Elimi Sıkı Tut Baba!

Zehra Ç. Türkmen

Emir kendisine kamyon almak için uzaklara gittiğini sandığı babasını öylesine özlemişti ki, "Kamyon istemiyorum yeter ki artık babam gelsin!" diyordu. O da tıpkı diğer çocuklar gibi babasının elinden tutup parka gitmek İstiyor, babasıyla top oynamak, omuzlarına çıkmak ve babasının aldığı şekerleri yemek istiyordu.

Güneşlenecekse babasıyla, serinlenecekse babasıyla olmak istiyordu. Ama o yoktu.

Belki de umutları tükeniyordu Emir'in. Umutları tükeniyordu ki komşu kızıyla evlerinde oyun oynarken "Biliyormusun benim babam öldü."diyordu.

Benim babam öldü!

Emir bu sözleriyle annesinin yüreğine kocaman bir çizik atıyordu.

Günler günleri kovaladı. Emir hep ellerinde bir boşluk hissetti. Kollarını kocaman açtığında kucağında bir boşluk hissetti. Babasının bıraktığı sıcaklık kaybolmasın diye göğsünü daha sıkı sıkıya bastırdı annesine. Sanki o da bırakıp gitmesin diye hiç yanından uzaklaştırmadı annesini."Anne mutlu musun?" diyordu. "Sen de mutlu ol, ben de mutlu olayım!" diyordu. Ve bütün duygularını annesinin yüreğine sığdırarak yaşıyordu.

Ama Emir, ellerindeki boşluğu, kollarını kocaman açtığında göğsündeki boşluğu hep yaşadı ve hissettirdi etrafına.

Sevincinden delirdi mi?

Ve uzun aylar sonra birgün...

Önce babasının telefondaki sesini duydu Emir...

Şaşırdı. Şaşkına döndü. Sanki gözleri yuvasından fırlayıvermişti.

Emir, babasının yaşadığına belki de ilk kez o an ikna olmuştu.

"Nasılsın baba? Seni çok özledim." dedi. "Gelirken büyük, hem de çok çok büyük kamyonumu getirmeyi unutma!" dedi.

Telefon kapanmıştı. Emir'in içi içine sığmıyordu. Nasıl sığsın ki? 15 ay özlemle beklediği, kendi dünyasında öldü sandığı, resmine bakıp "bu benim babam Mustafa" diyerek avunduğu babasının, ansızın gittiği gibi, ansızın geldiğini öğrenivermişti.

Sanki elleri güneşe dokunmuştu Emir'in. Geceye ışık saçan ayın parıltısı dolmuştu gözlerine. Kırılmış umutları yeniden canlanmıştı. İçi içine sığmıyordu artık.

Takla atıyor, o kanepeden diğerine hopluyor, kucağımıza atlıyor, annesinin yanaklarına durmadan öpücükler konduruyor, kendini dövüyor, kollarını ısırıyor, dönme-dolap gibi durmaksızın dönüyor, gülüyor, zıplıyor, garip sesler çıkartıyor, bize sataşıyor, düz duvara tırmanıyor, amuda kalkıyor, mutfaktan banyoya, oradan odaya, odadan salona koşuyordu. Emir tek kelimeyle sevincinden deliriyordu.

Babasını yeniden keşfediyor...

15 Eylül gecesi dostlar havaalanındaydı. Sessiz ama huzurlu bir bekleyiş vardı. 15 ay geçen özlemden sonra Güney Kürdistan'da tutsak bulunan Mustafa Eğilli özgürlüğüne kavuşmuş İstanbul'a geliyordu.

Sessiz ama güler yüzlü bir bekleyiş vardı. Uçak havaalanına inmişti.

Ve Emir babasını 15 ay sonra hasretle kucaklıyor, yüzüne bakıyor, yanaklarına dokunuyor, adeta babasını yeniden keşfetmeye, yeniden tanımaya çalışıyordu.

Uzun bir aradan sonra babasına kavuşmanın, elini sımsıkı tutmanın ve hayata babasıyla yeniden adım atmanın huzuru içerisindeydi.

Bir de büyük, hem de çok çok büyük kamyonuna...