Bu Bir Ölüm Denemesi İdi!

Güney Uzun

Ölümü yazabilir mi insan? Kaç kere öldü ki kesin bir bilgi ile kavrayabilsin ve yazabilsin? Bununla beraber ölüm hakkında ciltler dolusu kitaplar yazılmış. Şiirler, ilahiler, marşlar bestelenmiş, söylenmiş. Ölüm hakkında yazabileceğimiz kendi düşünce ufkumuzun genişliği ile orantılı olmakta. Ölümü yazmak için düşünmeye başlayınca hayata ne kadar bağlandığımızı anlıyoruz. Ölümü düşünürken aslında insan hep hayatını düşünüyor. Günümüz insanı ölümü ölmemek için düşünüyor. Kendilerine gelecek ecelden kurtulmak için yüksek kulelere sağlam evler inşa edenler gibi ölümü düşünen modern insan ömrünü depreme dayanıklı evler almak için harcıyor.

Ölüm hayatı anlamada bir vesile. Ya da öyle olmalı. Olmalı diyoruz çünkü ölümü düşünerek "fani dünyadan" elimizi eteğimizi çekmek ya da "hayata bir kez geleceğiz" deyip dünya süsüne aldananlardan olmamak için bir Müslüman olarak hayatımıza bir anlam katmalıyız. Bizim hayatımız bir nihilistten, bir ateistten, modern puta tapıcılardan, bir kapitalistten ve sosyalistten farklı olmalı. Olmalı ki benzer şekilde yanı aynı hastalıktan aynı otobüsteyken ya da aynı düşmandan sıkılan mermi ile gelen ölümler bizler için aynı olmasın.

 Vesileler genelde arada olur. Yani iki şey arasında bağlantıyı sağlar. Ancak ölüm öyle değil. Doğumu başlangıç, hayatı süreç (ya da orta nokta), ölümü de bu dünyadaki son olarak düşündüğümüzde ortada olan hayatı düşünmede sonda olan ölüm vesile olmakta. Ölüler kitabı olmayan Kur'an-ı Kerim'in bize hayat veren ayetlerinden ölüm ayetlerinin bizlere hem ahireti hem de yaşadığımız anı düşündürdüğü gibi.1

Hayat süreğindeki insan eğer aldığı ve verdiği nefese bir anlam katabiliyorsa ölümünde, ölüm şeklinin ve anının da bir nimet olduğunu rahatlıkla düşünebilir. "Ölümlerden ölüm beğenmek" belki mecazi anlamı itibari ile insanın feci ölümler içerisinden birini seçmesi gibi bir olumsuz anlam içermekte ise de insanoğlu ölürken bir nimet olan ölüm sürecine teslim olmakta. Ölümü nimet kılmak belki de yaşarken onu hak etmekle ilgili olsa gerek. Rabbine kavuşmayı bekleyen bir şehidin ölüm anını düşünmek bile nimetin derinliğini gösterebilir bize. Rabbine söz verip, onu yerine getirmede sebat eden sonra zamanı gelince "duası kabul olmuş küçük bir çocuğun" saf tebessümü ile rabbine doğru koşan bir şehit ölürken de rabbinin nimetleri tadarak ölmüştür. Ki bu ölüm şekli ne kadar "feci" olsa da.

Ölümü düşünürüz hepimiz. Geride bırakacaklarımızı. Yine çoğumuz ölüme yakın olduğumuz, ölümün nefesi ensemizde hissettiğimiz anları da yaşamışızdır. Belki ciddi bir kaza atlatmışızdır. Ölümcül bir hastalığı yenmiş ölüme yakın olmanın tedirginliğini yaşamışızdır.

Bir de, mesela uykunun en derin anlarında. Odayı aydınlatan hiçbir şeyi kalmadığı bir zamanda yataktan ansızın fırlarsınız. Niçin kalktığınızın farkında değilsinizdir. Çünkü kötü bir rüya görmediğinize eminsiniz. Fiziksel ya da ruhsal bir rahatsızlıktan dolayı da kalkmış olamazsınız. Ancak şuan uyanıksınız. Göz kapaklarınızı sonuna kadar açmaya zorluyorsunuz ki kapkaranlık odada flu da olsa bir şey göresiniz. Ancak nafile! Ne haldesiniz? Nerdesiniz? Bilincinde değilsiniz? Ölmüş olma olasılığı var tek aklınızda. Hayata dair bir şeyler bulmaya çalışıyorsunuz. Bir ses, tanıdık bir görüntü ama yok. Gittikçe daha hızlı nefes almaya, terlemeye başlıyorsunuz. Ölüme hazırlıksız yakalandığınızın farkındasınız. Oysa ertesi gün, uyanınca yapacak ne çok işiniz vardı. Ölümü düşünürken tek düşündüğünüz sizsiniz. Kalanlar size ait değil o an. Yalnızsınız. Ölümü tattığınızın bilincine ermeye başlıyorsunuz. Ama tek sorun nasıl öldüğünüz. Aslında o ansızın kalkışla kendinizi ölüm anında yakalarken aklınızdaki tek soru nasıl bir ölüm oluşu. Bir saniye öncesine dönseniz belki size çarpan aracın fren sesleri ile size gelişini görebileceksiniz. Ya da gözlerinizi son kez kapatırken çevrenizdekilerin size acı dolu bakışlarının yakalayacaksınız. Ya da size çarpan ve sıcaklığını hissettiğiniz ancak çarptığı ilk an acısını hissetmediğiniz kurşunun çıkış anını ve tetiği çeken eli görebileceksiniz. Ta ki bir saniye öncesine dönebilseniz. Artık karanlığa gözleriniz alışmaya başlamıştır. Siyahın dışında ışık görmek için etrafa projektör gibi yönelttiğiniz bakışlarınız size beyazın içinizi ferahlatan rengini göstermektedir. Nefes alış verişiniz normale dönmeye başlar. Terinizi silersiniz. Gece aydınlanmaya başlarken ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Ve artık biliyorsunuz. Bu bir ölüm denemesi idi!

