Başka Bir Dünya Nasıl Mümkün Olabilir?

Nihat Bulut

Mc Donald's, Burger King, Shell, BP, Coca Cola, Pepsi, Microsoft, IBM... gibi uluslararası sermayenin sembollerini dünyanın hemen her yerinde görmekteyiz. Hemen her sektörde dünya pazarının büyük çoğunluğunu az sayıdaki şirket kontrol etmektedir. Mesela otomotivde 20. yy'ın başında ne bir marka ne de bir satış ağı söz konusuyken bugün sektörün en büyük on şirketi küresel üretimin %76'sını gerçekleştirmektedir. Yine sektörün ilk beş firması ise toplam üretimin yarısını gerçekleştirmektedir. General Motors ve Ford'un toplam gelirleri Güney Afrika ülkelerinin toplam gelirlerinden daha fazla. Başka birçok sektörde de benzer bir kontrol ve mülkiyet yoğunlaşması/tekelleşmesi göze çarpmaktadır. Dünya kahve üretiminin %80'i iki şirket tarafından gerçekleştirilmektedir. Tütün sektörünün %87'sine 4 şirket hakimdir. 20 yıl önce kimsenin adını duymadığı Mc Donald's şimdi dünyanın hemen her yerinde bulunmaktadır. Dünyanın en büyük iki yüz şirketi dünya ekonomik faaliyetinin üçte birinden fazlasını yönetmektedir. En büyük yüz şirketin toplam serveti 1980'lerde 500 milyar dolar iken 1995'te 4.2 trilyon dolara yükselmiştir. Dünyanın en büyük yüz ekonomisinin 51'i küresel şirketlerden oluşmaktayken kalan 49 tanesi ulusal ekonomilerdir. Mesela gıda ve pazarlama şirketi olan WalMart'ın ekonomik büyüklüğü İsrail, Polonya ve Yunanistan da dahil 161 ülkeden daha fazladır. General Motors, Danimarka'dan; Ford, Güney Afrika'dan daha büyüktür.1

Şirketler dünya pazarına daha iyi hakim olabilmek ve rekabeti minimize edebilmek için evlilik (merging) yoluna gitmektedirler. 1991 yılında şirket birleşmeleri 85 milyar dolar civarındayken bu sayı 1998 yılında 554 milyar dolara ve 2000 yılının ilk 3 ayında 1.1 trilyon dolara yükselmiştir.2 Sermaye, kârını artırmak, rekabetin yol açacağı fiyat düzeylerinin aşağı çekilmesi baskısını ortadan kaldırmak için tüm dünya çapına yayılma, tüm pazarı kontrol etme yollarını aramaktadır. Bu amaçla şirket evlilikleri gerçekleştirilmektedir. Şirketlerin diğer ülkelerde daha kolay faaliyet gösterebilmeleri için de ulusal ekonomilerin korumacı politika ve önlemleri aşındırılmaktadır. 1990'lı yıllarda adını çokça duyduğumuz GATT (Gümrük ve Ticaret Anlaşmaları), MAI (Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları), Uruguay Round'u gibi anlaşma ve toplantılar bu trendin yasal zeminini sağlamanın araçları olmuştur. Bu türden yasal zeminin oluşturulmasına yönelik çabaları organize eden ve yöneten ise Dünya Ticaret Örgütü (WTO)'dür. WTO'nun amacı örgütün başkanı Ruggiero'nun Ekim 1999'daki açıklamasında çok nettir:

"Bugün WT0 kuralları on yıl önce tasavvur bile edilemeyecek ölçüde standartlar, hizmetler, fikri mülkiyet, ticaretle bağlantılı yatırımlar ve bir dizi diğer ekonomik faaliyet alanını kapsamaktadır. Sığ bir entegrasyondan daha derin bir entegrasyona, daha dar bir katılımdan daha geniş bir katılıma yöneldik ve şuraya yeni bir kural, buraya yeni bir üye ülke eklemenin ötesine geçtik. Sistemin doğasını değiştirdik... Bütünü parçalarının toplamından fazla olan, içice geçmiş çıkarlar ve sorumluluklar ağından oluşan, bağımlılaşmış ve bölünmez bir küresel ticaret mimarisi yarattık. Artık ayrık ulusal ekonomiler arasındaki etkileşmenin kurallarını koymuyoruz, tek bir küresel ekonominin anayasasını yazıyoruz"3

Bu açıklama küreselleşme karşıtlığının WTO'yu hedef tahtasına koymasının nedenlerini gözler önüne sermektedir.

