Darbe Düzeni, “Nokta” Atışlarıyla Sürdürülüyor!

Beytullah Emrah Önce

Normal, adil ve özgür bir ülke nasıl olur sorusunun cevabı, herhalde, Türkiye nasıl bir ülkedir sorusuna verilen cevabın tersi alınarak rahatlıkla verilebilir. Ayakların baş, başların ayak olduğu Türkiye'de, organlar da yerli yerinde değildir; dolayısıyla asli vazifelerini yapmaktan uzaktır. Toplum; normal ile anormalin yer değiştirmiş olmasının doğurduğu karmaşa atmosferinde yaşamak mecburiyetindedir. Anormalliğin yıllar içinde normalmiş gibi algılanmaya başlaması ise durumun vahametini göstermektedir. Bu vakıa, sürekli bir üst sınırın zorlanmasına kapı aralamış, haliyle kötü alışkanlıkların kökleşmesine neden olmuştur.

Söz konusu iktidar; siyaset, hukuk ve tüm bunların içinde cereyan eden asker-sivil ilişkisi olunca, normal ile anormalin nasıl yer değiştirdiğini görmek için yeterince net veriler elde etmek mümkündür. Kendisini halkın iradesine teslim ettiğini söyleyen devlet aygıtı, özde kendi verdiği söze hiçbir değer atfetmemiş, onu hayata geçirmemeyi bir siyaset tarzı haline getirmiştir. Dolayısıyla, askerlerin kurduğu iktidar, bugüne kadar askeri vesayet altında devam ettirilmiştir.

Normal bir ülkede, sınır güvenliğinden sorumlu asker, Türkiye'de bu konuyu görev sırasının en alt sıralarında yer vermektedir. Siyasetin dışında ve siyasi iradenin emrinde olması gereken asker, bugüne kadar "Türkiye'nin kendine has şartlarını" ileri sürerek, tüm siyasal ve toplumsal olaylarda anahtar rolü oynamış, kıymeti kendinden menkul bu role atfettiği büyük "sorumluluk bilinci" ile hareket ettiğini söyleyerek, kendisi dışındakileri sorumsuzluk pozisyonuna düşürmeyi marifet bilmiştir. Kendisine biçtiği rol, efendiliktir; güç, iktidar ve servet yalnızca onundur. Herkes ona karşı sorumlu iken, o hiç kimseye değil hesap, cevap vermek zorunda bile  değildir. Bu yüzden, normal bir ülkede asker sivillerin denetimine tabi iken, Türkiye'de her şey askerin denetimine tabi tutulmak istenir.

Dört fiili darbe ve sınırsız müdahale ile bugüne kadar toplum, siyaset, hukuk, eğitim ve medya üzerinde kurduğu baskıyla, kendi ideolojisinin egemenliğini kayıtsız şartsız pekiştirmeyi hedefleyen bu yapı; elbette amaçlarına istediği şekliyle ulaşabilmiş değildir. Yine de bu; rolünün etkisini göz ardı etmenin gerekçesi olamaz. Bu yüzden, normal bir ülkede askerin her konuda ne düşündüğü merak edilip, tartışılmazken; Türkiye'de asker bir konuda fikir beyan etmediğinde merak konusu olur. Bu anormal durumun kanıksanması, askerin konuşmasının değil, sessizliğinin hayır olmadığının alâmeti farikası sayılması sonucunu doğurmuştur. Asker, artık sadece güvenlik gücü değildir; siyasetçidir, hukukçudur, öğretmendir, gazetecidir, düşünce ve görev adamıdır... Görev bağlamında, ne olmadığı sorusunun cevabı ise bugüne kadar verilebilmiş değildir. Elbette bu duruma karşı bir muhalefet, her zaman söz konusudur fakat dokunulmayana dokunmanın bedelini ödemeye de devam etmektedir.

Darbelerle ve muhtıralarla sağlamlaştırmaya çalıştığı militer iktidarın kurduğu düzenle yüzleşmek; gerçekten ilkeli bir tutum, bilinçli bir tavır, ciddi bir sorumluluk ve cesaret işidir. Nihayetinde ortada, eleştirilememesi normalleşmiş gibi karşılanan bir yapı mevcuttur. Bu yüzden, normal bir ülkede hukuk; sivil iradeye karşı yapılan bir darbeyi, darbeci girişimini ve cuntacıları, yargılamakla yükümlüyken, Türkiye'de darbeleri yasal kılıfına uydurmaktadır. Askeri diktaya karşı çıkan bağımsız hukukçular, derhal sistemin dışına ihraç edilmektedir. Darbecileri yargılamaya kalkışan eski savcıların ve en son Şemdinli savcısının halleri bu durumu özetler mahiyettedir. Aynı şekilde eğitim; normal bir ülkede sivil, özgür ve ahlaki bir düşünce sistemine sahip nesiller yetiştirebilirken, Türkiye'de, iktidara sadakatle bağlı ve sorgulamadan teslim olmuş kitleleri üretebilmekle vazifelidir. Resmi ideolojiden arındırılmış; özgür eğitim talepleri ise şiddetle cezalandırılmaktadır. Nitekim İLKAV'ın düzenlediği eğitim paneline yapılan muamelenin sıcaklığı halen kendisini hissettirmektedir. Siyasette de durum pek parlak değildir. Toplumsal taleplerin karşılığını bulduğu bir alan olması gereken siyaset; Türkiye'de askeri taleplerin çizdiği siyasi sınırlar içinde bir nevi kukla gösterisidir.

MEDYANIN ANORMALLİĞİ

Türkiye'deki anormalliğin gündelik hayatta en belirginleştiği alanlardan biri de merkez medyadır. Geniş okur kitlelerine sahip olan ve kendisine atfettiği gücün sarhoşluğu ile sorgulanamazmış gibi hareket eden, istediği hedefi ahlaksızca karalayabilen, kara tabloları çıkarları doğrultusunda pembeymiş gibi gösterebilen merkez medya, mevcut haliyle normal, özgürlükçü ve tarafsız bir medya nasıl olması gerekiyorsa kesinlikle o halden en ufak bir iz taşımamaktadır. Bu sebeple, askeri vesayet sistemiyle kurduğu karşılıklı çıkar ilişkisi; toplum yararının göz ardı edilmesiyle sonuçlanmaktadır.

Merkez medyanın bu tutumuna karşı, medya alternatifini normalde olması gerektiği gibi kullanan gazeteciler de her zaman olmuştur, tıpkı adil hukukçuların, özgürlükçü eğitimcilerin ve bağımsız siyasilerin olageldiği gibi... Ve onlar da tabi ki, anormallikler ülkesinde normal işler yapmaya kalkışmanın ya da işleri olması gerektiği gibi gerçekleştirmeye çalışmanın getireceği sıkıntılarla karşılaşmaktadırlar. Nokta Dergisi'nin başına gelen işte böyle bir şeydir.

Nokta Dergisi, ne yapmıştır? Aslında yapılması gerekeni... Dolayısıyla, bu olayı değerlendirirken; "Baskın yediyse onlar da pek masum olmamalı!" şeklinde zalimin gücünden korkanların sinik psikolojisiyle değil; düzenin hışmına uğradıysa iyi bir noktaya parmak bastığını düşünenlerin özgüveniyle hareket edilmeli ve olay sessizce geçiştirilmemelidir. Çünkü, ortada baskın değil, baskı hali mevcuttur ve bu hal, ülkeye sirayet etmesi arzulanan korku atmosferinin esintilerini taşımaktadır.

