a) nimet verilmiş, vahiyle muhatap kılınmış bir kuldu: "Meryem'in oğlu, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek yaptığımız bir kuldu." (Zuhruf 43/59)

Nimet verilenlerin özellikleri Bakara Suresinin ilk bölümünde de anlatılır: "Bu, kuşkusuz, sorumluluk bilincindekiler için yol gösterici bir kitaptır. Onlar ki gayba inanırlar, namazı (salat) gözetirler, kendilerine verdiğimiz rızktan muhtaçlara verirler. Sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Ahiret konusunda da hiçbir kuşkuları yoktur. İşte bunlardır Rablerinden bir hidayet üzere olanlar, işte bunlardır gerçek anlamda kurtuluşu bulanlar." (Bakara 2/2-5)

Rabbimiz nimet verilenlerin yoluna girme çabamız için bize örnek dualar vermiştir: "Ey Rabbimiz! Bizi doğruya ve güzele yönelttikten sonra kalplerimizi bozup eğriltme ve bize katından bir rahmet bağışla. Sen, yalnız sen vahhabsın, bol bol bağışta bulunansın." (Âl-i İmran 3/8)

En güzel örneğimiz İbrahim (as) gibi dua etmeliyiz: "İbrahim: 'Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak alemlerin rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.'" (Şuara 26/75-83) Ayrıca bkz. 27/19.

b)        Gazap Edilenler ya da Lanetlenenler Diye Çevrilen Grubu Kur'an Bize Nasıl Anlatıyor?

Gazab; sözlükte dargınlık, kızgınlık, darılma, kızma, hiddet gibi anlamlara gelmektedir. Allah'ın (c) gazabı kimleredir? Allah, müslümanların aleyhine çalışan münafık ve müşriklere gazab etmiştir (48/6). Rabbimiz fasık olan kişinin yani günahları içinde boğularak tevbe kıyısına dönüş imkanı kalmayan kişilerin gazap edilenlerden olacaklarını belirtmektedir:

"Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler." (Bakara 2/81)

"Hani, Musa, toplumuna şöyle demişti: "Ey toplumum! Benim size gönderilen Allah elçisi olduğumu bilip durduğunuz halde, beni neden incitiyorsunuz?" Onlar bozulup sapınca Allah da onların kalplerini eğriltti. Çünkü Allah, fasıklaşmış bir topluluğu doğruya ve güzele yöneltmez." (Saff 61/5)

Ehl-i kitaptan bir bölümün şirk konusunda aslında kendilerine daha yakın olması gereken Müslümanları değil çıkarları gereği vahye ve vahyinden kısımlar taşıyan ehl-i kitab geleneğine karşı olan müşriklerle ittifak yapmalarını Allah'ın kurtuluşundan uzaklaşmak olarak tanımlamaktadır:

"Kendilerine kitap verilmiş olanların, puta ve şeytana kanıp, inkar edenlere: "Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadırlar." dediklerini görmedin mi? İşte, Allah'ın lanetledikleri (uzaklaştırdıkları) onlardır. Allah'ın lanetlediği kişiye asla yardımcı bulamayacaksın." (Nisa 4/51-52)

İmanı değil inkarı seçmekle insanları bu gruba dahil eder: "Ama inkar edenlere, "Allah'ın gazabı, sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür; imana çağrıldığınızda inkar ederdiniz!" diye seslenilir." (Mü'min 40/10) İmandan sonra irtidat edip İslami mücadeleden dönen kişiler de bu gruba girerler: "Kalbi imanla dolu olduğu halde (inkara) zorlanan dışında, imandan sonra inkara göğsünü açıp Allah'ı inkar edenler Allah'tan bir gazabı hakketmişlerdir ve onlar için büyük bir azap vardır." (Nahl 16/106)

"Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar. Her kim ki kendisini gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir. " (Ta-ha 20/81)

Tevhit davetini kabul ettikten sonra Allah hakkında tartışan kimselere (Bknz. Hacc 22/8) Allah azap eder. "Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır." (Şura 42/16)

