Başörtüsü Gündemi

Haksöz

Türkiye'deki başörtüsü yasağının şiddeti artarken küresel düzlemde de başta başörtüsü olmak üzere İslami değerlerin üzerindeki baskılar giderek artmakta. Başörtüsü ile ilgili yasaklamaların devam etmesi ve dozunu giderek artırması geçtiğimiz ay gerek yerli gerek yabancı basının ve kamuoyunun gündeminde başörtüsü yasağı ile ilgili gelişmelerin yoğun bir biçimde yer almasına neden oldu.

Başörtüsü yasağını kesin bir kararlılıkla uygulayacağını açıkça ifade eden Fransa'da yasağın kapsamı her geçen gün genişletiliyor. Fransa'da orta dereceli devlet okullarından sonra, 2 Şubat tarihli bir genelge ile devlet hastanelerinde de personelin dini simgelerle işe gelmeleri yasaklandı. Bu yasaklamanın öncelikle Müslümanlara ait dini simgeleri ama özellikle başörtüsünü hedef aldığı aşikar.

Öte yandan bir başka Avrupa ülkesi Hollanda'dan ayın başında hükümetin başörtüsü yasağının uygulanmasına dönük hazırlık içinde olduğu haberleri geldi. Ancak ülkedeki sol partiler, insan hakları savunucuları ve Müslümanlar böyle bir yasaklamaya karşı tepkilerini yüksek sesle dile getirdiler ve bu tepkiler üzerine Hollanda İçişleri Bakanı yasak hazırlığında olduklarına dair iddiaları reddetmek zorunda kaldı.

Olumlu sayılabilecek bu gelişmenin ardından Türkiye dışındaki başörtüsü yasağı ile ilgili sevindirici bir başka haber de İngiltere'den geldi. Geçen yıl pek çok Avrupa ülkesinde başlatılan başörtüsü yasağı İngiltere'de de ilk olarak Bangladeşli Sabine Begüm'ün okulundan uzaklaştırılmasıyla uygulamaya konulmuştu. Okul yönetimi, kapalı kıyafetlerin bazı sağlık riskleri oluşturduğu ve öğrenciler arasında ayrıma yol açtığı için yasaklandığını savunmuştu. Sabine Begüm 2002 Eylül ayında dini inancına uygun kıyafet giydiği için okuldan gönderilmiş, bu tarihten sonra hukuk mücadelesi verdiği için eğitimine ara vermek zorunda kalmıştı. Yerel mahkemede açtığı ilk davayı kaybeden Begüm, Yüksek Mahkemeye başvurmuştu. Bu davada Begüm'ün avukatlığını Başbakan Blair'in eşi Cherie Blair üstlenmişti. 3 yıl süren dava geçtiğimiz ay sonuçlandı ve İngiliz Temyiz Mahkemesi 16 yaşındaki Begüm'ün İslami inancına uygun kıyafetiyle okuluna gidebileceğine karar verdi.

İngiltere'nin başörtüsü konusundaki bu olumlu tavrı pek çok açıdan değerlendirilebilir. İngiltere başörtüsü gibi Müslümanları direkt ilgilendiren konularda başından beri özgürlükçü bir politika izlemekte. Bu politikanın hiç şüphesiz onun Kıta Avrupası'ndan farklı olarak Anglosakson geleneğe mensup olmasından kaynaklanan yönleri var. Bununla beraber özellikle İngiltere'nin 11 Eylül sonrası ABD'nin İslam dünyasına dönük işgallerine tam destek verdiği göz önünde bulundurulduğunda ortaya Müslümanlarla ilgili birbiriyle çelişen iki farklı tutum çıkıyor. Bu çelişkiler Müslümanlar açısından temkinli ve dikkatli bir biçimde düşünülmeli. Sabine Begüm davası da bu bütünlük içinde değerlendirilmeli. Fakat İngiltere'nin bu çelişik tutumu bir yana Sabine Begüm davasının Türkiye'deki başörtüsü sorunu açısından hiç şüphesiz başka bir önemi daha var. Türkiye'de egemen zihniyet yasaklarına ve zulümlerine devamlı Batılı hamilerinin pratiklerini referans gösterirken İngiltere gibi olumlu örnekleri görmezden geliyor. Yaşanan bu gelişme yasakçıların zihin dünyasındaki bu tutarsızlığı ve ikiyüzlülüğü bir kere daha ortaya çıkarmıştır.

Başörtüsü yasağı ile ilgili yurt dışında bu gelişmeler yaşanırken Türkiye'de de yasağın tüm hızıyla yayılmaya ve uygulanmaya çalışıldığı bir ayı geride bıraktık. Basında fazla yer bulmasa da  yasağın sınırlarının nasıl genişletildiğini gösteren bir gelişme 3 Kasım seçimlerinden 2 gün sonra ve fiilen görevi son bulmuş İçişleri Bakanı Muzaffer Ecemiş tarafından yayınlanan genelgeyle emniyet mensuplarının başörtülü eşleri, kızları ve annelerine İçişleri Bakanlığı'na ait sosyal tesislere giriş kartı talebinde bulunanlardan istenecek belgeler arasında "resmi evrakta kullanılacak nitelikte" sakalsız ve başı açık fotoğraf istenmesi ile ortaya çıkmıştı. Bu uygulamayı reddeden ve başörtülü fotoğraf verdiği için giriş kartı isteği geri çevrilen Behide Dursun'un karşılaştığı yasaklama ile ilgili açtığı davaya geçtiğimiz Mart ayında devam edildi. Davanın tekrar gündeme gelmesi bize yasaklamaların kişilerin keyifleri doğrultusunda kaleme alınan genelgelerle, kararnamelerle yapıldığını ve üzerinde değişiklik yapılamayan, ortadan kaldırılamayan bir nass haline getirildiğini bir kere daha hatırlatmaktadır. Kişisel husumetten ve keyfilikten başka bir şekilde açıklanamayan bu genelgenin yeni dönem İçişleri Bakanlığı'nca hâlâ uygulamada tutulması da unutmamamız gereken ayrı bir sorundur.

Başörtüsü ile ilgili gündemde olan bir başka mesele; çözüm adına üretilen tüketilmiş yöntemleri ile kartel medyasına manşet olan Reyhan Gürtuna. Reyhan Gürtuna geçen dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış Ali Müfit Gürtuna'nın eşi. Kendisini gazete röportajları ve TV kanallarındaki söylemleriyle takip ettik. Hürriyet Gazetesi'nde yapmış olduğu röportajın bütünü, berraklaşmamış bir zihni, Kur'ani söylemden ve İslam'ın kadına biçtiği rolden uzak bir anlayışı ortaya koyuyor. Estetiğe ve dış görünüme çok önem verdiğini, her mevsime ve renge uygun eşarp ve şapka çeşitlerinin gardırobunun büyük bir kısmını oluşturduğunu söyleyen Gürtuna, 13 yaşındayken örtünme talebinde bulunan kızının bu isteğini nasıl reddettiğini, bu sayede kızının şu anda normal giyimli, modern bir üniversite öğrencisi olduğunu anlatıyor. Doğrusu bu sözler Reyhan Hanım'ın Kur'ani bir buyruk olan ve Müslüman kadınların kimliklerini belirginleştiren örtünün mahiyetini çok fazla anla(ya)madığını gösterir. Başörtüsünü bir modanın parçası ya da bir aksesuar olarak görmek Müslüman kadının sosyal kişiliğini dişiliğine kurban etmektir. Ayrıca Reyhan Hanım, Türk modacılarını başörtüsüne alternatif bir giyim bulma arayışına çağırıyor. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki biz Müslümanların Allah'ın buyurduğu Peygamberin ve müminlerin eşlerinin örnekliğini yaptığı örtünme dışında bir alternatif arayışımız olmadığının bilinmemesi çok derin bir cehalettir.

