1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Din istismarında; kemalist-laik rejimle kim yarışabilir?
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Din istismarında; kemalist-laik rejimle kim yarışabilir?

11 Nisan 2011 Pazartesi 18:04A+A-

[email protected]

Diyarbekir’de kemalist-laik rejimin vazifelendirmediği kimselerce kıldırılan bir Cum’a Namazı tartışılıyor.. En çok da din istismarından söz ediliyor.

Bu iddia yanlış da değildir. Çünkü,  ortada ap-açık bir din istismarının olduğu, BDP/ PKK’nın, materyalist-laik-marksist bir ideolojik temel üzerinde oturduğu izahtan varestedir.

*

Konuya girmeden önce, istismar kelimesi üzerinde duralım biraz..

Evet, istismar nedir?

Aslı itibariyle doğru, iyi, güzel olan bir şeyin; eğri maksad ve niyetler için kullanılmasıdır, istismar..

Mesela, mazlumiyet istismarından sözedilebilir.. Ama, zulmün istismar edildiği gibi bir iddiada bulunulamaz..

İyiniyet istismarından sözedilebilir, ama, hilekârlığın istismarından sözedilemez.. Yardımseverliğin istismarından sözedilebilir; ama, sarhoşluğun istismarından sözedilemez..

Kaatilliğin, fuhşun, hırsızlığın, gaddarlığın, zorbalığın, rüşvetçiliğin, faiz yiyiciliğin, tefeciliğin istismarından da sözedilemez.. Çünkü bunların aslı kötüdür..

 

Aynı şekilde, bazılarının iddiasının tersine, atatürkçülüğün istismarından da sözedilemez..

Ama, din istismarından sözedilebilir.. Çünkü din, özü itibariyle haktır, doğru ve güzel bir mana ve değeri taşımaktadır..

Hele de din, İslam olursa..

Daha bir istismar edilecektir.. Çünkü, en sağlıklı olanın en çok taklidi olur ve de, çarpıtmak isteyeni..

 

Bu açıdan baktığımızda..

Din istismarında kemalist-laiklerle kim yarışabilir?

Çünkü, hele de ülkemizde, ’din istismarı’ndan en çok sözedenlerin, bizzat kendileri, kemalist-laikler oldukları ve bu rejimin, taa ilk kuruluş ânından itibaren, halkın inancını  kendi emellerini gerçekleştirmek için, bir oyuncak gibi kullandığı görülür..

Elbette müslüman halk arasında da, dini kötüye kullanmak, istismar etmek isteyenler olabilir ve vardır da; ama, İslam’a samimiyetle, sadâkatla inanıp ona göre bir hayat görüş ve çizgisi geliştirmeye çalışanlara istismar suçlaması yapılabilir mi?

 

Bu açıdan bakıldığında, acı gerçek şudur ki, kemalist-laikler, dinin ancak kendilerince istismar edilebileceğini söylemektedirler fiilen ve başkalarının istismarına izin vermemek dikkatindedirler.. Ve onlar, dinin başkalarınca istismarına karşı çıktıklarından daha çok, samimî olarak yaşanmak istenmesine kesinlikle karşıdırlar..

*

Elbette ki, temel ideolojisi itibariyle, İslam’a ancak bir sosyolojik vakıa ve bir yağdanlık rolü vermeyi düşünebilen her cereyan gibi; BDP/ PKK’nın da, bu yöndeki yaklaşımında bir samimiyet aranamıyacağı rahatlıkla söylenebilir.

 

Ama, asıl tehlikeli durum, uzuuun asırlar boyunca, (meşruiyyetinin olduğu düşünülen) Osmanlı ve (halkın ekseriyetinin iradesine göre şekillendiği ileri sürülen cumhuriyet iddiasını taşıyan) kemalist saltanat dönemleri boyunca, İslam’ın gerektiğinde devreye bir yağdanlık olarak sokulduğu da devamlı görülmüş değil midir?

Evet, tekrarlıyalım, kemalist-laikler, din istismarına karşı çıkarken, bu istismarı sadece kendilerinin yapabileceklerini 90 yıl boyunca, fiilen hep göstermişlerdir.

Şimdi, karşılarına bir rakib çıkıyor.. Esasen bu rakib, onyıllar öncesinden beri de vardı.. (T.C. rejimi güçlerinin aile efradına oldukça ağır ve ahlâksız bir saldırısına maruz kalmış olan Şeyh Ali namında bir hoca vardı.. Mâruz kaldığı o alçaklıktan sonra, bu laik rejime karşı o zamana kadar mücadele vermemiş olmasından pişman olarak, PKK saflarına katılmıştı. O sırada Suriye’de bulunan Öcalan’ın da kendisine, ‘Hocam, bu iş zâten sizin işinizdi, siz vazifenizi yapmadığınız için, biz harekete geçtik..’ gibi gönül avlayan sözler etmesi üzerine mest olmuş ve hemen,  dağlarda, kamplarda olan gençlere hemen, itiqadî konularda ve de gusl abdesti, namaz  vs. gibi hassas amelî- fıqhî konularda ders vermeye başlamıştı. Ancak kısa süre sonra dizginlenince, işin işten geçtiğini hüsranla anlamıştı..

Bir Hacc esnasında, Arafat’ta, PKK’nın İmamlar Kolu diye anılan bir kuruluşun açtığı bir bayrağın ardında yüzlerce insanın yürüyüş yaptığını görmüştüm..)

 

İslam’ı kullanmaya, istismara kalkışanların hepsine lanet!

 

Şimdi de, BDP’nin binlerce kişiyi kendi saflarında ‘imam’ olarak ‘kullandığı’ bildiriliyor..

Maşaallah, ’imam’larımız ve ulemâmız da asırlar boyunca ve büyük çapta, hep, şu veya

bu güç merkezlerinin, saltanat odaklarının emellerine, emirlerine, hedeflerine hizmet eder duruma getirilmeleri açısından, yığınla örnekleri sergelemiş değiller midir? Geçmiş asırlarda kapıkulu ulemâsı vardı da; bugün, laik bir rejimin verdiği makam ve mansıblarla, maaşlarla idame-i hayat eylemeyi kabullenen ve ’seçkin müslüman’ sayılan yığınla örnek yok mudur?

 

Geçmişteki nice ulemâ  gibi, bugünkü nice ‘imam’ların da, hem, ‘tehdid ve korku’ ile, hem  kalb ve beyinleri tamamen bomboş bırakılmış gençlerin İslam’la tanışmalarına yardımcı olabilecekleri umuduyla bu ’hizmet’i kabullendikleri ve hem de kemalist rejimin emrinde imamlık yapmakla, PKK’nın emrinde imamlık yapmak arasında, -ikisinin de materyalist/ laik temeller üzerinde yükselmiş olmaları hasebiyle- bir fark olmadığı gibi görüşleri dile getirdikleri bildiriliyor..

Tamamen tutarsız mı bu yaklaşım?

*

Müslüman bir halkın başında, ona hükmeden bir hükûmetin, İslam’a göre meşru olması gerekir.. Aksi halde, o müslüman halkın, istiklal sahibi, bağımsız olduğu düşünülemez.

Aynı şekilde, dârağaçlarıyla, zindanlarla, sürgünlerle, mahkeme -mahkeme süründürülerek acılarla, gözyaşlarıyla, süngüucu dayatmasıyla kurulmuş bir kemalist- laik rejim uygulamasının durumu da hatırlanmalı değil mi?

Böyle olunca da, müslümanların ferdî veya toplu ibadetlerini nasıl yapacaklarından, laik bir rejime ne?

Efendim, BDP kaos çıkarmak ve sivil itaatsizlik sağlamak niyetiyle tertib ediyormuş, bu Cuma namazı eylemlerini.. Kemalist-laik rejim de kaos çıkmaması ve genel itaatin sağlanması için düzenlemiyor muydu, aynı ibadeti..

 

’Cuma Namazı sivil itaatsizliği’  eylemi münasebetiyle, BDP Gen. Başk. Demirtaş, geçen hafta, yaptığı açıklamada, "MGK'da bölgeye özel imamların gönderilmesi kararlaştırılmıştır ki bu durum bölgeye özel bir istihbaratçı göndermenin bir başka şekli... Dini, terörle mücadele aracı olarak kullanmak utanç verici bir durumdur. Devletin bu şekilde görevlendirdiği imamlar; özel tim, korucu ve JİTEM'den farklı amaç gütmüyor. İmamlar, bunların 2011 versiyonu..’ derken, haksız mıydı?

 

1923-50 arası 27 yıllık tek parti dönemi ve 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylûl 1980 ve 28 Şubat 1997 dönemlerindeki askerî müdaheleler sırasında, imamlardan, müftülerden ve sair diyanet elemanlarından, hattâ ilahiyatçılardan, müslüman kimlikli nice akademisyenlerinden  nicelerinin bile istihbarat elemanı olarak kullanıldığı bilinmiyor mu?

*

Sahi, laikliğe bağlılık yemini eden ’İmam’lar, ne kadar bağımsız?

 

Ama, bu konuda 8 Nisan tarihli bir haber yansıdı, medyaya..

Mardin, Diyarbakır, Siirt, Muş, Şanlıurfa, Bitlis, Bingöl, Van, Adıyaman, Hakkari, Şırnak ve Batman Diyanet Sen şube başkanları ortak bir açıklama yaparak, BDP Gen. Başk. Demirtaş'ın imamlarla ilgili sözlerine karşı yapıyor ve "Dinî hizmetleri ifa eden imamlar; ne bir partinin, ne de bir örgütün hizmetkarı değildir"  diyorlardı..

Pekiy, bugün için, bir partinin emrinde olmadıklarını kabul edelim, ama, 27 yıllık tekparti döneminde CHP’nin emrinde değil miydiniz, ve bütün askerî darbe dönemlerinde, ferd olarak kalblerinizde istemeseniz bile, bağlı olduğunuz kurumlar itibariyle, darbecilerin paralelinde hareket etmek açısından, T.C.’nin en köklü fiilî partisi olan Silahlı Kuvetler ya da Kuvvetli Silahlar Partisi’nin emirlerine göre hareket etmek durumunda olmadığınızı kim iddia edebilir ve iddia ederseniz, buna safça kim inanabilir? Bugün de temelde, bir tekparti diktatörlüğü halinde tahakkümünü, fiilen bir parti gibi sürdüren ’kemalist-laik parti-rejim’in bünyesi içinde yerinizin neresi olduğunu düşünüyor musunuz?

*

Aksini iddia ediyorsanız, T.C. Anayasası ne diyor? Diyanet’inize, ’Genel İdare içinde yer alan ve kendisine kanunla verilen vazifeleri yerine getirir..’ diye bir rol verilmiyor mu?

Siz, ’Biz kimsenin adamı değiliz..’  deyip durunuz.. Maaşınızı kim veriyor? Makam ve mansıblarınızı, ünvanlarınızı kim veriyor? Ve bu durumda, İslam’ın yorumlamasını halk için mi yapıyorsunuz, size maaş verenlere ve sizi tayin eden, size makam ve mansıb verenlere göre mi?

’İmamlar hiçbir ırk, dil, cinsiyet ve bölge ayrımcılığına İslam'ın cevaz vermediğinin bilinci içinde tüm müminlere eşit mesafede hizmet eder. Tarih boyunca zalim idarecilerden, çetelerden, şakîlerden ve sıkıntılardan kaçan insanların sığınağı, ilim ve irfan sahibi ulemâ olmuştur.. (...) İmamlar yıkıcı, bölücü, ayrıştırıcı, çatıştırıcı, inkarcı, ırkçı ve ideolojik tartışmaların üzerinde ve dışındadır. Hiç kimse diyanet mensuplarını, kendi kısır tartışmalarının bir parçası haline getiremez. Hiç kimse, siyasi rant sağlamak için bu büyük ve nezih camiayı istismar malzemesi olarak gündeme getirme hakkına da haddine de sahip değildir. Şunu bir kere daha ve açıkça ifade ediyoruz: İmamlar ne şu, ya da bu partinin, ne de şu ya da bu örgütün payandası olarak görülür. 'Partilerin imamı' tabiri ne kadar yanlışsa, 'örgütün imamı' tabiri de o kadar yanlıştır. İslam, bölge, il, zaman ve şartlara göre ya da grup ve çevrelere göre eğilip bükülemez.’ gibi cümleleri kurduğunuz bildirinizin içinde yer alan iddiaları yazarken, kemalist-laik rejime bağlı kalacağınıza dair ve hattâ türk milliyetçiliğine bağlı kalacağınıza dair yeminler etmediğinizi de söyleyebilir misiniz?

*

Evet, siyaset ve din dediğimiz zaman.. Siyaset, kemalist-laik prensiplere mi belirleniyor, yoksa, İslam’a göre mi? Eğer, siyasetimiz dinimize, dinimizin temel prensiplerine göre şekillenecekse eyvallah.. Ama, öyle değilse, din, sosyal hayata egemen olan kemalist-laik rejimin temel çerçevesine şekillenmeye mecbur edilirse..

O zaman ne diyeceğiz?

*

Dahası, 20 sene öncelerde, bir cemaatin başındaki hocanın ağzından, ’Güneydoğu’daki imamlar vazifelerini yerlerine getirmediler,  oralara batıdan imamlar göndermeliyiz..’ gibi laflar gazetelerinde yayınlanmıyor muydu?  Keza, bölgeye T.C. bayrakları gönderilmesi kampanyası bile başlatılmamış mıydı?

Haa, bu noktada da, kimse, PKK’nın ellerinin kemalist-laik rejimden daha temiz olduğu zehabına kapılmamalıdır.. Müslüman kürd halkının içinden yetişmiş nice imamlar, hattâ ulemâ’dan sayılabilecek çapta seçkin kimseler PKK eliyle katledilmedi mi?

 

Ama, kemalist-laik rejimin ruhlarını, beyinlerini katlettiği milyonlar bir tarafa; fiziken yok ettiği imam’ların, ulemâ’nın sayısını net olarak bilmemiz mümkün mü?

O defterleri, sadece, ’aman, karışıklık olmasın, fitne uyanmasın..’ diye değil, aynı zamanda hemen bütün belgelerin, delillerin yok edilmesi yüzünden de bilemiyoruz..

 

Efendim, ’BDP /PKK’lılar o imamların ardında namaz kıldılar mı?’  sorusu soruluyor saf saf..

Bunu, kendilerinin aldatılıp aldatılmamakta olmalarını anlamak açısından müslümanların sormaları mümkündür..

Ama, kemalist-laik rejimin mâlûm kadroları yüzler halinde, hâlâ bile, camilerde, cenazeler geldiğinde, namaza durmaksızın, ölülerinin üzerine namaz kılınmasını temaşâ etmiyorlar mı?

 

Hem, Cuma Namazı  ve hele de, laik bir rejimin emrinde bir Cuma Namazı, ne demek?  

 

Cuma namazı , müslümanların bağımsızlığına, müstakilliğine işaret eder, esir olana farz değildir..

Esaret, bir müslüman için ne zaman sözkonusudur?

Esir insan, dış düşmanların eline düşmüş insan mıdır? İç düşmanlar eliyle zencire vurulan müslüman esir değil midir?

 

Bir anekdot: (Merhûm) Erbakan Hoca, 1978’deki bir görüşmemizde, ’hem laik rejimin tebaı, hem de İslam’a tâbi olduğunu söyleyen insan, hür olmadığından, Cuma namazı kılmak hakkına bile sahib değildir, ama, müslümanların birliği tamamen dağılmasın diye, bir maslahat  gereği, kılıyoruz’ demişti.. (Ki, onun bu görüşlerini bugün de hayatta olan birçok dostlarımla paylaşmıştım, o zaman.. Kezâ, bir dönem, nice müslümanların Cuma namazı kılmaktan kaçındığını ve Kenen Evren rejiminin, bazı seçkin müslüman kimseleri, Cuma namazı kılmadıkları için nezarete alıp sorguladığını, baskılar uyguladığını da hatırlayabiliriz..)

 

Bugün, dünyanın birçok yerindeki müslümanlar, inançlarının gereği olan şartlar mevcud mudur demeksizin, Cuma Namazı kılıyorlar..

Bu konudaki şer’î cevaz ve yetkiyi kimden mi alıyorlar?

Burası, çeşitli mezheblere göre, farklı ölçülere göre şekilleniyor..

İşte o zaman bir takım hokkabazlar bile çıkıp, kendilerini bir takım şer’î odaklara nisbet edebiliyorlar..

Afgan mücahid teşkilatlarının mensubları, de, komünistlere karşı cihad yıllarında, herbir cemaatini, hizbin elemanları olarak, yetkisini kendi örgütlerinin, hizblerinin liderinden aldıklarını söyleyerek Cuma namazı kılarlardı..

Yani,  bütün müslüman coğrafyalarındaki durum da, Anadolu coğrafyasındakinden farklı değil..

Bir takım güç odakları kendi iktidar ve güçlerinin şer’î dayanağını isbatlamak için, Cuma namazları kıldırıyorlar..

Bu açıdana bakıldığında, PKK, ateist -marksist bir ideolojiye bağlı da, kemalist-laik rejim farklı mı?

 

PKK veya BDP’ye oy verenlerin hepsi de, o hareketin ideolojik temelini biliyor, anlıyor ve destekliyor denilecekse..

Bu, TC. halkının bütünüyle, laik /ateist bir temel üzerinde yükselen kemalist-laik- ırkçı düşünceleri kabul ediyor demek olur ki, bu, müslüman halkımıza zulüm olur..

 

Bu noktada, müslüman halkımıza, kendimize yapılacak bir eleştiri şudur ki, kendi zulüm düzenlerini, bizim inancımız ve hattâ kavimlerimiz adına kuran güç odakları karşısında itirazımızı zâlimlerin yollarını tıkayacak şekilde etkili olarak ortaya koyamadık; onların, bizim inancımızla 80 yıl boyunca alay etmelerine, kötüye kullanmalarına karşı bir tavır geliştiremedik.

*

Ve buyrunuz, ’cenaze namazı’na..

 

Bu vesileyle bir diğer noktaya da değinelim..

9-10 Nisan gecesi, ’Tarihin Arka Bahçesi’ isimli bir proğramda, M. Bardakçı, ısrarla, M. Kemal’in cenaze namazının kılındığını belirtiyor ve aksini iddia edenlere ’eşek’ mânasına gelen ’har’  kelimesiyle karşılık veriyordu, dolaylı olarak..

Halbuki, M. Kemal’in cenaze namazının kılındığını gösteren tek bir fotoğraf bile gösteremiyor; sadece, cenazı namazını Prof. Şerefeddin Yaltkaya’nın kıldırdığını ileri sürüyor ve cenaze namazını kılan bazı kişilerle bizzat görüştüğünü delil olarak zikrediyordu..

 

Aynı proğramda konuşan Vahdettin Keskin isimli bir tarih prof.’u ise, ’Atatürk müslüman bir insandı, müslüman bir ülkenin başkanı idi..’ diyerek, cenaze namazının kılınmamış olabileceği ihtimalini gidermeye çalışıyordu..

Halbuki, Prof. Mete Tunçay, ’M. Kemal’in daha 1913’de, Sofya’da ataşemiliter (askerî ataşe) iken, ateist olmuştu, inancını yitirmişti..’ demektedir..

 

M. Kemal’in cenaze törenini idare eden komutan olan em. Org. Fahrettin Altay ise, o sırada Başbakan olan Celal Bayar’ın, cenaze namazı kılınmasını istemediğini belirtmişti.. O Celal Bayar ki, ’Atatürk’ü sevmek bir ibadettir..’ diyordu.. Kendisine tapınılan, ibadet olunan bir kişinin cenaze namazının kılınması elbette o mantığa aykırı gelirdi..

Ve o Celal Bayar’ın nasıl bir kemalist-laik olduğunu göstermesi açısından hatırlayalım ki, Pakistan Devlet Başkanı Mareşal Eyyub Khan Türkiye’ye yaptığı gezilerden birinde, İstanbul’da; Cuma Namazı için, T.C.’nin 3. C.Başkanı Celal Bayar’la birlikte Sultanahmed Câmii’ne gitmişti de; Celal Bayar, içeri girmeyip, kapıda kendisine verilen bir sandalyede oturarak beklemiş ve Mareşal Eyyub Khan’ın ona bunun sebebini sorması üzerine, ’Biz laikiz..’ diye karşılık vermişti.. Çünkü, o ibadetini kendi döneminin bir siyasî liderine tapınarak yapıyordu..

Evet, sadece namaz ibadeti etrafında bile biraz dikkatlice durursak, karşımıza ne dehşetli zorbalıklar, totaliter anlayışlar, hokkabazlıklar çıkmaktadır..

YAZIYA YORUM KAT

13 Yorum