Ergenekon Çeteden De Önce Bir Zihniyettir!

Haksöz

Ergenekon operasyonu doğrultusunda 21 Mart sabahı yaşanan gözaltılar Türkiye'de çeteci yapılanmanın yaygınlığının açık bir göstergesi oldu. Veli Küçük gibi önemli bir isim de dahil olmak üzere pek çok ismi ve eylemi içeren bu dosyaya bugüne kadar bigane kalan, ortaya atılan iddiaları, ilişkileri görmezden gelen medya nihayet Ergenekon'u gördü ama bu kez de tersinden gördü.

"83 yaşındaki saygın bir aydının gece yarısı gözaltına alınmasının kabul edilemezliği" vurgusuyla konunun asıl mahiyetini gizlemeye yönelik çabalar yoğunlaştı. İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu ve Doğu Perinçek'in gözaltına alınmalarına karşı kampanya yürütenlerin Ergenekon'un ardındaki güçleri ve belki de daha önemlisi darbeci zihniyeti koruma kaygısıyla hareket ettikleri görülebilmektedir.

Nasıl olur da saygın bir aydın, bir bilim adamı ve parti lideri gece yarısı apar topar gözaltına alınırmış? Burada "saygınlık", "bilim adamlığı" ve "parti" kavramlarının bir kere daha değerlendirilmesi zorunluluğuna işaret edip geçelim. Tescilli darbeciler, yasakçılar ve komplocular hakkında saygınlık, bilim adamlığı, siyasetçi gibi sıfatların kullanılması adliye koridorlarında çete sanıklarının "Türkiye seninle gurur duyuyor!" sloganlarıyla karşılandığı bir ülke için fazla garip sayılmayabilir.

Garip olan darbeci kültür ve dayanışmanın yaygınlığı. Sözde herkes cuntalara, darbeci yapılanmalara karşı ama iş somut isimler ve niyetlere geldiğinde inanılmaz bir sahiplenme tavrı öne çıkıyor. Susurluk'ta da benzeri görüntülerle karşılaşılmıştı. Aydınlık Türkiye diye yeri göğü inletenler ipin ucu askere uzandığında bir anda işin peşini bırakmışlardı. Nitekim Susurlukçuların neredeyse hep birden Ergenekon'da arzı endam etmesi tesadüf olamaz. O dönemde Meclis Komisyonuna tenezzül edip gelmeyen Teoman Koman'ı daha sonra 28 Şubat'ın baş aktörleri arasında görmek şaşırtıcı olmamıştı. Yine Veli Küçük ile ilgili sayısız iddiaya rağmen hiçbir işlem yapılamamış; Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın kullandığı telefonların Veli Küçük'e ait olduğu ortaya çıkmasına rağmen bu büyük Türk paşasına kimse dokunamamıştı.  

İlginç irtibatlar ortaya çıkıyor, akıl almaz ifşaatlar yapılıyor, itiraflar gerçekleşiyor ama bazılarında "tıs" yok! Neden? Çünkü ordunun yıpranması tehlikesi var. Ordunun yıpranması ise siyaset ve siyasiler üzerinde, daha genelde de irticai eğilimlerden bir türlü arındırılamayan halkın tepesinde Kemalist kontrol mekanizmasının zayıflatılması sonucunu verebilir. Böyle bir duruma ise laik elitimizin yüreği dayanmaz! 

Danıştay eyleminden ötürü müebbet cezası alan Osman Yıldırım Cumhuriyet'e attıkları bombaları Veli Küçük'ten aldıklarını itiraf ediyor, bakıyorsunuz bu önemli itiraf Cumhuriyet dahil laik basının tümünde büyük bir "soğukkanlılık"la karşılanıyor. Anlaşılan o ki, Danıştay'a yönelik eylemin "Cumhuriyet'e karşı irticai kalkışma" şablonundan çıkmasına gönülleri razı değil! 

Kanal D'de 27 Mart gecesi 32. Gün programına katılan Cumhuriyet yazarlarının Ergenekon telaşını görünce insanın aklına Mustafa Suphilerden Ali Şükrü Bey cinayetlerine, 27 Mayıs hazırlıklarına 9 Mart cuntasına, oradan Sarıkız, Ayışığı operasyonlarına kadar uzanan kesintisiz hat geliyor. Bu hat Kemalist Cumhuriyet'in asli kimliğidir.

Ümit Zileli ve Mehmet Faraç, Ergenekon suçlamalarına karşı tüm bunların senaryo olduğunu, ortada mahkemelerce verilmiş bir karar olmadığına göre kimseye suçlama yöneltilemeyeceğini haykırıyorlar. Veli Küçük'ün aylardır haksız yere hapis yattığını söyleyerek izleyicileri hüzne boğan Faraç, hızını alamayıp Şemdinli davasının iyi çocuklarının dışarıda olduklarını, dolayısıyla bunca gürültünün boşa kopartıldığını söylüyor.

