Arayış

Zehra Elekdağ

Birçok duyarlılığın yok edildiği toplumumuzda bazı değerleri sahiplenmenin önemli bir olumluluk olduğunu düşünmekteyim. Hayatın anlamlı olduğunu fark eden herkes gibi bir şeylerin sorumluluğunu yeni yeni hissetmeye başlamıştım. Bu hislerle dolarken çevremdeki bazı insanlar benimle irtibata geçtiler. Üstelik bu insanlar olabildiğince sıcak kanlı ve kuşatıcı insanlar.

Beklentilerini çok kısa/özlü olarak, fakat anlaşılır bir dille ortaya koyuyorlar. Vaadettikleri ise, gerçekten kayda değer bir nitelik arzediyor. Doğrusu vaadettikleri şeyleri de, şimdilik doyurucu bir şekilde veriyorlar bağlılarına. Bir başına tutunma çabası içinde bulunan insanı kuşatmak, gerçekten kayda değer bir öneme sahiptir. Benim gibi, memleketinden göç edip Gebze gibi İstanbul'un banliyösü ve sanayi bölgesine yerleşen insanları ciddi sorunlar beklemektedir çünkü.

Alışageldiğim doğal ilişki ağımı kuracağım bir çevre bulmak başlı başına bir sorundur. "Huyu huyuma, suyu suyuma uymaz" yöre insanının. Farklı duyarlılıklara, farklı duyuşlara sahibizdir bizler. Beklentilerimiz de bu duyarlılıklara göre şekillenir. Gerçi beklentilerimiz de artık bir değişim sürecini yaşıyor. "Tutunma" psikolojisi midir, nedir bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa, bu kendini beğenmiş, ama hiç bir numarası olmayan çokbilmişlere karşı onur savaşımız var belki. Adam olmaktan başka seçeneğimiz yok bizim. İş, ev edinmek öncelikli şeyler. Ayrıca kültürlü olmak lazım. Bunları elde etmenin maliyeti de oldukça yüksek bence.

Bir de babam ve anam hep bizi "koruma" psikolojisi ile hareket ediyorlar. "Bizleri kıro gören bu insanlarla nihai olarak hesaplaşabilmek için okumak, adam olmak gerekir" diyor babam. Bir gün bu insanlara haddini bildirmek için çaba sarfetmekten başka seçenek yoktur dünyamızda. Ama onlar bunu bilmemelidir. Bizler bunu hissettirmemeliyiz hiç bir zaman. Çünkü "tutunabilmemiz" biraz da onların bizleri kabul edebilmelerine bağlıdır. Öyle ise onları buna inandırmak gerekir. Bunu başarabilmenin yolu ise tek: Onları, onlar gibi olduğumuza inandırabilmek.

Bu beceriye yeterince sahip olduğumuzu düşünüyorum. Düşünüyorum da, kafamı kurcalayan sorular var belleğimde, Ben memlekette iken namazımı kılmanın onurunu taşırdım yüreğimde. İnsanlar yüreklerinin en ulaşılmaz yerlerini açarlardı bizlere, bu eylemimizden dolayı. Şimdi ise bu eylemimi gizleme gereğini duyuyorum sanki. Benzer şeyleri çoğaltmam mümkün. Başta biz kardeşler olmak üzere babamın, anamın kıyafetlerine varıncaya dek bir dizi değişiklik yapıyoruz hepimiz, Bizler kendisine yeten insanlardık zannediyordum. Değilmişiz meğer.

Böylesi yoğun ruhsal zenginliklerle yaşadığımız yörenin kendi insanının da halinden mutmain olduğu söylenemez. Biz, "göçmen"leri küçük görme halet-i ruhiyesini böyle yorumluyorum zaman zaman. Bizim onlara karşı olan komplekslerimizin hemen aynısı, başkalarına karşı onlarda da var çünkü. Kısacası herkeste bir doyumsuzluk var. Doğal olarak ne yapacağını bilmemezlik de...

İşte böylesi bir ruh atmosferinde kendimden bir şeyler taşıyan bir kısım insanla tanışma, kaynaşma beni oldukça sevindirdi. Bir yerlere ait olmanın, bir şeyleri paylaşabilmenin tadına vardım yeniden.

Müslüman olmanın suç olmadığı, bilakis özendirildiği bir toplulukla karşılaşmak bir süredir beni rahatlattı. Ne var ki, bu rahatlık bir süre sonra yeni bir şeylerin varlığından haberdar olunca sona erdi bir anlamda.

