1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Yeni Bir Emperyalizm Projesi: Çin
Yeni Bir Emperyalizm Projesi: Çin

Yeni Bir Emperyalizm Projesi: Çin

Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında küresel ölçekte uygulamaya başladığı projeler siyasi sonuçlar üretmeye başladı.

09 Kasım 2018 Cuma 21:22A+A-

KADİR TEMİZ/HAMZA UÇAR - Anadolu Ajansı

Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) ile birlikte ortaya koyduğu projeler, siyasi sonuçlar üretmeye başladı. En önemli sorunlardan biri, ilgili ülkelerin gittikçe artan bir şekilde Çin’e bağımlı hale gelmeleri. Bağımlılık doğal bir süreç mi yoksa büyük devletler belirli bir strateji çerçevesinde kendilerine bağımlı devletler oluşturabilir mi? Çin’in artan etkinliği yeni bir tür emperyalizm mi ortaya çıkarıyor? Bu soruların cevaplarını kısa bir değerlendirmede vermek zor. Ancak meseleyi Çin açısından değerlendirdiğimizde bu soruları geleneksel Batılı anlamlarının dışında yorumlamak gerekiyor. Zira mevcut kavram ve teorik yaklaşımların Çin’in dış politika davranışlarını açıklamakta zorluk çektiği aşikâr.

Son aylarda KYG hattındaki birçok ülkenin yanı sıra Çin’in çok güçlü ilişkiler geliştirdiği Brezilya’da bile Çin karşıtı söylemler yükselmeye başladı. Peki, bu gelişmelerin arkasında yatan asıl sebep nedir? ABD-Çin arasındaki ticaret savaşının tetiklediği bir sonuç mu? Yoksa Çin’in uluslararası etkinliğinin artmasının kaçınılmaz ve doğal bir sonucu mu? Aslında uzun süredir uluslararası ilişkiler uzmanları Çin’in yükselişinin doğal sonuçları arasında diğer ülkelerin endişeleri ve çekincelerini de tartışıyordu. Bu çekinceler tam olarak anlaşılmadığı için sorunlar da büyümeye başladı. Şu aşamadaki en kritik soru Çin’in bu yeni süreci nasıl yöneteceği sorusudur. Bu sorunun cevabı büyük ölçüde Çin’in dünya düzeni anlayışının ve bu düzen içinde kurduğu ilişkilerin nicelik ve niteliğinin anlaşılmasında yatıyor.

Bilindiği üzere içinde yaşadığımız mevcut uluslararası düzenin teorik, kavramsal ve kurumsal boyutları çok büyük ölçüde 1648 yılında Vestfalya’da kurulan egemen ulus-devlet düzenine dayanır. 17. yüzyıldan bu yana modern ulus-devlet yapısının, modern diplomasinin ve modern uluslararası kurumların inşa edilmesi sürecine şahit olduk. Büyük ölçüde Avrupa ve Amerika kıtalarındaki siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmelerin etkilediği ve dönüştürdüğü bu düzen belki de ilk defa Batı dışında gerçekleşen siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmelerin meydan okuması ile karşı karşıya.

"Borç diplomasisi"

Bu meydan okuma birkaç on yıldır uluslararası ilişkiler uzmanlarının gündeminde olmasına rağmen hala “Çin tehdidi (yani mevcut düzeni değiştirecek olan Çin)” veya “Çin’in entegrasyonu (yani Çin zaten mevcut düzenin bir parçası)” söylemlerinin dışına çıkılabilmiş değil. Bu hatalı yaklaşımlar (Batı-merkezli yanılsama) Çin’in dış politika hamlelerini anlamayı da karmaşıklaştıran bir durum oluşturuyor. Bunun en son örneklerinden biri de Kuşak ve Yol Girişimi’nin ortaya çıkardığı sorunlar ve bu sorunların nasıl yönetileceği meselesi.

KYG 21. yüzyılın küreselleşmesine katkıda bulunacak girişimlerden biri olarak dikkat çekiyor. Bu girişim çerçevesinde Çin, 60’tan fazla ülkeye yatırımlar gerçekleştirdi. Çin hükümeti tarafından yapılan yatırımların birkaç boyutu var. Belki de en önemlileri doğrudan altyapı yatırımları ve bu yatırımların finansal desteği. Çin KYG’nin hem kara hem de deniz hattında önemli ve stratejik gördüğü noktalara altyapı yatırımları yaparken aynı zamanda bu yatırımların finansal ihtiyaçlarını da cömertçe ama kendi şartları çerçevesinde sağlıyor.