Bir mümini kasten öldürmek (Nisa 4/93), savaş meydanından kaçmak (Enfal 8/16), boşanma konusunda haddi aşıp yalan söylemek (Nur 24/9) de Allah'ın gazabına sebep olur. Allah'ın gazap ettiklerini de dost edinmemek gerekir: "Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar." (Mücadele 58/14)

c) Dalalette Olanlar (Boşlukta Bocalayanlar):

"Dallîn" tanımlaması gazaba uğrayan bilinçli sapkınlardan farklı bir insan grubunu belirtmektedir. Bu grup yolun ne olduğunu bilmemekte, şaşkın biçimde karanlıkta, yolsuz kalmakta dolayısıyla doğru yoldan ayrılmaktadır. Nitekim Kur'an birçok ayette "dalalet"i, "hidayet"in karşıtı olarak kullanmaktadır. "Dâl" halinin Kur'an'da tanımlamasına bakalım: "Daha önce Musa'dan istendiği gibi, siz de elçinizden isteklerde mi bulunmayı arzuluyorsunuz? Kim inancı inkar ile değiştirirse o doğru yolu kaybetmiştir." (Bakara 2/108) Şirk koşmak da insanı sonu karanlık bir boşluğa sürükler: "Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında kalanı dilediği kişi için affeder. Allah'a şirk koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa dalıp gitmiştir." (Nisa 4/116)

"Ey İman edenler! Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve daha önceden indirdiği kitaplara inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse büsbütün kaybolmuş yolunu şaşırmış olur." (Nisa 4/136)

"Gerçek dua yalnız O'na/hak davet yalnız O'nun için yapılır. O'nun dışında yalvarıp davet ettikleri ise onlara hiçbir şekilde cevap veremezler. Onlar, ağzına ulaşsın diye iki avucunu suya doğru açan ama suya ulaşamayan birinden başkasına benzemiyorlar. Küfre sapanların dua ve davetleri, şaşkınlığa dalmaktan başka bir işe yaramaz." (Rad 13/14 )

Münafıklık da ortada/boşlukta kalmaktır: "Allah'ın kendilerine gazap etiği/öfkelendiği bir kavmi dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Bilip durdukları halde yalana yemin ediyorlar." (Mücadele 58/14)

Allah'ın dosdoğru yolu "sırata'l-mustakim"den alıkoyanlar da dalalete sapmışlardır: "Şüphesiz, inkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar gerçekten uzak bir sapıklıkla sapmışlardır." (Nisâ 4/167)

Ümmi yani vahyî bir delil kaygısı olmayan dönemin Araplarının dalalette/boşlukta oldukları bildirilmektedir: "De ki, "Kitaplılar, dininiz konusunda gerçeğin ötesine gitmeyin. Daha önce sapan, çok kimseyi de saptıran, böylece doğru yolu kaybeden bir topluluğun heveslerini izlemeyin." (Maide 5/77)

Allah'ın düşmanlarına sevgi beslemek müminleri dalalete, doğru yolun dışına sürükler: "Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar, size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar, Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır. (Mümtahine 60/1) Allah'ın Resulü Muhammed ve arkadaşlarından oluşan ilk Kur'an nesli de vahiyle nimetlenmeden önce boşluktaydı:

"O seni yetim olarak bulup da barınağa kavuşturmadı mı? Seni yolunu şaşırmış olarak bulup da kılavuzluğunu üstlenmedi mi?" (Duha 93/6-7)

"Böylece sana emrimizden bir ruh (mesaj) vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun (idrak etmiyordun). Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun."  (Şura 42/52)

"Rabbiniz'den refah istemenizde bir engel yoktur. Arafat'tan indiğinizde, Allah'ı Meşar-ı Haram'da anın; O'nu, size gösterdiği şekilde zikredin. Nitekim siz önceleri hiç şüphesiz sapıklardandınız". (Bakara 2/198; Bkz. Al-i İmran 3/164; Cuma 62/2)

"Toptan Allah'ın ipine (mesajına) sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar." (Al-i İmran 3/103)