Nokta Dergisi'nin başına gelen, sadece belirli yayın organına yönelik yasal bir arama değildir. İktidar sahipleri, bir kez daha normalmiş gibi gösterdikleri klasik reflekslerini sergilemiş ve kendi iktidar alanlarına yönelik medyatik bir duruma müdahalede gecikmemişlerdir. Darbe özlemcilerinin neden ordunun siyasete doğrudan müdahale etmediği şeklindeki merakı da, aslında onun bugüne kadar sergilediği geleneğin meydana getirdiği alışkanlıktan kaynaklanmaktadır. İşte böyle bir süreçte, Nokta; "Kral çıplaktır!" dediği için cezalandırılmıştır. İktidar sahiplerinin etrafa salmak istediği korku psikolojisinin aslında zihinlerde yaratılmak istendiği kadar korkunç olmadığını ortaya koyarak, iktidarın imajını zedelemiştir.

Militer iktidar, "sözde değil özde laiklik" derken, ona darbe günlüklerinden bahsetmek ya da STK'larla samimiyetin nereden ileri geldiğini sormak; makbul bir gazetecilik midir? Krala methiyeler düzmek, iktidar pastasından nimetlenmek ve günü kurtaracak hamlelerle devam etmek varken, toplumun yaraları, acıları ve sancıları üzerinde kurulu iktidarı sorgulamak makbul bir davranış mıdır? Nokta Dergisi, mezkur sorulara açıkça "hayır" dediği için, ona bu ülkede hayrın da şerrin de kimden geldiği gösterilmek istendi. Gösteri sadece bir grup gazeteciye karşı değildi; mesaj, onlar üzerinden tüm toplumaydı, özellikle de iktidar sahiplerinin rablik iddialarına karşı çıkanlara...

NOKTA'NIN YAYIN ÇİZGİSİ

Nokta'nın başına gelenlere geçmeden önce, Nokta Dergisi'nin Alper Görmüş ve ekibiyle birlikte nasıl bir yayın çizgisi takip ettiğini hatırlayalım. Görmüş, gazeteciliği, gazete binalarında çok konuşulan ama gazetelerde yazılmayanları yazabilmek iddiasıyla yapan bir gazeteci. 25 sayı süren Nokta macerasında da, iddiasının peşinden gitti. Dolayısıyla, dergiye yapılan baskına gösterilen gerekçe, işin hukukuna uydurulmasından ibaretti, asıl cezalandırılan ise bir habercilik anlayışıydı. Bu anlayış, hemen her sayısında önemli toplumsal sorunlar karşısında anormalliklerin nasıl normalmiş gibi sunulduğunu sorgulayan bir bakış açısına sahipti. Tehlikeli olan da buydu; anormalliklerden beslenerek kurduğu iktidarı deşifre etmek.

Sivil bir gazetecilik yapan Görmüş, haliyle merkez medyanın yayın anlayışını şöyle tanımlıyordu: "Gazetecilik, 'devlet'in, toplumdaki eğilimleri pek de kaale almadan oluşturduğu 'milli siyaset'in unsurlarını, üzerine 'korku' sosu da ekleyerek topluma servis ettiği bir meslek alanı görünümünde..." (Nokta, 6) Nokta Dergisi, bu görünümü dağıtmaya yönelik anlayışla, gerek kapağına taşıdığı dosyalarda, gerekse haber ve yorumlarında doğru bildiği, ilkeli ve tutarlı bir çizgi oluşturuyordu. Haliyle, her sayı resmi ideolojinin kırmızı çizgilerini zorlayan ve çoğu zaman o çizgilerin üstünü çizen haber ve yorumlara imza atıyordu.

