El-Kaide’nin Libya’daki Önlenemez Yükselişi

John Rosenthal

El-Kaide eylemcisi Ebu Enes el-Libi’nin, 5 Ekim’de Trablus’ta yakalanması Amerika’nın terörizm karşıtı çabalarının bir zaferi olarak sunuldu. ABD tarafından 10 yıldan fazla süredir aranan el-Libi’nin ya da gerçek adıyla Nezih Abdulhamid’in ele geçirilmesi ABD açısından kuşkusuz bir zafer. ABD, Libi’yi 1998 yılında Afrika’daki büyükelçiliklerinin bombalanmasında rolü olduğu iddiasıyla suçluyor. Buna karşın, kaçırma operasyonu daha yakından irdelediğinde ABD’nin Libya politikasının çelişkilerle dolu olduğu görülmekte. El-Kaide bağlantılı ve sempatizanı gruplar, Kaddafi’ye karşı gerçekleştirilen ve ABD’nin de desteklediği 17 Şubat Devriminin tarafları arasında yer almışlardı.

İşin gerçeği şu ki, Libi’nin Trablus’ta alenen yaşamını sürdürebilmesi Kaddafi karşıtı devrimin başarısının doğrudan bir sonucuydu. ABD Dışişleri Bakanlığına ait ve dışarıya sızan bir iç yazışma notu, Kaddafi yönetiminin son yıllarda ABD’nin terör karşıtı çabalarının önemli bir müttefiki olduğunu ortaya koyuyor. Ne var ki, Amerikalıların büyük bir çoğunluğu bu durumun farkında değil. Kaddafi, el-Kaide bağlantılı Libya İslam Savaşçıları Grubunu (LİSG) bertaraf etmek için işbirliğine oldukça hevesliydi. Libi’nin de üyesi olduğu örgüt mürted Kaddafi rejimini devirmeyi ve yerine İslami bir yönetim kurmayı hedefliyordu.

Oğlu Abdullah’ın anlattıklarına göre Libi’nin 2011 Ağustosu’nda Trablus’a dönmesi bir tesadüf değildi. Bu tarih, isyancı güçlerin Libya’nın başkentinde kontrolü sağladıkları tarihti. Yoğun NATO bombardımanı onların Trablus’a girişlerinin önünü açmıştı. Eğer oluşmakta olan yeni Libya, ABD’nin etkili ve güvenilir bir müttefiki olsaydı, ABD’nin, Libi’yi teslim almak için basitçe ricada bulunması yeterli olurdu. Aksine ABD Özel Kuvvetleri, Libya’nın egemenliğini ihlal ederek, adeta düşman bir ülkeye saldırır gibi Libi operasyonunu yapmıştır.

Libya isyanının başarısı, el-Kaide ve onunla bağlantılı örgütler açısından son derece elverişli bir ortamın oluşmasına yol açmıştır. “Cihatçı Tuzak: El-Kaide’nin Anlatılmamış Hikâyesi ve Libya İsyanı” isimli son kitabımdaki belgelerde, LİSG’in, Kaddafi karşıtı devrimin askerî belkemiğini oluşturduğunu ortaya koydum. Bu grup ve el-Kaide arasındaki yakın işbirliğinin geçmişi oldukça yoğun bir nitelik arz eder. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 11 Eylül saldırılarının hemen ertesinde bu grubu El-Kaide bağlantılı gruplar arasında tanımlamıştı. Eymen ez-Zevahiri resmi olarak iki grubun birleştiğini ilan etmeden çok uzun süre önce 1990’ların sonunda LİSG adeta bir Kaide grubu gibi hareket ediyordu.

LİSG’in, Kaddafi karşıtı isyanda oynadığı öncü rol 2011 Ağustosu’nda açık bir şekilde ortaya çıktı. Trablus düştüğünde grubun ünlü komutanı Abdulhakim Belhac şehrin yeni askerî valisi oldu. İnançlı ve kararlı mücahitler Libya savaşının diğer önemli cephelerinde de isyancı güçlere önderlik ettiler. Kitabımda belirttiğim üzere İngiliz yargı belgelerine göre LİSG, Kaddafi rejimini devirmek için uzun süredir planlar yapıyordu. İsyanın başladığı Şubat 2011’de aynı taktikleri uygulamaya geçirdi. LİSG’in planlarını örgütün baş ideologu Ebu el-Munzir, yani Sami es-Sadi hazırlamaktaydı.