Bir gün, öğrenci arkadaşlarla birlikte tanıştığımız birisiyle konuşurken, hiç de her şeyin halledilmiş olmadığını farketmeye başladık. Mesele, İlahiyat Fakültelerini tercih edelim mi, etmeyelim mi ile başladı.

Arkadaşlardan birisi bazı İlahiyat Fakültelerinde "dinsiz" hocaların var olduğundan bahsettiğinde olan olmuştu artık. Çünkü tanıdığımız kişi olayın üzerine geldi ve bir takım şeyler söyledi bizlere. Bunları konuşurken özellikle "müslüman" olmanın anlamı ve kaynağı üzerinde durdu konuşmasında.

Kime, neye teslim olmamız gerektiğini sorduktan sonra verilen cevapları sorguladı. Sorular zinciri devam etti böylece.

İmanın bir "bilinç eylemi" olduğunu bilmeden, daha doğrusu doğrudan kaynağından öğrenmeden inandığımızı söylediğimiz şeyde kuşkular olacağından bahsetti. Bu arada hayatımızda karşılaşacağımız sorunları nihai olarak çözebilme, doğruyu yanlıştan ayırt etme, insanlara uyarıcı olmak, kısaca arınmak isteyenler için yol gösterici olma özelliklerinin Kur'an'ın kendi kendisini tanımlamada kullandığı kavramlar olduğunu söyleyince, bir arkadaş cevabını hemen bildirdi ve mealen şöyle bir diyalog geçti aramızda:

- Ama biz, onu anlayamayız ki.

- Allah Kitabında, gücümüzün yetmeyeceği şeylerden bizi sorumlu tutmayacağını söylüyor.

- Bizler hoca efendilerden öğreniyoruz dinimizi.

- Onlar kimden öğreniyorlar?

- Onlar da bilenlerden.

- Peki herkes birbirinden öğreniyor. Bu öğrenilenlerin Kur'an'ın öğretmeyi istediği şeyler olduğu nereden biliniyor?

- ...

- Yani, bu insanların bizlere aktardıklarının vahiy temeline dayalı olduğunu biz nereden biliyoruz?

- ...

Bu arada kafalardaki belirsizliklerimizin varlığını fark etmeye başlıyoruz. Devam ediyor:

- Ben söylediklerimi kabul edin demiyorum. Düşünün, soru sorun kendinize diyorum. İnandığımızı söylediğimiz vahyi doğruları, korunmuş kitaptan temellendirelim. Bilgilerimizi ondan besleyelim diyorum. İnandığımızı söylediğimiz şeylerle, bizim o şeyler adına ifade ettiklerimizi karşılaştıralım. Kur'an'la aramızdaki engelleri kaldıralım. Tercihimizi kendimiz yapalım. Güdülmeyelim. Bilinçli eylemlerin sahipleri olalım diyorum. Mesela bazı insanların fiili olarak burada oldukları halde, Sabah namazını nasıl Kabe'de kılabileceklerini, kalbimizdekini nasıl bilebileceklerini sorgulayalım. Bilgilerimizin Kur'an'la sağlamasını yaptığımızda zamandan, mekandan münezzeh olmanın da gaybı bilmenin de yalnız Allah'a özgü olduğunu görürüz. İnandığımızı söylediğimiz Kur'an ile bizim söylediklerimiz arasındaki bu uzlaşmazlığı dü­şünelim. Kur'an'la doğrudan muhatap olabilmeyi beceremeden bu soruları nasıl çözebiliriz?

O günden beri düşünüyorum. Her şeyi sorgulama gereği duyuyorum.

Daha önceden bir vesile ile karşılaştığım ama takip etmediğim derginiz geçti elime yeniden. Sizin yaklaşımınızla bahsedilen kişinin yaklaşımının benzerliğini farkettim.

Bu durumun bir süre daha devam edeceğini sanıyorum. Ama asıl mesele ben değilim. Benim farketme şansına sahip olabildiğim ve halen düşünmekte olduğum bu şeylerden başkaları habersiz.

Bu durumun birçok yörede de böyle olduğunu tahmin ediyorum.

İnsanların "çaresizlik" içerisinde kıvrandığı günümüz toplumunda Kur'an adına iğdiş edilmiş tarihsel, mirası vazedenler aramızda, insanlar kurtuluş bekliyor,

Siz neredesiniz ey kurtuluş erleri!