Basında yer alan mülakatta göze çarpan başka bir garabet de Reyhan Hanım'ın din adamlarına yaptığı çağrı. Din alimlerinin ya da yetkili bir ağzın çıkıp: "Çocuklar, okuldaki eğitiminiz boyunca başınızı açabilirsiniz. Eğitim o dönem itibariyle baş örtmekten daha önemli." demesi gerektiğini, böylece sorunun hallolacağını söylüyor. Röportajın sonunda Reyhan Hanım'ın günün birinde üniversite okuma şansı elde ederse hiç düşünmeden başını açacağını söylemesi ortaya attığı tüm çağrı ve "alternatif" önerilerinin amacını daha bir belirgin hale getiriyor. Her bakımdan kusurlu olan bu tarz yaklaşımların ve Allah'ın emri ile yetinmeyip fetva bekleyenlerin ve fetva verenlerin başörtüsü direnişini kıramadığına yasağın başladığı ilk günlerden bugüne dek defalarca şahit olduk.

Ayın sonuna doğru başörtüsü yasağının keyfiliğini bir kere gözler önüne süren bir yasaklama ile daha karşılaştık. Yeni Asya Gazetesi muhabiri Naciye Kaynak ve Yeni Şafak Gazetesi muhabiri Huri Yazıcı'nın Marmara Grubu Vakfı, AB Çalışmaları Derneği ve Tüketiciler Derneği'nin 15 Mart Tüketiciler Günü dolayısıyla ortaklaşa düzenledikleri "AB-Türkiye Müzakere Sürecinde Tüketicinin Korunması" konulu paneli takip etmek için gittikleri Kadir Has Üniversitesi'nden başörtülü oldukları gerekçesiyle üniversitenin rektör yardımcısı Prof. Dr. Erol Üçdal tarafından dışarı çıkarıldılar. Naciye Kaynak, kampüse alınmadan önce diğer basın mensuplarına uygulanmayan kimlik kontrolünden geçirilmiş, içeri girdikten 15 dakika sonra başını açmadığı takdirde dışarı çıkması uyarısı yapılmıştır. Yeni Şafak muhabiri Huri Yazıcı ise kampüse alınmamış, kapıdan geri çevrilmiştir. Rektör yardımcısı Üçdal, gazetecilerin dışarı çıkarılmasıyla ilgili olarak "Üniversitelerin yasaları var. O yasalara uymak gerekiyor. Ondan gazetecileri almadık." diyor. Bu kişilerin öğrenci değil gazeteci oldukları hatırlatıldığında ise "Öğrenci olsun ya da olmasın bu kapıdan girişin bir usulü vardır." şeklinde bir izah çabası içine giriyor. Usulün ne olduğu sorusunu yanıtlamayan rektör ve üniversite görevlilerinin görüntü almak isteyen gazetecilere gösterdikleri sert tavırlar da dikkat çekicidir. Yasağın gerekçesi de, gerekçeye sunulan savunma da doğrusu özgürlükler ve haklar açısından son dönemde iddia edildiğinin aksine bu ülkede hiçbir şeyin değişmediğini ortaya koymaktadır.

Yaşanan bu olayla ilgili basında yer alan eleştirilerde sürekli yasağa muhatap olanların gazeteci kimliklerinin öne çıkartılması, bu kişilerin öğrenci olmadığının vurgulanması ve adeta savunma pozisyonunda bir duruş sergilenmesi de ayrıca rahatsız edici. Sanki başörtüsü yasağı öğrenciler için uygulandığında haklı, gazeteciler için uygulandığında haksızlık! Kanaatimizce bu çelişki ve yanılgıdan kurtulmak gereklidir. Üniversiteye başörtülü öğrencilerin, öğretmenlerin, devlet dairelerine memurların vs. alınmamasıyla gazetecilerin alınmaması arasında yasakçı zihniyet açısından fark yoktur. Çünkü şu an yürürlükte olan yasağın hiçbir hukuki ve kanuni dayanağı bulunmamaktadır. Yasak; genelgeler ve keyfi uygulamalarla sürdürülmektedir. Yasağa karşı tavır geliştirirken bu durum unutulmamalıdır.

Başörtüsü yasağının devam eden hak ihlalleri ya da kartel medyasının ve yasakçıların saldırıları ile yoğun olarak gündeme geldiği bugünlerde yaşananları dikkatle yorumlayarak takip etmek öncelikle bizim için büyük bir önem ifade etmektedir. Yaşadığımız güne şahit olmak ve tarihe kayıt düşmek ancak bu şekilde mümkün olacaktır.