"Ve Kur'an okumakla emrolundum. Artık kim yola gelirse kendi nefsi için gelir. Sapmışa gelince, böylesine de ki: 'Ben uyarıcılardan biriyim. Hepsi bu!'" (Neml 27/92)

Atalarının taklitçiliğini yapanlar boşluğa, bocalamaya, şaşkınlığa, doğru yoldan sapmaya mahkumdurlar:

"Onlar, atalarını dalalette kimseler olarak bulmuşlardı. Kendileri de hala onların eserleri ardınca koşturuluyorlar. Kendilerinden önce de niceleri aynı şekilde sapmıştı." (Saffat 37/69-71)

Gerçeklerden kaçmak insanı hayali şaşkınlıklara sürükler: "İşte gerçek rabbiniz Allah budur. Öyleyse gerçekten (yüz çevirmenizden) sonra şaşkınlıktan başka ne kalır? Nasıl da (bunları düşünmekten) çevriliyorsunuz?" (Yunus 10/32)

Yusuf Suresinde şehirli kadınlar, azizin karısının Hz. Yusuf'a karşı beslediği hisleri dalalete düşme olarak tanımlamaktalar: "Şehirde bazı kadınlar şöyle konuştular: "Aziz'in karısı genç uşağının (Yusuf'un) nefsinden gönlünü eğlendirmek istemiş. Aşktan yüreğinin zarı delinmiş. Öyle anlıyoruz ki, kadın tam bir dalalete (bunalım ve boşluğa) düşmüş." (Yusuf 12/30)

Yukarıdaki ayet, ölçüsüz sevgilerin Kur'an'ın gösterdiği dengeli çizgisinden insanları uzaklaştıracağını ve karanlıklara iteceğini belirtmektedir.

Dâl/dalalet kelimesi uzaklaşıp kaybolmak anlamlarında da kullanılmaktadır: "Bak, vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler! O uydurdukları putlar da kendilerinden kaybolup gitti." (En'am, 6/24) (Benzer kullanımlar için bkz. 6/94, 7/53, 10/30, 11/21, 16/87, 125; 17/15,67; 18/104, 28/75, 33/36, 41/48, 53/30, 68/7)

Hatime

Tarih içinde Kur'an'ın özeti olarak tanımlanan ve her gün namazlarımızda okuduğumuz Fatiha Suresinin Kur'an'ın bütünlüğünde nasıl da bir ahengin parçası olduğunu Kur'an'ın Kur'an'la tefsiri çabamızda gözlemlemeye çalıştık. Rabbimizin tüm müminlere örnek bir dua örneği olarak sunduğu Fatiha'nın tekrarlanan yedi ayetinin tüm açıklığıyla Kur'an'ın ana konularını içinde barındırdığına şahit olmaktayız. Ümmü'l-Kitab (Kitabın anası) olarak belirtilen Fatiha'nın Resulullah tarafından neden Kur'an'ın ilk suresi olarak mushafa yerleştirildiğini de bu hikmetle anlamlandırabiliyoruz.1

Dipnotlar:

1- Fatiha Suresinin içeriği hakkında ayrıntılı çalışmalar için bknz. "Kur'an Okumaya Giriş" M. Abduh/R. Rıza, Çev. Y. Aydın, Ekin Yay. İst. 1996; "Fatiha Tefsiri", Ebul Kelam Azad, Çev. O. Bekim, Bir Yay. İst. 1984; "Tefsir İlmi ve Fatiha Tefsiri" Şehid Hasan el-Benna, Çev. M. Albayrak, Şura Yay. İst. 1990; "Kur'an'a Doğru" Prof. Dr. Mahmud Şeltut, Çev. B. Eryarsoy, Bir Yay. İst. 1987; "Kur'ani Araştırmalar-1", Şehid M. Mutahhari, Çev. C. Bayar, Tuba Yay. İst. 1996; "Kur'an-ı Kerim'in Açıklamalı Meali: Fatiha ve Bakara Sureleri", Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, Süleymaniye Vakfı Yay. İst. 2003