1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. “Zekât Bir Sosyal Güvenlik Kurumu mudur?”
“Zekât Bir Sosyal Güvenlik Kurumu mudur?”

“Zekât Bir Sosyal Güvenlik Kurumu mudur?”

“Zekât bir servet vergisidir. Oysa modern vergilemede iktidarın ölçüsü gelirdir. Bu yönü ile de zekât atıl servet bırakmaz, istihdam hacmini genişletir, servet dağılımına yardımcı olur, yatırımları teşvik eder, sosyal dayanışmayı sağlar.”

24 Mart 2017 Cuma 12:14A+A-

Faruk Beşer’in yazısı:

Bir Zekât Vakfı Kurulsa Neler Yapabilir?

Geçen yazımızda Zekât bir Sosyal Güvenlik Kurumu mudur, diye sorduk ama cevabını veremedik, devam edelim. Bu soruya günümüzdeki bazı sosyal güvenlik uzmanları, değildir diye cevap verirler. Çünkü derler, Sosyal Güvenlik zorunlu bir devlet görevidir, zekât ise gönüllü bir sadakadır.

Bu düşüncenin bilgi eksikliğinden kaynaklandığı açıktır. Çünkü zekât hem bir devlet görevidir, hem de zorunludur. Hz. Ebubekir'in zekât vermeyenlere karşı savaş başlatacağını söylemesi bunu gösterir ve bu olay bu konudaki ilk devlet müdahalesidir.

Peki, böyle ise zekât bir Sosyal Güvenlik Kurumu olmuş olmaz mı? Zekâtın mecburi oluşu, talep hakkı doğurması bu soruya evet denmesine imkân verir. Gerçekten de zekât, o bazılarının zannettiği gibi, gönüllü bir iane ve sadaka değildir. Kurumlaşmış olması gereken bir devlet görevidir. Ancak İslam Dünyasının şanssızlığı, zekâtın Hz. Osman'dan beri serbest bırakılmış ve bir gönüllü sadaka gibi çalışmış olmasıdır. Bunda muhtemelen, onun zamanında toplanan zekâtların aynî olup dağıtılamayacak kadar da çoğalması etkili olmuştur.

Oysa zekât zorunludur. Aslında elden ele verilmez, devlet aracılığı ile toplanır ve belli kurallarla dağıtılır. Belli durumlarda halkın zekât kurumundan talep hakkı vardır. Bu talep hakkına sahip olanlar genellikle bugünün sosyal risklerine maruz kalan muhtaç bireylerdir. Hatta denebilir ki, bugünkü anlayışla sosyal risklerin zekât ile sigorta edilemeyecek olanı yoktur. Ama zekâtın bunlara artıları da vardır. Bunlar bizim 'İslam'da Sosyal Güvenlik' adlı doktora tezimizde ve 'Sosyal Riskler Sigorta ve İslam' adlı ikinci kitabımızda görülebilir.

İşte bu farklılıklar sebebiyle zekâtın bugünkü anlayışla tam bir sosyal güvenlik kurumu olduğu görüşü tartışılabilir. Çünkü:

Önce zekâtın verileceği yerler bugün tamı tamına sosyal güvenliğe konu olan risklere maruz kalanlar değildir. Yani iki sistem arasındaki risk anlayışları farklıdır.

Günümüzde sosyal güvenlik vergi ve primlerle sağlanır. Zekâtı bireyler verdiği zaman o bugünkü anlamda ne bir vergi ne de prim olmuş olur.

Sonra zekât aynı zamanda bir ibadet olduğu için devlet bu işi üstlenmese bile mükellef bireyler onu yine de vermek zorundadırlar.

Modern sosyal güvenlik tamamen ekonomik ve dolayısıyla maddi bir olaydır. Zekâtın ise ibadet yönü ağırlıklıdır ve o, kulun imanındaki sadakatinin nişanıdır.

Zekâtı mükellefin doğrudan devlete verdiğini düşündüğümüzde onu, primli sosyal güvenlik sistemine sokmuş ve sosyal sigortalara benzetmiş olabiliriz. Oysa sosyal sigortalardan karşılık alanlar yine kuruma belli bir primle ortak olanlardır. Zekâtta ise alanlar verenlerden farklıdır.

Diğer yönden, bilindiği gibi zekât bir servet vergisidir. Oysa modern vergilemede iktidarın ölçüsü gelirdir. Bu yönü ile de zekât atıl servet bırakmaz, istihdam hacmini genişletir, servet dağılımına yardımcı olur, yatırımları teşvik eder, sosyal dayanışmayı sağlar.

Zekât maldan da, yani aynî olarak da ödenebilir, kıymet olarak ödenmesi halinde ise ölçü yine ayn/mal olduğu için para değerindeki düşüşlerden etkilenmez. Kısaca o, nevi şahsına münhasır ibadet bir vergidir.

O halde kurumlaşmış bir zekât ibadeti bugünün sosyal güvenlik kurumlarına ihtiyaç bırakmaz ama ona yine de Sosyal Güvenlik Kurumu demek doğru olmaz. İkisi arasındaki en önemli fark; zekâtın bir ibadet ve verildiği yerlerin de belirli/tahsisi olmasıdır.

Şahsen bendenizin, zekât ve Sosyal Güvenlik üzerinde çalışmış birisi olarak vardığım sonuç şudur: Eğer zekât olması gerektiği gibi kurumlaştırılabilse İslam ülkesinde 'asgari insani hayat' düzeyinin altında hiçbir kimse kalmaz. Bunu söylerken rikâzın yani yer altı zenginliklerinin beşte birinin de zekâtın verildiği yerlere verileceğini hatırlamamız gerekir. Bu bilgilerle zekâtı inceleyenler muhteşem ve tabir caizse, Allah'ça bir kurumla karşılaşacaklarını göreceklerdir.

Ama ne yazık ki, ümmetin bunu devlet olarak başarabilmesine daha epeyce yolu vardır. O halde şimdilik hiç olmazsa şu yapılamaz mı?

Sadece zekât toplayıp gerekli yerlere dağıtmak üzere dini duyarlığı olan insanlar tarafından bir, ya da daha çok vakıf kurulup bu vakıf, kamu yararına bir vakıf olarak kabul edilse ve bu vakfa verilecek zekâtlar vergiden düşülse. Elbette tüzüğüne göre çalışıp çalışmadığını da devlet kontrol edecektir. Böylece hem zekât verenler rahat eder, hem verilen zekâtlar katlanır, hem de zekât elden ele bir iane ve sadaka gibi görülmekten çıkar, çoğalır ve hak eden kimselere ulaşmış olur.

Ehli himmete duyurmak bizim görevimiz. Bu dönemde bunu yapmak kolaydır, daha sonra bunun için kamu yararına vakıf olma özelliği alınamayabilir. Bizden söylemesi.

Yeni Şafak

HABERE YORUM KAT