Adalet: Hakkı Teslim Etmek

Yusuf Yargın

Kimileri “Adaletin bu mu dünya?” diye şikâyet edip dururken; adaleti uygulama sırası kendisine geldiğinde, adil olma erdemini gösterme hususunda sınıfta kalabilmektedir. Kendi hakkı söz konusu olduğunda, hakkım haktır deyip davasını güder de şahin gibi davranır. Sıra hak ve adaleti uygulamaya geldiğinde ise şayet aleyhine bir durum söz konusuysa, güvercin olmayı tercih eder. Lakin adil olup adaleti uygulamanın bir bedel gerektirdiğinin farkındadır.

Adaletin terazisini doğru tutmada bazen nalıncı keseri gibi hep kendine doğru yontar da bencilliğini teyit eder. Ayette de ifade edildiği gibi, “Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman eksiksiz alırlar. Kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik verirler.”1 Adaletten yana olduğunu söylese de günlük yaşamda sıkça rastladığımız çocuk kavgaları gibi basit bir olayda bile hiçbir muhakemeye ihtiyaç duymadan, kendi çocuğundan yana tavır alarak adaletin terazisini doğru tutamaz. Tarafgirlik, çıkar ve asabiyet duygusu adaletin önüne geçer.

Kimileri zenginlere dalkavukluk etmek için, kimileri de güya fakirleri gözetmek için adil şahitlikten kaçınır da doğrulukla yollarını ayırıverirler. Tüm bunların yanı sıra ismi ile müsemma olup da tarihin sayfalarına kaydı düşmüş adalet timsali Hz. Ömer gibi veya Hz. Ali gibi kişilikler de hep olagelmiştir. Bugün de geçmişte olduğu gibi adaletin meşalesini tutuşturmak için, kıvılcım olmaya namzet kişiliklerin hep olageleceğine inancımız tamdır.

Adalet Duygusu Yaratılışın Özündendir

Çeşitli nedenlerle körelmiş olsa bile insanda adalet duygusu fıtridir. Yaratılış ile birlikte var olmuştur ve bu dinler üstü bir duyguya tekabül eder. Din ve kültür olguları ise bu olguya katkı sağlar ve yön verir. Dindar olsun veya olmasın, şartlar hâsıl olunca adalet isteği de ortaya çıkar. Örneğin; aynı şartlarda aynı işi yapan iki işçiden birine bir kat, diğerine iki kat ücret verdiğinizi varsayalım. Bir kat ücret alan işçi, bu durum karşısında aleni bir şekilde veya içten içe bir itiraz sesi yükseltecektir.

İnsandaki adalet duygusu dünyanın başka yerlerinde cereyan eden zulüm ve adaletsizliğe de tepki duyar: Halepçe katliamının müsebbibi Saddam Hüseyin’in cezalandırılmasını ister ve mazlumların yanında yer almaya temayül gösterir. Hatta tarihte yaşanmış olaylara bile kayıtsız kalamaz. Kerbelâ mezalimini hatırlayınca Hz. Hüseyin’in yaşam hakkını savunur ve Yezid’i telin eder.

Son yıllarda yapılmış olan bazı araştırmalarda, deneklerin mazlumlara verdikleri tepkiler ölçülmüş ve zalimlere/suçlulara karşı cezalandırma dürtüsünün beynimizde inşa edildiğinden şüphe duyulmuştur. Mazlum ve mağdurun haberi deneklere anlatıldığında, beyindeki duygusal işlemden sorumlu amigdala’nın etkilendiği, fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemesi (fMRI) ile tespit edilmiştir. Tabi ki bu tepkileri etkileyebilen yetişme ortamı, kültür, tarih ve din gibi faktörlerin, sinirsel (nöral) mekanizmayı aktifleştirme üzerindeki etkilerini de unutmamak lazım.2

İslam Toplumumun Adalet Yaklaşımı

Adalet nedir?” sorusuna şu cevabı verebiliriz: İfrat ile tefrit arasında denklik, basiretle idrak, doğru davranmak, hakkı teslim edip her şeyi yerli yerine koymaktır. Allah’ın işlerini müşahede ettiğimiz zaman, O’nun işleri içerisinde adalete uymayan herhangi bir şey göremeyiz. Örnek verecek olursak; Allah, insanı; elini, ayağını, gözünü, kulağını yani tüm organlarını bir denge üzerinde yaratmıştır. “O seni, tesviye etti ve ölçülü bir biçimde koydu. (adele)”3 İnsan nasıl adl üzeri yaratılmış ise İslam’ın insandan beklentisi de adalet ile davranmaktır.

Yeryüzünde azgınlık, zulüm ve terörü engelleyen ayrıca toplumda huzur ve güveni sağlayan adalettir. İslam’a göre adalet hakkı; her insanın, insan olmasından kaynaklanan doğal bir haktır. Adalet karşısında mümin olan ile olmayan, akraba olan ile uzak olan, dost ile düşman, fakir ile zengin birdir.

Adalet kavramı, İslam toplumuna “Adalet mülkün (devletin) temelidir.” özdeyişi ile mal olmuştur. Ülkeler kılıç ile top ve tüfek ile alınabilmiştir ancak adalet ile korunabilmiştir. Adaletin olmadığı yerde zulüm, anarşi ve terör kaçınılmaz olur. İslam, sosyal adaleti savunur. İnsan, eşya ile ilişkisini, diğer insanlarla ve devlet ile olan münasebetlerini Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenler ve böylece yaşadığı yeri “daru-l adl”e çevirir. Adalet emri Yaratıcıdan gelmektedir. O vakit herkese hakkı ve istihkakı verilirken, herkesin ne gibi bir hakka sahip olduğu yine Yaratıcıya sorulmalıdır. Zira Yaratıcı, kişinin kendi nefsine, ailesine ve emri altında bulunanlara karşı adil davranmasını ister.4

Hz. Muhammed (s) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Adil devlet başkanları ve idareciler, mahşer yerinde Allah’ın yüce lütfuna ve himayesine mazhar olacakların öncüleridirler.”5 Peygamberimiz (s), söylediklerini aynı şekilde pratiğe de dökerek, o güzel örnekliğini bu konuda da göstermiştir. Aynı zamanda bir devlet yöneticisi olan Peygamberimizin, adaleti uygulama esnasında sınıf farkı gözetmediğine dair aşağıya aldığımız rivayet, söz konusu örnekliklerden sadece biridir.

Bir gün Kureyş kabilesinden asil bir kadın hırsızlık yapmıştı. O kadını cezalandırmaması için, ashaptan Usame’yi Peygamberimize gönderdiler. Bu duruma kızan ve üzülen Hz. Peygamber, şöyle buyurdu: Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah’ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyorlar. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca da onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin olsun ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun da cezasını verirdim.”6

Oysa günümüz ‘demokratik’ toplumlarında, demokrasi adeta haksızlığın, kayırmacılığın, faiz ve talanın, suçlulara alan açmanın meşruiyet alanı haline dönüşmüştür. Her türlü adaletsizlik ve dengesiz gelir dağılımına demokrasi bahanesiyle itiraz edilmemektedir. Üstad Necip Fazıl’ın; “Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul/Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul/ Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa…” mısralarıyla ifade bulan tablolar adeta sıradanlaşabilmektedir.

İnsan Adil Olmada Neden Zorlanır?

İnsanları adaletten ayıran iktisadi, sosyal, psikolojik sebeplerin önemli bir kısmının sayıldığı bu ayet adeta kısa bir fihrist gibi duruyor: “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın. (Şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (bilin ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”7

Yukarıdaki ayetten yola çıkarak ifade edecek olursak, insanları adaletsizliğe iten etmenlerden en önemlisi arzularına uymalarıdır. Bencillik, nefsin bir arzusudur. Aile ve akraba sevgisi hakeza. Fakiri kayırmaya çalışmak veya zengine toleranslı davranmak da nefsin arzusudur. Düşman olarak gördüğümüz kişilere karşı, şahitlik ve hüküm verme konusunda adaletsizce bir tutum sergilememiz yine nefsin bir arzusudur. İnsanoğlu, kendinin ve cananı olan yavrusunun veya canının yongası malının aleyhine olan kararlarda adil olmakta pek zorlanır. Kavminden yana tutum sergileyerek etnik asabiyet ve kendinden olmadığı için karşısında yer alan tarafın marifetlerini bile kabahat olarak gösterebilecek derecede siyasi asabiyet kişiyi adil davranmaktan uzak tutabilmektedir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de “Sakın herhangi bir kavme (gruba) karşı duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya sevk etmesin.” buyuruyor. Nitekim Mekke’den hicret etmeye mecbur bırakılan ve yıllarca Mescid-i Haram’a sokulmamış olan Müslümanlar, Mekke’yi fethettiklerinde, kinlerinden dolayı adaletsizlik yapmamaları konusunda bu ayetle uyarılmışlardır; bu durum bazı Müslümanların içine sinmemiş olsa bile. Hiçbir inanç ve sistem kin beslenilen düşmana karşı katıksız adalet ile davranmaya sorumlu kılmamıştır.

Allah’ın yerine başka bir ilah koymamak ve O’na şirk koşmamak adaletin başıdır. Bunun da gereği tevhid üzere yaşamaktır.

Adalet her şeyi yerli yerine koymak ise emanetleri ehline vermek adaletin gereğidir. Yoksa dinî ve siyasi liderlikleri; beceriksiz, dar kafalı, ehil olmayan, şerefsiz ve adaletsiz kişilere vermek değildir.

Adalet haksızlığa uğrayan mağdurun yanında yer alıp hakkı teslim etmektir; haksızlık karşısında susup dilsiz şeytanı oynamak değildir. Öte yandan adalet, emek ve alın terine saygı gösterip işçinin hakkını vadesinde ve tam olarak ödemektir.

Adalet fıtratın gereğini yapıp vicdanın sesini dinlemektir. Ekmeği azalsa bile haysiyetinin arttığına sevinmektir. İfrat ile tefrit arasında doğru yolu takip etmektir.

Adalet Allah’a verdiği sözün gereğini yapıp, bilinçli bir kul olmaktır. Yoksa sırat-ı müstakimi terk edip dünyanın oyun ve eğlencesine dalmak değildir. Nimetin şükrünü ifa edip nankörlükten sakınmaktır. 

Unutmamak lazım ki adalet ve dürüstlük anlayışı bir prensip olarak kişinin yaşamına ve ticaretine yerleşmiş ise yarınlarda ticaretinin meblağı büyüdüğünde, prensipler terkedilebilir. Oysa kişi dayanağını Allah inancından alan müstakil bir değer olarak, dürüstlüğü benimsemiş ise kâr ve zarar kriterini her şeyin önüne koymayacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle yetişmiş bir bireyin, yarınlarda adil şahitliği gerekli kılacak bir durumda tek gayesi; korkmaktan ve çıkar gözetip taraf tutmaktan azade bir şekilde, Allah’ın rızasını gözetmek olacaktır.

Dipnotlar:

1- Mutaffifin, 2-3

2- Gürkan Akçay, Neden Adalet İsteriz?, www.bilimfili.com

3- İnfitar, 7

4- Müslim, Sünen, İmare 5 (1827), c. 2, s. 1458

5- Müslim, Sahih, İmare 5, 18 (1828), c. 2, s. 148

6- Buhari, Hudud, 11-12, c. 8, s. 16

7- Nisa, 135