Bir Cevap ve Yol Açtığı Yeni Sorular

Haksöz

Nisan 2005 tarihli 169. sayımızda yayınladığımız Mehmet Pamak'ın "İslam'ı Sekülerleştirme Projelerinde Muhafazakar Cemaat ve STK'ların Rolü" başlıklı yazısı dolayısıyla Mazlumder Genel Başkanı Sayın Ayhan Bilgen'in göndermiş olduğu "açıklama"ya sayfalarımızda yer verip vermemek konusunda epeyce tereddüt ettik.

Saygı duyduğumuz bir dostumuzun kaleminden ve Mazlumder gibi İslami camia içerisinde önemli bir yeri ve işlevi olduğuna inandığımız bir kuruluş adına gönderilen ve üstelik Haksöz kaynaklı bir haksızlık ve saldırıya maruz kalındığı şikayetini içeren, dolayısıyla tashih/açıklama sorumluluğumuza vurgu yapan bir taleple karşı karşıyaydık. Maruz kalındığı iddia edilen muamele konusunda farklı düşünmekle birlikte, her zaman Müslümanlar arasında sağlıklı bir eleştiri/tartışma zemininin olmasını savunmuş ve bu anlayışla doğrudan bize yönelik tenkit ve değerlendirmeleri de içerecek şekilde eleştiri kapısını hep açık tutmaya çalışan bir tutumun sahipleri olarak talebi görmezden gelemezdik. Ama öte yandan Sayın Ayhan Bilgen'in "açıklama"sı gerek içeriğiyle, gerekse de üslubuyla kesinlikle olumlanamayacak bir mahiyet taşıyordu.

Sayın Bilgen "polemiğin tekrarına taraf olmamak" şeklindeki bir ifadesiyle konuyu sürdürmeme tavrını benimsediğini ihsas ettirmekle birlikte, sarfedilen sözler hiç de bu sonuca matuf bir mahiyet arzetmemekte. Dolayısıyla kendi zaviyemizden, Sayın Bilgen'in "açıklama"sının hem içerik itibariyle barındırdığı kimi belirsizlik ve çelişkilere, hem de üslubuna dair bir şeyler söylemenin gerekliliği kaçınılmazdır. Hemen belirtelim ki, Sayın Bilgen'in "açıklama"sında; örneğin, Batı'nın tektipleştirilerek algılanmasının ya da bütün Batılıların Haçlı Seferleri'nin takipçisi olduğunu sanmanın yanlışlığı; dinler arası diyalog ile misyonerlik faaliyetlerinin aynılaştırılmaması gerektiği; ulus-devletçi tepkisellikten kaçınmanın önemi gibi bizim de katıldığımız hususlar var elbette. Yine Sayın Bilgen'in yazısının girişinde Batı'nın Müslümanlara yönelik olarak izlediği, bir yandan "terörize etme", diğer yandan ise "sekülarize etme" şeklindeki ikili kuşatmaya dikkat çeken sözlerini de Müslümanlar arasında öne çıkartılması gereken ortak bir hassasiyet noktası olarak görmekteyiz. Burada ise daha ziyade katılmadığımız ve yanlış bulduğumuz hususlara değinmeyi gerekli görüyoruz.

Öncelikle belirtelim ki, Sayın Bilgen'in üslubu bir hayli sorunlu. Yazının muhtelif yerlerinde dile getirilen ifadeler arasında kimisi dolaylı, kimisi ise doğrudan atıflar şeklinde bir dizi tanımlama, suçlama, hakaret ifadesi sıralanmış. Bunlar arasında "kafa karışıklığı", "bilgi eksikliği" ve "kolaycılığa kaçmak" gibi nispeten hafif sayılabilecek eleştirel ifadeler yanında hiçbir biçimde mazur görülemeyeceğine, savunulamayacağına inandığımız bol miktarda doğrudan ya da dolaylı ifadeler de mevcut.