Ölümü yolculuklarda daha fazla düşünürüz. Ölümlerin hatırı sayılır bir oranının yollarda gerçekleştiğini bilmek herhalde bizi böyle düşünmeye iter. Tabii yolculuklar hep bir ayrılık ve kavuşma üzerinedir. Bir burukluk ve sevinç vardır. İnsan manevi olarak doludur. Gece otobüs koltuğunda uykuya dalmışken bir gürültü ile kalkınca, etrafta ne oldu diye meraklı bakışlarla kalkarsınız. Eğer derin bir uykudan kalkmış iseniz etrafa serseri bakışlar fırlatırsınız. Büyük bir irkilmedir uyanışınız. Tek siz değilsiniz bu anı yaşayan. Yol boyunca hiç konuşmadığınız yanınızdaki yolcu da aynı şeyleri sizle beraber yaşamıştır.

Yaşımız ilerledikçe kendimizi ölüme daha yakın hissederiz. Ölümün yaşla bir ilgisinin olmadığını bildiğimiz halde yine de böyle düşünürüz. Bu hayata olan sanki gitmeyecekmiş bağlanmamızdan ya da bize verilen fırsatların hiç bitmeyeceği zannından kaynaklanabilir. Ölümlü dünya deriz, dünyaya meyletmemek gerektiğini kendimize hatırlatırız. Ancak aradan fazla gün geçmeden kendimizi ölümü unutturan dünyanın çetrefilli, bir o kadar gizemli ve çekici atmosferi içerisinde kaybolmuş olarak başımızı ilk çarptığımız duvarın önünde dünyaya ve nefsimize meylettiğimiz için hayıflanır buluruz.

Ölümü düşünmek karamsarlık mıdır? "Ölmeden önce ölünüz" sözü aslında neyi ifade etmelidir? Ölümü tatmak mümkün değilse, ölüp de geri dönene kimse rastlamamışken ölmeden önce ölmek bize neyi düşündürmeli? Her şeyin zıddı ile kaim olduğu bu dünyada ölümün tersi hayatsa, ölümlünün terside baki olan, ölümsüz, evveli ve ahırı olmayan olsa gerek. Ölüm ile hesap arasındaki bağ ve anlamı kavrama düzeyimiz aslında bizim ölüme olan bakış açımızı da ele vermekte. Ölmeden önce ölmek belki de kendimizi ölmeden önce hesaba çekmek demektir. Hesabın en çetiniyle karşılaşmadan önce sorulara yeniden bakmak ve doğru yanıtları hayata nakşetmek için zaman kazanmaktır.

Başladığımız bir işi bitirmek o işe verdiğimiz değeri gösterir. Kendi yaşantımız sürecinde mesela birden fazla okula başladık. Onları bitirmek bizler için tamamlanması gereken, yarım kaldığında üzüleceğimiz başlangıçlardı. Bir marangozun yarım bıraktığı bir mobilya, bir boyacının yarısını boyadığı oda, bir berberin ortadan tren rayları gibi makineye vurduğu bir saç, eğer yarım kalmışsa hiç bir şeye benzemez. Bitmeyen bir başlangıç aslında hiç yapılmamalıdır. Aslında hayat da buna benzer. Tek fark başlamasına bizim karar vermediğimiz gibi bitişine de yine bizim karar vermeyişimizdir. Ancak yukarıdakilerle ortak noktası hayat denen başlama ve bitiş arasında bizim yaşama denen aslında Allah'a kulluk etmek olan sanatın en güzel şekilde yerine getirilmesi gereğidir. Bu hayata başlamışsak en güzel şekilde bitirmek için bize düşen başlama ve bitiş arasında kalan zamanı Allah'ın razı olduğu bir yaşantıya dönüştürmektir. Hayat denen tabloyu resmetse ömür, her ressam gibi tablomuzun değerini öldükten sonra, hesaba çekildikten sonra anlayacağız.

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm

Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm2

Güzel insanlar güzel ölürler. Hayatları aslında onların güzel öleceklerinin birer göstergesidir. Belki de bu yüzden olsa gerek o güzel insanların ölüm hakkındaki sözleri bizlerde derin izler bırakır. İşte belki de o yüzdendir hayatını Rabbine adayarak ölenlerin kutlu mücadeleleri sonu ölümlerden herhangi birisinden olsa bile bizler için hayatımıza anlam katmamız için birer fırsattır

Dipnotlar:

1- Enam 162, Embiya 35,Munafikun 10, Mülk 2.

2- Erdem Beyazıt, Ölüm Risalesi.