CIA İşkenceleri Gerçeği Ortaya Çıksın

Lisa Hajjar

Guantanamo askerî komisyonunda görülen 9/11 davasında beş kişi 11 Eylül 2001’deki terör saldırıları ve 2.976 insanın ölümünden suçlu bulundu. Ama devletin mahkûm etmek istediği ve idam etmeyi umduğu bu insanlar aynı zamanda ABD işkencesinin mağdurları. CIA gizli hapishanelerinde (black sites) gördükleri kötü muamele, savunma makamının mahkemenin işkenceyle alınan ifadeleri delil saymamasını talep etmesiyle şimdi gün yüzüne çıkıyor. Eylül 2019’da bu taleplerle ilgili başlayan duruşmalar; ABD işkence programını adım adım, şahitleriyle ortaya çıkarıyor. Gelecek hafta, 20 Ocak 2020’de, CIA’nın işkence tekniklerinin mühendisleri olan psikologlar James Mitchell ve Bruce Jessen, Guantanamo’da yapılacak duruşmada beş sanığın huzurunda tanık sandalyesine oturacak.

11 Eylül 2019’da saat 7:57’de, Küba’daki Guantanamo cezaevinde hoparlörlerden kalk borusu yankılandı. Dışarıda, medya merkezinin olduğu ve üsteki gazetecilerin çalıştığı eski hangarda kahve içiyordum. (Bu benim Guantanamo’ya on üçüncü gidişimdi.) 2001’deki terör saldırılarının 18. yıldönümü olmasına binaen direklerdeki bayrakların yarıya indirilmiş olduğunu gördüm. Yıldönümü, saldırılardan suçlanan beş kişinin Guantanamo askerî komisyonunda görülen 38. duruşmasıyla aynı güne denk geliyordu.

Bir saat sonra yüksek güvenlikli mahkeme salonunda başsavcı General Mark Martins birkaç dakika içinde tüm mağdurları ve hayatını kaybedenleri andı. Sanıklar 2012’de mahkemeye çıktığından beri her 11 Eylül’de böyle yapıyordu. Geçen yedi yılda bu davada birçok şey oldu ama duruşmanın bu başlangıç safhası değişmedi. İki hâkim geldi ve gitti. Üçüncü hâkim Albay Shane Cohen, gelişinin ilk ayı Ağustos’ta manşetlere çıktı, mahkeme başlangıç tarihini 11 Ocak 2021’e almıştı. Eylül’de ise davanın zorlukları ve çözülmemiş sorunlarını görünce bu zamanlamanın gerçekçi olmayabileceğini fark etti.

9/11 davası, ön duruşma safhasını nihayet geçtikten sonra, kurbanların sayısından dolayı ABD tarihinin en büyük ceza davası olacak. 11 Eylül 2001’de binlerce kişi öldürülmüştü; el-Kaide örgütü üyesi 19 kişi dört yolcu uçağını ele geçirmişti, iki uçak New York şehrindeki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine doğru uçurulmuş ve kuleler yıkılmıştı, bir uçak da Pentagon’a düşürülmüştü, muhtemelen Amerikan Kongre Binasını hedefleyen dördüncü uçak da yolcuların kontrolü ele almasıyla Batı Pensilvanya’ya indirilmişti. İddianamede, saldırılarda hayatını kaybeden 2.976 kurbanın isimleri yer alıyor.

Tabi ölümlerin sayısı sabit kalmadı. 200’den fazla itfaiyeci ve polis memuru, Dünya Ticaret Merkezinin toksik yıkıntısından aylarca cesetler çıkarmaktan kaynaklı hastalıklardan ve kanserden öldü. Artık onlar da devlet tarafından saldırının kurbanları arasında görülüyor. Bu ilk müdahalecilerden bazılarının aileleri, sevdiklerinin ölümüyle sonuçlanan olaylarda yer almakla suçlanan adamları kendi gözleriyle görmek için Eylül başında Guantanamo’ya giden kurban aile fertleri heyetine katıldılar. 11 Eylül 2019’daki duruşmada kurban aile fertleri, mahkeme salonunun arkasındaki seyirciler bölümünden sessizce ayrılıp dört defa dışarı çıktı, uçaklardan her birinin düştüğü dört anı anmak için.

