Demokrasi, Otokrasi, Mesut Yılmaz, Çankaya ve diğerleri

Haksöz

Önce tanklar yürütülmüştü... Ardından toplantılar yapıldı... Tehditler sıralandı, tedbirler kararlaştırıldı ve imzalar çakıldı. "Kriz", kritik bir sözcük olarak belleklere mıhlandı. Germek fiilinin şimdiki zaman kipinde kullanımını bolca hıfzettik ama, fiilin öznesini ve nesnesini doğru tespit etmekte hayli zorlandık. "Geldiler, geliyorlar" derken, brifingli günler geldi. Koca koca adamlar birbirlerine kronometresi tutulmuş, hesabı kitabı yapılmış cinsinden alkış hediye ettiler; birilerine de paket servis usûlü, mesaj cinsinden gönderdiler. "Ben almayayım" demek âdaba uymazdı ama, önceki âdaplara uyduğu için buna da uyacağı beklenenlerden, yaprak kımıltısı dahi hissedilemedi. Suskunluk konuşuyordu salonlarda; dilin kemiği vardı, yerin kulağı...

Birden ses geldi; alçak tınılı ve usulca... Seçim kararı, 'dönüşümlü'nün devir-teslimi, mecburen istifa der-ken; "Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı, Mesut Yılmaz Başbakan"dı...

"Silahsız Kuvvetler" tarih yazmıştı! Tanksız, topsuz, kansız olmuştu işte! Oldu mu oluyordu; böyle de zafer tacı giyilebiliyordu! "Ya Sincan" mı? Olağan bir tatbikattı! "Balans ayarı" demokrasiye değil, levâzımata yapılmıştı! Brifing gerekliydi, daha önce de yapılmıştı, ama abartılmamalıydı! "Gerekirse silahla" derken, İç Hizmet Kanunu'na atıf vardı; hem asker silahsız olur muydu? "Durum" böyleydi, "vazife" de ortada... Sövüp saymaların, dolup boşalmaların ise lafı bile olmazdı; yedi sene öncesinin rövanşına saymak lazımdı!

"Silahsız Kuvvetler" tarih yazmıştı! Tarih sayfasına noktayı Çankaya koydu. Darbe olmamıştı! Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı'ydı, Mesut Yılmaz Başbakan oldu. Ülke kurtuldu! Susurluk çayırındaki maça dönülebilirdi. MGK'larla, brifinglerle, "geldik, geliyoruzlarla hayli antremanlı olan Silahlı Kuvvetler hızlı başladı. JİTEM'de dönen dolaplara, Güneydoğudaki subayların mafyavâri bağlantılarına çalım atmaya kalkan Emniyetin ileri uç elemanlarına çimler yedirilecekti. Zevkli bir müsabaka olacağı kesindi ama, sonuçta kazanan yine kulüp başkanları olacaktı, kaybedense tribünler..

"Silahsız Kuvvetlenin yazdığı tarihte, yenilen ordunun başkomutanı muharebe alanını terk ederken "İşte demokrasi bu!" demeyi tercih ediyordu. "Alın başınıza çalın" anlamında değil elbette; "Geldiğimiz gibi gidiyoruz" anlamında... Demokratça yani... "Yine gelir, yine gideriz" demeye getiriyordu komutan... Ordunun neferleri şaşkındı ama, suskunluk konuşmalıydı alanlarda; dilin kemiği kıkırdaktı, yerin kulağı delik...

Seçim vardı hem sonra... Yakındı, ümit vardı, yine olurdu... Alanlarda yüz binlerce toplanılır, seçim konuşmaları dinlenir, vaadler vaadlerin üstüne istif edilip, elde edilen yükseltiden liderin nurlu yüzü temâşâ edilirdi... Tekrar denenebilirdi, denenmesinde yarar vardı.

Silahlı-Silahsız Kuvvetler de vardı ama, demokrasi de mevcuttu. Öyle şeyler olur muydu? Ordumuz şerefliydi, bizimdi... Demokrasi halkın iradesiydi; halkın iradesi yüceydi; sistem parlamenterdi; parlamento yedi sene önceki gibi değildi. Şevki Yılmaz yurtdışından dönmüştü; Fethullah Gülen ve diğerleri de dönebilirdi. Darbe olmamıştı; Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı'ydı, Mesut Yılmaz Başbakan olmuştu! Bu bir oyun değildi; masal-matitas hiç değildi; öcü diye bir şey yoktu; demokrasi vardı, "işte bu"ydu!

***

'Gündem' yazılarımızın alışılmış üslûbuna denk düşmeyen bu satırlar, olup-bitenlerin üslûbuna denk düşebilir kanaatiyle kaleme alınmıştır.

Yaratılan bunca toz-dumanın ortasından alnımızın akıyla çıkmayı başarmak zorundayız. Çabamızla, mücadelemizle, emeğimizle; omuz omuza vererek, yüreklerimizi bütün kılarak ayağa kalktığımızda, "aramızda dönüp dolaştırılan günler"in bize döneceği zamanlar yakındı.