Bush, İkinci Dönemin Düşmanını Belirledi: İran

Osman Nuri Özyurt

ABD, Irak'ı işgal ettikten sonra sıranın İran ve Suriye'ye geldiğine inanan çoktu. Irak'ta ABD'nin hesapları tutmayınca bu kaygılar en azından şimdilik yatışmış gibi görünüyordu ki ABD'nin "güvercin" Dışişleri Bakanı Colin Powell, "İran, nükleer silah taşıyabilecek füze geliştiriyor" iddiasında bulundu. Bu açıklama tüm dünyada "Seçimlerin ardından oğul Bush'un ikinci döneminin hedefi İran!" yorumlarının yapılmasına neden oldu. İlginç olan ise açıklamanın ılımlı olarak bilinen Powell tarafından yapılması idi. Gerçi iddia ve suçlama yeni değildi ama seçimlerden hemen sonraya denk gelmesi ve Irak'ta yaşanan soykırım göz önüne alındığında doğal olarak başta İslam coğrafyası olmak üzere bu sözler Ortadoğu genelinde gerilim ve tansiyonun yükselmesine neden oldu.

Uzun zamandır nükleer silah edinmekle suçlanan İran, ısrarla; "Nükleer teknolojiden barış amaçlı yararlanacağız." dese de bu açıklamalar niyeti "üzüm yemek" olmayan ABD'yi elbette ikna etmiyor. Muhtemel ABD saldırısını engellemek için birçok yol deneyen İran, geçtiğimiz yıl Almanya, Fransa ve İngiltere ile Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nın (NPT) ek protokolünü imzalayarak baskılardan sıyrılmaya çalışmıştı. Fakat AB üyesi ülkelerle yoğun görüşmeler sürdüren İran'ın Powell'ın son açıklamasının ardından karşılaştığı uluslararası baskılar arttı ve İran 22 Kasım'da uranyum faaliyetine son verdiğini açıklamak zorunda kaldı.

İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hamid Rıza Asefi, düzenlediği basın toplantısında, "... Uranyum zenginleştirme çalışmalarımızı askıya alacağız"1 açıklamasını yaparken, hükümet sözcüsü Abdullah Ramazanzade de "Biz uranyum zenginleştirme faaliyetlerimizi hiçbir yasal zorunluluğumuz olmadan, bölgesel ve uluslararası seviyede güven yaratmak amacıyla gönüllü olarak askıya almayı kabul ettik."2 açıklamasında bulundu. ABD açıklamadan tatmin olmadığını belirtirken aynı gün Türkiye basınında da Genelkurmay Başkanlığı'nın gizli olduğu gerekçesiyle (güya) açıklamadığı bilgiler basında yer aldı. Habere göre İran, Rusya'dan üç tır nükleer malzeme almış, bu malzemeler İran'a götürülürken Samsun Gümrüğü'nde Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın müfettişleri sayesinde yakalanmıştı.3

İran ne yaparsa yapsın ABD ve işbirlikçi ülkeler, asılsız suçlamalardan ve komplolardan vazgeçeceğe benzemiyor. Buna rağmen İran, gerilimi düşürmeye yönelik adımlar atmaya devam etti ve son olarak 29 Kasım'da santrifüj ünitelerini de kullanmaktan vazgeçtiğini açıkladı. Bunun üzerine Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), "İran'ın nükleer programı" ile ilgili karar tasarısını konsensüs ile kabul ettiğini açıkladı. Yani BM'ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, İran'ın yapması gerek her şeyi yaptığını ve "nükleer silahlanma" konusunda hiçbir şüphenin kalmadığını ilan ediyordu.4

İsrail: "Nükleer Silahımız Elbette Var!"