Davada Önemli Bir Dönüm Noktası

38. duruşma iki hafta uzun sürdü. Her ay adaya yeni bir kurban aile fertleri heyeti geldi. Onların yanısıra sivil toplum kuruluşlarından ve hukuk fakültelerinden gözlemciler, bu ulaşılmaz ve yüksek güvenlikli mahkeme yerinde “kamuoyu”nu temsil ediyor. Eylül’de Guantanamo’da bulunan bizler davada önemli bir dönüm noktası olacağından haberdardık. Duruşmaların çoğu; yeni bulgular, savunma makamının gizli bilgileri nasıl kullanabileceğini belirleyen kısıtlayıcı emirler ve yargılanan beş kişinin hapis koşulları üzerine münakaşalarla geçiyordu. Ama bu sefer, ifade verecek ve çapraz sorguya alınacak canlı şahitler de vardı.

Şahitlerin ikisi ikinci sefer mahkemeye getirilen FBI ajanlarıydı. İlk sefer, Aralık 2017’de, FBI’ın “temiz takım” (clean team) süreci hakkında ifade vermek için çağrılmışlardı. Bu ajanlar, Ocak 2007’de, o zamana kadar yıllardır CIA gizli hapishanelerinde tutulan adamları sorgulamak üzere Guantanamo’ya tayin edilmişlerdi. Savcılar, bu FBI sorgulamalarında sanıkların ağzından alınan kendi aleyhlerinde ifadeleri mahkemede kullanmak istiyorlar. Resmî anlatı şöyle: Bu şahısların CIA gözaltında verdikleri ifadeler davada kullanılmayacak ama FBI’a verdikleri ifadeler kullanılacak çünkü 2007’de FBI tarafından yapılan sorgulamalarda ‘temiz’ ve hukuki yöntemler kullanılmıştır.

Bu anlatı 2017’deki duruşmada darbe aldı. Ajanlardan bir kadın, sanıkların gizli hapishanelerde verdikleri ifadeleri öğrenmek için CIA kayıtlarına başvurduğunu ve gerçekte CIA’nın FBI temiz takım sürecini kontrol ettiğini söyledi. 2017’deki bu çıkış, CIA-FBI arasında dönen dolapları açığa çıkardı ve FBI sorgularında alınan ifadelere işkenceyle alındıkları iddiasıyla itiraz etme kapısını açtı savunma makamı için.

9/11 davasının ilk hâkimi Albay James Pohl, 2018 Ağustos’ta FBI ifadelerini mahkeme sürecinden çıkardı ve ardından görevi bıraktı. Pohl’un kararı, savunmanın işkenceler hakkında kendi araştırmalarını yürütme imkanlarına savcıların koydukları kısıtlamalara karşı bir telafi olma maksatlıydı. Pohl’dan sonraki hâkim Albay Keith Parrella bu kararı rafa kaldırdı ve FBI ifadelerini tekrar masaya getirdi, sonra o da görevden ayrıldı. Hâkim Cohen geldiğinde ne Pohl’un kararını tekrar yürürlüğe koydu ne de Parella’nın kararını kabul etti fakat FBI ifadelerinin delil kabul edilmesine itiraz etme imkanı vermek için savunma lehine duruşmalar ayarladı.