Diğer taraftan dünya nüfusunun en zengin %20'sinin yaşadığı gelişmiş ülkeler dünya gayri safi hasılasının %86'sını, ihracatının %82'sini, tüm yabancı yatırımların %68'ini, tüm telekomünikasyon hatlarının %74'ünü ellerinde bulundurmaktadır. En yoksul %20'nin bu alanlardaki ortalama payı ise %1.5'i geçmemektedir. En zengin %20 ile en yoksul %10 ülkeler arasındaki gelir farkı 1960'ta 30'a 1 iken 1990'da 60'a ve, 1997'de 74'e 1'e ulaşmıştır. Dünyadaki en zengin 3 kişinin toplam serveti, 600 milyon insanın yaşadığı en yoksul ülkelerin toplam gayri safi milli hasılasının üstünde yer almaktadır. 1971 yılından bu yana yoksul kategorisine giren ülke sayısı 25'ten 48'e çıkmıştır.4

Ekonomik anlamda trend bu şekilde gelişirken insanların tüketim davranışları, alışkanlıkları, yaşam tarzları da git gide aynılaşmaktadır. Kültürel bir tektipleşme de beraberinde gerçekleşmektedir. Teknolojik ilerleme ve iletişimin hızla yaygınlaşması bu süreci beslemektedir. Artık insanlar tek bir kapitalist merkezden yönetilircesine hayatları çepeçevre kuşatılarak rehin alınmakta ve davranışları merkezin belirlediği kalıplar içinde cereyan etmektedir. Küreselleşme denen olgu kabaca budur.

Küreselleşme Teorileri

1960'lardan itibaren dile getirilmeye başlanan ve bugün artık tüm dünyada muhalefetini doğuracak kadar reel ve pratik hale gelen küreselleşme, farklı şeylerin tek bir kategoride ifade edilmesi için kullanılmaktadır. İletişim teknolojisinin gelişerek telekomünikasyonun artması, taşımacılığın yaygınlaşması, döviz spekülasyonları, sınır ötesi sermaye hareketliliğinin artması, kültürün "disneyleştirilmesi", kitle tüketimi, ekolojik dengenin bozulması, genetik mühendisliği, çokuluslu şirketlerin güçlenmesi, yeni uluslararası iş bölümü, emeğin uluslararası hareketi, ulus devletin gücünün azalması... Post modernizm ya da post fordizm gibi kapitalizmin özgün bir biçimi olup kapitalist ilişkilerin coğrafi olarak ve insan yaşamının her alanını etkileyen bir genişlemesidir.5

Küreselleşmenin tanımlanması ile ilgili veya olgunun fotoğrafının çekilmesiyle ilgili olarak teorisyenler arasında çok köklü farklılıklar bulunmamakla birlikte; yeni bir olgu olup olmadığı, dünya halklarının lehine mi yoksa aleyhine mi olduğu, gibi konularda temel farklılıklar bulunmaktadır.

A. Giddens'a göre küreselleşme köklü tarihsel bir değişimi ifade ederken, I. Wallerstein ve B. Cerbier'e göre beklenilmeyen, yeni bir şey değildir. Kapitalizmin bugünkü aşamasının adıdır.6 I. Wallerstein'a göre küreselleşme, kapitalist dünya sistemin 20. yüzyılda tamamlanan tüm küreye yayılma sürecinin bir uzantısıdır.7

Küreselleşmenin yeni bir şey olup olmadığı ile ilgili tartışma, olguyu anlama açısından önem arzetse de getiri ve götürülen, başka bir ifade ile dünya halklarına mutluluk mu yoksa yeni acılar mı getirdiği/getireceği ile ilgili tartışma kadar önemli değildir. Neo-liberaller küreselleşmenin tüm dünya halkları için daha fazla demokrasi ve özgürlük getireceğini savunmaktadırlar. Onlara göre yaygınlaşan iletişim ve kolaylaşan ulaşım imkanları, sınırlararası akışkanlığın artması, emek ve sermayenin sınırötesi hareketliliği daha özgür bir dünya için baskı oluşturacaktır. Diğer taraftan uluslararası ticaretin kısıtlamalardan arındırılması doğrudan yabancı yatırımları mümkün kılacak, her ulus hangi ürünlerde (tarımsal, sınai, teknolojik...) söz sahibiyse/uzmanlaşmışsa o ürünleri daha geniş piyasalarda (küresel) pazarlayacak ve ekonomik refah düzeyi artacaktır. Uluslar, küresel pazara üstün oldukları (fiyat, kalite, tek tedarikçi olma açılarından) ürünlerle gireceklerdir. Böyle bir pazar aynı zamanda zaten var olan karşılıklı bağımlılığı (interdependence) daha da artıracak ve bir nevi küresel iş bölümü oluşacak veya pekişecektir, jack Straw'un da dediği gibi8, dünyadaki yoksullukla mücadele etmenin en iyi yolu ticareti artırmaktır.

Yapısalcı (structuralist) teorisyenler mevcudu tanımlarken küresel ölçekte uluslararası iş bölümünün varlığını kabullenmek bakımından neo-liberallerle, bağımlılık (interdependence) üst teorisinin iki birbirine zıt aft teorilerini oluşturmaktadırlar. Yapısalcılara göre tablo hiç de o kadar pembe değildir. Kapitalizmin egemen olduğu ekonomik sistem sıfır toplamlı bir sistemdir. Birileri kazanırken sürekli kaybeden birilerinin kayıplarını kazanmaktadırlar. Kuralları büyük sermaye tarafından konulmuş bir pazarda kollanan da doğal olarak büyük sermaye olacaktır. Hele askeri gücü de ellerinde tutuyorlarsa.

Yazımızın başlangıcında aktarmaya çalıştığımız küresel dünya fotoğrafı, yapısalcıların tartışmada ne kadar haklı olduklarını göstermektedir. Tam olmasa bile yarı resmi söylemi dile getiren neo-liberaller böyle bir fotoğrafın da müsebbibi sayılmalıdır.

Yapısalcılara göre (özellikle I. Wallerstein) küresel dünya kapitalist bir dünya-sistem olup tek bir iş bölümü ve çoklu kültürel yapılar içermektedir. Kapitalist dünya sistem, merkez, çevre ve merkezle çevre arasındaki gerilimleri tolere etme imkanı olarak yarı çevre ekonomilerden oluşmaktadır. Merkez ekonomiler/devletler sermaye yoğun üretim ve üst düzey ustalık gerektiren iş alanlarında yoğunlaşmışlardır. Askeri olarak da güçlü olan bu devletler tüm dünya ekonomisinin artı değerini emerler. Çevre ülkeler ise daha düşük ustalık alanları, emek yoğun üretim ve ham maddelerin ticaretine dayalı bir ekonomiye sahiptirler. Merkez ülkelere bağımlı bir yapıları vardır. Yarı çevre ülkeler ise çevre ülkelerden daha az merkeze bağımlı olup nisbi olarak güçlü devletlerdir. Merkez ile çevre arasındaki ticaret eşitsiz bir değiş tokuşu ifade eder. Metalar ya karmaşık bir üretim işleminin kıtlığı ya da askeri olarak oluşturulan yapay kıtlıklar nedeniyle piyasada ortaya çıkan herhangi bir reel farklılaşmadan yola çıkarak bölgeler arasında daha az kıt mal bulunan bölgenin, mallarını başka bölgelere, zıt yönde hareket eden eşit fiyatlı mallardan daha fazla bir reel girdi ifade edecek biçimde satması yoluyla hareket eder, Böylece olup biten, üretilmekte olan toplam karın ya da artığın bir kısmının bir bölgeden diğerine aktarılmasıdır. Bu tür bir ilişki merkez-çevre oluş ilişkisidir. Yitiren bölge çevre, kazanan ise merkezdir.9

Arghiri Emanuel ve Samir Amin ise küreselleşmenin tanımında yer verilen emeğin uluslararası hareketliliğinin gerçek olmadığını ifade ederler. Onlara göre küresel yapıda meta ve sermaye akışkan iken emek hareketsizdir. Geleneksel dış ticaret kuramında öngörülen belli mallarda uzmanlaşarak ticaret yapan tarafların hepsinin bundan azami yarar sağlayacağı tezi yanlıştır. Böyle bir uzmanlaşma belli başlı ülkelerde istenen düzeylerde olabilmekte ve istenen sonuçları doğurabilmektedir. Ancak bütün taraflar açısından düşünüldüğünde böyle bir uzmanlaşmanın herkese yarar sağlayacağı gibi bir anlayış doğru değildir. Bazı ülkeler hangi ürünlerde uzmanlaşırsa uzmanlaşsın hep kazanırken diğer bazıları da ne üretirse üretsin hep kaybetmektedir.10

Küreselleşme Karşıtlığı

Küresel tabloya baktığımızda gördüğümüz şudur:

- Dünyanın zengin ve fakir halkları arasındaki uçurum her geçen gün daha da artmaktadır. Kişi başına düşen milli gelir açısından dünyanın en zengin %20'si ile en fakir %20'si arasındaki fark çok açılmıştır.

- Gelir düzeyi yüksek ülkelerde yaşayan en zengin %20'lik bir kesim tüm dünya gayri safi hasılasının %86'sına sahipken, en fakir %20 sadece %1'ine sahiptir.

- Dünya nüfûsunun yaklaşık yarısı günlük 2 dolardan daha düşük bir gelirle yaşamaya çalışmaktadır.

- Okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin üçte ikisi kadındır ve dünyadaki ekonomik ve sosyal krizlerden en çok etkilenen de onlardır.

- Dünya para piyasalarında hergün 1,5 trilyon dolardan daha fazla bir para işlem görmektedir. Bunun yaklaşık %95'i dünya halklarının hiç de yararına olmayan spekülatif işlemlerden oluşmaktadır.

- Küreselleşmeden gerçekten çıkar elde edenler ulusötesi şirketlerdir. 100 büyük ekonominin 51 tanesi ulusötesi şirketlerdir. Dünyadaki en büyük 200 şirketin toplam cirosu 182 ülkenin ekonomilerinin toplamından daha büyüktür.

İşte bu tablo, egemen küresel sistemin muhalif kesimlerini seslerini ve öfkelerini yükseltmeye sevketmiştir. Şubat 1997'de "Serbest Ticaret ve Dünya Ticaret Örgütüne Karşı Halkların Küresel Eylemi" (PGA) isimli bir iletişim ağı ve eylem koordinasyonu oluştu. Oluşturulan komite Dünya Ticaret Örgütü'nün Seattle'dan önce yapılan 1998 Cenevre Zirvesi'ne karşı küresel çapta bir eylem için çağrı yaptı. Bunun üzerine hem zirvenin yapıldığı Cenevre'de hem de dünyanın değişik yerlerinde eylemler yapıldı. Güney Kore'nin radikal sendikalarından Latin Amerika'nın halk hareketlerine kadar pek çok muhalif kesim temsilcisi bir araya gelerek zirveyi engellemeye çalıştı. Bunu Kasım 1999'da Seattle'daki gösteriler izledi. Yaklaşık 100 bin kişinin katıldığı gösterilerde Çoktaraflı Yatırım Anlaşması (MAI)'nın görüşüleceği Dünya Ticaret Örgütü'nün 3. Bakanlar Konferansı protesto edildi. Küreselleşme karşıtı gösteriler 2000 yılı Ocak ayında Davos'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu'nda, Nisan ayında Washington'da yapılan Dünya Bankası-IMF toplantısında, Eylül ayında Dünya Ekonomik Forumu'nun Melbourne toplantısında, Dünya Ticaret Örgütü ve IMF'nin Prag'taki ortak toplantısında, Aralık'ta Avrupa Birliği'nin Nice-2000 zirvesi sırasında, 2001 yılında Katar'da Doha'daki Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Toplantısı sırasında, Belçika'da Laeken'de, devam etti. Küreselleşme karşıtı en büyük gösteriler ise ABD'nin Irak saldırısı sırasında dünyanın hemen hemen belli başlı her kentinde gerçekleştirilen gösteriler oldu. Seattle ve Nice gösterilerinin sendikal hareketlerin katılımı nedeniyle önemli olması gibi, savaş karşıtı gösteriler de her ne kadar katılımları sınırlı olmuş da olsa Müslüman halkların katılımı nedeniyle önemlidir.

Dünyadaki adaletsizliğe, sömürüye karşı çıkan göstericiler kendilerini ve hareketi tanımlarken yalın anlamı ile küreselleşmenin karşıtı bir hareket olmadıklarını, şirket elitlerinin ellerinde şekillenen küreselleşmenin karşısında olduklarını, demokrasi, çeşitlilik, ve adaletten yana olduklarını belirtmektedirler.11 "Başka bir dünya mümkün" sloganını bayraklaştıran hareket sosyal, ulusal ve ideolojik açılardan heterojen bir yapı sergilemektedir. Meksikalı gerillalardan Avrupalı işçilere, çiftçilerden anarşist ve Marksistlere geniş bir yelpazeyi içermektedir.

Bu haliyle bakıldığında hareket, karşıtlık temelinde bir araya gelmiş/ittifak oluşturmuş gelecek öngörüleri, beklentileri ve özlemleri başka başka grupları bünyesinde barındırmaktadır. Bu durum hareketin geleceği ve gücü açısından hem fırsatları hem de handikapları birlikte taşımaktadır. Küresel kapitalizm karşıtlığı temelinde oluşturulmuş farklı düşünce ve katmanlardan insanların/grupların stratejik ittifakı olarak kalmaya devam eder ve etkin diyalog kanalları oluşturmayı başarırsa güçlü bir dalga yaratacaktır. Böyle bir durumun en önemli açmazı ise dünya halklarına umut olarak dile getirilen "başka bir dünyanın" nasıl bir dünya olduğuna dair tek ve net bir projenin sunulamamasıdır. Handikap ise süreç içinde hareketin farklılıkları bertaraf ederek belli bir ideolojik formasyon dahilinde kristalize olmasıdır. O durumda etkisi ve gücü sınırlı kalacaktır.

Bugünden bakıldığında hareket katılımcılığa ve çeşitliliğe önem veren bir forum mahiyeti arzetmektedir. Bu çerçevede kurumsallaşmanın da önemli bir adımı olarak Brezilya'da Porto Allegre'de Dünya Sosyal Forumu oluşturulmuştur (2001). 2002'deki 2. Dünya Sosyal Forumu'na 131 ülkenin 4.909 organizasyonundan 15.230 delegeyi de içeren 51.300 kişi katılmıştır. 2003'teki 3. Dünya Sosyal Forumu'nda Kapitalizm Sonrası Yaşam isimli bir konferans düzenlenmiş ve yeni anarşizmden yeni sosyalizme, parpolity (katılımcı siyaset)'den parecon (katılımcı ekonomi)'a birçok sunum yapılmıştır. Sunumlar hareketin siyaset ve ekonomi başta olmak üzere sosyal yaşamın birçok alanına dair vizyonunu yansıtması açısından önemlidir. Bu vizyon (siyaset ve ekonomi özelinde) birçok farklılaşmaları barındırmakla birlikte adalet, eşitlik, çeşitlilik, dayanışma, katılımcılık ortak temalarına vurgu yapmaktadır.12

Sonuç Yerine

Hesap gününü yalanlayanı bilir misin? İşte o, yetimi itip kakar, düşkünü doyurmayı teşvik etmez. (107/1-3)

İnsanları çekiştirip alay eden, mal biriktirip tekrar tekrar sayanların vay haline. O malının kendisini ölümsüz kılacağını sanır. (104/1-3)

Birbirinizin malını haksızlıkla yemeyin. Bazı insanların mallarını haksızlıkla yemek için onu bile bile yöneticilere peşkeş çekmeyin. (2/188)

... Adaletten ayrılmayasınız diye. Öyleyse doğru ölçüp tartın. Hile yapmayın. (55/8-9)

