Bir “İtirafçı”nın Kirli Anıları

Bedirhan Badıllı

Son yıllarda bu ülkede peş peşe çıkan, anı türüyle bir şekilde ilgili kitapların birçoğunun pişmanlıklarla dolu olduğunu görmemiz, bizleri hangi sonuçlara götürür? Bu toplumda halkı dönüştürmeye yönelik bir iddia sahibi olan insanlar, bulundukları konumu yeterince kanıksayabilmiş; savunduklarına yürekten inanan, vicdanen müsterih kişiler midir? Bilgi ya da bilinç düzeyi ne durumda olan bir toplumla kuşatılmış olunduğunun hesaba katılması, gerçekçi olmak adına mutlak bir gereklilik değil midir? Halkımız genel kültürü bulmacalardan, yarışma programlarından; dini, günübirlik takvim yapraklarından, tartışma programlarından, estetiği düğün davetiyelerinden öğrenen bir halksa eğer bunun da hesaba katılması gerçekçi olmak adına mutlak bir gerekliliktir.

İçinden çıktığı böylesi bir toplumla zihinsel hesaplaşmasını gerçekleştirmeden kendini bir ide şemsiyesi altında bulanları sıkça görüyoruz: Kemalist ise Nutuk'u, Tasavvufçuysa Rûmi'yi ya da Arabi'yi, Müslümansa Kur'an ilkelerini, Kürt ise Feqîyê Teyran'ı, Solcuysa ve diğerlerinden biriyse kendi kaynaklarını yeterince özümsemiş değil.

İçinde yaşadığımız toplum, belki de tüm toplumlar yani güruhlar, son derece sığ duyuludur. Çoğa uyup azı lanetler. İnsanlık bu gidişle halkın özne olduğunu kıyamete dek göremeyecek galiba. Her çağda egemenlerce yönlendirilen güdümlü yığınlara, solgun renklere sahip büyük halk tablosu diyoruz. Halk nesneyse, halk edilgense, halk etkisiz hatta yutan elemansa, halk konuşma yetisini yitirmişse, daha doğrusu hiçbir zaman kazanamamışsa orada zorbalık, dikta hükmünü icra etmeye başlamıştır. Devlete "baba" diyen bir halktır bizimkisi. Büyüğüne itaat konusunda eşsizdir ne yazık ki! Daha küçüklüğünden itibaren bu toplumun bireyleri el öptüğü sürece aferini hak ederler. İşte ancak böylesi muti bir toplum, Kore'de Amerika uğruna, NATO aşkına harcadığı üç binden fazla göğ ekin delikanlısının ardından "vatan sağ olsun" diyebilecek kadar zavallılaşabilir. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde yönetim aygıtının(hükümetler önemsiz kalıyor burada) halkın talebine göre arzını belirlediği söylenebilir. Açalım: Yönetimin çeşitli birimleri sistem muhaliflerine karşı yaptığı haksızlıklarda, kuralsız mücadele yönteminde, yargısız infazlarda halkın çoğunluğunun kendilerine arka çıktığının bilinciyle canavarlaşıyor. Halkın toplumsal bir bilinci olsa, kamuoyunun vicdanı kendi sesini duyursa bu ülkede işkence kurumsallaşabilir mi? Suçu sadece militan babası olmak olan yaşlı başlı amcalar, kontrgerilla güçlerince bir köprü altına götürülüp kalleşçe infaz edilebilir mi? İnsafı, vicdanı, dini, imanı kendi buyruğuna almış (Hz. Muhammed Türk müydü?) devlet militanını halkın sosyal adalet bilincinden başka hangi güç durdurabilir ki? Mutlak adaletin simgesi olan din, egemenlerin elinde bir kamçıya dönüşebiliyor kolaylıkla. Devlet diniyle kolayca yönlendirilebilen bir halk ve böylesi bir devlet işte. Herkesçe bilinen şeyler.

Herkesçe bilinmeyen şeyler ortaya çıktığında halkımız bunu umursuyor mu peki? Çoğunluk Susurluk'un çağrıştırdıkları konusunda inanılmaz bir gaflet ve ilgisizlik içerisinde. Susurluk, suskunluğu andıran bir müzikal yapıda olduğu için belki, sessizce geçiştiriliyor.

Sessizce geçiştirilmemesi gereken bir kitap yayınlandı geçtiğimiz günlerde. Aram Yayıncılık'tan çıkan kitabın adı: "İtirafçı". Belgelerinin ve görsel malzemelerinin çokluğuyla dikkat çeken kitap, bir itirafçının; Abdülkadir Aygan'ın JİTEM'de tetikçi olarak görev yaptığı 10 yılın vahşet dolu izlenimlerini anlatıyor.

Aslında, bu yazının başlığı "Bir İnsancığın Portresi" de olabilirdi. 1958 Suruç doğumlu Aygan, Adana Meslek Lisesi'nde okurken PKK ile tanışıyor ve siyasal faaliyetleri nedeniyle okulu bırakıyor. 1980'de tutuklanıyor ve Antep cezaevlerinde 1.5 yıl yatıyor. 1982'de Kıbrıs'ta askerden firar edip Avrupa'ya kaçarak tekrar PKK saflarına katılıyor. Lübnan ve Suriye üzerinden Türkiye'ye giriş yapıyor. Sason, Mutki, Hizan ve Şirvan kırsalında bulunurken 1985'te PKK saflarından kaçarak orduya teslim oluyor. Teslim olduğu Siirt Alay Komutanlığı'nda, o sırada Siirt'te yüzbaşı olan Kontrgerilla başı A. Cem Ersever tarafından sorgulandıktan sonra Diyarbakır Cezaevi'ne itirafçılar koğuşuna gönderiliyor. İtirafçı olup Pişmanlık Yasası'ndan ilk yararlananlar arasında yer alınca cezası düşürülüyor. 1990'da tahliye olunca vaktiyle firar ettiği için yeni baştan askere alınıyor.

O dönem Cem Ersever'in kontrgerilla faaliyetlerine başladığı zamana tekabül ediyor. Kemalist Asker Polis (K.A.P) Türk İntikam Tugayı (T.İ.T), Osmanlı Türk İntikam Tugayı ya da Anadolu Halk Cephesi gibi isimler düşünüyor Ersever. Amaç gerillaya karşı gerilla mücadelesi vermek. Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birimi (JİTEM) böylesi bir amaçla kuruluyor. Jitem'in tetikçileri eski itirafçılardan derleniyor. Abdülkadir Aygan da bu iş için Ersever tarafından askerlik görevinden alınarak Jitem'e dahil ediliyor. Zamanında yıllarca PKK saflarında bulunmuş kişiler artık "sivil memur" statüsünde bulundukları JİTEM saflarında bu kez PKK militanlarına ve sempatizanlarına karşı amansız bir mücadele veriyorlar. Hem de birbirleriyle yarışırcasına, kraldan çok kralcı tutumlarıyla vahşette, işkencede yargısız infazlarda hiçbir sınır, kural tanımadan… "Bu itirafçılar çok acımasız insanlardır. (Kürt oldukları halde B.B.) Bizden daha milliyetçi kesilmişlerdir. Bir numaralı PKK düşmanıdırlar. (Bunlardan) Adem Yakın, Cudi Dağı'nda bir çobanın kafasını testere ile kesip bize getirdi." (Binbaşı Ersever'in İtirafları, Soner Yalçın, s. 174)

Aygan, Şerif Aslan kod adını kullanıyor. İtirafçı olduğu için güvenlik nedeniyle A. Aygan ismi değiştirilerek Aziz Turan yapılıyor. Yeni ismine uygun resmi nüfus cüzdanı da çıkarılıyor. Artık aklanmış kadrolu bir tetikçi olarak birçok faili meçhul olayda rol alıyor. HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın işkence yapılarak öldürülmesinde, Kürt düşünür Musa Anter'in katledilmesinde ve sayısız yargısız infazda etkin rol alıyor. 2000 yılında Burdur İl Jandarma Alay Komutanlığı'nda "sivil memur" olarak bulunurken de köylülere coplu tecavüz ve insanlık dışı işkencelerde yine etkin olduğunu görüyoruz. Mağdur köylülere işkence ve tecavüz raporu alan İnsan Hakları Vakfı İzmir Şubesi ile mağdurların avukatlarından Mazlumder İzmir Şubesi Başkanı Av. Süleyman Çetintulum, ilgili işkenceleri belgeleyince, Abdülkadir Aygan mahkemeye işkence itirafında bulunuyor. Daha sonra memurluktan istifa ediyor.

Bundan sonra Aygan'ı yeniden makas değiştirip (?) Ülkede Özgür Gündem gazetesi çalışanları Timur Şahan ve Uğur Balık'a JİTEM'de iken işledikleri suçları itiraf ederken görüyoruz. Hangi şartlar sonucunda, niçin ve nerede bütün bu serencamını anlattığı konusunda kitapta herhangi bir bilgi verilmiyor.

Kitapta 1990-2000 yılları arasında Diyarbekir ve çevre illerde yapılan yargısız infazların yanı sıra birçok ilginç bilgiye de yer veriliyor. Binbaşı Cem Ersever, hazırladığı PKK karşıtı bildirilerin altına "İslami Cihad" gibi isimler yazıp arabayla sokak aralarına attırıyor. Ersever'e ABD'li eski bir asker tarafından C-4 plastik patlayıcıları verildiği, bu patlayıcıların Eşref Bitlis ve Uğur Mumcu cinayetlerinde kullanıldığı belirtiliyor. Ersever'in Ankara'da Yeşil tarafından öldürüldüğü öne sürülüyor. Yine, JİTEM'e destek veren birçok devlet adamının isimleri değişik olaylarla birlikte aktarılıyor. Bununla birlikte, kitapta asıl merak edilmesi gereken noktalara hiç değinilmiyor. Bunca itirafçısı olan bir oluşumun özeleştirisinden özellikle kaçınılıyor. Her şey kaypak ve satılmış, satın alınmış kişiliklere bağlanarak işin içinden çıkılamaz. Baskın, benmerkezcil önderliğin ortaya çıkardığı köle ruhların, kişiliksiz tiplerin, kendilerine biçilen bir türlü hazmedemedikleri rolleri ilelebet üstlenemeyecekleri gerçeği ısrarla göz ardı ediliyor kitapta. Arka kapakta "Kitap, Kürtlere karşı kuralsız savaş yürütmek için kurulan JİTEM'i …" cümlesiyle PKK örgütünün Kürt halkının bütününü temsil ettiği varsayımı, sanki bir gerçekmiş gibi sunuluyor. Oysa Kürtlere kuralsız savaşın cellatlarının yine Kürtler olduğu gerçeği var ortada. Hem de yıllarını PKK örgütü içinde geçirmiş kişiler bunlar. Fakat hayır, güneydeki liderleri feodal birer aşiret ağası olmakla suçlayanlar, kendi ağalarına toz kondurmuyorlar.

Tepkisel tüm hareketler, sahici ilkelere dayanmayan bireylere yaslandıkça o bireylerden istediği verimi alamaz. İlke sabittir, değişmez. İlke olmazsa birey ancak hamasi, duygusal bir hırsla bağlıdır temsil ettiği oluşuma. Oysa duygusal olan, değişken olandır aynı zamanda. Hırs ise kalıcı olmaz insan özünde. Geldiği zaman gözü karartır evet ama bir süre sonra gittiği zaman yüzü kızartır. Sonrası ikircikli ve pişmanlıklardan karşı pişmanlıklara savrulup duran bir yaşam…