İran ısrarla nükleer silah edinmeye çalışmadığını, böyle bir niyetlerinin olmadığını söyleyedursun İsrail, nükleer silahının olduğunu saklamadığı gibi değişik şekillerde kamuoyunu da bilgilendiriyor. Bu açıdan Vanunu olayı çarpıcı sonuçlarıyla dünya gündemine taşınmıştır. 1956 yılından beri nükleer silah üretme çalışmaları yapan İsrail, nükleer silah gücüne sahip olan dünya ülkeleri arasında ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin'den sonra altıncı sırada yer alıyor. İsrail'in hâlen sahip olduğu nükleer reaktör sayısının yedi, nükleer başlıklı füzelerinin sayısının ise iki yüzden fazla olduğu tahmin ediliyor. Nükleer bombaları belirlenen hedeflere göndermek için Jericho-1 ve Jericho-2 adlı uzun menzilli füzeler geliştiren İsrail, hatırlanacağı gibi 1981'de Bağdat yakınlarındaki Osirak nükleer santraline yönelik saldırıyı da Jericho-2 füzeleriyle gerçekleştirmişti. İsrail'in F-16 savaş uçaklarının da nükleer bomba taşıyabilecek nitelikte olduğu ve bu uçakların menzilinin İran'ın başkenti Tahran'a kadar ulaştığı söylenmekte.5

İsrail bu alanda sahip olduğu gücü gizleme gereği duymadığı gibi Başbakan Ariel Şaron, "Nükleer politikamız çok başarılı"6 diye övünüyor, hatta nükleer tesislerin etrafında uçan yolcu uçaklarını bile düşürebiliyor. (1973 yılında Nakeb Çölü'ndeki nükleer tesisi Dimona üzerinden kazara geçen Libya yolcu uçağı "tesislere saldırı var" gerekçesiyle 107 yolcusuyla beraber İsrail jetleri tarafından düşürülmüştü.) İsrail'in Haaretz Gazetesi'nde yazan askeri uzman Ze'ev Shiff'in "Birleşmiş Milletler'in nükleer silahlar ile alakalı kurallarına İsrail'in uyacağını sananlar sadece rüya görüyorlar" diyerek tüm dünyaya meydan okuyordu. Bu tür demeçler çeşitli İsrailli yetkililer tarafından değişik zamanlarda sık sık tekrar ediliyor.

Ortadoğu'yu yakından gözlemleyen pek çok kişi İsrail'in bombardıman uçaklarıyla 1981'de Irak'ın Osirak nükleer santralına yaptığı saldırının bir benzerini İran'a yapmaya hazırlandığını düşünmekte. Necef Çölü'nde inşa edilen İran'ın nükleer tesislerinin maketleri üzerinde prova uçuşlarının bile yapıldığı söyleniyor.7 Fakat İsrail'in zayıf noktası da dünya kamuoyudur. İsrail zaten son dört yıldır ciddi bir imaj kaybına uğradı. Böyle bir saldırı İsrail için bardağı taşıran son damla olabilir. Dünya jeopolitiği bugün 1981'den oldukça farklıdır. Hatırlanacağı üzere Irak saldırıya uğradığında İran ile kıyasıya bir savaş yürütüyordu. Ayrıca dünya kamuoyunda haydut devlet olarak mevcudiyetini sürdürmek siyasi açıdan artık eskisi kadar kolay değil.

Dünya Barışını Kim Tehdit Ediyor?

Nükleer silah ABD'de, Rusya'da, İngiltere'de, Fransa'da, Çin'de, Hindistan'da, İsrail'de olunca "dünya barışı" için tehdit oluşturmuyor da niçin İran'ın da eline geçince "dünya barışı" için tehdit oluşturuyor? Galiba konuyu en iyi Ali Hamaney'in şu sözü açıklıyor: "Batılılar Şah zamanında nükleer teknolojiyi bize vermeye hazırken, İslam rejimi döneminde bundan vazgeçtiler."8 Tıpkı Saddam'ın ABD'den aldığı kitle imha silahlarını İran'a ve Halepçe'de Kürtlere karşı kullanması gayet doğal ve normalken daha sonra o silahların İsrail'e yönelmesi ile birlikte kızılca kıyametin kopması gibi.

Bilinen bir gerçek ki, bugüne dek dünyada nükleeer silahları kullanan tek ülke ABD'dir. Amerikan ordusu 1945 yılında Japonya'nın Nagazaki ve Hiroşima şehirlerine attığı atom bombaları ile üç yüz binden fazla insanı öldürerek tarihin en vahşi katliamına imzasını atmıştır. Yakın tarihe baktığımızda ise değişen bir şeyin olmadığını görüyoruz; Felluce katliamı. El Kuds Press Haber Ajansı'nın bildirdiğine göre ABD, geçen ayki Felluce operasyonunda9 Saddam'ın 1988 yılında Halepçe'de kullandığı türden kimyasal silahlar, zehirli gazlar ve sinir gazları kullanmış, bu yüzden çok sayıda sivil bu ölümcül gazlardan dolayı hayatını kaybetmiştir. Yine basından10 ABD'nin kullandığı Napalm bombasının yüzlerini yaktığı 73 cesedin hiçbirinin kimliklerinin belirlenemediğini öğreniyoruz. Felluceli Dr. Muhammed el-Cemili de, ABD'nin büyük kayıp vermeye başlamasından sonra kimyasal silah ve zehirli gazlara başvurduğunu, kimyasal silahların geniş bir alan içindeki ciltleri yaktığını ve insanları öldürdüğünü anlatıyor. Durum böyle iken ABD'nin İran'a nükleer silah konusunda baskı yapması en hafif tabirle iki yüzlülük olsa gerek.

Sonuç

İsrail bir taraftan İran'ın nükleer bir silahlanma içinde olduğunu iddia ederek kendi nükleer silahlanmasını meşrulaştırmaya çalışırken diğer taraftan da muhtemel bir ABD saldırısı için kamuoyunu hazırlamaya çalışıyor. İsrail sürekli olarak "Arapların arasında sıkışmış kalmış" bir İsrail'in ikinci bir holokost (soykırım) yaşamamak için kitle imha silahına sahip olmalarının doğal, İslam dünyasının ise kendilerini yok etme niyetinde oldukları için böyle bir silaha sahip olmalarının çok tehlikeli olduğu propagandasını yapıyor/yayıyor. Fakat bir gerçek var ki o da eğer İran gerçekten nükleer bir silah edinmeye çalışıyorsa bunun asıl nedeninin İsrail'in çoktan sahip olduğu nükleer silahlar ile İran'ı tehdit etmesidir. Tıpkı Hindistan'ın nükleer güce sahip olmasının ardından sürekli Pakistan'ı taciz etmesinin Pakistan'ı nükleer silah edinmeye zorlaması gibi.

Emperyalist emellerini gerçekleştirmek için Ortadoğu'yu kan gölüne çeviren ABD-İsrail yeni oyunlar peşinde. Irak'ta kimyasal silah olduğu ve her an Saddam'ın tüm dünyayı kan gölüne çevirebileceği iddialarının asılsız olduğu hem ABD'li hem de İngiliz yetkililer tarafından şimdilerde ikrar ediliyor. ABD öncülüğündeki emperyalistler İran'a saldırmak için bahane arıyorlar/üretiyorlar. "İran, Irak kadar kolay lokma olmayacağı için ABD cesaret edemez" görüşlerine rağmen tüm dünya halkları olası her türlü saldırıya karşı hazırlıklı olmalı. ABD artık tüm dünya halkları nezdinde itibarını, ihtişamını hızla kaybediyor. ABD artık herkesin yaşamak için can attığı, pasaportunu taşımanın ayrıcalıklı olduğunu düşündüğü bir ülke değil, yapılan anketlerde en çok nefret edilen11 ülkeler sıralamasında en üstte yer alıyor.

Emperyalist ABD şunu bilmeli ki, bir gücü/devleti ayakta tutan onun silahının çokluğu, ordusunun büyüklüğü değil, iktidarının meşruiyetini sağladığı kamuoyu desteğidir. Silah gücü ile sürekli iktidarda kalmak mümkün olsaydı Ortadoğu'nun en güçlü ordusuna sahip İran Şah'ı, "elinde bir nüsha Kur'an-ı Kerim'den başka hiçbir silahı olmayan 78 yaşındaki yaşlı bir adama"12 yenilmezdi.

Dipnotlar:

1-    Yeni Şafak, 22.11.2004

2-    Halka ve Olaylara Tercüman, 23.11.2004

3-    Cumhuriyet, 23.11.2004

4-    Akşam, 30.11.2004

5-    http://www.vahdet.com.tr/filistin/aktarma/0935.html

6-    BBC, 06.07.2004

7-    www.sonsaniye.net, 17.10.2004

8-    bigglook.com, 22.11.2004

9-    İbrahim Karagül, Yeni Şafak, 20.11.2004

10-  Yeni Şafak, 22.11.2004

11-  Milli Gazete, 26.11.2004

12-  Nicholas Bethell, İktibas Dergisi, Şubat 1992, s. 10