1. YAZARLAR

  2. Hüseyin Akın

  3. Yoksulluk ve yoksunluk...
Hüseyin Akın

Hüseyin Akın

Yazarın Tüm Yazıları >

Yoksulluk ve yoksunluk...

25 Mayıs 2009 Pazartesi 19:12A+A-

Gazeteler yoksulluktan bahsetmez, yoksulları manşete çekmez. Bu bir saklama olduğu kadar, dolayı anlamda bir saklanmadır da. Zengin kişi, yoksulun ortalıkta görünmeyen yüzünde kendini saklar. Onun için lüks semtlerin etekleri altında kaybolur varoşlar. İdeolojilerin dayanağı, sosyolojinin argümanı olur yoksulluk.

İzlerini sadece bedenimizde ve çevremizde değil, ruhumuzun derinliklerinde hissettiğimizdir. Kimi zaman doyumsuzluk şeklinde çıkar karşımıza, fakirliğin maskesini takınır. Ama her seferinde ele verir kendisini. Çünkü gerçek yoksulu gerçek olmayandan ayıran taraf, nasibine rıza gösterip eşyanın peşinde çılgınca koşmamasıdır.

Hakiki yoksul, sahip olmasa da, 'olmanın' direnç ve sevinciyle başı dik gezebilendir. Yoksulluğun tebcil edilebilir bir tarafı olduğu söylenemese bile, bir arınma vesilesi olabileceği göz ardı edilemez. Yoksulluk, tüketime dayalı bir yoksunluğun boyunduruğuna girmez. Materyalizmin en basit tanımı, yaratıcının olmadığı bir dünyada her şeyin maddeden neşet ettiği yanılgısıdır. En geniş ve gelişmiş anlamıyla ise materyalizm, bir tür madde bağımlılığıdır. Ötelere inanmış bir adam, insanın bu dünyaya yoksul gelip yoksul gittiğini ve ölümün mutlak yoksulluğa işaret ettiğini bilir. Tahakküm edici bir varsıllığı, daha gelmeden kapısından kovar.

Yoksulların sahip olmadıkları şeylere rağmen varlıklarını sürdürmeleri, zenginliğine zenginlik katma yarışında olanları ele verip kendileriyle yüzleşmeye davet eder. Ne minicik bedenleriyle hayatı göğüslemeye çalışan ırgat ve işçi çocuklar, ne sabah kahvaltılarında eli doyasıya zeytine peynire gitmemiş aileler, ne de pazar artıklarıyla çoluk çocuğunu beslemeye çalışan anne gündemlerinde ve görüntülerinde yoktur.

Muhafazakârlık da dindarlık da kimilerine göre, dokunulmaz olan bireysel kazancın ötesinde cebe dokunmayan bir aidiyettir. Hal böyle olunca, fakirin 'işte halim' dercesine ortalıkta dolaşması birileri için sinir bozucu olabiliyor. İyisi mi o konuya hiç girmemek ve fakr-u zaruret üzre hiç konuşmamak. Ne de olsa varsıllığın sefasını sürenler için keyif bozucu bir tarafı var bunun. Ara sıra televizyonların haber bültenlerinde kimsenin yarasına merhem olmayacak tarzda 'gayr-i safi milli hasıla' ya da 'dört kişilik bir ailenin bir aylık mutfak masrafı'ndan ve 'açlık sınırından' bahsedilip geçilsin yeter. Yani, 'Memlekette ne fakirler varmış da haberimiz yokmuş, biz yine halimize şükredelim' türünden bireysel teselli mekanizmasına işlerlik kazandırmaya yönelik bir fasıldan öteye geçmeyen şeyler.

Yoksulun ve yoksulluğun gerçek yüzü her zaman uzaklardadır. Onurlu duruşu, onu bizim sokağımızdan, mahallemizden çok uzaklara taşır. Ne firaridir, ne de sürgün. Kimseye sürünmemek için tenezzülsüz kıyısında durur hayatın. Evini uzaklarda kurar. Her hali vakti yerinde olandan az çok alacaklıdır. Ama hiç birinin kapısına dayanmaz. Protokollerde yer almaz. Sükûta yaslıdır, kelimeleri yoktur. Hak sahibi olsa da, onu hiçbir yerde aramaz. Fırsatlardan imkânlardan habersizdir, tezgâhlara yetişemez çünkü eli uzunlardan değildir. Yine de onu arayan, fakir dostu bir yazarın satırlarında kolaylıkla bulabilir. (Mustafa Kutlu: Yoksulluk Kitabı ve bütün hikâyeleri) Çünkü herkesin üzerinden atlayıp zıplayarak geçtiği insanların ve mekânlar üzerinde bir elif miktarı durabilen kaç kişi kaldı şunun şurası.

İşte benim deminden beri uzatıp durduğum, ama Mustafa Kutlu'nun bir çırpıda söyleyiverdiği gerçek: "Evet, kapitalizmin çarkı dönüyor. Yoksulların, güçsüzlerin, açların, çağdaş kölelerin terinden, kanından beslenerek semiriyor. Dünyaya hâkim olan azınlık, hayatımızı-zamanımızı çalıyor." (Mustafa Kutlu, Yoksulluk Kitabı)

MİLLİ GAZETE

YAZIYA YORUM KAT