Doğruya Doğru, Yanlışa Yanlış Diyebilen Adil Şahitler Olmak

Şefik Sevim

1) 28 Şubat sürecinde sistemin öncelikli düşman konumuna oturttuğu İslami kimlik sahiplerinin Türkiye’de sisteme yaklaşımları ve ilişkileri nasıl bir dönüşüm geçirdi?

2) AK Parti döneminde Müslümanların muhalif söylem ve tutumlarını büyük ölçüde terk ettiklerine dair iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

3) AK Parti iktidarıyla birlikte sistemde geniş çaplı bir değişim yaşandığı görülmekte. Bu olguya rağmen Müslümanlar açısından yine de muhalif olmak bir zorunluluk mudur?

Evetse → Neye, niçin ve nasıl muhalif olmalıyız?

4) 15 Temmuz sonrasında Türkiye siyasetinde ve toplumsal yapısında yaşanan gelişmelere ilişkin olarak muhalif kimlik ve söylemin öncelikle gündemleştirmesi gereken konu başlıkları neler olmalıdır?


1- İnsanoğlu fiilî olarak yaşadığı kendi gerçekliğini merkeze alarak kendi dışındaki gelişmelere, olaylara karşı bir duruş ve yaklaşım geliştirmekte, kendini konumlandırmaktadır. Herhangi bir süreçteki gelişme ve atmosfer onu farklı duygulara değerlendirmelere ve içtihatlara sürükler. İnsanın bu tarz tepki ve refleksleri tabiidir, fıtridir. Biz duygularla mücehheziz. Etkileniriz. Duygulanırız. Dışımızdaki bu vaki değişim ve gelişmeler bizde değişim ve dönüşümleri besler. Fakat Türkiye’deki İslami kimlik sahibi kesimlerin belki de yaşadıkları en acı hakikat, Türkiye gibi dinamik bir ülkedeki yakıcı gelişmelere, gündemlere ve sorunlara karşı direnç göstermeyip, mevsimlik savrulmalar yaşamalarıdır.

AK Parti ile beraber sistemin geçirdiği yer yer köklü değişime paralel olarak İslami kesim de bu sürece daha fazla müdahil olma eğilimi göstermiştir.

AK Parti’nin ilk iki döneminde duyarlı kesimlerin “bekle ve gör“ hassasiyetinde olmalarına karşılık, sonraki süreçte, özellikle bürokratik vesayete karşı elde edilen kazanımlara paralel olarak, İslami kesim sürece müdahil olmuş ve sorumluluk yüklenmiştir. Bu da doğal olarak İslami kesimin sistemle ilişkilerini de gözden geçirmeyi beraberinde getirmiştir. Evet, sistem kısmi olarak olumlu yönde bir değişim ve dönüşüm yaşamıştır fakat buna paralel olarak İslami kesimlerin kahir ekseriyetinde duygu, düşünce ve endişelerde de bir zayıflama olmuştur. Özellikle AK Parti’nin dış politikadaki ümmetçi hassasiyeti çoğu İslami kesimde, direnerek değişmekten ziyade, direkt AK Parti’ye ve dolayısıyla da sisteme yakınlaşma zemini beslemiştir. Bunun bir sonucu olarak Müslümanlar birdenbire kendilerini sistemin bürokratik bir kademesinde bulabilmişlerdir. Bu bulunuş hali karşılıklı bir etkileşimi beraberinde getirmiştir. Kimi çevrelerin fıkıh geliştirmeden, duygusal bir telaşla doğrudan eklemlendiği gözlenirken, diğer taraftan bazı çevrelerin de daha ilkesel bir ilişki geliştirerek sistem içerisinde bulunduğu görülmüştür. Bu ilkeselliği gözeten İslami kesimlerde olup bitenler karşısında “müdahil olma” ve “muhalif olma” noktasında ikilemler yaşanmıştır.

Bu tutumların aksine olması gereken ise İslami kesimin ilkelerinden taviz vermeden her türlü memduh ve maruf olanı desteklemesi; buna karşılık olarak da her türlü mazmum ve münker karşısında durma iradesini gösterebilmesidir.

2- Muhalif söylem ve tutumların birçok kesimde söndüğü bir hakikattir. AK Parti’ye karşı İslami kesimlerdeki muhalif söylem ve tutumların terki, kimi çevrelerde zemini ve süreci hikmetle okumaya matuf olabildiği gözlenirken, buna karşın kimi çevrelerin ise ne yazık ki pragmatist hesaplarının bir sonucu olduğu gözlenmektedir.

Kısmen de bu muhalif söylem ve tutumları zayıflatan, ümmet coğrafyasındaki talihsiz fitne süreci ve yakıcı gelişmelerdir. Yani Müslümanlar tam da bu süreçte AK Parti’ye duygusal yaklaşma durumunda kalıyorlar.

İktidarın olumlu icraatlarını desteklememiz, iktidarın yanlışlıklarını görmemeyi gerektirmediği gibi, sisteme karşı muhalif duruşumuza da halel getirmemelidir.

İslami kesimin sisteme karşı genel anlamda muhalif bir tarz ve söylemi terk etmelerinde fitne atmosferinin getirdiği temkinliliğin de payı vardır.15 Temmuz gibi emperyalist bir projeyle Erdoğan’ın şahsında itibarsızlaştırılmak istenen Müslüman halk kitlesi, kendi çevresine bakarak elindeki sermayeyi kaybetme endişesiyle birçok ritüele, sembole ve kavrama çok daha fazla anlam yüklemek durumunda kalmıştır. Bu atmosferin, İslami kesimin kendini konumlandırmadaki algısını etkilediği görülmüştür. Yerel ve küresel hesaplar ve maslahatlar ne olursa olsun müminlerin adil şahitlikleri gereği sisteme karşı hakkaniyet ölçüsünde muhalif kimliğini korumaları esas olandır. Bu çerçevede AK Parti’yle veya herhangi bir kurumla insan ve değer merkezli olumlu açılımlarla paralelleşmemiz, kimliksel bir bütünleşme veya bir velayet ilişkisi değildir. Sisteme karşı muhalifliğimiz sistemin Allah’ın ortaya koyduğu ilke ve esaslara yakınlığı ve uzaklığıyla belirlenir.

3- Bir sistemin işleyişinde, bir yapıda iyileşme emarelerinin görülmesi bizlerin o sisteme ve o işleyişe muhalif olma ruhunu kaybetmemizi gerektirmez. Muhalif olmayı müzminleştirmeden, itici bir algının oluşmasına fırsat vermeden, anın vacibi neyse ona göre bir duruş sergilemenin süreç açısından daha hikmetli olacağı bilinmelidir. Makul ve hikmetli bir karşı duruşun, önyargıların ve kör taassubun beslediği bir müzmin muhaliflikten daha fazla hakkaniyete yakın durduğu bilinmelidir. Zira peygamberlerin varisleri olma sıfatıyla müminler, her zaman ıslah merkezli uyarıda bulunmaları gerekir. Çünkü müminler elçilerin bir vasfı olan zakirler/hatırlatıcılar olmakla yükümlüdürler. Muhalif olunması gereken yerde muhalif olmak; hakkaniyete dair hakkın teslimiyetinden geri durmamak da hikmetin bir gereğidir. Dönemsel bir muhalefet anlayışından ziyade, maşeri vicdanı merkeze alan bir sorumluluğu sürekli yüklenmek gerekir. Hikmetli muhalefet, daima özgün kalmayı getirir. Bu bağlamda Ebu Hanife’nin tarihsel duruşu önemlidir.

4- Özellikle son dönemlerdeki milliyetçi refleksler ve muhafazakâr kesimin sistemle bütünleşerek devletleşen ruh hali,İslami kesimin mutlak anlamda sorgulaması gereken bir durumdur.

FETÖ’nün benzer tıynetinde olan yapılara ve işleyişlere dikkat edilmesi gündemleştirilmesi gereken bir konudur. Bâtıni, hurafeci, gizli ajandalı, şeffaf olmayan ve dinî şiarları istismar edici yapısal anlayışların sorgulanması elzemdir. Hakeza toplumun İslami kesimlere karşı duyduğu güven sorunu ve yine İslami kesimdeki yapısal işleyişte kimi çevrelerin kendi iç bünyelerinde yaşadıkları güven sorunu bir tespit olarak anılabilir. İslami kavram, değer ve argümanların şahsi manevilerinin incinmesi konusu gözden kaçan bir diğer vakıadır. Sadece 15 Temmuz darbe girişiminde bulunan FETÖ’nün şeytanlaştırılması yetmez, darbeci mantığı üreten vesayetçi Kemalist sistemin bizatihi kendisini sorgulamada ısrarcı olmak mevzusu devamlılığını koruması gereken bir hassasiyettir.

Birilerine olan kinimizin bizi adaletsizliğe sevk etmemesi gerektiğini mümin olmamızın vazgeçilmez hassasiyeti olarak görmeliyiz. En kırılgan süreçlerde anlam bulabilecek olan adalet, merhamet, tahammül gibi kavramların toplumsal işleyişte yeterince değerlendirilmesi bir sorumluluk olarak gündemimizde bulunmalıdır.

Gerginlik süreçlerini sükûnete dönüştürücü bir dil geliştirebilmek toplumsal incelik ve merhamet duyguları açısından ıskalanmaması gereken bir hassasiyettir.

Gayri tabi süreçler diye tanımlayabileceğimiz fitne süreçlerinde hakikatin şahitleri olma çabalarımızda hikmeti esas almak unutulmamalıdır.

Üst bürokrasinin 15 Temmuz’la beraber halktan aldığı meşruiyet psikolojisiyle eleştiriye tahammülü olmayan bir tarzı geliştirdiği gözlenmektedir. “Ya bizdensin ya da ötekisiniz” yaklaşım tarzının sorgulanması gerekir.