Gerçekten çok ilginç! Cumhuriyet'te pek alışık olmadığımız bir üslup, bir yaklaşım tarzı bu! Mahkeme kararı olmadığına göre suçlama yapılamazmış! Polis bilgi ve belgeleri üzerinden yorum yapmak hukuka uymazmış. Dinime taan eden bari müselman olsa! Yıllardır önüne geleni irticacı, bölücü diye suçlayanlar, kara çalmada sınır tanımayanlar Ergenekon karşısında birden hak, hukuk hatırlar olmuşlar.

İslami örgütlerle irtibatlı olaylarda kimlere ne yakıştırmalar yaptıklarını hatırlamıyorlar herhalde. Sivas davasına dair yayınlarını unutmuşlar. Uğur Mumcu suikastı ile ilgili olarak zanla, tahminle suçladıkları insanların sayısını nereden bilecekler?

Hepsi bir kenara hukuktan, kesinleşmemiş hükümden söz edenlerin aynı cümlede kaç kez çelişkiye düştükleri dikkat çekici değil mi? Ergenekon rezilliğini hukuk şalı ile örtmeye kalkan adamlar AK Parti'nin kapatılmasına gelince gazete haberlerinden kesin hükme varmakta bir beis görmüyorlar. Çetecileri, darbecileri korumak için kesinleşmiş yargı kararı arayanlar, AK Parti'yi çoktan kapatmışlar bile!

İkiyüzlülük o kadar sırıtıyor ki, Ergenekon konusunda yasadan, hukuktan, devam eden davadan söz ederek insan hakları dersi verme pozları takınan tipler rahatsız oldukları çevrelere karşı bir çırpıda Fethullahçı örgütlenme, Gülen tarikatı vb. suçlamalara girişebiliyorlar. Peki, Fethullah Gülen hakkında sözlerinizi dayandıracağınız bir mahkeme kararı var mı? Ya da Fethullahçı örgütlenme iddialarınızı temellendirebileceğiniz bir kanıt, belge mevcut mu? Yok, bilakis beraat kararları var ama sizler açısından bunlar bir değer ifade etmiyor elbette. Çünkü irtica suçlaması işin içine girince ne yasa ne hukuk ne vicdan ne de ahlak tanımayan bir zihniyet, bir takıntılı ruh hali siz teslim alıyor.

Arka arkaya darbeci tiplerin rezillikleri, pislikleri internet sitelerine düşüyor. Generallerinden eski YÖK başkanına, savcıya kadar akıl almaz itiraflar, suç ikrarları, tehditler inkar edilemeyecek şekilde ortalığa dökülüyor. Ama tüm bunlar medyanın hiç mi hiç ilgisini çekmiyor. Ellerinde gizli kameralarla okullarda mescit, hastanelerde başörtülü doktor, hemşire hafiyeliği yapmayı gazetecilik zanneden saygın medya kuruluşlarının yöneticileri birden bire bu kayıtların hukuka uygun alınıp alınmadığı gibi sorularla "etik" davranma bilincine varıyorlar! Üstelik bu kayıtların emniyetteki Fethullahçı örgütlenme kaynaklı olduğuna dair değerlendirmelerde de bulunarak ifşaatı değil, ortaya çıkaranı suçlama kurnazlığını gösteriyorlar.

Adam savcı ama cellatlığa soyunmuş. Diyarbakır'ı hizaya getirme planları yapıyor. Önüne gelen çete sanıklarını korumak, kollamakta ısrarlı bir tutum sergiliyor. Yetmemiş, Başbakan'a küfürler yağdırıyor. Öbürü bilim adamı kılığıyla geziyor ama darbecilere zemin hazırlamakla meşgul. Cumhurbaşkanı'nın nasıl kaza kurbanı olabileceğine ilişkin senaryolar çiziyor. Omzu kalabalık bir asker cuntacılığa övgüler sıralıyor, siyasilere yönelik tehditler savuruyor. Laik medya ise kafayı kayıtların kim tarafından elde edildiğine takmış, içeriğe değinmiyor bile. Holding medyası yaşananları "Fethullah Gülen'e dokunan yanıyor!" manşetiyle duyuruyor. Tam bir darbeci dayanışması, açıkça işbirlikçilik! Pisliği, kokuşmayı ne de güzel kamufle ediyorlar.

Ortada en temelde bir zihniyet sorunu var. Bu çürümüş zihniyet bu halka ülkeyi zindan kılma çabasından vazgeçmedi, vazgeçmeyecek. Darbeciliğin yaygın bir siyaset tarzı olarak benimsendiği bir ülkede çeteci yapılanmaları tasfiye etmek, cuntacı oluşumların önüne geçmek kolay değil. Büyük ölçüde İttihat ve Terakki geleneğinden beslenmiş kadroların öncülüğünde yapılandırılmış bir cumhuriyet burası. Gerek hakim siyasi kültür gerekse de bürokratik oligarşik yapılanma darbeciliği beslemekte. Halka karşı güvensizlik iklimi bu çeteci yapılanmayı daha da güçlendiriyor. Ergenekon türü çetelerle mücadele öncelikle darbeciliği, çeteleşmeyi doğuran, ona meşruiyet sağlayan zeminin temelden sorgulanmasını gerektiriyor. Askeriyle, siviliyle bürokratik oligarşik zihniyeti temelinden sarsacak adımların atılmasını zorunlu kılıyor.