İlk bakışta göze çarpan bu ifadelerin bazılarını sıralayacak olursak karşımıza şöyle bir dizi çıkıyor: "Müslüman zihinlerin doğulu-üçüncü dünyacı eğilimlerle bulandırılması", "hastalıklı ruh hali", "iftira", "Allah'a iftira", "kompleksli bir düşünce biçimi", "paranoya", "cevaplanmaya bile değmeyecek tek yanlı yorumlar", "kendisi gibi düşünmeyenlere iftira etmek", "kendisi ile, çevresi ile kavgalı olmak", "yargısız infaz yapmak", "septik yaklaşımla komplo teorisi üretmek", "kişisel önyargılar", "kamuoyunu yanlış ve gerçekdışı bilgilerle yanıltma çabası", "kişisel hırsla yapılan eleştiri", "tahkir edici, küçük düşürücü üslup" ve "Mazlumder'e saldırarak polemik içine girerek gündem olmaya çalışmak."

Doğrusu üslup eleştirisinin de yapıldığı bir yazıda bu tür bir üslup asla kabul edilebilir bir şey değildir. Mehmet Pamak'ın yazısında Mazlumder'e yöneltilen eleştirilere bu tarz bir üslupla karşılık verilmesi yerinde olmamıştır.

Haksöz'de yayınladığımız yazısında Mehmet Pamak Türkiyeli Müslümanların karşı karşıya olduğu birtakım tehlikelere, olumsuzluklara değinmekte; İslami kimliğin seküler doğrultuda dönüştürülmesi projesine dikkat çekerken, -başka kuruluş ve cemaatlerle birlikte- kurucu genel başkanı olduğu Mazlumder'in de sonraki süreçte izlediği seyrin İslami çizgiden giderek sapma gösterdiğini vurgulamakta ve yine AB fonu ile uygulanan din adamlarının insan hakları konusunda eğitilmesi projesini eleştirmektedir.

Yeri gelmişken, Haksöz olarak, Mehmet Pamak'ın Mazlumder'e ilişkin değerlendirmelerini biraz fazla sert bulduğumuzu ve daha yumuşak bir üslubun tercih edilmesinden yana olduğumuzu hatırlatmak isteriz. Bununla birlikte, Türkiye'de İslami birikim ve gelişimi doğrudan etkileyen ve yanlış olduğundan şüphelenilen, korkulan birtakım gelişmeler söz konusuysa, bunların da açık biçimde tartışılması, gündemleştirilmesi ve uyarı vazifesinin yerine getirilmesinin İslami bir yükümlülük olduğuna ve bu bağlamda söz konusu yazıda dile getirilen tespit ve eleştirilerin büyük ölçüde haklılık payı taşıdığına, en azından cevaplandırılmayı hak ettiklerine inandığımızı da belirtelim.

Ne yazık ki, Sayın Ayhan Bilgen'in cevabi yazısı üslubu itibariyle sorunlu olduğu gibi, içeriği açısından da zaaflar taşıyor, bahse konu eleştirilere açıklık getirmiyor. Daha çok eleştiri sahibini art niyetle hareket etmekle suçlayan polemikçi bir tutumla kaleme alındığı görülen "açıklama" açıklık getirmekten çok yeni sorular doğuruyor. Bu çerçevede Sayın Bilgen'in "açıklama"sının beraberinde getirdiği bazı sorulara dikkat çekmek isteriz:

· Yazının başlığında radikallik ve marjinallik "tehlike"sine dikkat çekilmiş. Bu kavramların son dönemlerde İslami hareketlere karşı yürütülen çok yönlü saldırı kampanyalarında yoğun biçimde kullanıldığını biliyoruz. "Siyasal İslam'ın iflası", "İslami radikalizmin tükenişi" ve benzeri söylemler çerçevesinde sıkça gündeme gelen bu eleştiri/ithamların özünde bir tespitten ziyade emperyalistlerin temennilerini yansıttığı biliniyor. Doğrusu emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin ağızlarından duymaya alıştığımız bu kavramların bu şekilde içselleştirilmiş olması izah edilmeye muhtaçtır. Bu noktada radikal ve marjinal olmamanın standartlarını kim ve hangi kriterlere göre belirliyor, acaba?

· AB fonuyla uygulanan proje konusundaki tartışmalara ilişkin olarak Sayın Bilgen'in "Uzun süredir bazı çevrelerin sağlıklı bir tartışmanın önünü açamadıkları üzüntüyle izlenmektedir." şeklindeki ifadesinden bir şey anlamak zor. Kimden ne bekleniyor? Sağlıklı tartışmanın önünü açması gerekenler kim(ler)dir? Burada konunun birincil elden muhatabı susacak ya da şimdi olduğu gibi eleştirilere hiddet dozu yüksek karşı eleştiri/suçlamalarla cevap verecek olursa sağlıklı bir tartışma nasıl oluşacak?

· Yine "İslami çevrelerdeki bazı yazarların söz konusu çalışma üzerinden siyasi ve ideolojik yargılar geliştirmeleri hayretle karşılanmaktadır." ifadesinin kendisi şaşırtıcı değil mi? Bu projenin bizatihi kendisi siyasi-ideolojik bir proje değil mi? "İnsan hakları konusunda bir bilinç geliştirme" çabası, projesi ya da niyeti siyasi-ideolojik zeminden nasıl soyutlanabilir acaba? Bu durumda söz konusu çalışmanın siyasi-ideolojik yargılara konu olmasından daha doğal ne olabilir?

· "Din görevlilerinin hedef kitle seçilmesinin genel olarak din görevlilerinin insan hakları eğitimine ihtiyaçları bulunmadığı önyargısını da içinde barındırdığı" tespiti/iddiası biraz fazla demagojik bir yaklaşım olmamış mı?

· Mazlumder'in tüzüğünde İslami kimlik ibrazının yapılmadığını söylemek ne ölçüde tutarlı ve açıklayıcıdır? Zaten bir tüzükte bunlar ne ölçüde ifade edilebilir? Ayrıca kimlik ibrazı tüzük maddeleriyle sınırlı bir husus mudur?

· Bir çalışmanın dini kavram ve sembollerle süslenmesinin yapılan çalışmanın İslam'a mal edilmesi riskini getireceği söylenmekte. Dolayısıyla İslami kavram ve sembollerin kullanılmasının neticesinde bazı olumsuzlukların İslam'a fatura edilebileceği kaygısıyla bundan uzak durulması zımnen önerilmekte. O halde, aynı mantıkla, insan hakları, özgürlük ve benzeri kavramların da kullanılmaması gerekmez mi? Bu kavramlar bilindiği üzere olumlanan kavramlar. Peki çalışma olumsuz seyir izlerse bu kavramlar -ve bu kavramların arka planında mevcut tüm birikim ve mücadeleler- kirlenmiş olmayacak mı? Açıkçası bu yaklaşım "Din ulvi bir şeydir, onu dünyevi işlerimize fazla bulaştırıp, kirletmeyelim!" türünden laik bir yaklaşımı çağrıştırmakta.

Ve son olarak; "hukukunu gözden geçirmek" daha çok diplomatik ilişkiler alanına yakışan ve devletlerarası münasebetleri çağrıştıran bir kavram. Mesela belli sorunlar yaşadığınız ülkelerle ilişkilerinizi gözden geçiriyorsunuz, devamında kesiyorsunuz ve daha ileri safhada da savaş açıyorsunuz. Sayın Ayhan Bilgen'in doğrudan bize yönelttiği bu hatırlatmasına açıkçası bir anlam veremedik. Üslup sorunu bir kez daha ve bu kez çok daha şaşırtıcı bir biçimde karşımızda. Üslup hatalarıyla başlayan "açıklama" bize göre son derece talihsiz bir sonla bitmiş. Tehdit dozu belirgin böylesi bir uyarıya "Biz doğru bildiğimiz yolda devam edeceğiz, herkes de doğru bildiğini yapsın!" demekten başka bir şey düşmez.

Soruları uzatmak, diğer çelişkilere de dikkat çekmek mümkün ama gerekli değil. Zaten ayrıntıya fazla dalmak bizi meselenin özünden uzaklaştırabilir. Meselenin özünde ise bize göre İslami kimliğin açık ve ilkeli bir tarzda sahiplenilmesi, savunulması ve sürdürülmesi yatmakta. Bu çerçevede kardeşlik hukukunun bir gereği olarak Müslümanlar arasında sağlıklı ve geliştirici bir diyalog ve dayanışma ortamının tesisi için çaba gösterilmeli. Bunun için ise açıklık önşarttır. Haksöz açıklıktan yana tutumunu sürdürecektir. Biz, yanlışımızı gördüğü noktada, üzerini örtüp gönlümüzü sıvazlayanın tavrındansa, eleştiren dostun tavrını tercih ederiz. Biraz canımızı acıtsa da, nefsimize ağır gelse de ikinci tavır şüphesiz sahih ve hayırlı olandır.