1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Gaddafî’ye bile acımak ve müslümanları utandırmak işte böyle olur..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Gaddafî’ye bile acımak ve müslümanları utandırmak işte böyle olur..

24 Ekim 2011 Pazartesi 00:45A+A-

[email protected]

70’ine gelmiş bir yaşlı ve de aylardır gizli olan ve aranan bir adam..

42 yıldır  elinde bulundurduğu iktidarı korumak için, sadece son 8 ay boyunca kendisine karşı meydana gelen halk ayaklanmalarında onbinlerce insanı öldürmüş/ öldürtmüş bir çılgın..

Henüz 27 yaşındayken yaptığı bir darbe ile, ülkesinin uyuşuk kralını -romatizma tedavisi için Bursa kaplıcalarında iken- devirerek iktidara gelen ve 4-5 milyon kadar az nüfuslu, -ama, Türkiye’nin iki mislinden daha büyük- bir çöl ülkesinin, Libya’nın  42 yıldır tek yöneticisi..

Onun‚ ’cemahiriye’ adını verdiği  ’halk komiteleri’ diye niteleyebileceğimiz, kendisine özgü  bir yönetim tarzı geliştirmişti.. Çölün boz-bulanık rengine bir tepki olarak olmalı ki, ’yeşil’ renge ayrı bir önem vererek, başlangıçta, şehirlerin duvarlarını, binaları, her yeri yeşil renge boyatmasıyla şöhret kazanmıştı.. Hattâ, bayrağı bile değiştirmiş ve tamamiyle yeşil bir renkten ibaret bir bayrak kabul ettirmişti..

Bununla da yetinmemiş, bütün görüşlerini, ideolojisini, nazariye ve ütopyalarını‚ ’yeşil kitab’ diye anılan bir eserde toplamıştı..

Başlangıçta, kurduğu rejim için, İslam Cumhuriyeti gibi sözleri de etmişti, ama, kısa süre sonra, ülkesinin adını ’Libya Sosyalist Arab Halk Cemahiriyesi’ diye değiştirmişti, resmen..

Kendisini Devlet Başkanı olarak ilan etmemişti..

Devrim Lideri idi, o..

Devrim Liderliği ise, başkasına devredilemiyecek bir sıfat idi..

Kendi iddiasına göre, devriminin 10. yılında, 1979’da her şeyi ’cemahiriye’ halk komitelerine bırakmıştı, ülkeyi onlar yönetiyordu.. Artık, kendisinin hiç bir resmî sıfatının olmadığını söylüyordu.. Ama, her şey yine onun iki dudağından çıkan sözlere göre şekilleniyordu.. O, üstün, en üstün akıl idi, kendisince ve bağlılarınca..

Kendinden geçmişçesine-çılgınca kendisini alkışlayan kitleler tarafından ’Fâ-tih../ Faaa-tihh’‚ / Yüce Önder..’ diye anılıyordu..

Ve ülkenin 200 milyar dolardan fazla serveti de, halkının adına, ’halkın babası ve devrim lideri’ olması hasebiyle (!) kendisi ve ailesi adına yatırılmıştı, Batı bankalarına..

(Bu ilkellik bizleri şaşırtıp, başkasının gözündeki çapağı görürken, kendi gözümüzdeki merteği göremeyebiliriz.. Bizim toplumumuz da hâlâ, üççeyrek yüzyıl önce ölüp gitmiş bir ’ulu önder’in erişilemezliğine, ilke ve prensiplerine göre şekillendirilmiyor mu, resmî ideoloji tarafından?)

 

*

Niyetim, Libya’nın son 42 yılını yeniten anlatmak değil..

Ama, ilk gençlik yıllarındaki darbeciliğine bakarak, ’delifişek’ diye anılan ve birçok atraksiyonları da bu nitelemeye uygun düşen kişinin, sonunda geldiği noktaya değinmek, hedefim..

Yazık ki, o, kendisine taa baştan beri hiç sempati duymamış olan bu satırların sahibinin bile yüreğini paralayan, fecî ve ilkel bir şekilde öldürüldü.. İnsanı dehşete düşüren, daha bir yaralayan ise, o katledişme sahnesinin, ’Allah’u Ekber!..’ feryadları arasında icra olunmasıydı..

O zâlim kişiyi öldürenlerin o anda içinde bulundukları durumu da elbette gözönüne getirmeliyiz.. Acaba, sivil halktan on binleri sadece şu son 8-9 ay içinde kitleler halinde öldürmekten el çekmeyen ve ’Hepiniz fareler gibi öleceksiniz..’  diye televizyonlardan çılgınca nutuklar irad eden kişinin neler yaptırabildiğini kavramakta zorlananlar için, onun kendi şehri Sirte’den sadece bir kare fotoğrafı buraya aktaralım..

libya-20111023.jpg

Ama, bütün bunlara rağmen, asıl yiğitlik, elde her türlü zulüm yapmak imkanı varken, o zulümlerden elçekebilmektir..

Hele, bir de müslüman iseniz..

Kendi anlayışınıza, kendi iradenize göre ve bir ’ihqaaq-ı haq’ / hak olduğuna inanılan bir haraketin veya eylemin, cezalandırmanın, kişinin kendi rey ve iradesine göre kendi kendine yerine getirilmesi) anlayışıyla  bir ceza veremezsiniz.. Çünkü, müslüman,  İslam hukuku denilen bir hukuk sistemine tâbidir..

Suçlu olduğunu düşündüğünüz kimseyi tutar, yakalar götürür ve müslümanlar adına yargılama yapacak yetkili bir kurul veya mahkemeye teslim edersiniz..

Ama, değindiğimiz bu konuda böyle bir şey ne yazık ki olmadı..

Kitlelerin, kendisine 42 yıldır tapınırcasına bağlandıkları bir kişi, yine o kitlelerden birilerince, yakalanıyor,  korkunç ve de vahşi bir şekilde öldürülüyordu..

Yüzüne postallarla, yüzüne, başına vurula-vurula.. Yüzünden kann akmakta olan o kişi en çaresiz vaziyetteyken.. Ve de, ’Evladlarım, ben sizin babanızım, bu yaptığınız haramdır, şeriatte yeri yoktur..’ demesine rağmen..

Elbette kendisinin de 42 yıl boyunca yaptıklarından çoğunun şeriatte yeri yoktu, ama, o kişi, o en hassas anda bile, şeriate, İslam hukukuna sığınıyor ise; onu yakaladıkları için, ’Allah’u Ekber!’ diye feryad ederek sevinç gösterisi yapanlar da şeriatin sınırlarını hatırlamalı değil miydiler?

Ve o sahneler bütün dünyaya yayıldı, ânında..

Eğer o halkı ve o kişiyi  bilmeseydim ve o sesleri duymasaydım, o zaman, bu öldürme sahnesini sergileyenlerin ilkel insanlar olduklarını düşünürdüm..

Ve, hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, dünyada hele de müslüman olmayan bütün toplumlar, bu sahneleri görünce, bu vahşi sahneleri sergileyenleri ferd ferd kötülemiyecek ve müslümanları topluca, ’vahşi-ilkel, canavar ruhlu insanlar’ olarak isimlendireceklerdir..

Evet, utandırdılar biz müslümanları.. Bütün dünya karşısında mahcûb ettiler bizi..

Başımız önümüze eğik..

Muammer el’Gaddafî’nin nasıl bir kişi olduğunu bilsek bile; bir canavar bizi ısırınca, biz de canavarı ısırır mıyız? O zaman, ondan ne farkımız kalır?

Elbette, başta NATO dünyası olmak üzere, başkalarının ’haktan-hukuktan ne kadar nasibleri vardır ki, bizi suçlayabilirler?’ diyebiliriz, ama, bu bizi mazûr göstermeye yetmez..

*

Hatırlayalım ki, İran’da Şah Pehlevî ülkeden kaçtıktan sonra.. Geride kalan Şahlık rejimi yine de güç- belâ ayakta durmaya çalışıyordu.. İmam Rûhullah Khomeynî ise, Paris’te sürgündeydi.. Ne zaman ve nasıl döneceği bilinmiyordu.. Tehdidler devam ediyordu.. Ama, halk kitleleri suçlu olarak bazı kişileri yakalayıp, halka teşhir ve halkın duygularını tahrik ederek, birkaç kişiyi elektrik direklerinde asarak öldürünce..

İmam Khomeynî, derhal İran’a dönüşünü öne aldı.. Çünkü, işlerin kontrolden çıkabileceğini ve bir karşı zulüm mekanizmasının harekete geçebileceğini düşündü..

Ve yayınladığı bir bildiri ile de, ’Suçlu oldukları düşünülenler yakalandıktan sonra, hiç kimsenin onlara bir sille bile vurmaya hakkı yoktur.. Her kim o yakalananlara bir sille bile vursa o da aynen Şah gibidir.. Suçlu sanılanlar-bilinenler yakalandıktan sonra, getirilip bize teslim edilecekler ve biz onları kuracağımız İslam Mahkemesi’nde yargılayacağız..’ dedi de, ’ihqaaq-ı haq’  teşebbüslerinin yolu kesildi..

*

Saddam, son zamanların en canavar ruhlu ve acımasız isimlerinden birisi olan Saddam, yakalandıktan sonra, bağımsızlığı tartışılsa bile, bir mahkemede muhakeme olundu, iddialar okundu, savunma hakkı tanındı.. Ve idâma mahkum edildi, ve hüküm infaz olundu.. Onun bile, Irak’ı işgal eden Amerikan emperyalizminin şemsiyesi altında değil, müslüman halkın kendi hür iradesi ile muhakeme ve mücazât olunmasını isterdim..

Ama, Gaddafî örneğinde, bu da olmadı..

Gerçi, Tayyîb Erdoğan, bizzat Gaddafî ve oğlu Seyfulislam’a ve dönemin Libya Başbakanı’na defalarca tavsiyede bulundu, ’istifa et, çekil..’ diye.. Ama, o bunu kabul etmedi..

Yeni açıklanan belge ve bilgilere göre de, Davudoğlu ile Gaddafî arasında ilginç bir mükaleme geçmiş..

Açıklanan görüşme tutanaklarına göre, Ankara, “Arab Baharı” rüzgarı Libya’da da esmeye başlayınca Gaddafî’ye şu mesajı vermiş: “Değişim istemini gör ve buna göre tavır al. Ülkede kimsenin seni rahatsız etmeyeceği bir yere çekil. Sana birşey yapılmayacağı garantisini veriyoruz. Kendi ailenden birini iktidara getirebilirsin. Ancak o kişi (oğullarından birisi veya kendisinin tercih edeceği bir başka yakını) belirli bir takvim içinde ülkeyi demokrasiye götürecek süreci başlatmalı. Aksi takdirde değişen bir şey olmaz.”
 

Tutanaklardan, Erdoğan ve Davudoğlu aracılığıyla Libya’ya, Gaddafî’ye yapılan teklifler ilginç..

Gaddafî’ye, ülkesinden çok uzaklarda “Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olmayan ülkelerin” teklif edildiği de anlaşılıyor.. ’Devrim lideri görevden ayrılmaz’ diyen Gaddafî ise, bu teklifi şöyle karşılık vermiş: “Ben Cumhurbaşkanı değilim, devrim lideriyim. Cumhurbaşkanı olsam görevden ayrılabilirim ama değilim ki... Devrim liderleri görev bırakmaz, görevlerinin başında kalırlar. Bunu anlayamıyorsunuz.”

Ankara, ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin operasyon başlatmak istediği konusunda da Gaddafî’yi uyarmış.

Ankara’nın daha sonra NATO şemsiyesi altında yapılan operasyonun başlamasından kısa süre önce ve operasyonun başında Gaddafi’ye söyledikleri de şöyle: “Ülkene yazık olacak. Batı dünyası, senin için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olmayan Latin Amerika, Afrika ve Uzakdoğu’da bazı ülkeleri düşünüyor. Ancak, Afrika’da hiçbir ülke seni istemiyor. Latin Amerika’da da Venezuela’ya  ABD sıcak bakmıyor. Venezuela dışında bir başka Güney Amerika ülkesi veya Uzakdoğu’da Endonezya veya Malezya olabilir.”

Gaddafî bu teklife de “Hayır istemiyorum. Beni oralarda da bulup öldürürler” diye karşı çıkınca, Ankara, Gaddafî’yle ipleri tamamen koparmış.

Ki, aynı tavsiyeler defalarca Tayyîb Erdoğan tarafından Beşşar Esed’e de yapıldı.. Ve o da verilen ikazlara kulak veriyormuş gibi yaparak bildiğini okumaya ve yazık ki İran gibi bir ülkeden ve Lübnan Hizbullahı’ndan da  -hiç de gerçekçi olmayan ve zulme gözyumulmasına izin vermiyecek olan- ’stratejik gerekçeler’ adına destek alarak cinayetlerini işlemeye arttırarak devam edince, Ankara, onunla da irtibatını koparmış bulunuyor.. Yine de temenni ederiz ki, Esed de, Gaddafî gibi bir âqıbetle değil, adâletli bir yargılamayla karşılaşsın..

Evet, diktatörlerin iktidarlarını yitirince nasıl kelaynak gibi ortada kalıvereceğini kendileri de biliyorlar.. Onun için de direniyorlar, öldürüyorlar, öldürdükçe korkuları artıyor ve korkuları arttıkça da öldürüyorlar.. Bunu Şah örneğinde de gördük, Saddam örneğinde de gördük..

Daha önce de, 1920’lerden 1958’e kadar 40 yıla yakın bir süre ingilizlerin ’emin adamı’ olarak Irak’da fiilen iktidarda olan eski Osmanlı Paşası, Nurî Said Paşa 1958’de, General Abdulkerim Qaasım’ın liderliğindeki bir korkunç kanlı askerî darbede kadın kılığında gizlenmiş ve üç gün sonra yakalanmıştı.. O korkunç kanlı darbede, 14 yaşındaki Kral Faisal ile Veliahd olan amcası Abdulillah ve aileleri de katledilmişti.. Nurî Said Paşa ise, üç gün sonra yakalanınca, yine aynı vahşîlikle bir arabanın canlı canlı arkasına bağlanıp, Bağdad sokaklarında dolaştırılarak fecî şekilde öldürülmüştü..

Ama, General Abdulkerîm Qaasım da, Şubat 1963’de, bir başka darbeye maruz kalmış, bombardıman edilen sarayın yıkıntılarından canlı olarak çıkınca, hemen bir sandalyenin üzerine bağlanıp oturtulmuş, oracıkta kurulan bir seyyar mahkemenin birkaç sualinden sonra televizyondan canlı canlı yayınlanan bir şekilde kurşuna dizilmişti..

(Sanki, Adnan Menderes’in düzmece -uyduruk muhakemesi ve ihtilalci subaylarca yapılan nice alçaklıklar sonunda idâmı daha mı insanî idi?)

Bu sahneler karşısında ’Bu gibi vahşîlikler niçin en çok da müslüman toplumlarda oluyor?’ demekten insanlar kendilerini alamıyorlar.. Ve bu da, müslümanların başını öne eğdiriyor, İslam’a leke vurmak isteyenlerin eline fırsat veriyor.. Halbuki, istendiği zaman, Mısır’da Husnî Mubarek’in yargılamasında olduğu üzere, adam gibi bir muhakeme de olabiliyor..

Ama, devrilenlerin, kesinlikle öldürülücekleri korkusu içinde olduklarından fırsat bulsalar, başkalarını kitleler halinde yokedecekleri bilinen bir durum..  

1989 sonunda, Romanya’nın 27 yıllık komünist diktatörü Nikolay Çavuşesku da büyük ve ânî bir halk ayaklanmasıyla devrildiğinde, yakalanmış ve bir derme-çatma binada, kendisine düşman olanlarca oluşturulmuş bir mahkeme heyeti tarafından yapılan birkaç dakikalık bir sorgulamadan sonra, eşi Elena’yla birlikte hemen idâma mahkûm edilmiş, ve Elena’nın yalvarıp yakarmalarına aldırış etmeden, hemen, yandaki, karlarla kaplı bir avluya çıkarılıp orada kurşuna dizileceklerken; infazcılar ona bile zaman bırakmadan, onlar odadan çıkarılırken, arkalarından açılan ateşle, karların üstüne düşürülmüşlerdi..

Daha sonra bu durum eleştirildiğinde, yeni lider İliesku, ’bir anlık bir gecikmeyle her şey alt üst olabilir ve onu biz öldürmesek, birileri gelip bizi öldürebilir, onu kurtarabilir ve o zaman da Çavuşesku’nun bizi kitleler halinde nasıl katledeceği gizli değildi..’ demişti..

Aynı şekilde, Gaddafî için de aynı iddialar tekrarlanabilir.. Esasen, onun hemen oracıkta öldürülmesinin altında da, bu korkunun olduğu unutulmamalıdır..

YAZIYA YORUM KAT

29 Yorum