1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Basın Açıklamasına Katıldıklarından Ötürü Açığa Alınan Öğretmenler İçin Sendikadan Ses Yok!
Basın Açıklamasına Katıldıklarından Ötürü Açığa Alınan Öğretmenler İçin Sendikadan Ses Yok!

Basın Açıklamasına Katıldıklarından Ötürü Açığa Alınan Öğretmenler İçin Sendikadan Ses Yok!

​​​​​​​Gaziantep'te 3 Kasım’da basın açıklamasına katıldıkları için açığa alınan Eğitim-Bir-Sen üyesi 2 öğretmen için sendikaları herhangi bir açıklama yapmadı.

12 Aralık 2019 Perşembe 22:14A+A-

ÖZGÜR EĞİTİM SEN genel başkanı Abdulbaki Değer’in Milat gazetesinde konuyu gündeme taşıdığı yazısı:

Frankeştayn, Melezleşme veya Yarınımız Olacak mı?

Garip bir ahvalin içinde sürükleniyoruz. Bireysel, toplumsal işleyişimiz keyfe keder gidiyor uzun zamandır. Öyle bir mecrada o tarzda hayat bulduğumuzu düşündüğümüz için olsa gerek, devlet işleyişimiz, kamusal işleyişimiz de keyfe keder gidiyor. Doğrusu devletin işleyişindeki keyfe kederlik başından beri vardı. Ara ara şikâyet edip bu işleyişi iyi kötü bir norma bağlamak şeklinde ham ve cılız da olsa bir takım itirazlar, eleştiriler dile getiriyorduk. Ancak hem içerde yaşadığımız önemli hadiseler hem de bölgesel ve küresel çapta gerçekleşen önemli gelişmelerin bize yansıması itirazlarımızı, eleştirilerimizi alıp götürdüğü gibi her türlü iş ve işleme olur veren bir savrukluğa da bizi mahkûm etti. İşin kötüsü ise önceleri şartların icabı üzerinden razı geldiğimiz pek çok sevimsiz uygulamayı zaman geçtikçe ilkesel bir zarurete, ontolojik bir mücadelenin gerekliliğine getirip bağlamamız oldu. Bu savrulmanın hayra alamet olmadığını, bu kendini kaptırışın ne tür komplikasyonlar üreteceğini Kemalizm tartışmasında acıklı şekilde gözlemliyoruz. Bu tür nevzuhur melezleşmenin bir hilkat garibesi olarak karşımızda olduğu, bunun bir tür Frankenştayna dönüşmek olduğu söylense çok mu ağır kaçar acaba?

Ne oluyor böyle? Nereden gelmiştik, nasıl gelmiştik hatırlayan var mı? Nereye gidiyoruz, nasıl bir gidiş bu böyle? Devlete olan güveni bir kenara bıraktım. Bugün bu toplumun büyük bir bölümünü oluşturan ve yarınlarında rol alması kuvvetle muhtemel olan bir kesim, garip bir şekilde itibarsızlaştırılıyor, yanlış işlerin içine çekiliyor, çekildiği yanlış işlere koşa koşa gidiyor, yanlış olduğunu pekâlâ bildiği işleri çok doğruymuş gibi savunuyor. Veya her ne oluyorsa yaşanan onca yanlışa ses çıkarmıyor, ses çıkarma gereği duymuyor. Şu birkaç gün içinde yaşadığımız hadiselere bir bakın Allah aşkına! Halkbank bu camianın çok önemli kurumlarından birisine, tabiri caizse ‘kurumsal bir suikast’ düzenliyor. Türkiye’deki onca özel üniversite içerisinde hem kadro kalitesi hem de kurumsal yapı itibariyle belirgin şekilde ön sıralarda yer alacak bir yapının bu şekilde hedef seçilmesi ibretliktir. Halkbank burada Şehir Üniversite’sine suikast düzenlemekle kalmamış aracı olmaktan imtina etmediği ilişki biçimi ve düzeyiyle Türkiye’ye, Türkiye’nin geleceğine ve Türkiye’nin geleceğinde etkin bir rol üstlenme ihtimali olan bir kesime operasyon çekmiştir. Burada artık mesele Şehir Üniversite’nin ne tür eksiklikleri, yanlışlıkları olduğu mevzusu değil, devletin varlığı ve dirliği için özenle korunması ve kollanması gereken kurum ve yapıların operasyonel bir aygıta, devletin baskı aygıtına bu kadar rahat indirgeni veriyor olmasıdır.

Yargının hali pür melali örneğin: Anayasa Mahkemesinin kaç gün önce hak ihlali gerekçesiyle tutukluluk hallerinin sonlandırılmasına ilişkin kararının ardından Ahmet Altan için gelen yeniden gözaltı ve tutukluluk kararı. FETÖ ile mücadelenin önemli olduğu, hayati olduğu izahtan varestedir. Ancak yargının ciddiyetsizliği, kurum ve yapıların operasyonel şekilde konumlandırılması tam da FETÖ’nün yaptığı iş ve işlemler değil miydi? Türkiye bir esenlik yurduna dönüşecekse, mücadelemiz ve sorumluluğumuz buna dönük ise, Aliya’nın dediği gibi şartlar ne olursa olsun ve karşımızdaki kim olursa olsun ‘adalet borcumuz’a riayet etmek olması gerekmez mi? Şartlar ne olursa olsun ve karşımızdakiler kim olursa olsun ‘onlar bizim öğretmenimiz olamazlar’ titizliğiyle hareket etmek olmalı değil mi? Özensizliklerle, keyfe kederliklerle, mağduriyetlerle, haksızlıklarla yaşadığımız ağır hadisenin içini boşaltamamaya dikkat etmek, kuru ile yaşı, suçlu ile suçsuzu birbirine karıştırarak işi sulandırmamaya özen göstermek mecburiyetimiz var. Aksi taktirde savruk bir işleyiş ne gerçek sorumluları cezalandırarak ‘adalet’i tesis edebilir, ne de layıkıyla bu tür tehlikeleri başımızdan def edebilir. Tersine bu savrukluk yeni tehlikeler, yeni sorunlar ve huzursuzluklar için ciddi bir davetiyedir.

Yaşadıklarımızdan ders almalıyız. Ağır bedellerle edindiğimiz acı tecrübeleri yok sayamayız. Gaziantep’te Furkan Vakfı mensubu olduğu söylenen bir grup gösteri yapıyor. Yol ve kaldırımları işgal ettiği gerekçesiyle kadın erkek 30 kişi gözaltına alınıyor, kadınlara biber gazı sıkılıyor. Gözaltına alınanlardan bazılarının kamu çalışanı olduğu ve bunların hemencecik açığa alındıkları söyleniyor. Karşıdakinin kim olduğundan bağımsız olarak devletin hak ve özgürlüklerin kullanımında özenli olma mecburiyeti vardır. Emniyetten, yargıdan, devletin bürokratik işleyişinden örnek olarak verdiğim bu spesifik hadisler şüphesiz genel gidişatın niteliğine ilişkin ciddi mesajlar barındırıyorlar. Bu ciddi mesajları görüp tedbir mi alacağız yoksa savruk halimize güzel mazeretler bulup gerçeklerden kaçmaya devam mı edeceğiz? Yarınlarımızı seçtiğimiz seçenek belirleyecek. Hatta bir yarınımızın olması bile seçtiğimiz seçeneğe bağlı. Emareler hangisini seçeceğimizi gösteriyor gerçi. Umarım yanılıyorumdur.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum