Dünya ve Ahiretin Tarlası Olarak Vakit

Abbas Ataman

Zaman mefhumu biçimsel olarak devingen, dairesel, hayatın zikzaklı çizgilerinden oluşan ve bunun sonucunda tekdüzelikten uzak, doğrusal bir çizgi olmanın ötesinde beşer katmanları arasında yer değiştiren bir durumu ifade eder. Bu esneklik aynı zamanda insanlık tarihinin monotonluktan uzak bir değişkenliğe, zenginliğe ve birikime dönüşmesine kapı aralar. Beşerî anlamda zenginliklerin, coğrafi değişikliklerin, anlayış ve kültür farklılıklarının oluşması zamanın bu dairesel ve devingen durumuna bağlanabilir.

Zaman kelimesinin kökü, eski bir İran dinî akımı olan Zurvanizm’deki zaman ve kader tanrısı Zurvan ismine kadar uzanmakta olup Avesta’da zaman anlamındaki zrvan/zurvan kelimesinin bir başka telaffuzudur.”1

İnsan biliminin temel kavramlarından biri zamandır. İnsanı anlamak zamanı anlamayı, tarihi anlamayı gerektirir. Bütün felsefi sistemler, filozofların, zamanla hesaplaşmalarını gerektirmiştir. Zaman problematiği kendi içinde birçok problemi barındırmaktadır. Zaman hareket ve mekândan bağımsız mıdır? Bu ve benzeri birçok soruyu içeren zaman problematiği, Platon, Aristoteles, Saint Augustinus, Kindi, Farabi ve İbn Sina gibi birçok filozof tarafından ele alınmıştır. Özellikle Aristoteles, “Zaman var olanlar kategorisine mi yoksa varolmayanlar kategorisine mi girer? Eğer zaman var olan bir şeyse, onun doğası nedir? Yoksa o, kaygan, ele avuca gelmez bir şey midir?” gibi soru ve açılımlarıyla kendinden sonraki düşünürleri çok açık bir biçimde etkilemiştir.

Zamanın mutlak bir gerçeklik değil, sadece bir algı biçimi olduğunu Einstein ‘Genel Görecelik Kuramı’ ile doğrulamıştır. Zamanın göreceli bir kavram olduğu, yaşanan hadiselere ve şartlara göre farklı bir biçimde algılanabileceği veya farklı ortamlarda zamanın farklı bir akış hızıyla geçtiğine dair yaklaşımın izlerini Kur'an ayetlerinde de bulmak mümkündür. “Sonra Allah cehennemdekilere der ki: ‘Size kalsa, dünyada kaç yıl kaldınız?’ Onlar: Bir gün veya daha az.’ derler.” (23/112-113) “Melekler ve ruh, O’nun arşına, miktarı ellibin sene olan bir günde yükselirler.” (70/4) “Allah vaadinden asla dönmez. Bilin ki Rabbinizin ölçüsüyle bir gün, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir.” (22/47) İslami ilimlerin tamamını ilgilendiren zaman kavramı hakkında, el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıfın’da özellikle kelamcılar ve felsefecilerin tartışmalarına uzun uzadıya yer vermiş ve bu tartışmaların değerlendirmesini yapmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de zamanı ifade eden çeşitli kelimeler hem bir işin ya da ibadetin vaktini bildirmek yahut tarihî bir hadiseye atıfta bulunmak amacıyla kronolojik bağlamlarda hem de kozmolojik anlamda yer alır. Yevm (gün), şehr (ay) ve sene (yıl) gibi sınırlı zaman belirtenler içinde en sık kullanılanı ‘yevm’dir. Kur’an’da yevm kelimesi yirmi dört saatlik tam gün anlamının yanı sıra süre kaydı olmaksızın zaman dilimi anlamında da kullanılır. Kitab-ı Kerim’de zamana yemin ifadeleri de bulunmaktadır: Asr, leyl, subh, duha… Bu yemin ifadelerinin ardından önemli mesajlar gelir. Biz zamanı “mutlak zaman”, “muayyen zaman”, “hem mutlak hem muayyen zaman” şeklinde üç temel kategoriye ayrılarak inceleyeceğiz. Kur’an’a göre, bizzat zamanın ne olduğundan daha çok zaman içinde yapılan eylemler önemlidir. Bununla birlikte Kur’an’ın, zamanın ne olduğunu düşünme konusunda herhangi bir yasağının olduğu söylenemez. Kur’an’da “zaman” kelimesinin geçmiyor oluşu dikkat çekici bir noktadır. Ancak Kur’an zaman kavramı ve onun hayattaki tezahürlerine ilişkin çok farklı kelimeler kullanmıştır. Zaman hakkında Kur’an hitabının farklı kavramlar ve kelimeler kullanması, sadece Kur’an’ın hitap tarzının ana karakteristiğini değil, aynı zamanda bu vakıanın tabiatını da yansıtır. Zamanla ilgili olarak Kur’an, sadece zamanın özü ve orijini hakkındaki sorulara atıfta bulunmaz. Kur’an-ı Kerim farklı zaman türlerine işaret eder. İnsan için önemli olması nedeniyle muayyen zaman türlerine daha fazla atıfta bulunur. Bu zaman türü, ibadetlerin eda edilmesi, insanın asıl görevinin yerine getirilmesi, işlerini sürdürebilmesi, insan toplumlarının organizasyon ve fonksiyonlarının gerçekleştirilebilmesi için çok önemlidir.

“Mutlak zaman” mefhumunu, başlangıcı ve sonu belli olmayan, dolayısıyla tahdid edilemeyen zaman kavramları için kullanıyoruz. “Mutlak zaman” uzun veya kısa olabilir, ancak “gece” ve “gündüz” kelimeleri gibi zihnimizde hemen oluşan bir “zaman” dilimini çağrıştırmaz.

Mutlak Zamanı İfade Eden Kavramlar

Dehr: Râgıb-el İsfehânî’nin beyanına göre “ed-dehr” âlemin var oluşunun başlangıcından sonuna kadar olan müddetin ismidir. “İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman (dehr) geçti.” Ayetteki dehr bu anlamdadır. Uzun zaman müddetini ifade etmek için de dehr kelimesi kullanılmıştır. Zaman bunun hilâfınadır. Çünkü az süreye de çok süreye de zaman denir. İbn Manzûr ve Âsım Efendi dehri, kesintisi olmayan uzun müddet, dünya hayatının süresi olarak tanımlamışlardır. Buna dayalı olarak, müşrik Araplar içinde zaman anlamına gelen “dehr”i tanrı yerine koyan bir kesim vardı “Bizi sadece zaman yok eder!” diyen bu dehrîler ilkel bir materyalizm anlayışına sahiptiler.

Asr: “Asr” kelimesi, lügatte isim olarak, dehr/sürekli zaman, gece ve gündüz, tan yeri ağarmasından güneş doğuncaya kadar olan zaman anlamında kullanılmaktadır. Zaman vurgusunu içeren bu kavram, ikindi vakti, yağmur, sıkıp suyunu çıkarmak, insanlık tarihi, peygamber dönemi gibi anlamlara gelmektedir. “Ömrün şahidin olacak, asır şahidin olacak.” şeklinde bir uyarı var.

Vakt: Râgıp’ın ve Âsım Efendi’nin beyanlarına göre “vakt” bir iş için belirlenen zamanın sonudur. Bu nedenle vakit kelimesi ancak belirli zamanlar için kullanılır. “Vakkattü leke.” denildiği zaman “Sana vakit ayırdım.” denmiş olur. Bu nedenle vakt, “Zamandan bir miktardır ve zaman ayrılan her şeydir.” diye tarif olunmuştur. “Vakt” kavramı mutlak anlamda kullanılmakla beraber “dehr” ve “asr”a göre daha müşahhas ve daha sınırlı bir zaman anlamı içerir. Vereceğimiz ayetlerden anlaşılacağı gibi mutlak olan belirli bir vakti ifade eder. Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de 13 yerde zikredilir: “Peygamberlere ümmetleri hakkında şahitlik vakitleri bildirildiği zaman...”, “Allah: O hâlde, sen vakti (yalnızca benim tarafımdan) bilinen güne (kıyamete) kadar mühlet verilenlerdensin, dedi.”, “Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır!”

Sözlükte vakit (vakt, çoğulu evkat) “zamanın belirli bir parçası” anlamına gelir. Bu kelimeden türeyen mîkāt da (çoğulu mevâkīt) bir iş için belirlenen zamanı veya mekânı ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de vakit ve bu kökten gelen kelimeler (mîkāt, mevâkīt, mevkūt) 13 ayette yer alır.

“İbadetlerde vaktin önemine bağlı olarak İslam tarihinde güneş, ay ve yıldızlar vasıtasıyla zamanın, özellikle namaz vakitlerinin belirlenmesini konu alan ilm-i mîkāt çok gelişmiştir. Namaz vakitlerinin tespitinde kullanılan çeşitli saatleri düzenleyen, bunların ayarları ve tamirleriyle ilgilenen kimselere “muvakkit”, bunların faaliyet gösterdikleri yerlere “muvakkithâne” denilmektedir. Bu hususta ilmî çalışma yapan astronomlar ise “mîkātî” diye adlandırılmaktadır. Saat yapımıyla ilgilenen bilim dalı “ilmüâlâti’s-sâât” (ilmü’l-benkâmât) diye anılmıştır.2 Bu alanda eser veren veya alet yapan çok sayıda bilim adamından İbnü’ş-Şâtır, Şemseddin el-Halîlî ve Takiyyüddin er-Râşid en çok tanınanlarıdır.

Kur’an-ı Kerim’de, kelâm ve felsefede zamanın süresini belirten “müddet”, sürekliliğini ifade eden “devam”, zamanda öncesizliği belirten “ezel” ve “kıdem” gibi terimler geçmez. Buna karşılık zamanın sürekliliği için kullanılan “ebed” 38 ayette yer alır.

Muayyen Zamanı İfade Eden Kavramlar

Yıl: (Sene, âm, havl, hıcec) Kur’an-ı Kerim’de yıl anlamına gelen “sene” lafzı 17 ayette zikredilmiştir.

Ay (Şehr): Kur’an-ı Kerim’de, ay anlamında şehr kelimesi kullanılmıştır. “Şehr” kelimesi şöhretten mastardır. Bir şeyi açığa çıkarmak ve izah etmektir.

Gündüz (Subh): Sabah vakti anlamına gelir.

El-Fecr: Tan yerinin ağarması, sabah vaktidir.

Bükra: Gündüzün evvelki yanı, sabahın erken saatleri anlamına gelir.

Leyl: Gece anlamına gelir.

Gece ile ilgili diğer kavramlar şunlardır:

El-İşâ, El-Aşiyy: Akşam vakti demektir.

El-Asîl: Akşam vakti anlamına gelir. Dört yerde tekil, üç yerde cemîsi olan âsâl şeklinde gelmek suretiyle yedi kere geçer.

Ânâü’l-Leyl: Gece saatleridir.

Hem Mutlak Hem Muayyen Zamanı İfade Eden Kavramlar

Saat: Zamanın bölümlerinden bir bölümdür. Kur’an-ı Kerim’de marife olarak kullanıldığı her yerde istisnasız dünyanın son bulacağı anı, kıyamet vaktini ifade eder.

Yevm (Gün):Dünyanın kendi ekseni çevresinde bir kere dönmesiyle geçen ve yirmi dört saate bölünen zaman süresine astronomi dilinde “gün” denir.

Kulluğun gerektirdiği pek çok ibadetin muayyen zaman kavramları çerçevesinde somutluk kazandığı söylenebilir.

Resulullah (s) “Yarıncılar, erteleyenler helâk oldu.” buyurmuştur.3 Yarın bir hayaldir, ortada olmayandır. İstikbal bir vehimdir. Gönül eğlendirme kabilinden işler nedeniyle önemli anlarımızı değerlendiremiyor, kendi kendimizi heba ediyoruz. Bir sorumluluğu ertelemek onun gereğine inanmamaktır. Bir görevi, hizmeti geciktirmek onu angarya olarak yüklenmektir. Müminin hakikatle ilgisi boş vakitlerin, tatil günlerinin ilgisi haline dönüşmüşse orada hakikat savsaklanıyor demektir. Nefsin oyunlarına uyarak sorumluluklarını erteleyenlerin hesaplarının asla ertelenmeyeceği bilinmelidir. “Zaman Allah’a verilecek hesabın en temel konularından biridir.” Zamanı nerede tükettiğimizden hesaba çekileceğiz. Hayır ve şer zamandan bağımsızdır. Yanlışlıklarının faturasını zamana kesenlerin zamanı kınaması/kötülemesi ayıplanmıştır. “Zaman, ahirette hem lehte hem aleyhte şahidimizdir.”

Resulullah (s) “Ben bu dünyada sanki garip bir yolcu gibiyim, adeta bir ağaç altında gölgelenip sonra yola devam edeceğim.” buyuruyor. İstikballerini, kurtuluşlarını yola devam etmeyerek ağacın gölgesinde arayanlar hüsrana uğramışlardır. Zira ömür sonsuz zaman sürecinden bize ayrılan belirli mahdut ve muayyen bir müddettir.

Allah Resulü, bir gün aralarında Osman b. Mazun’unda bulunduğu bir kısım sahabiye şöyle buyurdu: “Ben bir peygamberim bazı şeyler için bazı şeyleri terketmem.”

Akıllı insan zamanı planlar ve günü üçe ayırır: İbadet, muhasebe, helal rızık.

“Nefes almak bir nimet, vermek ayrı bir nimettir. Her nimet bir şükür gerektirir. İnsan bundan bile acizdir.”

‘Anın vacibi’ ifadesini vurgulamak istiyorum. O an yapılması gerekli en mühim vazife ve sorumluluk ne ise onu ifa etme çabasına girmemiz gerekiyor. Nebevi hayat biçimine göre hayatlarını tanzim eden sahabelerin durumuna bakalım: Muâz b. Cebel Yemen’e kadı olarak gönderildiğinde yaşı sadece 28’di. Muhammed Zahid el-Kevserî, “İbn Mes’ûd, hayata gözlerini yumduğunda arkasında sayısı tam bilinmeyen sayıda âlim bırakmıştı.” der.

Ömer b. Abdülaziz, Hicri 61’de (M. 680) Medine’de doğmuş, Hicri 101’de (M. 720) 40 yaşlarında vefat etmiştir. Kendisine kısa bir zamanda nasıl böyle bir başarı elde ettiği sorulduğunda şöyle dedi: “İki sınıfı ıslah ettim, toplum ıslah oldu: Ümera (emir sahipleri) ve ulema (âlimler)” dedi.

Hicri 204’te (M. 820) 54 yaşında iken Kahire’de vefat eden İmam Şafiî, şöyle demiştir:

“Bütün ayıplar bizde olduğu hâlde hep zamanı kınarız. Gerçekte ise zamanın hiç suçu yok, bütün suçlar bizdedir. Haksız yere zamanın sahibine hicivler düzeriz. Zaman dile gelse, kim bilir bizim için neler neler söylerdi?”

“Vakit kılıç gibidir; sen onu kesmezsen o seni keser.”

Ömrü bir sermaye olarak gören müfessir Cemaleddin Kasımi şöyle bir temennide bulunur: “Keşke Şam’ın kumarhanelerindeki insanlar, zamanlarını satabilselerdi de alabilseydim. Çünkü zamanım bana yetmiyor.”

Tam da burada değerlerimizden Fuat Sezgin’in 80’li yaşlara kadar günlük 17 saat çalışması, yine siyer otoritelerimizden Asım Köksal’ın günlük 18 saatlik yoğun faaliyetleri, meşhur kelamcı Cahız’ın geceleri kitapevlerinde kalarak sabahlara kadar okumalar yapmasını hatırlamak gerek.

Hayata Allah merkezli bakmamız gerekiyor. Bu bakış disiplinli ve bilinçli yaşamayı gerektirir. Gece ve gündüzün sınırına dikkat etmeyi, programlı yaşama alışkanlığı gerektirir.

Gündelik Hayatta Vakit Algısı

“Hangi mesleğimiz olursa olsun, hangi görevi yaparsak yapalım, hangi önemli mevki ve makamlarda bulunursak bulunalım, vaktin/zamanın ne kadar önemli olduğunun farkında bile değiliz. Saatli/dakik yaşamaya da alışamamışız. ‘Öğleden sonra buluşuruz’ cümlemizden tutun, ‘Bu hafta borcumu öderim’e, ‘bir ara uğrarım’dan, ‘akşama doğru gelirim’e varıncaya kadar (bırakın dakikalı randevuyu) saatli bir görüşme/buluşma/ziyaret vs. yok. Kısmî de olsa bir ilerleme var (tabii bu ilerleme vasıtaların geçişinde duraklardaki elektronik levhalarda).”4

Çoğumuz az çok hercailiğin işi oluruna bırakmanın ve programsızlığın kurbanıyız. Bu duruma modern yaşam biçimlerinin dayattığı alışkanlıklarda eklenince (çalışma biçimleri, sanal alanlar, beslenme yöntemleri, sağlık problemleri vs.) iş daha da içinden çıkılmaz hallere bürünüyor.

Modern dünyanın zaman algılayışı iş ve kazanç dünyasına, daha fazla üretime dayalıdır.

“Cebimizdeki sermayeyi bir ürün için sarf ederken gösterdiğimiz çabayı zamanı kullanırken de göstermek gerekir. Zira hayat da bir ticarettir. Yapılan araştırmalarda ortaya konan bir gerçek var: İnsan verim potansiyelinin ancak yüzde 30-40’ını kullanabilmekte, yüzde 60’ı ise şöyle böyle heder olmaktadır. Gafletle yaşamak bir bakıma iflas etmek, yolun sonuna eli boş varmak, hasret ve inkisarla dönüp geçmişe bakmaktır. Ömrü ganimet bilmek ise zamanı sıkı tutmak, solmayan, pörsümeyen rengi bulmaktır. Kökleri ebediyet toprağında asırlık ağaç gibi meyve vermektir. Vaktin sadece dünyevi gelir ve çıkar planında sonuna kadar kullanılma düşüncesi modern dünyanın sürekli gündeminde tuttuğu bir konu.”5

Doğuda ise başı ve sonu olmayan bir daire spiral şeklinde kuyruğunu kıstıran yılan ile sembolize edilir.

Modern insan zamanla yarış halindedir. Zaman, modern insanın nimetler arasında en acımasız ve müsrif davrandığı nimetlerin başında gelir. Sanal dünyaya ram olan günümüz insanı, zamanı hayırlı amellerle bereketlendirmek dururken teknolojik aletlerin pençesinde ve sürekli çevrimiçi modunda bir konuma sürüklenerek zamanını tüketmektedir.

“Boş zaman” kavramı modern zamanların bir icadıdır ve aslında boş zaman diye bir şey yoktur. Boşa geçirilen zaman vardır. Herkes için yeterli zaman hep vardır, yeter ki doğru kullanılsın. Tıpkı yerdekiler ve göktekiler gibi zaman da insan için yaratılmıştır. İnsanın hayatı çok kıymetli olduğu için zaman kıymetlidir. Hayatı ve ölümü Allah bir sınav gereği yarattı. Hepimizin cenneti kazanacak kadar cehennemden kaçınacak zamanı vardır.

Ahmet Haşim, Müslüman Saati’nde zaman algımızın değişimini şöyle vurgular: “İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilâların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. “Saat”ten kastımız, zamanı ölçen âlet değil, fakat bizzat zamandır. Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin eder. Şimdi heyhat, eski “saat”le beraber akşam da fecir de bitti. Birçoğumuz için fecir, artık gecedir. Ve birçoğumuzu güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolaşmış, kıvranırken buluyor. Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz. Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz.”

İslami perspektifle hayat, ölümü de kuşatan uzun bir yolculuğa vurgu yaparken modern algılayışta yaşam kavramı sadece dünya hayatına vurgu yapar, ahireti ıskalar.

“Bizim için hayat yakın ve uzak anlamıyla bir bütündür. İnsan yaşamını kaybedebilir. Ölebilir ama hayatını kaybetmez. Yaşam ve ölüm hayatın iki farklı tecellisidir. Başka bir deyişle geleneğimizde mebde (köken, çıkış, başlangıç) meaş (yaşam) meâd (dönüş) hayatın farklılığını gösteren ama sürekliliğini işaret eden değişik yönleridir. Kadim şehir örgütlenmesi yaşam ile ölümün yani hayatın sürekliliğine güzel bir örnektir: Din’in mekânı, me-DİN-e yani şehir, mabedin etrafında kurulur; ölülerin gömülü olduğu makberler de mabedin harîmindedir. Mebde ve meaş anlamını meâddan devşirir. Kökene ve yaşama anlamını ölüm verir. Nasıl ki insanın yürüyüşüne anlamı, hedefi/amacı verir, yaşamın anlamını da amacı yani nihai akıbeti belirler. Hem var olmanın hem de hayatın anlamı ölüme sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü öldükten sonra börtü böcek olacak isek insani var olmanın, dolayısıyla bir hesap yok ise ahlaklı yani insan olmanın, hayatın anlamı yoktur. Bir mümin yaşamını kaybeder ancak hayatını kaybetmez.”6

Modern insanın zamanı salt üretim ya da tüketime dayalı ölü zamandır. Hız ve haz çağı nitelendirmesiyle hiçliğe, nihilizme, epikürcülüğe dümen kıran bir anlayıştır.

“Ahiret hayatın ruhunu temsil eder. Her şeyin bir ruhu vardır. Dünyanın ruhu ahirettir. Ahiretsiz bir dünya ruhsuz bir cesettir. Kokuşur. Bu kokuşma anlamsızlık ve amaçsızlıkla başlar. Kur’an’da buyrulduğu gibi tek başına dünya hayatı bir oyun ve eğlence olmaktan öteye geçmez. Ahiret istikbali temsil eder. İstikbal ne göklerde ne köklerdedir. İstikbal ahirettedir. Ahiret vatan dünya gurbettir. Gurbete vatan muamelesi yapan asıl vatanı kaybeder. Akıbetiyle ilgilenmeyene Kur’an’ın olumlu anlamda söyleyeceği bir şey yoktur.”

İnsanı bekleyen çok önemli gün ve saatler var: İnsanoğlu, zaman deryası içinde çıktığı ebet yolculuğunu, yirmi dört saatten oluşan “yevm/gün”lerden geçerek sürdürüyor. Ve ileride çok önemli “gün”ler onu bekliyor. “Yevmü’l-cezâ”, “yevmü’d-dîn”, “yevmü’l-hulûd” gibi… Yine saatler içinden geçiyor ki ileride kendisini bekleyen sarsıcı saatler var. Koca bir ömrün “sâatünmine’n-nehâr/gündüzden bir saat” zannedileceği çetin buluşmalar var. Bir an bile tehiri mümkün olmayan “ecel saati” var. Velhasıl, zamanın yegâne sermayemiz olduğu gerçeğini –sadece yılsonu, yılbaşı, bayramlar ve kandiller gibi sebeplerle değil– her vakit hatırda tutmak gerekiyor.

Zaman, insana Allah’ın lütfettiği en kıymetli imtihan saatidir. O saat, eldeyken fırsattır. Elden çıkınca ise ancak nedamettir. İnsan, bütün yapacaklarını ancak o saatin içinde yapabilir. O saat kaçınca en mahir ustaların bile elleri tutulur artık. Gözler, sadece o saat içinde görür. O saat geçince, her yan kapkara kesilir. Kalpler, o saat içinde çalışır. O saat bitince elektriksiz bir makine gibi donup kalır. Vücutta bütün azalar donar, insan sanki sadece etten bir kalıba döner.

Hergün aslında farkında olmadan ölüm ve dirimi yaşıyoruz. Mevsimlerin oluşu uykuda, güneşin batması, akşamın olması sanki bir ömrün bitişi, bir geceye giriş. Her an bir muhasebe hâlinde olmamız zaruri. Günümüzü nasıl tamamladık? Yine gece oldu, yine arkadan sabah geliyor. Cenab-ı Hak, sanki yine bir “ba‘süba‘de’l-mevt”, tekrar kıyamet günü kalkış sahnesini gözlerimizin önüne koyuyor. Bizleri yine bir muhasebeye çağırıyor.

İnsan her an son nefesindeki gibi metafizik bir gerilim içinde olmalı, bütün günleri bir gün için, hesap günü için yaşama şuuruyla yaşamalıdır.

Müslüman hayatında boşluk, boş vakit, tatil (atalet), rehavet, durağanlık, gevşeklik yok. Sürekli canlılık, aksiyon, amel, faaliyet vardır.

Her günün sonunda esnaf, defterini kontrol eder, kâr ve zararını hesaplar, yıl sonunda daha yoğun bir faaliyete girişir. Yeni yılını planlar. “Akıl başa geldi, ömür bitti” aşamasına gelmeden zaman dizaynına önem vermek gerekiyor.

Zamanı yönetmek ve kontrol etmek açısından alabileceğimiz bazı tedbirleri şöyle sıralayabiliriz:

1- Uyku disiplini oluşturmak. “Saatte beş dakikanın günde bir saat ettiğini, günde bir saatin ayda otuz saat, yılda on beş gün ettiğini düşündük mü? Bir gecede uyuduğumuz sekiz saatin senede dört ay uyumak demek olduğunu hatırımıza getirdik mi?”7

2- Kararlı, disiplinli olmak, işleri yarım bırakmamak.

3- Vakti çaldırmamak, çalmamak.

4- Ölümü sürekli akılda tutmak, bu konuda her an teyakkuz durumunda olmak.

5- Sanal hayatın esaretine boyun eğmeden onu sadece bir imkân olarak kullanmak.

6- Randevulara riayet etmek.

7- Toplantıları gündemli yapmak.

8- Sıklıkla not almak. İşleri küçük bölüme ayırmak. İşlerin önem derecesini belirlemek.

Müminin faaliyeti büyük gün ve din gününün maliki, sahibi içindir. Zamanını iflas, kayıp, hüsran içinde geçirmekten, zamanı öldürenlerden yani zaman katilliğinden uzak olmayı temenni edelim. Aldığımız nefesin son nefes, kıldığımız namazın son namazımız olduğu bilinciyle yol almayı, bütün günlerimizi bizim için hayati öneme haiz hesap günü için yaşamayı tanzim etmeyi, planlamayı Allah nasip etsin.

Dipnotlar:

1- İlhan Kutluer, TDV İslam Ansiklopedisi, “Zaman” md., C. 44, s. 111. (Choksy, “Zurvanism” md., XIV, 10011-10012)

2- Keşfü’ẓ-Zunûn’dan aktaran: M. Kâmil Yaşaroğlu, TDV İslam Ansiklopedisi, “Vakit” md., C. 42, s. 488.

3- Müsned, I/139

4- Yaşar Değirmenci, “Zamanın Önemi ve Değeri Üzerinde Düşünmek”, Yeni Akit, 22 Eylül 2018

5- İsmail Ceylan, “Zaman Bilinci”, Genç Birikim, Kasım 2016

6- İhsan Fazlıoğlu, “Var-olmayı ve Hayatı Yeniden Anlamlı Kılmak”, İtibar, Sayı: 20, Mayıs 2013

7- Yaşar Değirmenci, “Zamanın Önemi ve Değeri Üzerinde Düşünmek”, Yeni Akit, 22 Eylül 2018