Boyabat Sivas ve Sistemin Bekası!

Mustafa Şuayp

 

Basında 1993 yılında çarpıcı olarak yer alan ilk olay, Kızılcahamam'da meydana geldi. Halk, polis-mafya işbirliğine isyan ederek Kızılcahamam Adliyesine saldırıp polisle çatıştı. Bu halkın devlete olan güvensizliğini gösteren önemli bir işaretti.

Peşinden Sinop'ta halk devletle birkaç kez karşı karşıya geldi. İşsizliğin had safhaya ulaştığı kentteki önemli iş alanlarından biri olan Şişecam fabrikasının iktidar desteğini arkasına alarak kapatılmasıyla yüzlerce işçi işsiz kaldı, yapılan itirazlar, protestolar sonuçsuz kaldı. Konuyla ilgili programlarından dolayı Sinop TV, zamanının Ulaştırma Bakanı, Sinop milletvekili Yaşar Topçu'nun hışmına uğrayarak ilk kapatılan özel TV istasyonu oldu.

Bütün bunlardan sonra; Sinop'un Boyabat ilçesinde önce 11 yaşında E.G. bir ay sonrada 5 yaşındaki G.G. iğrenç saldırıya maruz kaldılar ve öldürüldüler. Katil zanlısı olarak önce 12 yaşındaki B.Ç. İle 16 yaşında E.A. yakalandı. Tevkif edilerek cezaevine konuldu. Bu iki zanlıdan sonra da 17 yaşındaki H.U. aynı suçtan yakalandı. İlçedeki halk B.Ç.'nin zeka özürlü, E.A.'nın ise uyuşturucu müptelası olduğu için kolaylıkla suç yüklenilebileceğini söyleyerek, asıl suçlunun H.U. olduğundan emin olarak, cezasını kendileri vermeye, linç etmeye çalıştı. Halk Adliye'ye saldırarak, H.U.'yu vermek istemeyen polisle çatıştı. Ekip otolarını yaktı. Çünkü daha önceki sapıklar yakalanamamıştı, yakalananlar ise az bir ceza ile salıverilmişlerdi. Kütahya'da bir sapık tarafından iki çocuğu, boğazlan kesilerek öldürülen anne, mahkemede "Sapık katilinde aynı şekilde öldürülmesini istiyorum. Onunda boğazı kesilsin." diye feryat ediyordu. Yani halk bilinçli veya bilinçsiz olarak İslami usule göre kısas istiyordu. Laik TC'den böyle kısas adaletini beklemeyen halk, TC kanunlarına güvensizliği içinde kısası kendi uygulamaya yöneliyordu.

Sivas olayları ise, Laikliği pekiştirmek, kamuoyunu Müslümanların aleyhine çevirmek, bu arada müslümanlara da gözdağı vermek için, Uğur Mumcu'nun öldürülmesinden sonra aynı program gereği ortaya çıkan Aziz Nesin'in, İslam'a karşı "inadından" Şeytan Ayetleri'ni yayınlayacağını ulu orta söylemesiyle başladı. Nesin 12 Eylül öncesindeki ispiyonculuk misyonu bilinen Aydınlık ekibi ile bu işe soyundu. TC'nin yasağına ve "fetva"ya rağmen yayın birkaç gün sürdü. Fakat Laik TC'nin İslam'ın izzetini korumayacağını iyi bilen Müslüman halkın kararlılığı ve protestoları sayesinde Aydınlık karalamalarını kesmek zorunda kaldı. Bu durum Aziz Nesin'i daha da saldırganlaştırdı. Herkesi İslam'a karşı uyardı, şeytanlarından yardım istedi. Laiklik yürüyüşlerini Sivas'ta örgütleyen ve Sivas'a SHP kontenjanıyla atanan Valinin teşvikleri ve Kültür Bakanlığının desteğiyle Pir Sultan Abdal Şenlikleri bu yıl ilk defa Sivas'ın merkezinde yapıldı. Aziz Nesin burada da İslam'a saldırınca birileri de haddi aştı ve bilinen olaylar meydana geldi. Fakat bizce önemli olan on binlerce kişinin protestoya katılmasıdır. Bu insanlar, Aziz Nesin'in mahkemeye verilmesini, TC'nin yargılamasını beklememişlerdir. TC'nin Adliye'sine güvenmedikleri için, Nesin'i kendileri cezalandırmak istemişlerdir.

Bütün bu olaylardan anlaşılan gerçek şu ki halk, TC'nin adaletine güvenmiyor. Her alanda her türlü yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, ahlaksızlık gayet normal bir hale geldi. Halk ortalığın yılanlarla dolmakta olduğunu görüyor ve kendine dokunan yılanı, kendisi ezmeye çalışıyor.

Adi hırsızlar cezaevine gönderilir ama devleti kredi alarak dolandıranlar, yeni krediler için politikacıların peşinde gezerler. Küçük bir devlet memuru rüşvet yediğinde yakalanır ama dokunulmazlığı olan politikacılar, generaller, haklarındaki büyük yolsuzluk iddialarına cevap verme lüzumunu bile görmezler.

Kanunları yapan kendileri, yürütme kendileri, icra kendileri. Kendi lehlerine kanunlar, aflar çıkararak halkı sömüren ve kendilerine laik ve demokrat diyen bu zümre, önce Boyabat olaylarıyla sarsılmış, Sivas'ta ise şoka girmiştir.

Çetin Altan, Boyabat olaylarıyla ilgili bir yazısında "Polisin yakaladığı suçludur mantığı ile hareket eden bir bakanın bulunduğu ülkede adalete ve yöneticilere olan güven ortadan kalkar. Hukuku reddetmenin bedelini de linçlerle ayaklanmalarla ölen polislerle adalete ve yöneticilere olan güvenin sarsılmasıyla öderiz." diyerek problemin çıkış sebebini gözardı edip sonuçlarına dikkat çekiyor.

Bu toplumda 16 yaşında uyuşturucu müptelaları, 17 yaşında ırz düşmanları, katiller varsa. İslam'a saldırılırken fikir özgürlüğünden bahsediliyorsa, hukukun üstünlüğü veya polisin gücü hangi olumsuzluğu giderecektir? Üst düzey Emniyet mensuplarının kaçakçılık yapmalarını mı? Yoksa kim bilir hangi büyükbaşları veya yakınlarını kurtarmak için kaçakçılık suçlarının para cezasına çevrilmesini mi engelleyecek? Vergi borçlarını, kredi borçlarını sildirebilmek için suçlunun en uygun yere; "bakanlığa" getirilmesine mi mani olacak?

Bozukluğun sebebini; hukukun adaletsizliğinde, yönetici hatalarında aramak hedef saptırmaktan, zaman kazanmaktan başka bir şeye yaramaz. Ortaya çıkan bütün bu bozuklukların sebebi sistemin dayandığı zihniyettedir. Bu sistemi "...önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmen ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur." diyen zihniyet kurdu. Kalkınmanın yolunu namussuzlukta, İslam düşmanlığında gören bu sistem, kendine uymayanları, ezmeye, yok etmeye çalıştı. Bugün hala zulmü devam ettirmektedir. Halk ise ancak kendini değiştirdiğinde; namussuzluğun, İslam düşmanlığı egemen iktidar eliyle yürütüldüğü ve mazlumları ezen bu sistemin zulmünden kurtulacaktır.