Son zamanlarda Çin’in KYG hattındaki ülkelere yaptığı yatırımlar ve bu yatırımların fiziksel ve finansal anlamda sürdürülebilirliği sorgulanmaya başlandı. Normal koşullarda uluslararası derecelendirme kuruluşlarının, uluslararası finansal kurumların ve uluslararası yatırım bankalarının ülkelerin borçlanma değerleri ve ödeyebilecekleri borç miktarlarına göre hazırladıkları rapor ve değerlendirmelerin ülkelerin sermaye giriş ve çıkışlarını önemli ölçüde belirlemesi gerekir. Ülkenin bir sene içerisinde ürettiği katma değerin üstünde borçlanması, o ülkeyi bir başka borçlanma ile bir kısır döngüye sokabilir ki literatürde çok genel anlamda buna “borç tuzağı” denir.

Çin’in özellikle denizaşırı yatırımlarının birçoğunda mevcut uluslararası teamüllerin dışında tamamen kendine özgü (Çin tarzı) bir yöntem geliştirdiğini biliyoruz. Mesela Afrika kıtasındaki yatırımlarda muhatap ülkeye karşılıklı ekonomik fayda dışında herhangi bir koşul dayatmaması Çin’in en önemli farklılığıydı. Ancak bu ne kadar sürdürülebilir bir strateji? Ekonomik ilişkiler siyasi, sosyal ve kültürel gelişmelerden bağımsız mıdır? Aşağıda işaret edilecek örneklerin de gösterdiği gibi bu sürdürülebilir bir strateji değil. Daha doğrusu her ekonomik ilişki bir şekilde siyasi, sosyal ve kültürel sonuçlar üretiyor.

Kuşak ve Yol Girişimi’nin ilk siyasi ve ekonomik sonuçları

2017 yılında Sri Lanka ve Çin ilişkileri yukarıda bahsedilen yeni yatırım diplomasisinde önemli bir örneklik teşkil etti. Çin’in Sri Lanka hükümetine çeşitli dönemlerde ve kısmen kamuoyundan gizlenen anlaşmalarla verdiği kredinin geri ödenmesinde yaşanan sorunlar sonucunda, Hambantota limanının kullanım hakları China Merchant Grup’a 99 yıllığına verildi.

Malezya’da Mahathir Muhammed’in de desteklediği ittifakın seçimleri kazanmasının ardından Çin ile ekonomik ilişkileri gözden geçireceğini açıklaması özellikle Çin tarafında ciddi endişelere yol açmıştı. Mayıs ayında göreve başladığı andan itibaren, Mahathir Muhammed, biri 20 milyar dolarlık demir yolu projesi ve diğeri 2.3 milyar dolarlık doğalgaz boru hattı projesinden oluşan iki büyük Çin projesini iptal etti. Mahathir Muhammed’in projeler konusundaki en önemli şüphesi ise ülkesinin bu borcu ödeyip ödeyemeyeceği konusuydu. Washington Post’un 20 Ağustos 2018 tarihli haberine göre bu konuda verdiği demeçte Mahathir Muhammed, “Çin elbette ekonomik bakımdan iflas etmiş bir Malezya görmek istemeyecektir.” ifadelerini kullanmıştır.

KYG’nin en gözde ülkesi olan ve Çin - Pakistan Ekonomik Koridoru gibi devasa bir proje ile milyar dolarlık yatırımların halen aktif bir şekilde devam ettiği Pakistan’da da seçimler sonrasında Çin ile ilişkiler sorgulanmaya başlandı. Pakistan’da geciken ödemeler, İmran Han yönetimini telaşa sokmuş durumda. Her ne kadar Çin tarafı Pakistan’ın toplam borçları arasında Çin yatırımlarından kaynaklanan borçluluğun oldukça düşük olduğunu iddia etse de Pakistan hükümeti borçlarını ödeyebilmek için IMF’ye başvurdu bile. Belki de ilk defa Çin’in finanse ettiği büyük yatırımlar ve anlaşmalar, IMF gibi liberal uluslararası finansal düzeni temsil eden bir kurum tarafından denetlenebilir.

Maldivler’de de farklı bir durum söz konusu değil. Eylül ayında yapılan seçimler, güçlü politikacı Abdulla Yameen’i koltuğundan etmiş ve reformcu İbrahim Solih’i görev başına getirmişti. Solih, Çin ile önceden yapılan borçlanma anlaşmaları ve projelerin tekrar gözden geçirilerek Pekin ile ilişkilerin tekrardan düzenlenmesi gerektiğini savunuyor.

Ağustos ayında Çin’in ciddi yatırımlarının olduğu Kenya’da Nairobi-Mombasa arasında inşa edilen demir yolu projesi için yolsuzluk operasyonları ses getirmeye başladı. Operasyonlar çerçevesinde birçok yerel bürokrat suçlu bulunarak hapse mahkum edildi. Bu durumu diğer ülkelerde de görmek mümkün; örneğin Uganda ve Zambiya’da da derin şüpheler oluşmaya başladı. Zambiyalı stratejist Trevor Simumba, Çin’den alınan kredilere işaret ederek bu borçların artık ödenemeyecek seviyelere yükseldiğini, bu borçlanmalar konusunda şeffaflığın bulunmadığını iddia ediyor. Uganda’da da altyapı projeleri için Çin’den alınan borçların artık ödenemeyecek boyuta geldiği belirtiliyor.

Afrobarometre’nin gerçekleştirdiği anketin sonuçlarına göre, Afrika’da Çin algısı önemli ölçüde düşüş göstermekte. Bunun bir sebebi olarak Çin’in Afrika ülkelerine gerçekleştirdiği yatırımların ardından ülkelerin içişlerine müdahil olma, Çin’in doğrudan gerçekleştirdiği yatırımlarda ülkenin istihdamında yatırımın ölçeğine göre ciddi bir etki oluşturamama ve Çinli şirketlerde çalışan Afrikalı işçilerin maruz kaldıkları olaylar dikkat çekiyor. Ayrıca bu yılbaşında Çin’in resmi televizyon kanalında gerçekleştirilen bir piyesin içeriği de Afrikalı entelektüel camia tarafından ırkçılık ve ayrımcılık içerdiği gerekçesi ile tartışılmıştı.

Sadece Asya ve Afrika kıtalarından değil, Amerika kıtasında yatırım yapılan ülkelerden Brezilya’da da yakın zamanda itirazlar yükselmeye başladı. Seçimlerde aşırı sağcı aday Jair Bolsonaro, Çin karşıtı söylemleri ile girdiği başkanlık seçimlerinin ikinci turunda devlet başkanlığına seçildi. Bolsorano’nun göreve başlar başlamaz Çin ile ilişkileri tekrar gözden geçireceği öngörülüyor. Her ne kadar Brezilya’nın Trump’ı olarak görülse de BRICS’in kurucu üyesi olan bir ülkenin Çin yatırımlarına karşı aldığı tavır, KYG’nin önemli ölçüde sorgulandığının net bir göstergesi.

Sorunların yönetimi mümkün mü?

Yukarıda bahsedilen örneklerin hemen hepsinin birkaç ortak noktası var. Bu ortak noktalar hem Çin’in uluslararası düzen anlayışını hem de Çin dışındaki aktörlerin bu düzene verdiği tepkileri de anlamlı bir çerçeveye oturtuyor.

Bu ortak noktalardan en önemlisi Çin’in neredeyse bütün ilişkilerinin ikili anlaşmalara ve dolayısıyla mevcut hükümetlerin kısa vadeli çıkarlarına dayanması. Bu tür bir ilişkide devletler arasındaki güven dışında muhtemel anlaşmazlıkları önleyecek çoklu mekanizmalar ya da kurumsal bir mekanizma yok. Bu kurumsal eksiklik aslında hukuki bir yaptırım ya da arabuluculuk süreçlerini de ortadan kaldırıyor. Pakistan’ın IMF’den yardım talebinde açıkça görüldüğü üzere ülkeler herhangi bir kriz veya anlaşmazlık durumunda eski alışkanlıklarına ya da öğrenilmiş koruma mekanizmalarına geri dönüyor.

İkinci ortak nokta ise karşılıklı ilişkilerin bir ittifak ilişkisine dayanmaması. Çin’in uluslararası düzen anlayışı kalıcı ittifaklar oluşturmak yerine geçici ve çıkarların belirli bir süre devamlılığına dayanan bir ortaklık ilişkisine dayanır. Bu ortaklık ilelebet sürmek zorunda değildir. Çıkarlar farklılaştığında herkes kendi yoluna dönebilir. Sri Lanka ve Malezya gibi örneklerin gösterdiği gibi ülkeler kriz dönemlerinde kendilerine daha yakın hissettikleri güvenilir müttefiklerine geri dönebiliyor.

Üçüncü ortak nokta ise dünyada yükselen korumacılık/yeni merkantilizm veya yeni milliyetçi söylemlerin Çin’in işbirliğine ve karşılıklı ekonomik ilişkilere dayanan korumacılık karşıtı ilişki biçimleri ile uyuşmamasıdır. Brezilya, Endonezya ve Afrika ülkelerinin birçoğunda bazen muhalefet bazı durumlarda yeni seçilen hükümetler, Çin karşıtı bir siyasi söylem üreterek yeni bir meşruiyet aracı oluşturuyor. Çin ise henüz bu yükselen trende yeni bir cevap veya strateji üretebilmiş değil.

Çin'in uluslararası ilişkiler biçimi sürdürülebilir değil

Yukarıdaki örnekler ve ortak noktalar üzerinden yapılan değerlendirmeler ne tam olarak bir dış bağımlılığın ne de yeni bir emperyalizm türünün ortaya çıktığını gösteriyor. Ortaya çıkan en önemli sonuç hem Çin’in dünyayı hem de dünyanın yeni Çin’i anlama biçimlerinin zaman zaman farklılaşmasıdır. Çin’in yükselişi süreci kaçınılmaz olarak Çin’i, dünyada daha aktif ve etkin bir güç haline getirdi. Bu durum da ister istemez mevcut güç dengesini sarsacak ve belirsiz bir yöne doğru savuracak bir süreci tetikleyebilir. Dünyanın bu süreci suhulet içinde atlatmasının yolu karşılıklı anlayışı geliştirmekten geçiyor.

Çin hem içerideki sorunlara hem de yakın bölgesinde hissettiği güvenlik risklerine karşı ürettiği çözüm dolayısıyla dışa açılım politikalarını 40 yıldır sürdürüyor. Deng Şioping’in Soğuk Savaş şartlarında ve Çin’in çok güçsüz olduğu bir dönemde ortaya koyduğu açılım reformlarının 40 yıl sonra aynı stratejik hedef, söylem ve yöntemlerle sürdürülmesini beklemek sadece naif bir okuma değil anakronik olması bakımından da yanlış bir değerlendirme olacaktır. Ancak Şi Cinping sonrası Çin’in yukarıda bahsedilen örneklerde kurduğu ilişki biçimi ve dünya düzeni anlayışı da mevcut uluslararası düzen ve kurumlarla uyumlu bir şekilde sürdürülebilir değil. ABD-Çin arasındaki gerilimlerin birçoğu aslında bu farklılıklardan kaynaklanıyor.

Açılım reformlarından 40 yıl sonra Çin’in elde ettiği kazanımlar ile Çinli siyasi ve ekonomik elitin karar alma süreçlerini etkileyen değişkenlerin daha geniş anlamda sorgulanması gerekiyor. Bu değişkenlerden biri Çinli liderlerin mevcut dünya düzenini nasıl okuduğu ve bu düzen içinde ortaya çıkan sorunlara nasıl cevap verdikleridir. İş birliği ve çatışma sadece iç siyasetin değil uluslararası siyasetin de başlangıç noktasıdır. Bundan sonraki süreçte büyük ihtimalle Çin’in tercihleri ve diğer aktörlerin bu tercihe karşı üreteceği cevaplar uluslararası siyasetin de alacağı yeni şekli belirleyecektir.

[İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Dr. Kadir Temiz Çin dış politikası, modern Çin tarihi, Çin-Türkiye ilişkileri ve Asya-Pasifik’te bölgesel güvenlik mekanizmaları konularında çalışmaktadır]

[Hamza Uçar Peking Üniversitesi Yenching Akademisi'nde akademik çalışmalarına devam etmektedir]

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum