Ahireti Tercih Etmek Dünyayı Terk Etmeyi Gerektirir mi?

Fevzi Zülaloğlu

"De ki: Allah'ın kulları için yarattığı güzelliği, rızkın iyisini, temizini yasaklayan kimdir? De ki: Bunlar dünya hayatında müminler için meşrudurlar, Kıyamet Günü'nde ise yalnızca onlara özgü olacaklardır. Anlama kavrama yeteneği olan insanlar için bu mesajları Biz işte böyle açık açık dile getiriyoruz." (Araf, 7/32)

"Ahiret'in önceliği" ilkesine riayet etmek şartı ile, Allah'ın yarattığı meşru, temiz, güzel dünya rızıklarından yararlanmak Kur'an'ın hiçbir ayetinde yasaklanmamıştır. O halde dünya ile olan ilişkimiz, onu tümüyle terk etmek esası üzerinde kurulmamalıdır.

Rabbimizce yasaklanan insani tavır; haram olan dünya metalarından elde etmek ve ölçüsüzce 'acele'yi/her şeye rağmen, her halükarda dünyayı istemektir. Yoksa dünya nimetlerinden helal ve temiz olanları istemek, kötü bir arzu değildir. Yeter ki, onları dürüstçe, helal yollardan elde etmiş olalım ve salih amellerimizin kaynağı olarak kullanalım.

Peygamberimiz, Fakirlikten Allah'a Sığınmıştır

Bu dünyanın da birtakım güzellikleri olduğunu, onlardan yararlanmaya teşvik eden çok sayıda Kur'an ayeti vardır. Yani, bir lokma bir hırka esasına göre yaşamak, İslam'ın şiarı değildir.

Zaten fakirliği ve meşru dairede elde edilen maddi imkanlardan uzaklaşmayı öven hiçbir ayet ve hadis de yoktur. Ancak hiçbir ölçüye uymadan helal haram demeden mal yığmak, "ahiretin önceliği" ilkesini unutarak hareket etmek anlamına gelir. Ki, böyle bir tavır, Kur'an'ı ahlak edinmiş müminlerce kesinlikle sergilenemez. Peygamberimizden rivayet edilen bazı hadislerde "fakirlik, neredeyse küfür kadar uzak durulması gereken bir illet" olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca müminlerin de meşru dairede maddi ve manevi güçlerle kendilerini donatmaları tavsiye edilerek "kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlıdır" denilmiştir.1

Dünyanın Değeri Kendinden Menkul Değil, İmtihan Alanı Olmasındandır

Dünya hayatının bir oyun ve eğlence olduğuna dair Kur'an hakikati, geçici olana bağlanıp kalmama konusunda bir uyarıdır. Bu uyarı ile bu dünya hayatının hor görülüp tamamen küçümsenmesi amaçlanmamıştır. Yüce Allah'ın her şeyi bir oyun ve eğlence olsun diye değil, gayeli olarak yaratmış olması, bu dünyanın küçümsenerek tamamen terk edilmesini önleyecek bir hakikattir.

Yüce Allah her şeyi bir amaca binaen yaratmıştır, oyun ve eğlence olsun diye değil. Konu ile ilgili çok sayıda ayetten, genel kanaat oluşturmak için bir örnek ile yetinebiliriz:

"Ve Biz, göğü ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri kafirlerin sandığı gibi bir amaç ve anlamdan yoksun (batılı) yaratmadık. Bu hakikati yalanlayan cehennem ateşindeki kafirlerin vah haline." (Sad, 38/27.)

Yusuf Peygamberin Dünya Ahiret Dengesine Dair Örnek Duası

Yüce Allah, biz müminlere numune olarak gösterdiği Yusuf peygamberin dünyevi nüfuz ve iktidar sahibi oluşunu övmektedir. Allah yolunda kullandığı sürece, dünya nimetlerine sahip olup, temiz rızalardan yararlanmak, hiçbir ayette yergiye tabi tutulmamıştır.

Bu bağlamda dünyadan ve nimetlerinden el etek çekmek bir erdemlilik değildir. Önemli olan, kendilerine güç, iktidar ve zenginlik verilen peygamberlerin yaptıkları gibi, dünyadaki kazanımlarımızı Allah'ın bir bağışı olarak görüp Ahiret gerçeğini unutmadan yaşamak, imkanlarımızı tevhid dini İslam'ın hakim kılınması için harcamak, Rabbimiz uğrunda feda edebilmektir.

Unutulmamalıdır ki, feda edebilmek için birtakım imkanlara sahip olmak şarttır. Dünya-ahiret dengesine ve ikisinin bütünlüğüne dair Yusuf peygamberin örnek duasında, adalet için kullanılan nüfuz ve iktidar sahibi olmak övülmektedir:

"Ey Rabbim! Bana nüfuz ve iktidar bahşettin. Olayların altında yatan gerçekleri kavrayıp açıklama bilgisi verdin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve ahirette benim yanımda yakınımda olan/ beni koruyup destekleyen Sensin. Canımı bütün varlığı ile kendini Sana adamış biri olarak al ve beni salihler arasına kat!" (Yusuf, 12/101)

Değil mi ki, Allah' in nusret/zafer sözü müminler için, dünyayı da ahireti de kapsayan bir bütünlüktedir; o halde dünya, ahiret yurdundaki mutluluk azığının hazırlandığı bir yer olması bakımından önemlidir. Hacc suresinin ilgili ayetini okuyalım:

"Kim ki, Allah'ın kendisine bu dünyada da ahirette de yardım etmeyeceğini düşünüyorsa, göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin de yol katetsin; ve böylece görsün bakalım, bu hilesi onu sıkıntısından kurtaracak mı?" (Hacc, 22/15)

İbrahim Peygambere Dünyada Bağışlanan Mükafatlar

İbrahim peygambere ve soyundan dürüst ve erdemli bazı kimselere, dünyada rasullük vererek çeşitli maddi manevi ödüller bahşettiğini ifade eden Rabbimiz, dünya ile ahiret arasındaki olması gereken uyuma dikkatlerimizi çekmiştir.

"(İbrahim'e gelince) ona İshak'ı ve oğlu Yakub'u bahşettik; ve soyundan gelenler arasında peygamberliği ve vahyi devam ettirdik. Onu bu dünyada mükafatlandırdık. O öteki dünyada da mutlaka dürüst ve erdemli kimseler arasında yer alacaktır." (Ankebut, 29/27)

Kur'an'ın birçok ayetinde görüldüğü üzere; dünya her şeyi ile terkedilecek bir yer değildir, çünkü burası bir sınav alanıdır. Müslüman bir şahsiyetin her konuda olduğu gibi, bu konuda da aşırılıklardan sakınması, mu'tedil bir yol izlemesi gerekmektedir. Bu nedenle dünya ve temiz nimetlerine, bütünüyle bağlanıp ebediyyen kalınacak bir yer gibi değer vermek de doğru değildir; tümüyle uzaklaşıp el etek çekmek de.

Rabbimiz, İsa peygamberin annesi Meryem'e, oğlunu müjdelerken onun dünyada ve ahirette vecih/şeref sahibi ve Allah'a yakınlık sağlayacak bir değerde olacağını söylemiştir. Burada dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken kısım, şeref sahibi olmada dünyanın ahiretten ayrı mütalaa edilmemiş olmasıdır. Çünkü, ikisi arasında bir bütünlük vardır. Yani "dünya ahiretin tarlasıdır." Unutulmamalıdır ki, ekip biçme yerinde ekini dikini küçümseyen kimseler, öteki dünyada biçecek bir ürün bulamayacaklardır.

Her şeyden önce dünya ve içinde yaratılmış olan her şey; Allah'ın sonsuz kudretine ve mükemmel yönetme kabiliyetine dair, gören gözler için, bizim ufkumuzda temaşa etmeye uygun bir vaziyette duran mucizevi ayetlerle doludur. Bu yüzden, onur ve izzeti elde etme mekanı olan bir yer, tümüyle terk edilip, lanetli muamelesi göremez.

İsa peygamberin şahsında, dünyanın; seçkin tevhid ve adalet çizgisini sürdüren müminler için bir şeref kazanma, kendini ispatlama alanı olduğu, Rabbimiz tarafından birçok ayette beyan edilmiştir:

"O zaman melekler; 'Ey Meryem' demişlerdi, 'Allah kendisinden bir söz ile sana, Meryem oğlu İsa Mesih adıyla bilinecek, bu dünyada ve öteki dünyada büyük şeref sahibi ve Allah'ın en yakınlarından/Mukarrebûn'dan olacak (bir oğul) müjdeliyor." (Al-i İmran, 3/45.)

Ahirete Öncelik Verelim Ama Dünyadan da Nasibimizi Unutmayalım

"Öyleyse, Allah'ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca ahiret yurdunda (iyi bir yer tutmanın) yolunu ara, bu ara pek tabii bu dünyadaki nasibini de unutma..." (Kasas, 28/77.)

Dünya-ahiret karşılaştırmasında bu alemin önemi; öte dünyada iyi bir yer kazanmanın fırsatlarının sunulduğu yer olması bakımından önemlidir. Çünkü öteki dünya hakikatini hiçe sayarak bu yaşama sıkı sıkıya bağlanıp kalmak, kişinin hem kendi nefsine hem de çevresine karşı merhametsiz, şefkatten yoksun bir eda ile davranmasına, dolayısı ile zulüm ile mukayyet bir hayat çizgisi takip etmesine yol açabilmektedir.

Değil mi ki, insanın ahiretteki hayatı, bu dünyada izlediği davranış tarzı ile şekillenmektedir. Öyleyse bu durumda öteki dünya bu dünyanın bir uzantısı olmak bakımından, kişi bu dünyada nasıl bir seyir çizdi ise orada da, bu seyrin devamını bulacaktır. Yani bu dünya ile öte dünya arasında devamlılık ve bütünlük vardır. İşte bu nedenle dünyada hakikate karşı kör davrananın, ahirette de kör muamelesi göreceği birçok ayette beyan edilmiştir.2

Leheb suresinde Yüce Rabbimiz, Ebû Leheb'in karısının şahsında, insanların başlarına gelecek en büyük felaket olan cehennem ateşini tutuşturan odunları herkesin kendisinin dünyadan taşıdığına, biriktirdiğine dikkatlerimizi yoğunlaştırmaktadır. Yani laf taşımak, iftira etmek, iyiliği engellemek gibi kötü ameller cehennemin odunlarıdır. O halde bizi cennete de cehenneme de götürecek olan dünyada yaptıklarımızdır.

Cennete giden yolun geçtiği, geçici bir yerleşim birimi olan dünya ne lanetlenecek bir yerdir, ne de tümü ile bağlanılıp tapılacak bir yerdir. En sahih ve oturaklı tavrı göstermek, bu ikisi arasında orta bir yol tutmaktan geçmektedir.

Dünya Lanetli Bir Yer Değildir

"Rabbim Allah'tır" deyip de istikamet üzere doğru yolu izleyenlerin iyilikleri, iki dünyada yoldaşı ve azığıdır. İyilik için mücadele eden adalet dostu müminlere, dünya hayatında da, ahiret hayatında da yardım vadi söz konusudur. Yüce Allah'ın rahmetinin elçiliğini yapan melekler, cennette onları 'selam' temennileri ile karşılayacaklardır.

Dünya, Allah'ın görünmez askerleri olan meleklerle rahmet sağnaklarını taşıdığı yer olması bakımından, müminler için değerine dair önemli bir işaret sağlamaktadır. Dünyayı da bir ilahi rahmet alanı olarak algılayabilmek ve o rahmetin muhatabı olabilmek, işte en büyük bahtiyarlık. Allah'ın rahmetinin inebileceği bir alan olması bakımından dünya ile ahiret arasında bütünlük vardır.

Çünkü, ahirette müminlere selam ve müjde taşıyacak olan melekler, Allah'ın izni ile bu dünyada da rahmet taşımakla yükümlüdürler:

"Rabbimiz Allah'tır; diyen ve sebatla doğru yolu izleyenlere gelince, onların üzerine sık sık melekler iner (ve şöyle derlen) 'Korkmayın ve üzülmeyin, işte alın size vaad edilmiş cennet müjdesini! Biz bu dünya hayatında sizin dostunuzuz ve öteki dünya (da dostunuz olacağız). Orada canınızın çektiği her şeye sahip olacak ve istediğiniz her şeye kavuşacaksınız. Bağışlayıcı ve rahmet kaynağı olan Allah'tan bir karşılama olarak." (Fussilet, 41/30-32)

Sözün Hülasası

Biz müminler, asıl hayatın öteki dünyada olduğu bilinci ile hareket ettiğimiz için, bu dünyayı salt kendi bencil çıkarlarımızın gerçekleştirme alanı olarak göremeyiz. Halbuki dünyaya dört elle sarılan, talan etmekten başka bir gaye gütmeyen bozguncular, bencildirler. Onlar fakirlerin fakirliklerinden idelolojik, siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya gayret ederler. Böylece hem yaratılıştan taşınan adalet duygularını tatmin ederler, hem de kendileri için "yoksullar üzerinden siyasi üstünlük kurma fırsatı" oluşturmanın meşru temellerini bulmuş olurlar.

Müfsidlerin yetime, fakire, ihtiyaç sahibine samimi olarak sahip çıkmayan tutumlarından dolayı, müslümanların zayıf bırakılmışlara hiçbir teşekkür beklemeden, sadece ahirette umdukları ilahi hoşnutluğa kavuşmak için tasaddukta bulunması gerekir.

Dünya-ahiret ilişkisinde öte dünyanın bu aleme mutlak üstünlüğünü daima göz önünde bulundurmak şarttır. Ahiretin dünyaya mutlak üstünlüğünü kabul etmeden, günahlarının cazibesi ile bizi büyülemek ve kendine çekip eritmek isteyen İblis ve askerlerine karşı direniş azmini ve gücünü bulamayız. Bize yaratılış amacımızı, bitimsiz mutluluklar diyarı ahireti unutturmak için fırsatlar kollayan şeytanlara karşı ciddi direniş alanları oluşturmamız gerekmektedir. Bizim bu dünyaya ve cazibesine kapılmanın çok kolay olduğu nimetlerine karşı, gereğinden fazla değer vermemiz, şeytanlar için iman dolu kalbimize ulaşabilecek bir açık kapı bırakmamız anlamına gelir.

Bizim gücümüz, dünyanın süslü metalarından güç alan şeytani değerlere, değer vermemekten ileri gelmektedir. Asıl hayatın öteki dünyada olduğuna inanan biz müslümanlar, davranışlarımızı daima ahireti gözeterek düzenlemeliyiz. Fakat cennete giden yolun da bu dünyadan geçtiğini unutmamalıyız.

Dipnotlar.

1 - Peygamberimizden rivayet edilen bazı hadisler konumuza ışık tutacak mahiyettedir. Biz, yeterince konuyu özetlediği için, bunlardan ikisi ile yetinmek istiyoruz: "fakirlikten ve küfürden Allah'a sığınırım." Bkz. Ebu Davud, Sünen, Edeb, 101; Nesai, Sünen, Sehv, 90, Istiaze, 14, 16, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c: V, s. 26, 39, 42, 44.

"Kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlıdır." Bkz. Müslim, Sahih, Kader, 34; Ibni Mace, Mukaddime, 10, Zühd, 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c: II, s. 366, 370.

2- Öte dünyada bizi bekleyen sonuç ellerimizle kazandıklarımızdan başkası değildir. Bu sebeple, dünyada Allah'ın mesajına karşı körce davranarak onu görmemezlikten gelenler, ahirette kör olarak mezarlarından kaldırılacaklar. Nasıl onlar ilahi hakikati göz ardı ettiklerse, kendileri de göz ardı edileceklerdir: Bkz. İsra, 1 7/72; Taha, 20/124-125.