1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Libya’daki 42 yıllık diktatörlüğün çöküşü elbette problemsiz olmayacaktı
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Libya’daki 42 yıllık diktatörlüğün çöküşü elbette problemsiz olmayacaktı

22 Ağustos 2011 Pazartesi 20:32A+A-

[email protected]

Kuzey Afrika’da etkili Senûsîyye isimli sûfîlik hareketinin lider-şeyhlerinden de olan Libya Kralı İdris Senusî’ye, -Bursa kaplıcalarında romatizma tedavisi gördüğü sırada- 1 Eylûl 1969 günü darbe yaparak iktidara gelen ve o zaman 27 yaşında bir teğmen olup, darbeyi takiben, kendisini albaylık rütbesine terfi ettiren ve kendisinden yukarıda hiç kimseye rütbe de vermeyen ve ‘delifişek’ diye anılmayı gerçekten de hakeden Alb. Muammer el’Gaddafî (Qazzafî)’nin 42 yıllık rejimi, bu satırları yazarken, çökmenin eşiğinde, uçurumun kenarındaydı..

Gaddafî, Tunus başlayıp Mısır’da devam eden ve General Zeyn- el’Âbidîn bin Ali ve General Husnî Mubarek’lerin 25 -30 yıllık saltanatlarına son veren ve bütün arab diyarlarını da derinden sarsan büyük sosyal çalkantı ve patlamaların Libya’ya sıçrayacağını beklemiyor ve konuya,  ‘Bin Ali’nin eşi Libya’lı olduğu için ona karşı çıkıldığı’ gibi laflarla yaklaşıyor, ‘Mubarek’in de iddia edildiği gibi zengin birisi olmadığını, kendisinin ona para yardımında bulunduğunu’  dile getiriyordu..

Ama, dipten gelen ve dalga dalga yayılan bu sosyal tsunamiye sonunda, Gaddafî rejimi de yakalanmaktan kurtulamıyacak ve başta Doğu Libya’daki Bingazi olmak üzere, ülkenin çeşitli yerlerinde meydana gelen halk ayaklanmalarını Gaddafî şiddetle ve silah kullanarak bastırmak yolunu seçmekte tereddüd etmiyecekti..

Ancak, şehirlerde ayaklanan halk kitleleri kışlaları basmış, silahlyarı yağmalamışv e Gaddafî’nin güçlerine karşı, silah kullanarak da karşılık vermeye başlamıştı..

İşte bu silahlı muhalefet, yeterli eğitimi almadığından, düzenli ve organize bir hareket de olmadığından, problemi daha bir karmaşık hale getirdi.. Ve onların silah kullanmaları da, Gaddafî’nin de silah kullanmakta elini rahatlatmıştı.. Çünkü, dünya kamuoyunda, devletlerin, silah kullanan muhaliflere karşı silahla karşı koymasının devlet olmaktan kaynaklanan tabiî bir hak ve gereklilik olduğu yönünde genel bir kanaat hâkimdi..

Ama, bu arada, sivil ve silahsız binlerce insan da katlediliyor, şehirler yerle bir ediliyordu..

Bu noktada, özellikle Tayyîb Erdoğan ve Davudoğlu’nun Gaddafî’ye yaptığı ‘sivil-silahsız halka karşı silah kullanmaması’ yolunda yaptığı çağrılar ma’kes bulmamıştı.. Gaddafî, ülkesinin petrol zenginliğini ise, evet, halkına da yansıtıyordu, ama, onları tok esirler halinde tutmak için di, bu.. Daha büyük lokmayı kendisine ayırıyordu.. Nitekim, B. Amerika Hükûmeti, Amerikan bankalarında Gaddafî ailesine aid 30 milyarı dolarlık hesabları dondurduğunu açıklamıştı,  Mart-2011 başında.. İngiltere de şimdi ingiliz bankalarında, Gaddafî ve aile ferdleri adına kayıdlı bulunan 20 milyon sterlin (yaklaşık 50 milyon dolar) bulunduğunu açıklıyor.. Gaddafî, o tok esirler topluluğu haline getirdiğini düşündüğü halkının da kendisini sonuna kadar destekliyeceğini sanıyordu.. 

Gaddafî’nin belki bu hesablarla da diktatörlük makamından ayrılmayı kabullenmemesi, kapitalist emperyalizmine karşı çeyrek yüzyıldan fazla bir zaman dili boyunca aykırı tavırlarıyla rahatsızlık vermiş olan Gaddafî Libyasını hizaya getirmek için, ‘insan hakları savunuculuğu’ gibi bir bahaneyle müdahale imkanını veriyor ve Gaddafî, ‘çekil artık..’ çağrılarına  kesinlikle karşı koyuyordu.. Halbuki, Gaddafî, Amerikan emperyalizminin bu gibi dikleşmelerde, neler yapabileceğini Saddam örneğinden de anlayabilirdi.. Ama, o iktidar açlığını 42 yıl süren diktatörlüğünde giderememişti ki, 42 yıl boyunca maddî açıdan geçmişte görülmemiş şekilde mâmur hale getirdiği ülkesini, bir kül yığını ve virâne halinde bırakmayı bile göze aldı..

Ve arkasından da, BM. Güvenlik Konseyi’nin Libya’yı suçlayan kararnamesiyle karşılaştı ve özellikle de Fransa, bu karar üzerine, durumdan vazife çıkarıp, açgözlülük ve fırsatçılıkla hemen bombardımana başladı, Libya’yı.. Ve arkasından, devreye NATO da girdi ve böylece, bu yağlı lokmanın, tek başına Fransa’ya bırakılamıyacağının işareti verildi.. Ve Gaddafî rejimi güçlerinin daha fazla direnebildiği başkent Trablus ile Misrata, Brega ve Zaviye, Zlitan gibi şehirler ve çevresi, bu ağır bombardımanlar altında ezildi, binlerce sivil insan öldü, bütün maddî zenginlikler yok oldu.. Gaddafî’nin bu saldırılara devamlı direnç göstermesinin zorluğu ortadaydı.

Ve bu satırlar yazılırken, Gaddafî rejiminin artık bütünüyle çökmek üzere olduğunun haberleri geliyordu. Ve tabiatiyle, bugün, muhalif güçlerin bu neticeyi almasında, NATO bombardımanlarının rolü büyüktü ve bu da, Gaddafî diktatörlüğü sona ererken, Batı’lı emperyalistlerin, Bingazi’deki muhaliflere bir gül demeti değil, bir ağır fatura sunacağını, muhalifleri fiilen veya dilmatik bir vesayet altına almayı deniyeceğini gözardı etmemeyi gerektiyor..

Yani, Gaddafî’nin gidişi, Libya için, onun gelişindeki gibi kolay olmayacağa benziyor..

*

Libya’nın başındaki bu 42 yıllık belânın, iktidarını kurmak ve korumak için girmediği kılık kalmamıştı..

Ama, ilginçtir, doğru-dürüst bir düzenli ve yerli ordusu bile olmayan ve Afrika ülkelerinden tedarik ettiği paralı askerlerden oluşan bir orduyla ayakta durmaya çalışan  Gaddafî, başlangıçta, Amerika’ya, emperyalist dünyaya bazen, ‘Ben sizin düşmanınız olan el’Qaide’ye ve dincilere karşı savaşıyorum.. ‘ mesajı veriyor; bundan netice alamayınca, bu kez de, ‘El’Qaide ile işbirliği yaparım..’ gibi tehdidlere başvuruyor ve ‘cihad ilân etmek’ten  dem vuruyordu.. Esasen, bu gibi taktiklere o, her zaman başvuruyordu.. Nitekim, o, 1990’larda da, Tunus ve Cezayir’deki İslamî hareketleri göstererek, Batı dünyasına, Benim kıymetimi bilin, ben olmasam, bütün Kuzey Afrika, İslamcı güçlerin eline geçer..’ demesiyle de şöhret bulmuştu..

Gaddafî, aylarca gerçekten de mi direnmişti; yoksa, emperyalist güçlerin Libya üzerindeki tamah ve iştihalarını karşılamak için, onlarla müzakere masasına oturmayı mı hayal etmişti?

Sanıyorum, bu ikincisi.. Saddam gibi, İran’ı 8 yıl süren biri kanlı savaşta uğraştıran bir güç, Amerikan emperyalizmiyle girdiği 2003’deki savaşta, 20 günde dize gelmişken; Gaddafî’nin bu kadar direnmesini başka türlü izah etmek kolay değil..

Ayrıca, hatırlayalım ki, Gaddafî, başlangıçta, hiç tâviz vermiyecek gibi gözüküp meydan okurken; sonraları, ‘Geliniz, müzakere masasına oturalım..  Petrol de dahil, her şeyi konuşalım.. Yeter ki, benim liderliğim tartışılmasın..’ diyordu.. İstifa çağrılarına ise, ‘Ben nereden istifa edeceğim ki.. Ben devrim lideriyim, bir resmî sıfatım yok ki.. Libya’yı cemahireye’ler, halk komiteleri yönetiyor..’  cevabını veriyor ve kendisinin Libya’yı terketmesi çağrılarına ise, -gideceği bir olmadığından olmalı ki-,Ben burayı teerketmiyeceğim, ölünceye kadar savaşacağım..’  karşılığıyla direniyordu..

Evet, Libya’nın başına ârız olan bu 42 yıllık delifişek ve uçuk kişinin, iktidarını kurmak ve korumak için, tıpkı, bizdeki  kemalistlerin piri gibi, her kılığa girdiği görülmüştü..

*

Aralık- 2010 sonunda Tunus’da başlayıp, Mısır’da da neticeye ulaşan ve daha sonra, Libya’da, Yemen’de ve Bahreyn’de de devam eden halkların qıyâmlarının herbirisinin arkasında, emperyalist güçlerin de devreye girmesini, bu patlamaların mutlaka emperyalistlerin desteğiyle olduğu şeklinde değerlendirmemek gerekir, herhalde.. Çünkü, emperyalist güçler, sahib oldukları güçleri korumak ve güçlerine yeni güçler katmak için, elbette pusuda bekliyeceklerdir.. Asıl problem, kendi halklarını tahakküm altında, dikta altında yöneten ve halklarının iradesine, inanç ve isteklerine, doğrularına aldırmayan yönetimlerin bir yerde patlak vermesi kaçınılmazdı..

Nitekim, düne kadar Trablus’da, Gaddafî’ye destek gösterileri yapan onbinler-yüzbinler, bugün de, yine o meydanlarda, Gaddafî’nin posterlerini ve bayraklarını yırtıyorlar ve onlar üzerinde sevinç gözyaşları dökerek tepiniyorlar, yakıyorlardı. Bu durum, o halkın, ne kadar ağır bir baskı altında tutulduğunu ve sosyal şahsiyetlerinin ne kadar ezildiğini ve güce göre şekil değiştirdiklerini göstermesi bakımından ibretle değerlendirilmelidir..

Arab diyarlarındaki halklara göre siyasî şuûr bakımından daha gelişmiş olduğu söylenen ülkemiz halkları da, askerî darbeler sonrasında, ‘gidem ağam ise, gelen paşamdır..’  mentalitesiyle aynı teslimiyetçi tavrı göstermediler mi?

*

Evet, maddî kayıplar mutlaka olacaktır; ama, haysiyet ve şahsiyetini bulan bir halk ortaya çıkacaktır..

42 yıllık  Gaddafî diktatörlüğünün bertaraf edilmesinden sonra, normalleşme elbette öyle kolay olmayacaktır..

Gaddafî’nin direnişini kendilerine örnek edinen Yemen, Bahreyn ve Suriye, Suûdî., Sudan, Fas, Cezayir, Ürdün, İran Körfezi’ndeki petro-dolar şeyhlikleri vs..ülkelerin liderlerinin bugün gelinen noktadan ders çıkarmaları da temenni olunur; bu rejimler her ne kadar ümidsiz vak’a durumunda iseler de.. Çünkü, bu rejimlerin her birisi, kendi halklarına zorla, zorbalıkla tahakküm eden rejimler olup, bu yüzden, onların ayakta tutulması veya devrilmesinde emperyalist güç odaklarının etkisi ve planları da elbette daime etkili olmaktadır..

Bu vesileyle, bazı ‘inqılabçı’ mahfil veya güç odaklarının, arab diyarlarındaki bu sosyal kaynaşmaları ‘halkların inqılabçı uyanışı, inqılabçı mücadele bayrağının yükselişi’  olarak selamlarken; sıra  Suriye’ye gelince, oradaki diktatörlük rejimine karşı çıkanları, bir takım stratejik hesablar uğruna, ‘emperyalizmin oyununa gelmiş, aldatılmış kitleler’ olarak göstermelerinin ve diktatörlüklerin, zulüm düzenlerinin geçici faydalarını umarak sürmesine destek vermelerinin anlaşılır bir şey olmadığını ve bu hatadan dönmeleri gerektiğini bir kez daha belirtelim.

Elbette, ‘Tunus’da olan nedir, Mısır’da değişen ne olmuştur?’ gibi sorulara çok tutarlı karşılıklar verilememektedir.. Ama, en azından zulmün payidar olamıyacağı anlatılmış ve zorbaların, diktatörlerin karşı konulmazlığı ‘mitos’u yıkılmış ve halkların sosyal hâfızâlarına, zâlimlere, zulüm düzenlerine karşı hak arayışıyla qıyâm etmek, ayaklanmak gibi bir şuûrlu hareketin profili de kazınmıştır..

Zulüm düzenlerinin, diktatörlüklerin sürmesi için bir takım stratejik hesab ve faydaları öne sürenler bilmelidirler ki, İran’da da Şah rejimi yıkıldıktan sonra İran’ın başına getirilenler, içerdeki büyük ve sürekli suikasdler ve Saddam Irakı’nın saldırısıyla başlayıp 8 yıl süren savaşın getirdikleri, Şah’ın ve rejiminin yıkılışı ve İslam İnqılabı’nın gerçekleşmesi sırasında uğranılan maddî kayıplar ve insan zayiatından çok daha ağır idi..

Ama, bu gibi maslahat hesablarını yapanlara, asırların gerisinden bir ârif-şairin farisî beytini hatırlatanlar da oluyordu..

‘Şâyed, nanem kesad.. Velî, âb-ı rûyem efzûd..’
(Belki, ekmeğim azalmıştır.. Ama, haysiyetim artmıştır..)

Evet, mes’ele, stratejik ve jeo-politik hesabların kuklası, tok esirler olarak yaşamayı kabullenmek mi; yoksa, gerekirse aç hürler halinde ölmeyi göze almak mı me’elesidir..  

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum