Bir başbakan nasıl seçtirilir?

Mustafa Osmanoğlu

13 Haziran Pazar günü Ankara'da toplanan DYP olağanüstü kurultayının 1100 delegesi, uzun yıllar ABD'de kalmış ekonomi profesörü Tansu Çiller'i DYP Genel Başkanlığı'na seçtiler. Bu karar aynı zamanda Çiller'e TC'nin ilk kadın başbakanı olma yolunu da açtı.

DYP'nin ve devamı olduğu siyasal geleneğin daha önceki temsilcileri olan DP ve AP'nin siyasal kimliklerinde en fazla öne çıkan husus cumhuriyetin ilk yıllarından beri siyasal elitlerin "çarıklı-sarıklı", "şalvarlı-kasketli" ya da "Hasso ile Hüsso" diye aşağıladıkları taşralı kırsal kesimlerin içinden çıkmaları ve bu kesimlerin savunucusu olmalarıydı (eski genel başkanlardan Menderes, Aydınlı; Demirel, Ispartalı çiftçi ailelerinden gelmekteydi). Yine bu partiler, teşkilata verdikleri önemle, yıllardır değişmeyen simalarıyla sıkı ve disiplinli kadroculuklarıyla da tanınıyorlardı. Bu seçimden altı ay önce, DYP'nin Demirci'den sonraki muhtemel genel başkan adayı olarak Tansu Çiller'i düşünmek olsa olsa bir fantazi olabilirdi. Hele ki karşısındaki adaylar 30 yıldır bu partinin her kademesinde çalışmış, en zor dönemlerde bütün kahrını çekmiş ve teşkilat tarafından yakından tanınan adaylar olunca Çiller'in genel başkanlığının hayal edilmesi bile lüks kaçardı.

Ama, son yıllarda Türkiye'deki her kesimi kasıp kavuran "değişim" kavramının zehirli aldatıcılığı, medyanın seferberliğinin de etkisiyle vefalı DYP delegesini de önüne katarak sürükledi. Baha'nın zımni, Çağlar'ın açık desteği ile "Terör kahramanı" İsmet Sezgin de, muhafazakarların çağdaş(!) adayı, Koksal Toptan da "değişim" rüzgarının tozuna karışıp elendiler.

Peki ama Demirel'in vitrin süsü Tansu Çiller hangi özelliğinden dolayı böyle öne çıkabildi? Bu noktada magazin boyutunun dışına çıkabilmek için konuyla ilgili üzerinde durulması gereken, Çiller'in hırslı bir kadın olması, aile geçmişi, giyiniş tarzı gibi kişisel özellikleri değil; daha ziyade Türkiye'yi etkileyecek siyasal kimliği ve bu kimlikle genel başkanlığa (dolayısıyla başbakanlığa) gelebilmesi olmalıdır.

ABD, Tansu Çiller'in hayatında önemli biryere sahip; yüksek eğitiminin önemli kısmı ve ilk akademisyenlik dönemi burada geçmiş. Çiller'in Amerikan tarzı yaşama ve tüketim ilişkilerinin temsilcisi olarak basında öne çıkarılması da bu noktada önem kazanıyor. Amerikan pasaportu taşıması -en azından- tartışma konusu olabilen, bu iddiaları cevaplandırırken de ABD vatandaşlığı ile Türk vatandaşlığını ikisinden birisinin tercih edilebilinecek benzer, denk alternatifler olarak ele alınması ve sanki kumar tercihi yapıyormuşcasına "Eşim ve ben Türk vatandaşlığını tercih ettik" diyen bir kişinin başbakan olması Amerikancılığın etkisini ortaya koyuyor. Çiller'in; antrenörlüğünü gönüllü olarak üstlenen. Demir Leydi Margaret Thatcher ile yakın dostluğu, hatta kongre öncesi telefonla taktik alması da siyasal çizgisinin ve başbakanlığı sırasında karar alırken kimlere danışabileceği konusunda bir göstergedir.

