ABD’nin Halepçesi: Felluce

Mustafa Eğilli

Son günlerde uluslararası medyaya Irak'tan yansıyan bazı veriler, görüntüler Ortadoğu'ya demokrasi getirme iddiasındaki Bush yönetiminin gerçek çehresini ortaya koymaya yetiyor.

İşkence

İşgal güçlerince Ebu Garib Hapishanesi'nde uygulanan vahşetten sonra bu kez yerli işbirlikçilerin marifetiyle 173 Iraklının maruz kaldığı işkence gün yüzüne çıktı. Başkent Bağdat'ta İçişleri Bakanlığı'na ait bir binanın yeraltı sığınağında bulunan Iraklılar, güvenlik güçleri tarafından günlerce aç bırakılmış, dövülmüş ve işkence görmüş. Görgü tanıklarından Irak Başbakan Yardımcısı Hüseyin Kemal'in, "Zalimce dövülmekten kaynaklanan işkence izlerini gördüm. Tutuklulardan bir iki tanesi felç olmuş, bazılarının ise vücutlarının değişik yerlerinde derileri yüzülmüş durumda. Bağdat'ta bu kadar kötü bir durumla hiç karşılaşmadım. Bu en kötüsü ve inkâr edilemez." şeklindeki ifadeleri olayın vahametini ortaya koyuyor.

Irak hükümeti tarafından daha önceki işkence vakalarıyla ilgili yürütülen soruşturmaların hiçbir sonuç getirmediğini belirten Irak İslam Partisi, ellerinde başka cezaevlerinde de işkence yapıldığına dair belgeler bulunduğunu açıklayarak, uluslararası soruşturma başlatılmasını talep etmesi işgal altındaki Irak'ta işkencelerin sistematik olarak uygulandığı endişesinin bir tezahürüdür.

Irak'ta meydana gelen her olayın sorumlusu işgal güçleri olduğu gibi, onların himayesinde gerçekleşen bu işkencelerin baş sorumlusu da yine işgalcilerdir. Şii Müslümanları hedef alan cami katliamlarından, sokakta pazarda patlayan serseri bombalardan, ülkenin her köşesinde yaşanan vahşet ve işkencelerden tabiî ki işgal güçleri sorumludur.

Dün Halepçe Bugün Felluce

ABD yönetiminin Irak'ı işgal gerekçelerinden biri olan Saddam'ın kitle imha silahları üretme iddiasının yalan olduğu işgalin hemen ertesinde anlaşılmıştı. İran-Irak savaşı esnasında İranlılara yönelik olarak, daha sonra da Halepçe'de Müslüman Kürt halkına karşı kullanılan kimyasal silahların Saddam rejimince üretilmediği, aksine bizzat Batılı efendilerince temin edildiği ayan beyan ortaya çıktı. Ve son olarak Felluce'de kimyasal silahların kullanıldığı bizzat ABD'li üst yetkililerin ağzından ifade edildi. Pentagon sözcüsü Yarbay Barry Venable, Beyaz Fosfor bombasının kimyasal silah olmadığını iddia ettiği "Düşmana karşı yangın silahı olarak kullandık." sözleriyle fosfor bombası kullandıklarını pişkince itiraf ediyordu.

Mart 1988'de Halepçe'de beş binden fazla Müslüman Kürt, küresel emperyalizminin yerli işbirlikçisi Saddam Hüseyin'in direktifiyle şehit edilmişti. Kasım 2004'te Felluce'de binlerce Iraklı Müslüman, bu kez bizzat ABD askerlerince şehit edildi. Her iki katliamda da yasaklı kimyasal silahlar kullanılmıştı. Halepçe'de Hardal Gazı ve Napalm, Felluce'de ise Beyaz Fosfor ve Napalm bombaları birlikte kullanılmıştı. Söz konusu kitle imha silahlarının menşei aynıydı: Batılı emperyalist ülkeler.

Aslında Irak'ta değişen pek bir şey yok. Dün Saddam, Halepçe'de Müslüman Kürt halkını katlediyordu; bugün ise ABD işgal güçleri, Felluce'de aynı yöntemle Müslüman Arapları.

CIA'nın Gizli İşkence Evleri

CIA'nın gizli işkence evleri The Washington Post gazetesinin, 11 Eylül saldırıları sonrası Amerikan İstihbarat Teşkilatı CIA'nın, bazı Doğu Avrupa ülkelerinde gizli cezaevi sistemi kurduğunu yazmasıyla ortaya çıktı. Büyük tepkilere neden olan bu haberlere göre, Amerikan yönetiminin 8 Doğu Avrupa ülkesiyle, Afganistan, Tayland, Suudi Arabistan, Lübnan ve hatta Suriye gibi 20'ye yakın ülkede gizli işkence evleri var. Bu merkezlerden Amerikalı yetkililer dışında, sadece buralara ev sahipliği yapan ülkenin üst düzey birkaç yetkilisi ile istihbarat şefleri haberdar.

New Yorker dergisinde "Taşeron İşkence" adıyla yayınlanan bir makalede, ABD'nin terör zanlılarını, işkencenin yoğun olduğu Mısır, Fas, Suriye, Ürdün gibi ülkelerde sorguladığı belirtiliyor. Söz konusu ağın son derece gizli işletildiği anlatılan yazıda, CIA'in kurduğu işkence ağına, 2001'den bu yana toplam 150 kişinin takıldığı anlatıyor. New Yorker'ın araştırmasına göre, maskeli Amerikan ajanları, Avrupa, Afrika, Asya ve Orta Doğu'da yaptıkları operasyonlarla şüphelileri kaçırıyor. Daha sonra şüpheliler, Mısır, Fas, Suriye, Ürdün gibi ülkelere gönderiliyor. Bu dört ülke de, Amerikan Dışişleri Bakanlığı raporlarında, adları insan hakları ihlalleri ile birlikte anılan ülkeler.

CIA'nın adam kaçırma operasyonuna Türkiye'nin de adı karıştı. Danimarka Haber Ajansı, Türk güvenlik birimlerinin 'terörist' olduklarından kuşkulanılan kişileri yakalayarak sorgulamadan CIA'ya teslim ettiğine ilişkin bir haber yayınlandı. Haberde, Türk istihbaratının Türkiye içinde ve dışında CIA ile ortak operasyonlar yaptığı vurgulandı. Ajansın haberinde, 7 Mart günü İstanbul'dan kalkan CIA'ye ait özel bir uçakla polis gözetimindeki zanlılarının önce Danimarka'nın başkenti Kopenhag'a getirildikleri, buradan da İzlanda üzerinden ABD'ye gönderildikleri belirtildi.

Zanlıları ülke dışında gizlice alıkoymak, Amerikan yasalarına ve Amerika'nın taraf olduğu sözleşmelere uyma zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Yani Amerikalı yetkililer zanlılara istedikleri sorgu yöntemlerini uygulayabiliyorlar. Üstelik zanlıların çok uzun süre hiç bir itirazla karşılaşmadan sorgulanması da mümkün hale geliyor. Guantanamo bunun tipik bir örneği.

El-Cezire Televizyonunu Bombalamak!

İngiliz The Daily Mirror gazetesi, 22 Kasım 2005 tarihli nüshasında ABD Başkanı Bush'un 2004 yılında Amerikan siyasetini eleştiren haberler yapması yüzünden el-Cezire televizyonunu vurmayı planladığını, ancak İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından vazgeçirildiğini yazdı.

Bush, 16 Nisan 2004 tarihinde Beyaz Saray'da görüştüğü Blair'e ciddi ciddi el-Cezire televizyonunun Katar'ın başkenti Doha'daki merkezi ile bazı ülkelerdeki bürolarını bombalamak istediğini ifade etmiş; ancak Bush, akıldanesi Blair tarafından bu çılgınlığı yapmaması için ikna edilmiş.

Aslında Bush'un, el-Cezire televizyonu bombalama fikri şaşılacak bir şey olmadığı gibi yeni de değil. Hatta Afganistan ve Irak'taki ABD işgal güçleri, Bush'un bu arzusunu kısmen de olsa yerine getirmişlerdi. Hatırlanacağı üzere 2001 yılında Afganistan'ı işgal eden ABD güçleri Kabil'deki el-Cezire bürosunu bombalamıştı. 8 Nisan 2003 tarihinde el-Cezire'nin Dicle kıyısında bulunan Bağdat bürosu bombalanmış, el-Cezire muhabiri Tarık Eyyüb hayatını kaybetmişti.

ABD'nin el-Cezire televizyonuna yönelik saldırıları bunlarla sınırlı değil. Fi tarihinde Usame Bin Ladin ile röportaj yaptığı için el-Cezire muhabiri Teysir Alluni, el-Kaide üyesi olmakla suçlanıyor. ABD'nin baskıları sonucu İspanya emniyet güçlerince tutuklanan Alluni, üç yılı aşkın bir süredir yargılanıyor ve tutukluluk hali devam ediyor.

El-Cezire'nin bir çalışanı da Guantanamo'da tutsak. El-Cezire televizyonunun kameramanı Sudan asıllı Sami Muhyiddin el-Hac, 2001 yılında ABD'nin işgal ettiği süreçte mesleğini icra temek üzere bulunduğu Afganistan'da kayıplara karışıyor. Öldü sanılan Sami el-Hac, bir buçuk yıl sonra Guantanamo'da ortaya çıkıyor.

Halepçe'den Felluce'ye, Ebu Garib'ten Guantanamo'ya, CIA'nın işkence evlerinden el-Cezire'nin bombalanmasına kadar ABD emperyalizminin ve onun yerli işbirlikçilerinin çirkin ve kanlı yüzlerini ortaya koyan gelişmeler gün yüzüne çıktıkça, ABD'nin dünyaya vaat ettiği geleceğin zifiri karanlık olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. ABD, sudan bahaneler öne sürerek ülkeleri işgal etmekle, işlediği katliamlarla, kullandığı kitle imha silahlarıyla, uyguladığı işkencelerle ve adam kaçırmalarla küresel çapta korsanlık yapmaktadır. Bu gelişmeler, dünya barışına en büyük tehdidin ABD olduğunu gösteriyor.