1. YAZARLAR

  2. Sami Gören

  3. Yüksek Yargı Bildirileri Üzerine
Sami Gören

Sami Gören

Yazarın Tüm Yazıları >

Yüksek Yargı Bildirileri Üzerine

25 Mayıs 2008 Pazar 22:00A+A-

Yargıtay 28 Eylül 2007’de, Danıştay 10 Mayıs 2008’de (ve yıllardan beri) bildiriler yayınlarken sesi soluğu çıkmayanlar; 21 Mayıs 2008’de yayınlanan Yargıtay Başkanlar Kurulu Bildirisi ve 22 Mayıs 2008’de yayınlanan Danıştay Başkanlar Kurulu Bildirisi ile uyandılar.

Yargıtay Başkanlar Kurulu, 21 Mayıs 2008 Çarşamba günü bir bildiri yayınladı. Bildiri gündeme bomba gibi düştü.

Hükümetin hedef alındığı bildiride öne çıkan başlıklar şöyle:

- Yargı bağımsızlığı hazmedilemiyor, Yargı mensupları hedef gösteriliyor.

- Kapatma davası açan Yargıtay Başsavcısı, ile toplum arasında husumet yaratılmaya çalışılıyor

- Türbanla ilgili düzenleme eleştirilere ve toplumsal mutabakat oluşmamasına rağmen engellenemeyen bir hızla yasalaştı.

- Hazırlanan Anayasa taslağı bir siyasi görüşün direktif AB kriterlerini bile karşılamıyor.

- Yargı ve mensupları yabancılara şikayet ediliyor. Hazırlanan düzenlemeler bizden önce onlara gösteriliyor. Bu hiçbir devlet ciddiyeti ile bağdaştırılamaz.

AK Parti, bildiriye tepki gösterirken, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) ve CHP’den Yargıtay bildirisine destek geldi.

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisinin gereksiz ve siyasi olduğunu söyledi. Şahin, "Dam üstünde saksağan" ifadesini kullandı. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ve AKP Grup Başkanvekili Sadullah Ergin, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek Yargıtay bildirisine tepki gösterdiler. AK Parti’nin bildirisini Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek okudu.

YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu,, CHP Grup Başkanvekili Hakkı Süha Okay, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen,  bildiriye destek çıkarken, AK Parti’nin açıklamalarına tepki gösterdiler. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Gül’ün soruna el koymasını önerdi.

Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten, Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisini çok sert bir dille eleştirdi. Raportör, “Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun yayınladığı bildiri, Yargıtay'ın ne kadar bağımsız ve tarafsız olduğunun en açık örneğidir dedi.

Yargıtay'ın bildirisine ayaküstü cevap veren Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'e yargıdan tepki geldi. Yargıtay Başkanvekili Osman Şirin Bildirilere ayaküstü cevap vermeyiz. Ayaküstü verilen cevaplara da ayaküstü karşılık vermeyiz dedi.

Yargıtay Başkanlar Kurulu Bildirisinden bir gün sonra, 22 Mayıs Perşembe günü Danıştay Başkanlar Kurulu da benzer bir bildiri yayınladı.

YARGITAY VE DANIŞTAY BİLDİRİLERİ

Yargıtay Başkanlar Kurulu Bildirisi özetle şöyle;

- Bir yıla yakın süreçte ve özellikle son zamanlarda, giderek artan bir biçimde, Yargı erkine yönelik ve hukuk devleti olma ilkesiyle bağdaşmayan sistemli saldırılar, anılan temel ilkeleri zedeler olmuştur.

- Gelişen dünyaya uyumda yetersiz kalan Anayasanın kimi hükümlerinin yenilenmesi konusunda oluşan genel kabulden yararlanılmak suretiyle bir siyasi görüşün istek ve direktifi doğrultusunda bütünü değiştiren bir taslak hazırlattırılarak, “en doğru ve en çağdaş Anayasa” tanımlamasıyla kamuoyuna sunulmuş, Anayasaların en geniş toplumsal mutabakatla, tartışma, uzlaşma ve sahiplenmelerle hazırlanması gerekeceği gözardı edilmiş, böylece ilk ciddi gerilim, beklenmedik bir zamanda ve hiç de gerekli olmayan yöntemle gündeme yerleştirilmiştir.

Taslağın, içeriği itibariyle “lâik cumhuriyet, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı” temel kavramlarıyla önemli ölçüde çelişmesi, haklı tepkilere zemin hazırlamış, o evrede Yargıtay Başkanlar Kurulu, 28.09.2007 günlü bildirisiyle;

1- Yürürlükteki Anayasanın özünü ve lâik Cumhuriyetin dayanağını oluşturan ve metne dahil olduğu 176. maddede ifade edilen “Başlangıç” bölümünün sözünde ve özünde kısaltma yapılarak etkisiz hale getirilmesinin kabul edilemeyeceği,

2- Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleri korunur gibi görünse bile başka maddelerde yapılacak değişikliklerle Cumhuriyetin temel ilkelerinin zaafa uğratılmasının benimsenemeyeceği,

3- Cumhuriyetin vazgeçilmez temel dayanağını oluşturan ve Yüksek Mahkeme kararları ile çerçevesi isabetle çizilmiş olan lâiklik ilkesinin doğrudan veya dolaylı yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilemez olduğu,

4- Tarafsızlığı tartışma konusu olamayacak, bağımsızlığı ise bir türlü sağlanmak istenmeyen Yargı erki’ni, Yasama ve Yürütmenin denetim ve hakimiyetine daha ziyade çekme niyetini açığa çıkartan önerilerin asla uygun bulunamayacağı,

Açıklanan vazgeçilmez ilkeler doğrultusunda ve bu sorumluluk duygusu ile gelişmelerin takipçisi olunacağı”

Yönündeki karşı duruşunu Ulusuna duyurmak zaruretini hissetmişti.

- Toplumun yoğun ve isabetli refleksi, anılan taslağın yasalaştırılması girişiminde duraksama yaratmış; ancak, Anayasanın 10. ve 42. maddeleriyle ilgili değişiklik, engellenemeyen bir hızla yasalaştırılmıştır.

- Tüm gelişmeleri izleyip değerlendiren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasanın ve yasaların kendisine yüklediği sorumluluğun gereği ve tezahürü olarak, yasal yöntemle topladığı kanıtlara dayanmak suretiyle bir siyasi parti hakkında iddianame düzenleyerek Anayasa Mahkemesi nezdinde yargılama ve müeyyide talebinde bulunmuş, ne var ki talebin muhatapları ve onların yandaşları, iddianamenin kurumsal olduğu gerçeğini gözardı ederek, akla, mantığa ve hukuka aykırı tavır, söylem ve yazılarla ve hatta çoğu suç teşkil eden davranışlarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı, toplumun tepki ve husumetine muhatap kılmaya yönelmişlerdir.

Bu türden davranışların, kişisel tatmin duyguları ötesinde, yargılanan siyasi kuruluşa hukuken hiçbir yarar sağlamayacağı, yargılamanın sonucunu da etkileyemeyeceği gözetilmemiş, zaman zaman şiddetini kaybetse de bütünüyle sona erdirilmediği, belki de bilinçli tarzda sona erdirilmek istenmediği gözlenir olmuştur.

- Yargı huzurunda, kendini ve siyasi teşekkülünü hukuka uygunluk içinde savunmak, ithamların asılsızlığı inancına sahip olunuyorsa kendi karşı kanıtları ve gerekçeleriyle iddiaları çürütmek yerine, “dilediği her şeyi yapabilme yetkisini halktan aldığı” gibi şaşırtıcı bir inançla, Yargıyı ve mensuplarını halka şikayet ederek, hedef göstererek, hatta yabancı kişi ve kuruluşların yardım ve katkılarını sağlayarak, Türk yargısını etkileme niyet ve gayretine girmek suretiyle, açılan kapatma davasında lehe sonuç alma heves ve yöntemleri sıklıkla denenir olmuştur.

- Avrupa Birliği genişlemeden sorumlu Komiseri’ne “Yargı Reformu Strateji Taslağı” adıyla bir belge tevdi olunmuş, bu konuda Yargıtay’ca yapılan düzeyli ve hukuki uyarıya hiç de icaplı olmayan biçimde karşılık verilmiş, zamanlaması, biçimi ve içeriği itibariyle kabulü mümkün olmayan böylesi bir taslakla, yürütme erkinin nasıl bir yargı erki yaratmak istediği gün ışığına çıkarılmıştır.

Yargı erkinin geleceğini şekillendirecek böylesine ciddi bir taahhüdün, yargıda reformu geçmişten bu yana ısrarla savunan, tüm toplumca benimsenir nitelik ve nicelikte öneriler saptayan ve bu önerileri de Avrupa Birliği temsilcilerine kabul ettirerek geçmiş tavsiye kararlarına yansıttıran Yargıtay’a sunulmadan, görüş, düşünce ve deneyimlerinden yararlanmadan diğer Yüksek Mahkemelerin ve yargı erkinin sair üst organ ve kuruluşlarının ve mensuplarının görüş ve önerilerinden de yararlanma gereksinimi duymadan Avrupa Birliği yetkilisine verilmesinin Devlet sorumluluğuyla bağdaşmayacağı, hiçbir gerekçeye de sığınılarak açıklanamayacağı ortadadır.

Kaldı ki, yayımlanmış içeriği itibarıyla reform gibi gösterilen ve gerçekleştirileceği Devletçe taahhüt edilen birçok önerinin, yargı bağımsızlığı adına asla kabul görmeyeceği, yoğunluğunun Avrupa Birliği’nin önceki istişare ve ilerleme raporlarıyla ve keza kabul görmüş uluslararası yargı bağımsızlığı kavramlarıyla büyük ölçüde çeliştiği gözlemlenmiştir.

Bu bağlamda;

Avrupa Birliği ilerleme raporlarında, Yargıtay’ın da görüşlerine uygun olarak yer alan;

1) Türk yargı erkinin bağımsızlığını zedeler düzeyde, yürütme erki kaynaklı müdahalelerin giderilmesi gereğine ilişkin tavsiyelerin dışlandığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumunda Bakan ve Müsteşarın yer alışının, “milli hakimiyet ilkesine yönelik önemli bir adım” olduğu gerekçesiyle savunulup korunduğu, bununla da kalınmayarak, geçmişte sakıncaları görülerek uygulanmasından vazgeçildiği gözetilmeden, “yargının yasama organına karşı sorumluluğunu temin” adı altında Yasamanın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na üye seçmesinin gerekliliği ve bu doğrultuda düzenlemeler yapılacağının ifade edildiği, böylece Yasama erkindeki etkinliğini kullanarak, yargıç ve Cumhuriyet savcıları üzerinde Yürütme Erkinin baskı ve denetiminin geliştirilmek istendiği,

2) Yargı mensuplarının yürütme erki güdümünde bir sivil örgütlenme oluşturabilmelerinin öngörüldüğü, bağımsız ve özgür bir kuruluşa izin verilemeyeceği görüşünün öne çıkarıldığı,

3) Tüm olumsuz koşullara karşın, yargı işlev ve yetkisini özveriyle yürüten yargıç ve Cumhuriyet savcılarının, her türden engele rağmen ulaştıkları başarı düzeyini takdirle değerlendirmek, özlenen yargı hizmetinin sunulamamasının nedenlerini isabetle saptamak ve diğer erklerin sorumluluğu kapsamındaki eksikleri gidermek yerine, karşılaşılan olumsuzlukların yegane sorumlusu yargı mensuplarıymış gibi bir önyargıyla etik değerlere atıfta bulunulduğu, “yargıya güvenin tartışılması” başlığı altında “…asıl sorumluluk öncelikle yargının kendisine düşmektedir”…  “bu çerçevede hakimlik makamına, bütün kişi ve kuruluşların yanı sıra ve bunlardan da önce olmak üzere bu makamı temsil eden kişilerin saygı göstermesi ve bu makamda bulunmanın onurunu hissedip bu onura uygun tavır ve davranışlar içerisinde bulunmaları vazgeçilmez bir sorumluluktur.” sözleri seçilerek, hiç de yerinde olmayan ifadelerle, ulusal yargının ve mensuplarının yabancılara şikayet edilebildiği esefle gözlemlenmiştir.

Bu düşünce, niyet ve tasarrufların, yargı erki adına ve Adli Yargının en üst kurumu olan Yargıtay tarafından asla kabul edilemeyeceği, “bağımsız yargı hedefiyle” bağdaştırılamayacağı, dahil olmayı amaçladığımız Avrupa Birliği müktesebatıyla da uyum sağlamayacağı açıktır.

Sorgulamak gerekmektedir ki;

Tüm bu gelişmeler, ısrarlı bir biçimde ve sistemli olarak yargı erkinin bağımsızlığının hazmedilemediğini, tarafsızlığı sağlama adı ve aldatmasıyla yürütmeye yandaş, onu koruyup kollayan ve onun tarafından denetlenen bir yargının oluşturulmasının amaçlandığını belgelemeye yetmektedir.

Danıştay Başkanlar Kurulu Bildirisi özetle şöyle:

Öncelikle belirtmek isteriz ki, yargıyı doğrudan ilgilendiren konularda, yargı organlarının görüşlerini kamuoyu ile paylaşmalarının siyasi bir niteliği bulunmamaktadır.

Yargıyı ve yargılama sürecini ilgilendiren konulardaki Anayasal ve yasal değişiklik çalışmaları hakkında yüksek yargı organlarının açıklama yapmaları, Yasama Organının faaliyet alanına müdahale olarak görülmemeli; varlık nedenleri arasında, gücünü aldığı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 1 ila 3’üncü maddelerinde öngörülen ve 4’üncü maddesine göre değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan Cumhuriyetin temel ilkelerini de koruma görevi bulunan yargı organının işlevinin bir parçası olduğundan kuşku duyulmamalıdır.

Öte yandan; yargının demokratik meşruiyetinin tartışmaya açılmış olmasını kaygı ile izliyoruz. Anayasanın 6’ncı maddesine göre egemenlik yetkisi kayıtsız şartsız millete ait olup; Türk Milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanmaktadır. Hiçbir kimse veya organ, Anayasadan kaynaklanmayan Devlet yetkisini kullanamaz. Anayasanın bu hükmüne bağlı olarak da yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılmaktadır. Görüldüğü üzere; Yasama ve Yürütme organları nasıl yetkilerini halk oylaması ile kabul edilen 1982 Anayasası’ndan alıyorlar ise; Yargı da, Türk Milleti adına kullandığı yetkisini aynı Anayasadan almaktadır.

Ayrıca, 10 Mayıs 2008 tarihli Danıştay’ın kuruluş yıldönümü, Danıştay ve İdari Yargı Günü nedeniyle Danıştay Başkanı tarafından yapılan açış konuşmasında da ifade edildiği üzere, yargıya intikal eden konularda, uluslar arası çevrelerin de katılımıyla yargı organlarını yönlendirme ve etki altına alma girişimlerini doğru bulmuyor ve bu konudaki müdahalelere öncelikle Hükümetin karşı çıkması gerektiğini düşünüyoruz.

Yargıtay Başkanlar Kurulu kararında da sözü edilen Yargı Reformu Strateji Taslağının anayasal kurumlar olan Türk yargı organları yerine, Avrupa Birliği temsilcileri ile paylaşılmış olmasını, bağımsızlık ilkesi ile bağdaşır bulmuyoruz.

YARGITAY VE DANIŞTAY BİLDİRİLERİNİN ANALİZİ

Yargıtay ve Danıştay bildirilerinde; yargı bağımsızlığının hazmedilemediği, yargı mensuplarının hedef gösterildiği, türban / başörtüsü ile ilgili düzenlemelerin eleştiri ve mutabakat oluşmamasına rağmen engellenmeyen bir hızla yasalaştığı; yargı ve mensuplarının yabancılara şikayet edildiği, hazırlanan düzenlemelerin önce onlara gösterildiği iddia olunurken; hazırlanan Anayasa taslağına karşı çıkılmakta; kapatma davası açan Yargıtay Başsavcısına ve iddianamesine sahip çıkılmaktadır.

Öncelikle Yargıtay Başkanlar Kurulu ile Danıştay Başkanlar Kurulu’nun böyle bildiriler yayınlamaya hakları / yetkileri var mı?.. Bu sorunun mutlaka cevaplanması gerekir.

Anayasa’nın Başlangıç Bölümünde;

“Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;

Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;”

Açıkça vurgulanmıştır.

Anayasanın 6. maddesine göre;

Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”

Anayasanın 7. maddesine göre;

“Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”

Anayasanın 8. maddesine göre;

“Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.”

Anayasanın 9. maddesine göre;

Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”

Anayasanın 9. maddesine göre;

“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”

Görüldüğü üzere; Yargıtay Başkanlar Kurulu ve Danıştay Başkanlar Kurulu, kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal ederek, yasama ve yürütme organlarının görev alanına müdahale etmişlerdir. Yargıtay Başkanlar Kurulu ile Danıştay Başkanlar Kurulu’nun böyle bildiriler yayınlamaya hakkı ve yetkisi yoktur.

Diğer yandan;

2797 sayılı Yargıtay Kanunu’na göre; Yargıtay Başkanlar Kurulu, hukuk daireleri ile ceza dairelerinin iş bölümü ile ilgili kararlar alır (9, 14. md).

2575 sayılı Danıştay Kanunu’na göre; Danıştay Başkanlar Kurulu (ki kanundaki adı Danıştay Başkanlık Kurulu’dur), dairelerin görev alanları ve çalışmaları ile ilgili kararlar alır (14, 19. md).

Görüldüğü üzere; Yargıtay Başkanlar Kurulu ve Danıştay Başkanlar Kurulu görev alanları ile ilgili olmayan kararlar alarak, “bildiri” adıyla yayınlamışlardır. 

Yargıtay Başkanlar Kurulu Bildirisi ve Danıştay Başkanlar Kurulu Bildirisi; muhtıra niteliğindedir. Her iki bildiri ile sivil alana müdahale edilmektedir; siyasal ve ideolojik açıklamalardır. Bu bildirilerle, toplum katmanları arasında ayrım yapılmakta, kutuplaşmalara sebep olunmaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre; “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılamak” (216. md) suçtur.

Anayasanın 138. maddesine göre;

“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

Anayasanın 140. maddesine göre;

“Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler.”

Buna göre; Her iki yüksek mahkeme de, Anayasa Mahkemesi’nde devam eden “türban / başörtüsü davası ile kapatma davası”nda taraf olmuşlar, Anayasa Mahkemesi’ne tavsiye ve telkinde, dayatma da bulunmuşlardır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre “yargı görevlilerini etkilemek” (277. md), “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” (288. md) suçtur.

Yukarıda görüldüğü gibi; Yargıtay Başkanlar Kurulu ve Danıştay Başkanlar Kurulu başkan ve üyeleri; suç işlemişlerdir.

Peki Yargıtay Başkanlar Kurulu ve Danıştay Başkanlar Kurulu başkan ve üyeleri yargılanabilirler mi?..

Yargıtay Kanunu’nun 18. maddesine göre;

Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu’nun görevlerinden birisi de; “Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri daire başkanları ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekilinin hakimlik vakar ve onuruna ve kişisel haysiyetlerine dokunan veya görev gereklerine uygun düşmeyen davranışlarından, kişisel ve görevle ilgili suçlardan dolayı ön veya ilk soruşturma yapmak ve bu soruşturmanın, bir daire başkanı veya üye tarafından yapılması gerektiği takdirde, hakkında soruşturma yapılacak olandan kıdemli olması koşulu ile bu görevliyi belli etmek, bu mümkün olmadığı takdirde eşit kıdemli, o da yok ise en yakın kıdemli başkan veya üyeyi görevlendirmek” vardır.

Yargıtay üyelerinin sicil dosyaları Yargıtay’da tutulmakta ve korunmaktadır (Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu’nun 6.2.1992 gün ve 6 sayılı Kararı)

Danıştay Kanunu’nun 76. maddesine göre;

“1. Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işlemiş bulundukları suçlardan dolayı, Danıştay Başkanının seçeceği bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından ilk soruşturma yapılır.

2. Danıştay Başkanı hakkında soruşturma, kendisinin katılmayacağı Başkanlık Kurulunca seçilecek bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından yürütülür.

3. Kurul, soruşturma sonunda düzenleyeceği fezlekeyi ve buna ilişkin evrakı Danıştay Başkanına, soruşturma Danıştay Başkanı hakkında ise fezlekeyi ve evrakı başkanvekiline verir. Bu husustaki dosya Danıştay Başkanı veya vekili tarafından gerekli karar verilmek üzere İdari İşler Kurulu Başkanlığına tevdi edilir. Bu kurulun vereceği kararlar sanığa ve varsa şikayetçiye tebliğ olunur.

4. Yargılamanın men'i kararı kendiliğinden ve son soruşturmanın açılmasına dair kararlar itiraz üzerine İdari İşler Kurulu Başkan ve üyelerinin katılmayacağı Danıştay Genel Kurulunda incelenir.

5. Danıştay Genel Kurulunun bu toplantılarında yeter sayı en az otuzbirdir. Toplantıda hazır bulunanlar çift sayıda ise en kıdemsiz üye toplantıya katılmaz.”

Danıştay Kanununun 82. maddesine göre;

1. Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin şahsi suçlarının takibinde Yargıtay Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı ve üyelerinin şahsi suçlarının takibi ile ilgili hükümler uygulanır.

2. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu gereğince, Danıştay Başkanı, başkanvekilleri, Danıştay Başsavcısı ve daire başkanları ile üyeler hakkında kovuşturma yapılması Başkanlık Kurulunun iznine tabidir.”

Görüldüğü üzere; Yargıtay ve Danıştay üyelerinin, “şahsi suç dahi olsa” yargılanabilmeleri pek mümkün değil. Daha doğrusu kendilerine “affedersiniz, Sizi yargılayabilir miyiz?” diye sormak gerekiyor. Ya da “kadıyı yine kendisine şikayet etmek” gerekiyor. Yani Yargıtay ve Danıştay üyelerinin “suç işleme ayrıcalıkları” var.

2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerine,

2797 sayılı Yargıtay Kanunu, Yargıtay başkan ve üyelerine,
2575 sayılı Danıştay Kanunu, Danıştay başkan ve üyelerine,

2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu da, “yüksek mahkeme üyesi olmayan” hakim ve savcılara (örneğin (Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’ya vb) uygulanır… 

SONUÇ

Yargıtay Başkanlar Kurulu ve Danıştay Başkanlar Kurulu bildirilerine karşı; (suçlu gibi) savunmaya geçerek; “Vallahi, billahi, Yüce yargıya saygılıyız. Yargı bağımsızlığını zedelemiyoruz; yargı mensuplarını hedef göstermiyoruz. Başörtüsü / türban konusunda toplumsal mutabakat oluştu, 411 milletvekili ile Anayasa değişikliğini gerçekleştirdik. Yargı ve mensuplarını yabancılara şikayet etmiyoruz” demenin hiçbir anlamı yok. Aynı şekilde; “Yargı siyasallaşmıştır, tarafsızlığını yitirmiştir, taraf olmuştur” demekte malumun ilanıdır.

Yargıtay Başkanlar Kurulu ve Danıştay Başkanlar Kurulu’nun tarafsızlıklarını yitirdiklerini, yargının siyasallaştığını yeni mi öğreniyorsunuz?...

Yargıtay 28 Eylül 2007’de, Danıştay 10 Mayıs 2008’de (ve  yıllardan beri) bildiriler yayınlarken nerelerdeydiniz?...

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin yargılanabilmeleri önündeki yasal engeller kaldırılmadığı sürece; bir yargı reformundan söz edilemeyeceği gibi, yargının tarafsızlığı, bağımsızlığı ve adil olup olmadığı hep tartışma konusu olmaya devam edecektir. Anayasayı değiştirecek çoğunlukla 6 yıldır hükümet koltuğunda oturanlar; bütün bunları ya bilmiyorlar, ya da bildikleri halde hakim – savcı maaşlarına zam yaparak “yargı ile problem yaşamadan geçineceklerini” zannediyorlar…

Sözün özü; Ben Yargıtay’a, Danıştay’a kızdığımdan fazla Anayasayı değiştirecek çoğunlukla 6 yıldır hükümet koltuğunda oturanlara kızıyorum. Büyük tarihi fırsat yakalandı ancak heba edildi.

Siz de / Biz de, bu ense oldukça daha çok tokat yeriz….

Dr. Sami GÖREN (Hukukçu)
[email protected]

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum