Aşura Günü ve Aşura Orucunun Mahiyeti

Cengiz Duman

Dinlerdeki kavramlar ve ibadetler zamanla değişime uğramışlar ve başlangıçtaki anlam ve esasları süreç içinde o dinin müntesipleri tarafından olumlu ve olumsuz katkılarla biçimlendirilmiştir. Dolayısıyla İslam dinindeki kavram ve ibadetler de bundan müstağni kalamamış, bazı kavram ve ibadetlerin anlamlarında değişmeler olmuştur. Mesela, “veli” ve “evliya” kavramı buna örnek verilebilir. “Veli” ve “evliya” sırasıyla; Allah, müminler, erkek ve kadın tüm Müslümanlar; karşıt olarak Şeytan ve onunla beraber olanların dayanışmasını tanımlanmak için kullanılan bir vasıf iken, süreç içerisinde yalnızca belli ve özellikli mutasavvıf şahıslara ait spesifik bir vasfa büründürülmüştür.

Dinî kavram ve ibadetlerin anlamlarındaki değişmeler, çoğunlukla ibadetlerin asıl manalarına katılan ilavelerden kaynaklanmaktadır. Bunlardan biri olarak örnek verebileceğimiz; İslam’ın bidayetinde, Rasulullah(s)’ın uyguladığı bir ibadet şekli olan Aşura orucu ve onu tanımlayan Aşura günü; süreç içerisindeki çeşitli katkılarla Rasullulah dönemindeki asıl anlam ve içeriğinden sapmalara uğradığı gözlemlenmektedir.

Aşura günü ve Aşura orucu hakkında elimizde bulunan, bazı sufi cemaatlere ait takvim yapraklarında yazılı olan ve Türkiye’deki İslami kesimin kahir ekseriyetinin de benzer inançta olduğu bilgiler, bu anlam sapmasının tipik bir örneğidir.

Bu takvim yapraklarından birisinin arkasında şöyle denmektedir: “Muharrem ayının onuncu (Aşura) gününü; bir gün önce yahut bir gün sonraki günü ile birlikte oruçlu geçirmek sünnettir. Yalnız Aşura günü oruç tutmak tenzihen mekruhtur.”

Oysa Aşura gününde bir gün Aşura orucu tutmak Rasulullah’ın bir uygulaması iken bu süre “bir gün önce yahut bir gün sonraki günü ile birlikte oruç tutmak” şeklinde üçe çıkarılmakta; bununla yetinilmeyerek o gün oruç tutulması aslî bir ibadî davranış iken, bu uygulama “tenzihen mekruh” yaklaşımıyla değerlendirilmektedir. Dahası, böylelikle Rasulullah’ın bir “nafile” ibadet uygulaması fıkhi yönde kategorize edilerek, bu nafile ibadet üzerinden yeni ölçüler ihdas edilmektedir.

Aşura “gün”ünün aslî anlamına aykırı bu yoruma bağlı olarak söz konusu cemaat takviminin bir gün sonrasındaki yaprağı arkasında yer alan bilgiler daha da ilginç: “O gün, eve ufak tefek erzak alınırsa, bir sene boyunca evde bereket olur.” “En az on Müslümana birer selam veya bir Müslümana on selam verilir. Fakir fukara sevindirilir.” “O gün gusledenler, bir sene ufak-tefek hastalık görmezler.” “Öğle ile ikindi arasında 4 rekât namaz kılınır. Beher rekâtta 1 Fatiha, 50 İhlâs-ı Şerif okunur.” “Namazdan sonra: 70 İstiğfar-ı Şerif, 70 Salâvat-ı Şerif, 70 defa da ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l aliyyil-azim’ denilir.”

Bu örnekten anlaşılacağı gibi, Aşura gününün tarifinden başlayarak, ibadetine de ilaveler yapılarak, Aşura günü ve orucu; Peygamber (s) dönemi aslî inancından başka bir hale getirilmiştir. Aşura gününe ait yeni yeni anlamlar ve müteselsilen yeni ibadet şekilleri ihdas edilmiştir.

Halk nezdinde Aşura günü ve o güne mahsus bir ibadet olan Aşura orucu hakkındaki telakkileri değerlendirmek için, öncelikle kaynaklarımızda yer alan bilgilere yönelmek ve bu konuda sahih olan bilgilere ulaşmak gerekmektedir.

İslâmiyet’te Aşura Orucu

“Aşr” Arapçada “on” demektir.1 “Aşurayı on sayısı ile ilgili olan ‘aşr’ ve ‘âşir’ veya develerin güdülmesiyle ilgili ‘ışr’ kökünden türemiş Arapça bir kelime kabul edenler olduğu gibi, bu dilde ‘faula’ vezninin bulunmadığını ileri sürerek İbraniceden geldiğini söyleyenler de vardır.”2 “el-Aşur, Aşure günü, Arabî aylardan Muharrem’in onuncu günü, dokuzuncu gününe de denir.”3

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, İsrailoğullarının Firavun zulmünden kurtuluşunu, Firavun hanedanının suda boğuluşunu söz konusu ettiği halde, bunun hangi gün gerçekleştiğini zikretmemektedir.4

Kur’an-ı Kerim’de yer almayan Aşura günü ve orucu ile ilgili dini ve kültürel bilgi birikimimizin, hadis külliyatında yer alan rivayetlerden kaynaklandığı malumdur. Aşura günü ile ilgili yeterli bilgiyi ancak onunla ilgili hadis nakillerini inceleyerek, Hz. Peygamber’in bu konudaki tutumunu anlamaya çalışarak idrak etmek, dolayısıyla Aşura günü ile ilgili aslî manaya ulaşmak mümkündür. Şimdi Aşura ile ilgili hadisleri dercedelim:

Hz. Peygamber’in ve sahabesinin Aşura günü ile ilgili oruç tutma nedenlerini araştırdığımızda iki sebep olduğunu görmekteyiz:

1- Cahiliye devrinde Arapların, Kâbe’nin örtüldüğü gün olması hasebiyle bu günde oruç tuttuklarını, bu yüzden geçmişte o gün oruç tutulması dolayısıyla Hz. Peygamber’in bu alışkanlığı devam ettirerek Aşura gününde oruç tuttuğu rivayet edilmektedir. “Âişe (r.a.)’dan: O (Aşura), Kâbe’nin örtüldüğü gündür. Allah Rasulü (s), cahiliyet devrinde o günde oruç tutardı, Kureyş de cahiliyet devrinde o gün oruç tutardı.”5

Bu hadise göre Hz. Peygamber, rasul seçilmezden evvel de Aşura günü oruç tutardı. Peygamber olduktan sonra da bu oruca devam etti. Peygamberimizin bu orucu tutma sebebi; Kâbe’nin her türlü bakım ve hizmetini yapan Kureyş kabilesinden olması sebebiyle, Kureyşlilerin, Aşura gününe denk gelen Kâbe’nin örtüsünün değiştirilmesi uygulaması yapılırken bu günün önemine izafeten oruç tutan tüm Kureyşliler gibi o da oruç tutmaktaydı.

“İbn-i Muhacir’den rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber bir konuşma yaparak: ‘Bugün Aşura günü, senenin tamamlandığı ve Kâbe’nin örtüsünün değiştirildiği, amellerin kabul edildiği bir gündür. Bu günde oruç tutmak, farz kılınmıştır; fakat ben oruçluyum. Sizden kim oruç tutmak isterse tutsun.’ buyurmuştur.”6

Ezrakî’nin kitabında yer alan bu hadis rivayetinde; Aşura günü orucu “farz” olarak nitelendirilmektedir. Bu niteleme fıkhî olarak yanlış olsa bile, Aşura gününe ait oruç ile ilgili ihtimamı serdetmesi açısından önemlidir.

Cahiliye dönemi ve öncesi kadim Arap toplumunun bir âdeti/ritüeli haline getirilmiş olan; Kâbe’nin, Aşura gününde örtüsünün değiştirilmesi hakkında şunlar kaydedilmektedir: “İbn-i Cüreyc’den, Kâbe eskiden yalnız Aşura günü giydirilirdi. Tevriye günü bütün hacılar Mekke’den ayrıldığı ve Mekke’de yalnız Haşimoğulları kaldığı zaman, Beni Haşim, Kâbe’nin üzerine hacıların baha ve güzelliğini görmeleri için, atlastan gömlek asarlar: Aşura günü olunca da bu gömleğin üzerinden ona esas örtüsü olan bir örtü daha giydirirlerdi.”7

Aşura günü ve orucu hakkında bir başka rivayette ise İbn Hacer, Kureyş’in tuttuğu bu orucun kökeni hakkında şöyle bir kanaate varmıştır: “Kureyş, Aşura orucunu tutmada geçmiş şeriata -mesela Hz. İbrahim’in şeriatına- dayanmış olabilir. Rasulullah’ın orucu da onlara muvafakat icabı olabilir. Nitekim hac da böyle olmuştur. Veya bu hayırlı bir amel olması sebebiyle, Allah o gün oruç tutmasına izin vermiş olabilir.”8

Cahiliye döneminde Kâbe’nin giydirilmesi ve ona bu hususta özel gün atfedilerek bunların bir dini ritüel haline getirilmesi geleneğinin, köken olarak Kâbe’yi temellerinden yeniden yükselten Hz. İbrahim ve oğlu İsmail peygamberlerden beri devam edegeldiği yorumlanmaktadır. Bu boyutuyla Aşura orucu dini anlamda gelenekselleşmiştir.

Aşura orucu hakkında altını çizeceğimiz bir diğer husus ise zayıf bir ihtimal de olsa Mekkelilerin çoğunluğunun, -Kureyş kabilesi harici- bu orucu bilmediği veya tutmadığı varsayımıdır. Hz. Peygamber’in de Bi’set’ten önce Haniflere uyduğu rivayetlerini temel alacak olursak; Hz. Peygamber’in tuttuğu Aşura orucunun, cahiliye müşriklerinin aksine tamamıyla Hz. İbrahim’e ve Hz. İsmail’e uymak amacı güttüğü muhakkaktır. Bi’set’ten sonra da İslam’ın ruhuna uygun olan ve cahiliye döneminde uygulanan hac menasıklarının da aynen uygulandığını hatırlarsak; Kureyş’in geleneksel Aşura orucunun Rasulullah tarafından, Hz. İbrahim ve İsmail geleneği olarak devam ettirilmesinin çok normal bir tavır olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.

2- Yahudilerin oruç tuttuğu bir gün olması dolayısıyla Hz. Peygamber’in ve sahabesinin de bu günde oruç tuttuğu rivayet edilmektedir. “İbn Abbas (r.a.)’dan: Allah Rasulü (s), Medine’ye geldiğinde Yahudilerin Aşura günü oruç tuttuklarını gördü ve sordu: ‘Bu nedir?’ Cevap verdiler: ‘Bu salih bir gündür; çünkü o günde Allah, Musa ile İsrailoğullarını düşmanlarından kurtarmıştır da (Musa) o günde oruç tutmuştur.’ Bunun üzerine şöyle buyurdu: ‘Ben Musa’ya sizden daha yakınım.’ Sonra kendisi o günü oruç tutmuştur; (ashabına da) o günde oruç tutmalarını emretmiştir. (Buhari, Müslim ve Ebu Davud)”9

Hz. Peygamber Medine’ye hicretinden sonra Yahudiler ve onların yoğun dini ve kültürel adetleri ile karşılaştı. İşte Hz. Peygamber, Yahudilerin Aşura günü oruç tutma ibadetini böylece öğrendi. Ancak bu rivayetten Hz. Peygamber’in, Mekke’den ve Bi’set öncesinden beri uyguladığı bu orucun, Yahudilerde de olmasının sebebini araştırdığını anlamaktayız. Yahudilerden, Aşura gününde tuttukları orucun, Hz. Musa döneminden gelen bir ibadet olduğunu anlayan Hz. Peygamber’in; Yahudilerin de Kureyşliler gibi Aşura gününde oruç tutmalarını hoş karşıladığı ve derhal onlara uyduğunu anlamaktayız.

Şimdi bu aşamada Yahudilerin Aşura orucunun kökenini anlamamız gerekmektedir ki, Rasulullah’ın onlara bu hususta uyma kararını yeterince algılayabilelim.

Tevrat ve Yahudilikte Aşura Günü ve Orucu

Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ta yer alan ifadelerde; Allah’ın, Musa ve Harun’un, İsrailoğullarını, Mısır’daki Firavun zulmünden kurtarmak için bir mucize olarak denizi yarıp10 Mısır’dan çıkardığı günü, kutsal bir gün, bayram ilan ettiğini görmekteyiz. İbranice Pesah11 adı verilen “Hamursuz Bayramı”, Mısır’daki kölelikten kurtuluşun anısına her yıl sekiz gün boyunca kutlanır. Mısır’dan çıkış çok acele, ansızın ve apar topar olduğundan, Yahudiler kendileri için hazırladıkları ekmeklerin hamurlarının mayalanmasını beklemeden pişirirler. Bu yüzden Yahudiler, bu bayramda mayalı hiçbir ürün yemez. Pesah boyunca, mayasız hamurdan yapılmış matsa adındaki ekmeği yerler.

Tevrat’ın Levililer kitabında Aşura/Pesah günü ile ilgili olarak şunlar ifade edilmektedir: “RAB Musa’ya şöyle dedi: Yedinci ayın onuncu günü günahların bağışlanma günüdür. Kutsal bir toplantı düzenleyeceksiniz. Benliğinizi yenecek, RAB için yakılan sunu sunacaksınız. Hiç iş yapmayacaksınız. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli yasa olacak bu. O gün sizin için Şabat, dinlenme günü olacak. Benliğinizi yeneceksiniz. Ayın dokuzuncu günü, akşamdan ertesi akşama kadar Şabat’ı kutlayacaksınız.”12

Yahudilikteki Pesah orucu şöyledir: “İster babanın ister annenin ilk çocuğu olsun, Bar-Mitsva olmuş her behor, Pesah’tan önceki gün oruç tutmakla yükümlüdür. Bayanlar oruç tutmayı adet edinmemişlerdir… Küçük bir çocuk için (kendisi behor değilse bile) babası oruç tutmalıdır. Baba behor ise çocuğun yerine orucu annesi tutabilir fakat mecbur değildir. Oruç, akşam üç tane yıldız çıkana kadar tutulur ve akşam Pesah kiduşu ile bozulur.”13

“Hz. Nuh zamanından beri bütün Samî dinlerde makbul sayılan Aşura gününde oruç tutmak Yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ayları olan Tişrin’in onuncu gününe rastlayan Aşura’yı bayram telakki ederek birtakım merasimler icra eder ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı.”14 Firavun zulmünden kurtulan İsrailoğullarına, kurtuldukları bu gün anısına15 saygı gösterip bu günü, her yıl anmaları için bayram ilan eden Allah; İsrailoğullarına, bunda sürekli olmaları uyarısında bulunmuştur.

Medine’ye geldiğinde daha önce devam ettiği bu gündeki orucun Yahudi ahkâmında da uygulandığını gördüğünde pekiştirmek için Hz. Peygamber’in Ensar ve Muhacir’e de bu orucu emrettiğini görmekteyiz. “Seleme bin el-Ekva (r.a)’dan: Allah Rasulü (s), Eslem’den bir adama emretti: ‘Haydi halka ilan et! Kim yemişse günün kalan kısmını oruçla geçirsin. Kim yememişse orucuna da devam etsin. Çünkü bu gün, Aşura günüdür.’ (Buhari, Müslim ve Nesai)”16

Hz. Peygamber’den rivayet olunan bu hadiste, Rasulullah’ın vakit geçirmeden Aşura orucunu uygulamaya geçirdiğini anlamaktayız. Bu hadisten anlaşılacağı üzere; Muhacirinden Aşura orucu tutanların oruçlarına devam etmelerini emrederken; Mekke’de tutulan Aşura orucundan bîhaber olan Ensar da Rasulullah’tan haber aldıkları andan itibaren bu orucu tutmaya başlamışlardır. Yani bu seneki Aşura orucunun vakti geçti, gelecek seneye tutarız, denmemiştir. Ensar’ın böyle bir oruç ile ilgileri bulunmadığı için oruç tutulma emri kendilerine ulaştığı andan itibaren oruca başlamalarını emreden Hz. Peygamber, Muhacirlerden ise Mekke’de tuttukları Aşura orucunu, Yahudilerin de tuttuğunu görerek bırakmamaları için oruçlarına devam etmelerini istediği anlaşılmaktadır.

Nitekim sahabeden gelen bazı sorulara Hz. Peygamber şöyle cevap vermektedir: “İbn Abbas (r.a)’dan: Allah Rasulü (s), Aşura günü oruç tutup; o gün oruç tutulmasını emredince dediler ki: ‘Ey Allah’ın Rasulü! Bu Yahudi ve Hıristiyanların saygı gösterdiği bir gündür.’ Şöyle buyurdu: ‘Gelecek sene inşallah dokuzuncu günü oruç tutarım.’ Fakat gelecek sene gelmeden Allah Rasulü (s) vefat etti. (Müslim ve Ebu Davud)”17

Rivayete göre Hz. Peygamber, sahabeden gelen Aşura orucu ile ilgili Yahudi ve Hıristiyanlara benzememe ihtimamına dayanan çekincelere hak vermiştir. Hz. Peygamber, Aşura orucu hakkında mühim olanın, Hz. Musa ve Hz. Harun’un İsrailoğullarını, Firavun’dan kurtulmalarını sağladıklarında, Allah’a şükür amacıyla tuttukları bu oruca istinaden, Aşura orucunu uygulamaları olduğunu belirtmiştir. Fakat Yahudilerin, bu hususta da bize uydunuz gibi, Müslümanları hafife alma ihtimalini hatırlatan sahabe ikazlarına karşılık, bir önceki veya sonraki gün oruç tutarak, onların muhtemel alaycı tutumlarına karşı bir değişiklik yapabileceklerini belirtmiştir. Nitekim kendisinin bir sene sonraki Aşura orucuna bir gün evvel başlama emrini; sahabeden gelen itirazları önlemek amacıyla vermiş olduğu kanaatindeyiz. Müslümanların haftalık toplantısı olan Cuma gününün, Yahudi ve Hıristiyanlara benzememek için onlardan bir gün önce ve sonrasına alınması buna bir örnek olabilir.

Yeri geldiği için şu hususun altını çizmemizde de fayda görmekteyiz. Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde, Mekke’de zaten tuttuğu Aşura orucunun, Yahudilerce de kendi özel günlerine istinaden tutulduğunu görünce; İbrahim/İsmailî geleneğe dayalı bir uygulama olan “Mekkî Aşura orucu” ile Musa/Harunî anlayıştaki “Medine Aşura orucu”nu çakıştırarak bunu “Muhammedî Aşura orucu” uygulaması haline getirmiştir.

Hadiste, Aşura orucunu tutmanın “Yahudilere benzemek” ihtimali öne sürülse bile Kur’an’da yer alan İsrailoğullarının denizden mucize olarak geçip Firavun zulmünden kurtuluşlarına binaen oruç tutulması hiç de Kur’an’ın bakış açısına ters bir yorum olmaz. Nitekim Hz. Peygamber de Medine’de “Aşura günü ve orucu” olgusunu duyar duymaz şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ben Musa’ya sizden daha yakınım.” Sahabesine de bu günün orucunu önermiş olması bunu göstermektedir.

Ancak Mekke’deki Aşura orucuna, Müşriklere benzeme gibi bir sakınca belirtmeyenlerin, Medine’deki Aşura orucuna Yahudi ve Hıristiyanlara benzeme sakıncası ile itiraz etmeleri rivayetini manidar karşılamak gerektiği kanaatindeyiz. Bu yüzden Müslim ve Davud’da yer alan hadis rivayetinin sıhhatinin sorgulanması ya da özellikli bir metin tenkidinin yapılması gerekmektedir.

Hadislerde Aşura Orucunun Kaynağına Dair Diğer Rivayetler

Hadis külliyatında Aşura orucunun dayanağına dair bazı rivayetlerin olduğunu da gözlemlemekteyiz. “Teberânî, Mu’cem’ul–Kebîr’de metruk bir râvi kanalıyla Abdülazîz bin Saîd’den, o da babasından mürsel olarak aktardı: Allah Rasulü (s) buyurdu:

... Allah, Nuh (a.s.)’ı Receb ayında gemiye bindirmiştir. O, o ay oruç tutmuştur ve halka da oruç tutmalarını emretmiştir. Gemi onları tam yedi ay taşımış, nihayet Aşura günü Cudî dağına durmuştur. Nuh, beraberinde olanlar, hatta vahşi hayvanlar bile Aşura günü Allah’a şükretmek için oruç tutmuşlardır. İsrailoğullarına deniz ikiye, Aşura günü bölünmüştür. Aşura günü Allah, Âdem’in tövbesini kabul etmiştir. Yunus’un şehrindeki insanların tövbesini de Aşura günü kabul etmiştir. İbrahim de o gün doğmuştur.”18 Bazı kaynaklar Aşura gününü, Hz. Peygamber’in “Mekke’den Medine’ye hicret ettiği gün olarak tavsif ederler.”19

Günümüze kadar gelen bu tip rivayetlerin sıhhatinde şüphe bulunduğu bir gerçektir. “Bunları ilmen doğrulama imkânı olmadığı gibi bir kısmının yanlışlığı da ortadadır.”20 Bu hususta örnek vermek gerekirse; Tevrat metinlerinde Nuh (a.s.)’ın gemisinin, yedinci ayın onuncu yani Aşura günü değil; on yedinci günü dağa oturduğu anlatılmaktadır. “Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat Dağları’na oturdu.”21 “Mesela Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti 10 Muharrem’de değil 12 Rebîülevvel’de gerçekleşmiştir.“22

Aşura gününü, Kureyşlilerin Kâbe’nin örtüsünü değiştirdiği güne ve İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışları olan denizin yarıldığı güne izafe edenlerin haricindeki rivayetlerin bir “İsrailiyat” ya da bu güne atfedilen doğru olmayan dinî ve tarihsel yakıştırmalar olduğu anlaşılmaktadır.

Ramazan Orucu ve Aşura Orucu

Medine’ye hicretin ikinci yılında, Ramazan’da oruç tutmakla ilgili emir nazil oldu.23“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara,  2/183)

Hz. Peygamber, İslam dininin ibadeti olarak emredilen Ramazan orucundan sonra sahabeyi, Aşura orucu ile ilgili olarak serbest bırakmıştır. “Âişe (r.a.)’dan: ‘Ramazan orucu gelmeden, önce Aşura orucu tutulurdu. Ramazan orucu nazil olduktan sonra o günü isteyen tuttu, isteyen tutmadı.’ (Nesâi hariç altı hadis imamı)”24 Hz. Âişe’den rivayet edilen bir başka hadiste ise “Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiştir: Aşura gününde Kureyşliler cahiliyye döneminde oruç tutarlardı. Rasulullah (s) da cahiliyye döneminde yine bu günde oruç tutardı.

Medine’ye geldiğinde bu günde oruç tuttuğu gibi aynı şekilde ashabına da oruç tutmalarını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca Hz. Peygamber, Aşura günü orucunu terk etti, dileyen onu tutar, dileyen terk eder.”25 (Bu husustaki Müslim ve Ebu Davud’da yer alan hadis için bkz: 17. dipnot)

Aşura Günü İle İlgili Bidatler

Aşura günü, Hz. Peygamber’in tatbikatına binaen fıkhen vacip, sünnet olarak kategorize edilip, günümüze kadar uygulanagelmiştir. Ancak Aşura gününün bazı İsrailiyat veya doğru olmayan diğer yakıştırmalar yüzünden; Hz. Peygamber döneminden sonra daha kutsal bir gün haline getirildiğini görmekteyiz. Rasulullah’ın uygulaması olarak; -buna ister vacip ister sünnet adı verelim- sadece oruç tutulması gerekir ve bu tatbikat yeterliyken, Peygamber devrinde olmayan bazı yeni ibadet uygulamalarının da devreye girdiğini, işin ilginci bu ibadetlerin oruç tutmaktan daha evlâ hale getirildiğini görmekteyiz. “Aşura’da oruç tutmanın fazileti konusunda sahih hadislerin bulunmasına karşın o gün yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süslenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, hububat karışımı aş (Aşure) pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek, kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih bir rivayete rastlanmamıştır. Hadis olduğu öne sürülen metinlerin birçoğunun gerçekte hadis olmayıp cahiliye âdetlerine ve Yahudi geleneklerine dayanması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu âdetleri Rasulullah’ın ve ashabının yaptığına dair herhangi bir kayıt yoktur.”26

Sonuç

Aşura günü ve orucu, risaletten önce Mekke’de cahiliye Arapları arasında da bilhassa Kâbe’nin bakım ve diğer hizmetlerini deruhte eden Kureyş kabilesinde meşhur olan bir oruçtur. Yahudiler, Mısır’dan hicretleri sırasında denizin yarılma mucizesi ile Firavun zulmünden kurtuldukları Aşura gününün anısına oruç tutarlardı.

Hz. Peygamber, Mekke’de peygamberlikten evvel Hanif ve bir Kureyşli olmak hasebiyle, Kâbe’nin örtüsünün değiştirildiği her yıl Mekke ve özellikle Kureyşlilerin tuttuğu Aşura orucunu tutardı. Peygamberlikten sonra da özellikle Medine’de buna devam etmiştir.

Kaynaklardaki rivayetlere göre Hz. Peygamber, Medine’ye hicretten sonra Yahudilerin de Aşura günü oruç tuttuklarını öğrenince; Mekke’de Hz. İbrahim ve Hz. İsmail anısına tuttuğu bu orucu, Medine’de Hz. Musa’nın ve Hz. Harun’un anısına tutmaya devam eder. Mekke’de belki de Kureyşlilerden başkasının tutmadığı Aşura günü orucunu; Medine’de Ensar’a da emrederek, Aşura günü orucu tutan ve Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Musa ve Hz. Harun peygamberlere inanan Yahudilerle de aynı çizgide olduğunu göstermek istemiştir.

Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde, Mekke’de zaten tuttuğu Aşura orucunun, Yahudilerce de kendi özel günlerine istinaden tutulduğunu görünce; İbrahimî/İsmailî geleneğe dayalı bir uygulama olan “Mekkî Aşura orucu” ile Musa/Harunî anlayıştaki “Medine Aşura orucu”nu çakıştırarak bunu “Muhammedî Aşura orucu” uygulaması haline getirmiştir.

Biz Müslümanların, Hz. Peygamber’e itaatin ve dolayısıyla onun Hz. İbrahim, İsmail, Musa ve Harun peygamberlerin devamı ve takipçisi olmasının bir yansıması olarak, Aşura gününün önemine ehemmiyet vermesi gerekmektedir. Aşura orucunun tutulmasının, tutulmamasından evlâ olduğu; ancak tutulmadığı takdirde haram veya muadili -tenzihen mekruh- günaha girmiş olunmayacağı kanaatindeyiz. Vurgulamamız gereken şudur: Hz. Peygamber, ölene kadar bu orucu devam ettirmiştir.

Aşura günü, Hz. Peygamber öncesi rasullerin ve Hz. Muhammed’in uyguladığı gibi sadece oruç tutulması yeterlidir. Bunun haricinde Aşura gününe dair oluşturulan yeni inançlarla birlikte deruhte edilen ibadet şekilleri bidattir. Aşura gününün ifrat derecesinde abartılması, onun tarihsel anlam ve “nebevî” önemini gölgelemektedir.

 

Dipnotlar:

1- T.D.V., İslam Ansiklopedisi, Aşura Md., C. 4, Sf. 24, İstanbul, 1996.

2- A.g.e;, C. 4, Sf. 24.

3- Arapça-Türkçe Büyük Lûgat, C. 3; Sf. 379, Bayrak Matbaası, Ankara, 1981; İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, C. II, Sf. 87, Buruc Yayınları, İs- tanbul, 1996.

4- İmam Kurtubi, A.g.e, C. II, Sf. 85.

5- Rûdanî, Cem’ul Fevaid, C. II, Sf. 53, İz Yayıncılık, İstanbul; Kütüb-i Sitte, C. 9, Sf. 462, Akçağ Yayınla- rı, Ankara, 1990; İmam Kurtubi, A.g.e, C. II, Sf. 85; Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, C. I, Sf. 276, D.İ.B, Ankara, 2006.

6- Eb’ul Velid Muhammed El-Ezrakî, Kâbe ve Mekke Tarihi, Sf. 235, Çağrı Yayınları, 1980.

7- Eb’ul Velid Muhammed El-Ezrakî, A.g.e, Sf. 235.

8- Kütüb-i Sitte, C. 9, Sf. 465.

9- Rûdanî, A.g.e, C. 2, Sf. 53; Kütüb-i Sitte, C. 9, Sf. 463–464; Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Ter- cemesi ve Şerhi, C. 6, Sf. 308–309, D.İ.B. Yayınları, Ankara, 8. Baskı; Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, C. I, Sf. 276.

10- https://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=13408

11- http://www.pressyado.com/2009/04/08/hamursuz-bayrami-pesah-passover/

12- Kitab-ı Mukaddes, Levililer, Bab: 23/26.

13- http://www.sevivon.com/bayramlar/pesah/alaha- lar.asp

14- T.D.V., A.g.e, Aşura Md., C. 4, Sf. 25.

15- Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, C.

4, Sf. 321, Akçağ Yayınları, Ankara, 1990.

16- Rûdanî, A.g.e, C. II, Sf. 53.

17- Rûdanî, A.g.e, C. II, Sf. 54.

18- Rûdanî, A.g.e, C. II, Sf. 55.

19- Diyarbekrî, I, 360; T.D.V., A.g.e, Aşura Md., C. 4, Sf. 25.

20- T.D.V., A.g.e, Aşura Md., C. 4, Sf. 25.

21- Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, Bab: 8/4.

22- T.D.V., A.g.e, Aşura Md., C. 4, Sf. 25.

23- Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, C. 1, Sf. 142, İnsan Yay.,

İstanbul, 1996.

24- Rûdanî, A.g.e, C. II, Sf. 53; Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C. 6, Sf. 308–309.

25- İmam Kurtubi, A.g.e, C. II, Sf. 86.

26- T.D.V., A.g.e, Aşura Md., C. 4, Sf. 25.