İşkence ve Hukuka Aykırı Delil Tartışması

2019 Eylül’de başlayan bu ‘hukuka aykırı delil’ duruşmaları 2020’ye uzuyor. 16 Eylül’deki duruşmanın başında, Ammar el-Baluçi’nin müdafii James Connell, Hâkim Cohen’den, ilk FBI şahidi kürsüye çıkmadan önce kısa bir açıklama yapmak için izin istedi. İzin verildi, Connell bir başka 18. yıldönümüne dikkat çekme fırsatı yakaladı: “Efendim” dedi, “[bugünkü] tarihî bir olaya; Birleşik Devletler’in, benim devletimin işkenceyi bir siyaset ve soruşturma aracı haline getirme kararına dikkat çekmezsem, görevimi ihmal etmiş olurum. Bugün 9/11 olayları hakkında, birçok insanın öldüğü bir kitlesel katliam hakkında önemli şahitlikler işiteceğiz. [Ulusal] tarihimizin gidişatı değişti ve bazıları bu mahkeme salonunda da bulunan birçok insan acı çekti. Bu duruşmanın, ve mesleğimi aşan bir siyasi mesele olarak ülkemizin iyileşmesinin anahtarı; bu iki hikâyenin aynı anda doğru olduğunu anlamaktır. Ulusumuz ağır bir yara aldı ve sonrasında da kendi ilkelerine sadık kalmakta başarısız oldu. Bunların ikisi de aynı anda doğrudur.” (Bu ifade, duruşmanın resmî zabıtlarında bulunabilir.)

Connell’ın işaret ettiği şey, 16 Eylül 2001’de Başkan George W. Bush’un CIA’ya gizlice “yüksek değerli” (high value) terör şüphelilerinin peşine düşme ve tutuklama yetkisi vermesiydi. Bu talimat; Soğuk Savaş’tan kalma operasyon tarzını yeniden gündeme getirdi, yani fiziki ve psikolojik şiddetin doğru bilgi almak için etkin yollar olduğu ve teröre karşı bir savaş yürütme ve kazanmanın zorunlu yöntemi olduğu sanrısını. CIA’nın RDI programı [yabancı bir suçlu veya terör şüphelisini insani muamele garantisinin daha az olduğu bir yabancı ülkede sorgulamak için gizlice kaçırıp gönderme, hapsetme, hukuka aykırı yollarla sorgulama programı], normal bir mahkeme sürecinde uygulanacak yöntemler olmaktan ziyade, gelecek saldırıları önlemek için ve teröristleri ele geçirmeyi veya öldürmeyi sağlayacak istihbari bilgiye ulaşmak içindi.

CIA 2002’de şüphelileri yurt dışında gizli hapishanelere koymaya ve ölçüsüz kötü muamele ve şiddete maruz bırakmaya başladı. Bu gizli hapishanelerde faaliyet yürütmekle görevlendirilen iki psikolog, James Mitchell ve Bruce Jessen, yüksek değerli tutukluları bir “öğrenilmiş çaresizlik” haline düşürmek için köpekler üzerinde deneyler yaptılar. Eğer şüphelilerin ruh ve akıl sağlıkları sarsılırsa, terör plan ve ağları hakkında talep edilen bilgileri sorgulama esnasında direnemeyip vereceklerine inanılıyordu. 9/11 davasında yargılanan beş adamın her biri yıllardır CIA gizli hapishanelerinde tutuluyor ve böyle bir muameleye tabi tutuluyordu.

CIA İşkencesinin Devam Eden Mirası

2006’da Amerikan Yüksek Mahkemesi, Hamdan v Rumsfeld davasında; Birleşik Devletler’in teröre karşı savaş dahilinde tutukladığı herkesin, CIA gözetiminde olanlar dahil, Cenevre Sözleşmeleri’nin 3. Genel Maddesi kapsamına girdiğine hükmetti ve böylece ABD işkence programı durduruldu. 3. Genel Madde; işkence, kötü muamele ve insan onuruna karşı suçları yasaklıyor ve bu ihlalleri savaş suçu olarak tanıyor. Başkan Bush Yüksek Mahkemeyi ve hükmünü eleştirdi ama gizli hapishaneleri boşalttı ve Eylül 2006’da 14 kişiyi Guantanamo’ya nakletti. Teknik olarak askerî gözaltından çıkmış olmalarına rağmen, CIA müdahalesi bir sebepten ötürü son bulmadı. Onlara gizli hapishanelerde yapılanlar hâlâ devlet sırrı ve bu bilgi -gördükleri işkenceye dair kendi hatıraları bile- CIA’nın elinde.

Bu sırların sır olarak kalmasını sağlamak için, eski CIA mahkâmu olan sanıklar, Connell’ın uygun biçimde “koyu gri alan” (dark grey site) diye tanımladığı Kamp 7 denen bir tesiste toplandılar. Kamp 7’nin konumu ve orada çalışanların kimlikleri gizli; hapishane, sürekli elektronik gözetim ve neredeyse tam izolasyon koşulları altında. Kamp 7 hakkında Ekim ayındaki duruşmada ortaya çıkan gerçeklerden biri, Görev Gücü Platinum denen gardiyanların ABD askeri gibi giyindiği ama aslında Savunma Bakanlığı personeli olmadıkları. Bu da CIA ajanı veya sözleşmeli personeli olduklarını gösteriyor.

CIA mahkûmları Guantanamo’ya nakledildikten sonra Bush hükümeti, 11 Eylül planının beyni olduğu iddia edilen Halid Şeyh Muhammed’in ve ona ortak olduğu iddia edilen dört kişinin suçlu bulunması için adım attı. Ancak onların CIA’nın RDI programı hakkındaki gizli gerçekleri ortaya çıkarabilecekleri riski, açık duruşmaya engel oluşturdu. 9/11 davası için yapılmış olan yüksek güvenlikli mahkeme salonu, CIA’nın hiçbir kaynak ve yöntemi dışarıya sızmasın diye özel yapılmıştı. Örneğin, konuşmaların ses geçirmez seyirciler bölümüne 40 saniye gecikmeyle gittiği bir ses sistemi var ve birisinin açık duruşmada gizli bir bilgi dillendirmesi halinde sesi anında kesme imkanı var. Bu bazen olduğunda bir kırmızı ışık yanıp sönmeye başlıyor ve alarm çalıyor.

2007’de Bush hükümeti beş adamı suçlu bulduğunda, askerî komisyon mahkemesinden hızlı hüküm çıkacağı bekleniyordu. Ancak duruşmada Halid Şeyh Muhammed askerî avukatını reddetti ve kendini bizzat temsil edeceğini söyledi. Sonra şaşırtıcı bir teklif yaptı ve eğer idamı derhal infaz edilecekse suçlu olduğunu hemen itiraf edeceğini söyledi. Birkaç diğeri de aynı teklifi yaptı. Hükümet bu şehadet stratejisini öngörmemişti. Bush, Beyaz Saray’dan ayrılmadan dava çöktü.

2009 Kasım’da Obama hükümeti 9/11 davasını Güney Manhattan’da federal mahkemede yürütmek istediğini bildirdi, Başsavcı Eric Holder bunun sebebinin suç mahalline yakın olması olduğunu söyledi. Bu plan, “teröristlerin Birleşik Devletler’e getirilmesine” karşı sağ siyasetçilerin kopardığı yaygara ve Beyaz Saray’ın bu kararı savunmadaki zayıflığı nedeniyle gerçekleştirilemedi. Dava, alternatif yokluğundan dolayı 2011’de tekrar askerî komisyonlara devredildi. Önceki hükümetin kurduğu sistemi geliştirmek ve adil yargılanma görüntüsünü desteklemek adına, delil toplama kuralları sıkılaştı; cebirle alınan sanık ifadelerinin delil sayılmaması kararlaştırıldı. Ve hükümet; ölüm cezasıyla yargılanan sanıkları temsil etmek üzere, ceza davası tecrübesi olan avukatlar görevlendirmeye başladı.

Bu arada 2009’da Senato İstihbarat Seçilmiş Komitesi (SSCI), CIA’nın RDI programı üzerine kapsamlı bir araştırmaya başladı. Milyonlarca sayfalık CIA belgeleri toplandı ve 2011’de 6.700 sayfalık bir rapor çıkarıldı, programın doğru bilgi elde etmede ve ulusal güvenlik sorunlarını çözmede büyük bir başarısızlık olduğu sonucuna varıldı. Ama bir kere daha; Bush hükümeti dönemindeki sorgulama yöntemlerine yönelik eleştirileri bastıran sağ kanat muhalefet ile, Obama hükümetinin adil ve şeffaf yargılama prensiplerini savunmadaki dirençsizliği omuz omuza verdi. Nitekim rapor hiçbir zaman kamuoyuna sunulamadı ancak 2014 Aralık’ta fazlaca değişiklik ve eksiltmeyle bir özet yayınlandı. Cumhuriyetçiler Senato’nun kontrolünü tekrar ele geçirdikten sonra, kritik raporu tamamen imha etmek amacıyla, devlet kurumlarına dağıtılmış tüm kopyalarının toplanıp SSCI’a geri döndürülmesini talep etti. Ancak bir kopya, Hâkim Pohl’un emriyle Pentagon’da bir kasada kilitli tutuluyor. Ama ne o ne de ondan sonraki hâkimler, saklı tutulan kopyanın davanın müdafilerine verilmesi yönünde bir emir vermediler.

Bu kilitli SSCI raporu tüm 9/11 davasının özeti niteliğinde. Savunma makamı yıllardır, o gizli hapishanelerde müvekkillerine gerçekten ne olduğunu ortaya çıkarmaya çalışıyor ama bu bilgi o ulaşamadıkları raporun içinde. Onun yerini telafi etmek üzere iddia makamı tarafından üretilen CIA işkence programı hakkında genel özetlerden başka bir şey elde edemediler. Bu bilgilerin de kusurlu ve yetersiz olduğu yönünde itirazları mahkemeye arz ettiler. Müvekkillerinin maruz bırakıldığı sorgulama yöntemleri hakkında tüm bilgiye en ince ayrıntısına kadar ulaşmanın yasal hakları olduğunu ısrarla anlatmak zorunda kaldılar.

İddia makamı bilgilerin kusurlu ve yetersiz olduğunu kabul etmiyor. Israrla savunduğu şey şu: Sağladıkları bilgi savunma için yeterlidir, müdafilerin istediği ayrıntılar ABD devletinin en hassas ve korunaklı sırlarından bazılarıdır ve her ne pahasına olursa olsun korunmalıdır. İddia makamına göre, sanıklar ele geçirildikten sonra CIA onlara her ne yapmış olursa olsun bunun 9/11 saldırılarında oynadıkları muhtemel rolle bir ilgisi yoktur.

Onlar Hem Sanık Hem Mağdur

İronik gerçek şu ki binlerce insanın ölümüne sebep olmaktan suçlanan 9/11 sanıkları aynı zamanda ABD işkencesinin mağdurları. Bunların ikisi de aynı anda doğru. Devletin mahkûm etmek istediği ve idam etmeyi umduğu bu adamlar işkencenin yüksek maliyetleriyle ve uzun vadeli sonuçlarıyla yaşıyorlar.

Uçakları kaçıranlardan bazılarına görevi vermekle suçlanan Remzi bin el-Şibh, beş kişi arasından psikolojik olarak en çok zarar görmüş olanı. Akıl sağlığı ve ayakta durmada bile çektiği zorluk, duruşmalarda sıklıkla gündeme gelen bir itiraz konusu oldu. Uykusuz bırakılmak için sürekli olarak gürültü ve titreşimlerle işkenceye uğradığını yıllarca avukatlarına ve hâkime anlattı. El-Şibh gerçekten gürültü ve titreşimlere maruz bırakılıyor mu yoksa bu düşünceler, işkencenin hasar verdiği zihninin bir ürünü mü? Bu soru test edilemez çünkü Kamp 7 bağımsız araştırmacılara kapalı.

Uçakları kaçıranlardan bazılarına para aktarmakla suçlanan Mustafa el-Hawsawi şüphesiz bedensel olarak en çok hasar gören kişi. Tekrar tekrar tecavüze uğradığı gizli hapishanelerde aldığı yaralar nedeniyle sürekli ve dayanılmaz bir acı çekiyor. 2016’da rektal rekonstrüktif ameliyat geçirmesine rağmen ne acısında bir dinme oldu ne de oruç tutmak ile yemek arasında her gün yapmak zorunda kaldığı zor seçimden kurtuldu. Yemek yerse dışkılamak zorunda ve her seferinde anal derisini kendi elleriyle yeniden yerleştirmek zorunda.

11 Eylül planının bir diğer finansörü olmakla suçlanan Ammar el-Baluçi ise vertigo nöbetleri geçiriyor ve travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor. Kendisi ve gördüğü işkence Zero Dark Thirty adlı Hollywood filmine konu oldu. CIA, film yapımcıları Kathryn Bigelow ve Mark Boals’a güvenlik izinleri olmadığı halde Baluçi hakkında bilgiler verdi ama aynı bilgileri yasal müdafilerine vermedi. İşkencenin detaylarının yasal ve meşru olarak gizli tutulduğunu savunan iddia makamının savında gedik açmak için Connell, 2016 Şubat’taki komisyonda, filmdeki Ammar karakterinin işkence sahnelerini izletti ve bunların Ammar’a gerçek hayatta yapılanların tasviri olduğunu ama hâlâ devlet sırrı olarak tutulduğunu savundu. Avukatları ona bu sahneleri daha önce izlettiği halde Baluçi, mahkeme salonunda oynatıldığında başını yere eğdi, sarsıldığı belli oluyordu. Connell’a göre bu tecrübenin müvekkilinde yeniden travmatik etkisi oldu.

Halid Şeyh Muhammed 11 Eylül saldırılarını A’dan Z’ye planlamakla suçlanıyor. Kurbanların aile fertleri sanıklara bakmak için ayağa kalktıklarında esas görmek istedikleri yüz o. 2018 Nisan’da bir duruşmada Muhammed’in avukatlarından biri, Gary Sowards, Muhammed’in MR sonuçlarının gizli hapishanelerdeki işkencelerle paralel olarak travmatik beyin hasarı gösterdiğini açıkladı. Sowards Muhammed’in kafasının defalarca duvara vurulması ve 183 kez waterboarding [sırt üstü tahtaya sabitlenip yüzü ıslak bezle kapatılarak bezin üzerine su dökme yoluyla boğulma hissi verilmesi] işkencesine maruz kalması ile beyin hasarı arasında bağ kurarken, seyircilerin şaşkınlık tepkileri duyulabiliyordu. Sowards’ın kanıtlamaya çalıştığı şey, müdafi avukatların sıklıkla dile getirdiği üzere, Muhammed’e işkence eden devletin onu idam etme hakkını yitirdiği idi.

İşkenceyle Alınan İfadeler Delil Yerine Geçecek mi?

Savunma makamı devletin gizlediği bilgileri elde etmek için çaba sarf ederken, Eylül’de başlayan duruşmalarla birlikte yeni bir aşamaya geçildi; devletin mahkemede kullanmak istediği ifadelerin mahkeme sürecinden hariç tutulması için mücadele başladı. Savunma makamı, FBI ajanlarına 2007’de verilen sanık ifadelerinin zehirli bir ağacın meyveleri olduğuna hâkimi ikna etmeye çabalıyor. Connell’a göre, hukuka aykırı delil duruşmalarının en önemli amaçlarından biri; CIA işkence programında FBI’ın rolünün kamuoyunun bildiğinden çok daha büyük olduğunu ortaya koymak. Eylül ve Ekim aylarındaki duruşmalarda Connell, FBI’ın teröre karşı savaşta işkenceye asla bulaşmadığı şeklindeki resmî anlatıyı adım adım çürüttü. Şahitler, sorgularında, FBI’ın CIA ile gizli işbirliği ve bilgi paylaşımının 2002’ye kadar gittiğini açıkladı. FBI ajanları araştırmalarında ortaya çıkan soruları cevap bulmak için CIA’ya yönlendiriyorlardı, çünkü gizli hapishanelerdeki mahkûmlara doğrudan erişimleri yoktu ve CIA’nın şedit ve vahşi sorgulama yöntemlerini biliyorlardı. Connell’ın umudu; kurumlar arası işbirliğinin sınırlarını belirleyen yeminin, Hâkim Cohen’i, FBI’a verilen sanık ifadelerini delil saymamak için ikna etmesi.

İşkence programını tasarlayan ve yürüten iki sözleşmeli psikolog James Mitchell ve Bruce Jessen, 20 Ocak’ta tanık sandalyesine oturacak.

