1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. ‘Benim Ormanımın Ağacı, ya Minber Olur, ya Dârağacı!’
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Benim Ormanımın Ağacı, ya Minber Olur, ya Dârağacı!’

28 Aralık 2012 Cuma 19:40A+A-

[email protected]

‘Benim ormanımın ağacı, ya minber olur, ya dârağacı!’ gerçeği, sadece Bangladeş için mi geçerli?

Pakistan devleti, geçmişte hiç olmamış şekilde, yeni bir devlet olarak kurulduğunun 14 Ağustos 1947’de ilan edildiğinde, Hindistan’dan ayrılma kararı veren veya ayrılmak zorunda kalan onmilyonlar- hattâ yüzmilyonlarca üç parça halindeydi..

Pencab yöresindeki Batı Pakistan,

Bengal Körfezi’ndeki Doğu Pakistan ve,

Keşmir..

Bu parça-bölüklük hali, elbette ki ingiliz emperyalizminin de planlarının sonucuydu..

Bu yüzmilyonları bir araya getiren, sadece müslüman olmalarıydı.. Etnik etkenler asla etkili değildi.. Hele de, dünün Batı Pakistanı’nda, bugün de hind, sind, peştun, pencabî, belûc, muhacir kavmi,  vs. yığınla etnik gruplar bulunmakta..

Keşmir halkı, referandumda (o zamanki deyimle plebisit’te) Pakistan devletiyle bütünleşme yönünde irade belirtmişti ama, ingiliz yönetimi döneminden beri Keşmir sadrâzamlığını yürüten Şeyh Abdullah, halkın iradesini hiçe sayıp, tercihini, yakın arkadaşları olan Gandhi ve Nehru gibi ünlü Hind liderleriyle birlikte hareket etmek yönünde kullanmış ve Keşmir’i Hindistan’a bağladığını açıklamıştı.  (Şeyh Abdullah’ın bu tercihinden dolayı, ileride Hind ve Pakistan arasında Keşmir yüzünden üç kez savaş cereyan edecek ve yine de çözümsüz kalacaktı..  Keşmir Mes’elesi hâlen de kanlı bir yara olarak durmakta ve Hindistan’ın fiilî hakimiyetinde bulunmakta..)

Bu üç bölge de, müslümanların yoğunluklu olarak yaşadığı bölgelerdi..

Bugün dünkü Batı Pakistan’da, da, Doğu Pakistan’da da yaklaşık 180’er milyon insan yaşıyor..  Keşmir’de ise, 25 milyon kadar müslüman..

Bir de Hindistan’day ayrılmamak fikrinin öncülüğünü yapan Mevlânâ Ebu-l’Kelâm Âzâd, Şevket Ali ve Muhammed Ali kardeşler gibi ünlü müslüman liderlerin etrafında toplanıp, Hindistan ayrılmayan ve bugün 200 milyonu bulan bir nüfustaki Hind müslümanları var..

Bugün 1 milyarı aşan nüfuslu Hindistan’da ancak beşte birlik bir azlık oluşturan büyük müslüman kitle, 65 yıl öncelerdeki o bölünmenin doğru olduğunu henüz de kabullenmiş değiller.. Ve ‘o ayrışma olmasaydı, dünya müslümanlarının üçte birini oluşturan Hind müslümanları 500 milyonu aşan dev kitle olarak daha büyük bir güç oluşturacaklar ve Hindistan’ın yönetiminde de daha etkili olacaklardı.. Üstelik o ayrışmalar, müslümanları daha güçlü hâle getirmek ne kelime, bir de büyük facialara, yol açtı..’ diye düşünüyorlar..

Çok yanlış da olmayan bir düşünce tarzı değil mı, bu?

*

Çünkü, sadece Doğu ve Batı Pakistan arasındaki büyük kopma, insanın yüreğini hâlâ da dağlamakta..

Hatırlayalım ki, bu iki parça arasında, kocaman bir Hind alt-kıt’ası yer olmaktaydı… 2000 km.lik bir kara yolu mesafesi bulunuyordu iki parça arasında..  Ama, o bir büyük düşman idi.. Böylece de bu iki parça arasında bir kara ve hava bağlantısı kurulamıyordu.. Ancaak, deniz yolu ile bağlantı kurulabiliyordu, ama, bunun için de, Hind Yarımadası’nın taa güneyinden gidilebildiğinden, en az 15-20 günlük bir deniz yolculuğunu gerektiriyordu..

Halbuki, iki parça halindeki o Pakistan’ın halkları, aynı dilleri konuşmasalar bile, sırf müslüman olduklarından dolayı, fiilen iki parça, kağıd üzerinde ise, tek bir devlet olarak tarih sahnesine çıkmışlardı..

Ancaaak, nüfusun yüzde 45’inin yaşadığı Batı Pakistan, nüfusun yüzde 55’ini barındıran Doğu Pakistan’ı idare ediyordu.. Çünkü, Bengal Körfezi’nin halkı, yetişkin insan gücüne sahib olmak ve ayrıca ülkenin resmî dili olan urducayı konuşmak açısından oldukça zayıf durumdaydılar.. Doğu Pakistan’da bengal dili (bengalce) kullanılıyordu.. Batı’da ise, resmî dil urduca ve ingilizce idi.. Doğu’daki bengalce ise, resmen kabul edilmiyordu..

Şubat-1952’de meydana gelen büyük öğrenci hareketleri ve karışıklıklardan sonra, Batı Pakistan’daki hükûmet, Doğu Pakistan’daki onmilyonların kendi anadilleri olan Bengalî diliyle konuşmalarını bir hakk olarak kabul etmek zorunda kaldı..

Ama, diğer mes’elelerin herbirisi de yıllarca daha sürüncemede kalacaktı..

Derken..

1970 Baharı’nda, Mareşal Yahya Khan’ın döneminde, Doğu Pakistan’da meydana gelen bir korkunç sel felaketinde, 750 bin kadar insan hayatını kaybedince, hiç bir hükûmetin kolayca üstesinden gelemiyeceği o büyük facia, artık Pakistan’ın bu iki parçası arasındaki bağı tamamen koparmaya da yetmiş; dönemin birçok seçkin Bengalli ulemâsı bile, ’Ve aleykumselam Pakistan..’  demeye başlamışlardı..

Yani, ’Siz selâm verdiniz, biz de aleykumselam dedik; selâmlaşmıştık, birlikte olmayı denedik, ama, artık ’aleykumselam’  ve güle güle diyoruz..’ diyorlardı..

Sonunda, (o zamanlar çoğu müslümanların ’Mucib-uş’şeytan diye andığı)  Şeyh Muciburrahman isimli bir solcu lider etrafında gelişen Avamî League (Halk Birliği) partisi,  isimli bir hareket, isyan bayrağını kaldırdı..

Doğu Pakistan’da Niyazî Khan ve Tikka Khan komu gibi ünlü komutanların emrinde 1 milyonluk bir dev ordu bulunuyordu.. Ama, cin şişeden bir kez çıkmıştı ve onu kontrol etmek neredeyse imkansızdı.. Kanlı bir iç-savaşta, Mukhti Bahinî denilen ve bizdeki PKK’yı hatırlatan bir gerilla hareketinin kanlı eylemleri ve buna karşı ordunun acımasızca giriştiği sindirme hareketleri sonunda, bir yıldan fazla süren korkunç bir boğuşmada, o 1 milyonluk ordu da korkunç şekilde eritildi, müslüman halktan yüzbinlerce-milyonlarca insan da.. Ve Muciburrahman, 1871 yılında Bangladeş (Bengallilerin Vatanı) adında yeni bir devletin varlığını ve istiklalini/ bağımsızlığını ilan etti..

Kendisini de, -Türkiye’deki örneğe uygun olarak,- Bengal halkının babası mânâsında (Bangabandu) olarak ilan etti ve ülkede katı laik ve sosyalist bir yönetim kurdu..

Ama, aradan 4 yıl geçmekteyken, Bangabandu’ya karşı birkaç genç subaydan oluşan küçük bir darbeci grup, harekete geçip, bir gece, kanlı bir baskınla, Bangabandu’yu ve bütün aile efradını katlettiler ve Şeyh Mucib’in 13-14 yaşlarında olan küçük bir kızı ise, gizlendiğinden  kurtuldu ve sonra da Almanya’ya götürüldü..

Bangabandu bir gulyabanî gibi, bir kâbus ve umacı gibi anıldı, yıllarca..

Ama, Bangladeş bir türlü huzura kavuşamadı.. Arka arkaya askerî darbeler yaşadı.. Kondakar Muştaq Ahmed, Giyasuddin Khan gibi başkanlardan sonra, bir darbeyle iktidara gelen General M. Ziyaurrahman , halk tarafından epeyce sevilen bir lider konumuna gelmişti, ama, sonunda o da öldürüldü ve bir yığın çalkantılar sonunda, bir diğer darbeyle General M. Huseyn İrşad devlet başkanlığına geldi..

Sonunda o da devrildi.. Ve seçimlerde yapılan seçimler sonunda, General Ziyaurrahman’ın hanımı Begum Ziyaurrahman  Nasyonalist Parti’nin; Bangabandu’nun Almanya yetişen kızı Şeyh Hasine Vâcid de Avamî League’in lideri olarak, iki hanımın rekabetinde geçen seçimlerden sonra, Bangladeş, değişik iktidarlar arasında gitti-geldi..

Fakat, Bangladeş’in, dünyanın en fakir ülkelerinden birisi olmak özelliğinde bir değişiklik meydana gelmedi..

Ama, daha ilginç bir mes’ele olarak, son birkaç yıldır iktidarda olan Şeyh Hasine’nin 40 yıl öncelerdeki defterleri kurcalamaya ağırlık vermesi..

Bununla sosyal rahatsızlıklar arttıkça, onun gündemi değiştirmeye çalıştığı düşünülebilir..

Çünkü, onbinleri yutan su baskınları hâlâ devam ettiği gibi, daha geçenlerde, yüzlerce işçinin bir dokuma fabrikasında çıkan yangında can vermesinin meydana getirdiği sosyal şokun etkisi de geçmiş değil..

İşte bu hengamede, Şeyh Hasine, Doğu Pakistan’ın Batı Pakistan’dan koptuğu o acılı yılların hesabını yeniden gündeme getirdi..  O kanlı boğuşma yıllarında, ülkenin bölünmemesi için, İslam kardeşliği adına çaba harcayan ve problemleri ayrılmadan, zaafa düşmeden, İslamî kardeşlik ve adâlet prensipleri içinde gidermek isteyen ve amma bu tezleri yenilgiye uğrayan ve ilk zamanlar, 20 yıl kadar gizlenmek zorunda kalan ve 15 yıl öncelerde artık üzerlerindeki baskının kalktığı sanılan müslüman liderlerin vatan haini ve bağımsızlık düşmanı olarak yeniden suçlanması şeklindeki sosyal ateş şimdilerde, giderek yükseltilmekte.. Bundan bir meded umuluyor..  

1970’lerde‚ ’Vealeykumselam..’ demiyenlerin, Bangladeş’in düşmanları olarak suçlanmasından fayda umuluyordu.. Bu suçlananların başında, Cemaat-i İslamî lideri olan ve bugün 90 yaşını aşmış bulunan Prof. Ğulam Azzâm ve arkadaşları gelmekte olup, Şeyh Hasine, bu kadroyu idâm talebiyle yargılatıyor..

*

Velev ki, zâhirde, sadece falan veya filan coğrafya parçasının bölünmesine karşı çıkmak gibi bir görüntü ortaya çıkarsa bile, temelde, müslüman halkların birbirine düşman olmaması ve İslam kardeşliğinin korunması gibi hayırlı hedefler uğrunda, gerekirse ölümle veya idâm talebleriyle karşı karşıya gelmek, değmez mi yani?

Böyle bir  buhranlı durumla, başka coğrafyalardaki müslümanlar da karşılaşabilir.. Öyleyse, o gibi tehlikelere karşı her müslüman, her mekân ve her zaman diliminde, sürekli teyakkuz halinde bulunmalı; o gibi buhranlarla karşılaşıldığında eli-ayağına dolaşmamak için, bugünden, kesin kararlı bir tutum takınmaya hazırlıklı olmalıdır..

*

Bengal dilinin ünlü müslüman şairi Nazr-ul’İslam’ın, 100 yıl öncelerde dile getirdiği ’Benim ormanımın ağacı, ya minber olur, ya dârağacı..’ şeklinde yazdığı mısraın mânâsının, Bengal müslümanları içinde de güçlenmesi temennisiyle..  

YAZIYA YORUM KAT

8 Yorum