1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Diktayı Destekleyenler Mazlumun Yanında mı?
Diktayı Destekleyenler Mazlumun Yanında mı?

Diktayı Destekleyenler Mazlumun Yanında mı?

45 yıllık Baas rejimi ve Esed Hanedanı'nın meşrû' sayılması, (riayeti ve itaati farz olan bir otorite) olarak gösterilmesi ve bunu ister ulemâ kesiminden olsun, ister başka bir kesimden bazı müslümanların da yapması, bütün bu cinayetlere ortaklık etmektir

17 Temmuz 2012 Salı 19:58A+A-

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL, Suriye’deki halk direnişine karşı katil Esed’in yanında saf tutanların çelişkilerini yazdı:

Diktatörleri destekleyerek, nasıl mazlumların yanında olunur?

Suriye'de Baas rejiminin ve (Baba-Oğul) Esed Hanedanı'nın 43 yıllık kanlı diktatörlüğü altında ortaya çıkan dehşetli manzaralar hiç de şaşırtıcı görülmemelidir..

Çünkü, bizim kültürümüz de buna müsaid, yazık ki.. Hele Irak ve Şam diyarları, İslam tarihinin ilk yarım asrından itibaren, en kanlı iktidar savaşlarının geçtiği coğrafyalar olmuştur, asırlar boyu. Bu diyarlarda, hele de son 40-45 sene boyunca, Baas ideolojisine ve Baas partilerinin kanlı diktatörlüğüne bağlı Saddam Huseyn  ve Hâfız Esed yönetimleri altında akıtılan kanlar ve eritilen canlar üzerinde kesin rakamlar söylemek zor ise de, onbinler değil, yüzbinler gitmiştir bu cinayet mekanizmalarının çarkları arasında.. (Bu iki kan içici liderin tahakkümündeki iki ülke de 1968-70'lerde aynı zaman diliminde Baas ideolojisinin pençesine düşmüş olmasına rağmen; en başta da, Baas Hareketi'nin ve arab diyarları liderliğinin kimin uhdesinde olması noktasından kaynaklanan bir ihtilaf yüzünden birbirlerine düşman olmuş; on yıllar boyu ayrı düşmüşlerdir. Ya bir de birlikte olsalardı, kimbilir daha ne kadar şerûr olurlardı..) Şimdi de, Irak'da Amerikan emperyalizminin direkt entrikaları ile, Suriye'de de Beşşar Esed'i destekleyen emperyalist güçler eliyle, kan akmaya, akıtılmaya devam olunuyor..

*

Bu vesileyle bazı bilgilerimizi kısaca tekrarlayalım..

İslam Hukuku'nda bir (hududullah da denilen) had cezaları vardır -ve bunlar 7-8 kalemdir- ve bir de 'tâ'zir cezaları..'

'Had cezaları' Kur'an'da belirlenmiştir, onlar anlaşılma ve uygulanmasında tefsir farklılığı olsa bile, temelden değiştirilemez, kaldırılamaz,..

'Hududullah' dışında olup, Hükûmet etmekten kaynaklanan ve bir toplum düzenini yönetmek için gerekli görülen müeyyidelere, yaptırımlara  ise, 'tâ'zir cezaları'  veya 'tâ'zir-i hükûmetî' denilir.. Bu cezalar, içinde bulunulan zaman veya mekânın şartlarına ve hükûmet eden güç odaklarının takdirine göre, af ile idâm arasında geniş bir yelpaze oluştururlar..

Problem de buradan başlıyor..

Resul-i Ekrem (S) dönemi, her müslüman için ideal örnektir.. Ondan sonraki ve Khulefâ-y'i Râşidiyn diye anılan 4 Halife Dönemi de, bazı tadsızlıklar, kırgınlıklar olsa bile, -bizzat Hz. Ali'nin de kendisinden önceki 3 Halife'nin yanında daima bir bilge ve danışman durumunda bulunmasından da anlaşılacağı üzere-, o dönemde büyük çapta  tartışma konusu olmayıp, daha sonra meydana gelen acı hadiselerin, ümmet arasında meydana getirdiği kalbî, hissî ve fikrî kopmaların etkisiyle, hadiseleri 'maqable şâmil'  hale getirerek yorumlama usûlüne bağlanınca, Hz. Resul-i Ekrem (S) dışındaki herkesi suçlama eğilimi müslümanları farklı noktalara getirmiştir.

Kendisinden önceki iki Halife gibi, Hz. Ali'ninde katledilmesinden sonra ise, İslam Milleti, yönetim tarzı olarak, yazık ki, hak ve adalete göre bir müslüman toplum yönetimi yerine; kaba kuvvete, kılıç ve servet gücüne göre şekillenen bir yönetim tarzı olan saltanat sistemine geçmiştir..

Özellikle kamu hukuku anlayışımız da genel olarak bu yapıya göre şekillenmiştir..

Kimse, hükûmet mevkıinde bulunanların ümmeti hangi hak ve yetkiye dayanarak yönetmekte olduklarını sorgulayamaz hale gelmiş ve sorgulayanlar ise, âsî ve bagî  sayılıp, kelleleri uçurulmuştur.. İslam'ın yorum tarzı olarak ortaya çıkan öyle mezhebler vardır ki, hükûmet'e itiraz etmek ve itaatsizliğini bildirmek üzere silahlı olarak bir yere toplananları ezip geçmenin Sultan'ın hakkı olduğunu tanımışlardır.. Dahası, bazı mezhebler ise, 'itirazcıların silahlı olmasına gerek yoktur, itaatsizliklerini bildirmeleri yeterlidir, toptan itlaf olunurlar..' bile demişlerdir.

Nitekim, İslam hukuku adına, Şeriat-i Garrâ-y-ı Ahmediyye, Yüce Şeriat adına ve de 'şeriatin kestiği parmaz acımaz..' özdeyişinde ifadesini bulan bir uygulama asırlarımızı kaplamış ve

hükûmet etme hukukunun kaçınılmaz neticesi olarak ve 'tâ'zir-i hükûmetî' cezalarını benimsemişlerdir.

Şöyle düşünelim ki, 13 asır içinde  hükûmet hukuku üzerine, Mâverdî'nin 'Ahkâm-us'Sultâniye' (Sultanlık Hükümleri) ismini taşıyan eseri, bu alanda, en derli toplu şekilde yazılmış kitab olarak kabul edilmiştir.. Halbuki, İslam'ın ilk döneminde, halka, zorla tahakküm etmek (sulta) ve o zorbalığı bir usûl olarak benimseyen saltanat sistemi ve sultanlık yoktu..

Ama, Hz. Ali'nin katledilmesinden sonraki 13 asrımız, yazık ki, hep sulta ve saltanat sistemlerinin ve sultanların resm-i geçidi halindedir..

Yazının Devamı İçin Tıklayınız…

 

HABERE YORUM KAT