LİSG’in askerî lideri Belhac ve manevi lideri Sadi gibi, Libi de Usame Bin Ladin ve el-Kaide merkeziyle yakın ilişki içindeydi. Kuşkusuz liderlerin ilişkisi daha yakındı. LİSG eski üyesi Numan Benosman’ın söylediklerine göre Belhac, 2001 yılının Aralık ayında Bin Ladin’le Tora Bora’da birlikteydi. O tarihte ABD ve müttefikleri Bin Ladin’in dağdaki sığınağını kuşatmışlardı. Sadi, 1990’larda Afganistan’da operasyonlar gerçekleştiren Arap cihadîlerin arasında itibar sahibi olmuştu. Taliban’ın lideri Molla Ömer’in, Sadi’yi “Afganistan’daki Arapların Şeyhi” olarak nitelendirdiği söylenir.

Ayrıca da her ikisi de Batı’daki önemli terör olaylarıyla ilişkilendirilmektedirler. İspanyol dedektiflerin elde ettiği telefon kayıtlarına göre, 2004 yılının Mart ayında Madrid’deki tren bombalamalarından birkaç hafta önce Belhac, saldırıları gerçekleştiren hücrenin lideri Serhan Bin Abdülmecid Fakhet ile temas kurmuştu.

Bombalamalardan üç hafta sonra Fakhet ve altı adamı Madrid varoşunda gizlendikleri yerde, İspanyol polisler etraflarını kuşattıklarında kendilerini havaya uçurmuşlardı. İspanya’da karşı terör uzmanı Fernando Reinares’in söylediklerine göre Fakhet, patlamadan birkaç dakika önce LİSG’in Londra’daki önemli bir üyesiyle bağlantı kurmuştu. Libi gibi birçok LİSG üyesi bu esnada mülteci olarak İngiltere’de yaşıyordu. Zamanlama ona işaret etmektedir ki, Fakhet’in Londra bağlantısı Madrid terör hücresinin emiriydi.

“Ebu Münzir” İngiliz dedektiflerce adlandırıldığı şekliyle “gübre tuzağı”nın planlayıcısı olarak görülmekteydi. Genç İngiliz Müslümanlardan oluşan eylemciler Pakistan’daki el-Kaide kamplarında eğitilmişler ve İngiltere’ye döndüklerinde sivil hedeflere karşı amonyum nitrattan yapılmış bombalarla saldırılar düzenlemek üzere hazırlanmışlardı. Plan, 2004 yılının başlarında deşifre edildi. Şüpheler, Sadi’nin üzerindeydi. Zaten Sadi sorgulanmış ve Libya’ya iade edilmişti. Planlayıcılardan birinin tanıklığına göre Sadi, Libi’nin yardımıyla radyoaktif bomba da yapma çabasındaydı.

Libi’nin tutuklanması, ABD’li yetkililer açısından uzanılabilir bir hedefti. Ancak Libya’daki problemin kökeni cihadî militanların, geniş ve ağır silahlı bir şebekeye sahip olmalarıdır. Bu onların Amerika ve NATO’daki müttefiklerine karşı üstünlük sağlamalarına yol açmaktadır. Militanların, Libi’nin ABD’ye kaçırılışına tepki vermeleri uzun zaman almayacaktır. Libya Başbakanı Ali Zeydan’ın kısa süreliğine alıkonması ve sonra salıverilmesi bu tepkinin bir işareti olarak gözükmektedir. Militanlar, Zeydan’ı kaçırarak tüm dünyaya bugünkü Libya’da gerçek gücün kimin elinde olduğunu göstermişlerdir.

 

Al Monitor/ 10 Ekim 2013 /Çev: Murat Yürükoğulları