Yazıklar olsun ölçü ve tartıda hile yapanlara. Onlar başkalarından bir şey alacakları zaman tam alırlar. Başkalarına bir şey verecekleri zaman ise eksik verirler. (83/1-3)

... servetin yalnızca zenginlerin elinde toplanmaması için... (59/7)

Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emreder. (7/29)

Allah emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emreder. (4/58)

Bir topluma olan kininiz sizi adaletten ayırmasın. (5/8)

Onlara yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkarmayın dendiğinde biz sadece ıslah edici (düzelticileriz derler. Asıl bozguncular onlardır da farkında değildirler. (2/11,12)

İktidara geldiğinde orada fesada, ekini ve nesli mahvetmeye koyulur. Fakat Allah fesadı sevmez. (2/205)

Yukarıdaki ayetler ve zikretmediğimiz başka birçok ayetin öngördüğü hayatın, yetimi ve yoksulu itip kakan, insanların mallarını haksızlıkla ellerinden alan, ölçüde haksızlık eden, ekini ve nesli mahveden, fitne ve ahlaksızlığı tüm küreye yayarak ilahi ve insani değerlere savaş açmış küresel kapitalist sistemin dayattığı hayatla barışık olması düşünülemez. Böyle bir sistemin Müslümanlarca sadece değiştirilecek, ortadan kaldırılacak bir nesne olmak bakımından bir değeri vardır. Fitne, ortadan kaldırılıncaya kadar çaba sarf edilmesi gereken sapkın durumdan başka bir şey değildir. Ve fitne diğer taraftan sınır ötesi şirketlerin üzerinden para kazandığı şeyin de adıdır.

Egemen küresel kapitalizm her türlü imkanın kullanılarak durdurulması gereken bir azgınlığı yapısal olarak bünyesinde barındırmaktadır. Bu azgınlığın nesnesi sömürülerek varlıkları/zenginlikleri çalınan Latin Amerika ve Afrika halklarıdır. Beri tarafta hergün onlarca bedeni cansız yere düşürülen Ortadoğu'nun Müslüman halklarıdır. Küreselleşme karşıtı küresel eylemler egemen kapitalizmi geriletmek adına tüm muhalif unsurlarca denenmesi ve hatta zorlanması gereken eylemlerdir.

Biz Müslümanlar dünyanın ezilen, zulmedilen halklarına dair söyleyecek çok sözü olan insanlarız. "Sistem karşıtı hareket" olarak dünya halklarına söylenmemiş sözlerimiz var. Bu sözleri söyleme imkanını araştırmalıyız. Kendimizi ve söylemimizi yeniden kurarak tevhid ve adaleti küresel ölçekte gündemleştirmenin imkanlarını aramak zorundayız. Son yüzyılın tecrübesi bize küresel ölçekti olmayan yerel başarıların dayanma gücünün zayıf olduğunu öğretmiş olmalıdır.

Dipnotlar

1- Peter Morgan, Can We Stop Global Capital, Socialist Review, Temmuz - Ağustos 2000, sayı: 243

2- 21. Yüzyılla Gelenler, Söylenceler ve Gerçek, Der: Özgür Orhangazi - Cahide Sarı, Ütopya, 2002, s. 157

3- O. Türel - Cem Somel, Küreselleşme, İmge Y. s. 47

4- 21. Yüzyılla Gelenler, s. 1 57, 158

5- Peter Marcuse, The Language of Globalization, Monthly Review, Temmuz-Ağustos 2000, c. 52, Sayı: 3

6- Prof. Dr. Veysel Bozkurt, Küreselleşme, Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar. www.isguc.org/vbozkurtl.htm

7- I. VVallerstein, Utopistics: or Historical Choices of the Twenty First Century'den aktarım, www.emory.edu/SOC/fllobalizarjon/theori-es01.html

8- The Guardian, 10 Eylül 2001

9- I. Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, Metis, 1996, s. 27-28

10- Aktaran: Çiğdem Şahin, Kapitalizm ve Yoksulluk, Çivi Yazıları, 2000, s. 145

11- Jeremy Brecher - Tim Costello, Global Self Organization From Below, Znet, 10 Mayıs 2002

12- Ayrıntılı bilgi için bkz www.zmag.Org/lacsite.htm