Delil duruşmalarının daha büyük ve zor olan bir hedefi de iddia makamının ve devletin bazı şahitlerinin iddia ettiğinin aksine bu kurbanlar için “işkencenin bitmesi, işkence sonrası” diye bir durumun olmadığını ikna edici bir şekilde savunabilmek. Connell işkencenin kalıcı sonuçları olduğuna dikkat çekiyor ve sanıkların 2007’deki davranış şeklinin ve FBI sorgularında söylediklerinin, yıllarca maruz kaldıkları şiddetli ve düzenli ruhsal hasarla kesinlikle alakalı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.

İşkence programını tasarlayan ve yürüten iki sözleşmeli psikolog James Mitchell ve Bruce Jessen, gelecek hafta 20 Ocak’ta başlayacak duruşmalarda şahitlik yapacak. İkili; yıllarca araştırmacı gazetecilerin radarının dışında kalmayı, dikkat çekmemeyi başardı. Ama bu durum 2014 Nisan’da SSCI raporunun akıbeti üzerine çıkan tartışmaya kadar sürebildi. (Scott Z. Burns’ün yönettiği 2019 filmi The Report, tartışmayı ayrıntılı işliyor.) The Guardian’a ilk mülakatını verdiğini 2014’ten beri Mitchell, gizli hapishanelerde uygulamaya koyduğu öğrenilmiş çaresizlik hakkındaki söylentileri utanmazca doğruladı. İnsanların kişiliklerini bozmak için tasarladığı ve yürüttüğü stratejilerin oldukça etkili olmasından duyduğu gururu ifade etmeye, tanık sandalyesine oturduğunda da devam ederse eğer; Connell’ın FBI ifadelerinin delil sayılmaması yönündeki talebine yardım etmiş olacak. Ama gelecek duruşmalarda ne olursa olsun, CIA işkence programı, devletin bugüne kadarki tüm gizleme çabasına rağmen gün yüzüne çıkacak.

9/11 davası; pek az medya görünürlüğü ve kamuoyu ilgisi olsa da işkence gerçeğinin ortaya çıkması mücadelesinin önemli bir cephesi, son aktif cephesi oldu. İşkence etrafında örülen resmî sırlar, büyük yalanlar ve popüler mitler; adım adım, şahitleriyle teşhir ediliyor ve çürütülüyor. En temelde; 11 Eylül saldırılarının binlerce mağduru için devletin bu davayla adaleti sağlama imkanı, işkencenin mirasıyla baltalanmış oldu. Ayrıca devlet sırlarının olduğu yerde, ucunda ölüm olan bir yargılamanın adil yürütülemeyeceği de görülmüş oldu. Bu davanın nasıl sonuçlanacağını öngöremeyiz ama bir şey kesin: Amerika Birleşik Devletleri’nin 21. yüzyıl tarihi, Guantanamo’da yüksek güvenlikli bir mahkeme salonunda yazılıyor.

---------------------

* Lisa Hajjar, California-Santa Barbara Üniversitesi'nde sosyoloji profesörüdür. Uluslararası hukuk, savaş ve çatışma, insan hakları ve işkence konularına odaklanmaktadır. “Batı Şeria ve Gazze'de İsrail Askerî Mahkeme Sistemi” (Courting Conflict: The Israeli Military Court System in the West Bank and Gaza) (University of California Press, 2005) ve “İşkence: Şiddet ve İnsan Hakları Sosyolojisi” (Torture: A Sociology of Violence and Human Rights) (Routledge, 2013) kitaplarının yazarıdır. “Teröre karşı savaş” sırasında yapılan işkence karşıtı avukatlık üzerine bir kitap hazırlamaktadır. Online dergi Jadaliyya'nın ortak editörüdür ve Ortadoğu Raporu (Middle East Report) ve Filistin Araştırmaları Dergisinin (Journal of Palestine Studies) yayın kurullarında görev yaptı. 2014-2015'te Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde Edward Said Amerikan Araştırmaları Kürsüsü başkanlığı yaptı ve ertesi yıl aynı üniversitenin Amerikan Araştırma ve İnceleme Merkezi direktörlüğünü yaptı.

Middle East Report Online / 17 Ocak 2020 / Çeviren: Musa Kurbanoğlu