Tansu Çiller'le ilgili önemli bir diğer konu toplumun değerlerine, özellikle de İslam'a ve İslami gelişmeye yaklaşımı. Boğaziçi Üniversitesi'ne öğretim üyesi olduğu sırada, 1 Şubat 1990'da ABD'de Türkiye'nin Amerikalı Dostları Derneğinde düzenlenen Türkiye'deki Siyasi ve Ekonomik Durum" konulu panelde söz alan Tansu Çiller özetle şöyle konuşuyordu:

"Ben Türk ekonomisinin geleceği konusunda kötümser değilim. Bana göre, Türk ekonomisini yönlendirenler açısından sorun ekonomik değil, sosyal alandadır. Asıl ciddi tehlike Türkiye'de İslamcı akımların dinamik bir şekilde ön plana çıkmaları ve Türk eğitim sisteminde dinci-laik olmak üzere bir ikiliğin ortaya çıkmasıdır. Dini kesimler özel olarak yetiştirdikleri gençleri en iyi okullara gönderiyorlar. Bugün Boğaziçi Üniversitesi'nde bile tekbirler getirip Amerikan ve İsrail bayraklarını yakabiliyorlar. Bu tehditin ortadan kalkması için devlet tercihini açıkça göstermeli ve dinci akımlara müsamaha edilmemelidir."

Genel Başkanlığa aday olduğundan beri ağzından düşürmediği "Allah'ın izni ve yardımı" gibi terkipler; Türk milletinin müslüman olduğunun bilinci içinde olduğunu ve herkesin müslüman olduğunu göğsünü gere gere söyleyebilmesi gerektiğini savunması; İslam aleminin içinde bulunduğu durumdan kurtularak gelişmesi için Türkiye'nin öncülük edeceğini iddia etmesi ve son olarak "ezan seslerinden duyduğu huzur" Tansu Hanım'ın az zamanda ne kadar aşama kaydettiğini (ve tabii bu konudaki büyük pragmatizmini) sergilemektedir. Politikalarını ABD ve Batı'ya endeksleyen bir siyasetçinin yükselmekte olan İslami hareketi en büyük tehdit olarak görmesi doğal ise de, emperyalizmle ve İslam düşmanları ile bu düzeyde ilişki içinde olan bir şahsiyetin, halkın çoğunluğunun kendini müslüman olarak gördüğü bir ülkede başbakan seçilmesi şaşırtıcıdır.

Çiller'e karşı karşıya olduğu bu güçlükleri aşarak üç yıllık bir maziye sahip olduğu partiye, otuz yıllık adayları geçerek genel başkan olabilmesi yolunda şüphesiz Batı, sermaye çevreleri ve medyadan sonra en büyük destek ülkücü kesimden geldi. ANAP'ta Mesut Yılmaz'ın, Fenerbahçe'de Güven Sazak'ın başarılarında etkili olan Bozkurtlar, DYP kongre salonunu "Milliyetçi Çiller!" nidalarıyla inlettikten sonra, Çiller'in zaferini görüntüleyen fotoğraf karesinde de, bozkurt hareketi yapan elleri havada olarak yer aldılar. Amerikan vatandaşlığı tartışılan "milliyetçi(!)" genel başkan adaylarının hemen yanı başından ayrılmayan ülkücü kökenli milletvekillerinden "Komando Ayvaz" Çiller'i koruyabilmek için mücadele ederken kalp spazmı bile geçirdi. Ülkücü hareketin Başbuğ çizgisinden taşınan bu ilkesizliklere tam denk düşen söz konusu tutumları ile bu insanlar, savundukları milliyetçilik, muhafazakarlık vs. gibi kavramların nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda iyi bir örnek verdiler.

Tansu Çiller'in serveti seçimden önce sorun teşkil eden bir diğer husustu. 500 milyarı geçen mal varlığının hesabını vermekte Çiller bir hayli zorlandı. Gerçi sonuçta; İlksan yolsuzluğunda halkın 90 milyar lirası için "hazine-i hassası"ndan ya da "Baba"sının malından bahseder gibi "Verdimse, ben verdim" diyen bir siyasetçi Cumhurbaşkanlığı'na terfi ediyorsa; şüpheli serveti ve kocasıyla birlikte batırdığı bir banka (İstanbul Bankası) vebali ile bir diğerinin de seçim kazanması ve başbakan olması normaldir. Genel seçimlerden önce geçmiş dönemlerin yolsuzluk iddialarının takipçisi olmak ve "halkın kör kuruşunun hesabını sormak" için emanet oy isteyen ve fakat iktidara geldikten sonra yolsuzlukları soruşturmakla sorumlu devlet bakanının bile yolsuzluklara adının karıştığı bir bünyeye böyle başkan çok bile gelir.

Tansu Çiller'in tartışılması gereken geçmişinin ve uluslararası ilişkilerinin hesabını vermeden başbakan olabilmesi; toplumun böyle bir şahsiyeti benimseyebilmesi değişimle filan değil düpedüz toplumsal planda bir değer aşınması, soysuzlaşma, ahlaki tefessühle açıklanabilir. Müslümanların da bu konuda çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduklarını bir kere daha bu vesileyle hatırlamaları gerekmektedir.