Örneğin, Kürt sorunu, Nokta Dergisi'nin birçok sayısında işlenen bir konuydu ve dile getirilenler, devletin topluma servis ettiği 'milli' bakış açısına ters düşüyordu. Mevcut anayasa ile sorunun çözülemeyeceğini gündeme getiren dergi; aynı sayısında yerinden yurdundan edilmiş Kürtlerin halinin de soruna dahil edilmesi gerektiğini belirtiyordu. (Nokta, 7) 27 Mayıs darbesiyle Doğu ve Güneydoğu'dan "Kürtçülük propagandası ve devlete isyan" gerekçesiyle tutuklanarak Sivas'ta bir kampa getirildiklerini, dokuz aylık kampın sonunda 485 kişinin, 55 ile nasıl sürüldüğünü anlatan dosyasıyla, tarihin pek bilinmeyen bir sahnesine ışık tutuyordu. (Nokta, 12)

Nazan Üstündağ, Saklı Hikayeler köşesinde; devletin ve merkez medyanın görmek istemediği hayat hikayeleri kaleme alıyordu.  Kürtlerin büyük şehirlerde ne tür muamelelere tabi tutulduğundan, onların dilinin çalınmışlığından, kalabalıklar arasında güpegündüz işlenen ama faili meçhul bırakılan ölümlerden, Diyarbakır ve Batman'daki kıyımlardan, gözaltına alınan 17 yaşındaki delikanlının dört gün sonra gelen ölümünden, işkencelerden ve Doğu'daki şiddetin sıradan insanların hayatı nasıl etkilediğinden bahsediyordu. Ve daha bir çok yazısında, siyaset ve toplum üzerine anormalliklerin nasıl normalmiş gibi gösterilebildiğini sorguluyordu.

Nokta Dergisi, Ermeni meselesinde de, resmi ideolojiden farklı bir bakış açısına sahipti. 1915 tarihini büyük bir felaket kabul ediyor, özellikle Hrant Dink cinayetiyle yüzünü gösteren ırkçı vahşetin arka planındaki zihniyeti sorguluyordu. Bu konuya derginin genel yaklaşımı, Dink'in öldürülmeden önce çıkardığı Agos'un son sayısındaki sorusuna denk düşüyordu: "Hakikaten emin misiniz, son kararınız mı?" Derginin, Dink cinayetinde asıl suçlu olarak tetiği çeken elden ziyade o eli besleyen zihniyeti göstermesi ise önemli bir tespitti. Bu yüzden derginin birçok sayısında ulusalcı/milliyetçi histerinin yol açtığı travmaları gündemine alıyordu.

Resmi ideolojinin kurduğu şiddet dilinin toplumsal yansımalarının arka planını irdeleyen derginin Kürt ve Ermeni sorunlarına, F tipine, ölüm oruçlarına, meslek liselilerinin çektiği katsayı azabına, vicdani retçilerin başlarına gelenlere, ırkçı milliyetçiliğe/ulusalcılığa, darbe yıllarından kalan olaylara karşı duyarsız kalmaması, üstelik İslamcılığı bir tehdit gibi göstermek yerine sosyal bir vakıa olarak ele alması ve anlamaya çalışan haberler yapması veya kadın ayrımcılığına karşı çıkan siyasetçilerin başörtüsü yasağına karşı sessizliklerine değinen yazılara yer verebilmesi, elbette iktidar sahiplerini rahatsız eden bir yayıncılık anlayışıydı.

DARBEYE GÖTÜREN NOKTA'LAR

Nokta Dergisi, toplumsal sorunlar karşısında duyarsız kalmıyordu. İktidar sahipleri, mevcut konjonktür gereği durumu sindiremeseler de, pek ses çıkaramıyorlardı. Üstelik istedikleri kozu henüz ellerine geçirebilmiş değillerdi. O yüzden Nokta'nın birçok haberinden duymuş oldukları rahatsızlığın faturasını tek seferde ödetmek istediler. Peki Nokta, baskına götüren süreç zarfında ne tür haberler hazırlamıştı?

Alper Görmüş ve ekibindeki gazetecilerin, ülkedeki militarist egemenlikten ziyade daha özgür ve sivil ülkede yaşamak istedikleri anlaşılıyordu. Bu yüzden EMASYA protokolünü gündeme getirerek, "EMASYA protokolü askeri darbenin ta kendisidir." cümlesini röportajlarının başlığına çekiyorlar ve sivil emniyet güçlerinin de askeri otoritenin boyunduruğu altına girmesinin Türkiye'deki sivilleşmeye önemli bir engel teşkil ettiğini hatırlatıyorlardı. (Nokta,13) Akabinde "Emniyet-Jandarma çekişmesi neyi gösteriyor?" sorusunu kapağa taşıyarak, cevabı TSK'nın iç güvenliği kontrol etme arzusuna ve sistem üstündeki nüfuzunu koruma çabasında arıyorladı. Ahmet Altan ise bir çok köşe yazısında, askerin siyaset ile ilişkisini çarpıcı ifadelerle sorguluyordu.

Ama 19, 22 ve 23. sayılar asıl çarpıcı Nokta'lardı. 19. sayısında Nokta, "İki tür gazeteci vardır: TSK karşıtları, TSK yandaşları" başlıklı önemli bir kapak haberine imza atmış ve 28 Şubat'tan 10 yıl sonra Genelkurmay'ın hazırladığı yeni bir andıçı gündeme getirmişti. Andıç üzerinden sadece medyanın değil, o medyayı takip eden insanların da akredite edildiğinin ortaya çıktığı haberde, akredite olmayan basın yayın kuruluşlarının ve gazetecilerin itibarının silinmeye çalışıldığının da altı çiziliyordu. 22. sayıda ise 2004'te atlattığımız "Sarıkız" ve "Ayışığı" adlı iki ayrı darbe girişimini kapağa taşırken, olaya, emekli Oramiral Özden Örnek'in büyük tartışma yaratan günlükleri eşliğinde 47 sayfa ayırarak, ciddi bir gazetecilik örneği sergiliyordu. Hemen peşinden 23. sayıda ise Genelkurmay'ın 2004 yılında STK'larla işbirliği planı açıklanmıştı. Belgede, darbe süreçlerinde doğrudan müdahale edilemediği takdirde, 'sivil' toplum örgütleri ve üniversitelerle ne tür bir işbirliği yürütüleceğinden bahsediliyordu.

Darbe günlükleri, merkez medya tarafından tevil edilmeye çalışıldı. Özden Örnek, önce cılız bir itiraz yükseltti, sonra tüm yazdıklarını geri döndürülemeyecek şekilde sildiğini söyledi ve en sonunda çark ederek, olayı tamamen yalanlama eğilimine girdi. Yayınlanan günlüklerin dönemin gündemi, görüşmeleri ve diğer bilgilerle örtüşmesi, durumun gerçekten vahim olduğunu gösteriyordu. Ortada ciddi bir iddia vardı ama hukuk harekete geçemiyordu. Hükümet, "Biz, bunları zaten biliyorduk!" dedi ama bildikleri bu gerçeğe karşı neden sorumlu bir siyasi irade sergilemediklerini izah etmedi. Ülkenin "normal"i de buydu zaten, mevzu bahis silahlı bürokrasi topluma karşı tutulmayan siyasi dili yutmak! Başbakan, savcıları darbe girişimleri hakkında göreve çağırıyordu ama bu girişime karşı, Hükümet'in Şemdinli savcısına reva gördüğü muameleyi unutmayan savcılar nasıl bir cesaret gösterisi yapabilirdi? Şemdinli'nin ağır faturası bir kez daha ortaya çıkmıştı. O dönem, iktidarın efendilerine yönelik ciddi bir eleştiri yapılabilecekken, korkakça atılan adımlar sadece silahların iktidarını pekiştirmişti. Şimdi iktidar, gücünü bir kez daha gösterecekti; bir Cuma günü Nokta Dergisi polis baskınına uğradı.

Genelkurmay'ın basın açıklamasının ertesi gününde 50 polisle birlikte gerçekleştirilen baskın ve aramada, askeri savcılığın polisten istediği, gerçekte onca sayıdır biriken hesabın özetiydi. Her şey didik didik arandı. Gerekçe, Alper Görmüş'ün, askeri bir savcının kendisinden istediği bir belgeyi vermemesi gibi gösterilmişti ama bu gerekçe kimseyi ikna etmemişti. Genel görüş, darbe planlarının deşifre edilmesinden dolayı Nokta'ya bedel ödetilmek istendiği yönündeydi. Nitekim, günler süren aramada tüm bilgisayar kayıtlarına el konularak kopyalanması, dergiye yönelik operasyonun ciddiyetini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Bir kez daha anormal bir ülkede olabileceklerin örnekleri veriliyordu ve Nokta, yapması gereken normal işi, yani gazeteciliği yaptığı için açıktan cezalandırılıyordu.

50 polisle birlikte yapılan baskın ve dahası darbe günlüklerini yayınlayan Alper Görmüş hakkında "iftira" iddiasıyla 6 yıl 8 ay istemiyle dava açılması; Türkiye'nin nasıl bir ülke olduğu gerçeğini de gözler önüne seriyordu. Darbecilerin ve darbe girişimcilerinin sorgulanamadığı, yargılanamadığı, buna mukabil darbe girişimlerini haber yapanların tehdit addedilerek yok edilmek istendiği bir ülke! Darbe yapmanın meşru, haberini yapmanın yasak olduğu; askerlerin sivil iktidara tabi olmasını istemenin hainlik, sivillerin askeri vesayet sistemi için canlarını seve seve vermesinin kahramanlık kabul edildiği, bir garip ülke. Ve bu ülkede artık, her gün aşırılaşan anormalliğe karşı çıkmak anormallik algılanıyor, marjinallikle, hayalcilikle ve reel-politik olmamakla suçlanıyor.

Marjinal olmayanların ve reel-politik davrananların kabullerinin anormalliği sorgulanmıyor. Şayet normal olan askeri vesayetin siviller üzerindeki iktidarına boyun eğmek; eğitim ve hukukun militer yapının ideolojik aygıtına göz yummak; resmi ideolojinin kutsallarına sahip çıkıp, sürekli onun değerlerine sadakat gösterileri yapmak; toplumsal sorunlar yokmuş gibi davranıp her şey yolundaymış görüntüsü vermek ise, anormal olan nedir?

Nokta Dergisi'ne yapılan baskın ve dergi üzerinde kurulan baskı, derginin imtiyaz sahibinin yayını durdurmasıyla sonuçlandıysa, bunda ülkedeki anormalliklere seyirci kalan ve hatta çoğu zaman çanak tutan siyasilerin, hukukçuların ve sivillerin önemli bir payı vardır. Nokta atışlarıyla, zamanın şartlarına uyarlanmış hareketlerle gücünü gösteren militer iktidarın darbe düzenine, gündelik çıkar ve kaygılarla teslim olmak, ödenen bedelleri sürekli artırmaktadır. Ve bu durum; akıl, izan, vicdan ve erdem sahibi insanların kendi mücadele hatlarını güçlendirmeleri için başlı başına önemli bir sebeptir.

Koltuk kavgası verirken toplumun kanayan yaralarından yüzünü çeviren siyasilerle, baskı düzenine karşı özgürlük taleplerini kabul ettirmek için resmi ideolojinin tepkisini çekmek istemeyen sivil toplum örgütleriyle, medyayı ekonomik getirileri dışında hesap edemeyen patronlarla sahici, sürekli ve kalıcı bir mücadele hattının kurulamayacağı ise açıktır. Bu noktada, hatırlatmakta fayda var ki; yaşadığımız coğrafyada anormallik, yanlışların, haksızlıkların, baskı ve yıldırma operasyonlarının normal olduğunu kabul edenlerde ya da en azından duruma sessiz kalarak ilkeli bir tavır sergileyemeyenlerdedir; aksini iddia edenlerde olmalıdır!