1. HABERLER

  2. İSLAM DÜNYASI

  3. YEMEN

  4. Yemenli Çocukların Katili Kimdir?
Yemenli Çocukların Katili Kimdir?

Yemenli Çocukların Katili Kimdir?

​​​​​​​Yemen’deki kan, İran’ın ve Suudi Arabistan’ın ellerine müştereken bulaşan bir kandır. Ölenin hangi tarikattan ve mezhepten olduğu, kim tarafından öldürüldüğü hiç farketmez.

28 Ağustos 2018 Salı 10:16A+A-

Ömer Lekesiz, Yeni Şafak gazetesinde yazdığı makalede Yemen savaşı konusunda Müslümanların İran ve Suudi Arabistan saflarından birini tercih etme yanlışlığını yorumluyor:

Yirmi beş milyon nüfuslu Yemen’de, bu nüfusun yüzde otuzunu oluşturan Şiilerin İran’ın desteğiyle başlattıkları iktidar savaşı, sözüm ona, bakiye Sünni nufusun haklarını korumak isteyen Suudi Arabistan’ın da katılmasıyla, çocuk, kadın, ihtiyar ayrımı gözetmeksizin bir toplu kıyıma dönüşmüş olarak sürüyor.

Son günlerde, bu kıyımları taraftar toplamaya vesile etmek isteyen İran ve Suud yanlısı kimi dindaşlarımızın ilgili paylaşımlarını ibret ve hayretle izliyorum.

Bu savaş, İran’ın, Amerikan karşıtı savaşını sınırlarının dışında sürdürme politikasının tipik örneklerinden biri olduğu kadar, Suudi Arabistan’ın Amerikan’ın tetikçisi olma yönündeki seçiminin de tipik örneklerindendir.

Dolayısıyla, Yemen’deki kan, İran’ın ve Suudi Arabistan’ın ellerine müştereken bulaşan bir kandır. Ölenin hangi tarikattan (ki, Şiilik bir mezhep değil, tarikattır) ve mezhepten olduğu, kim tarafından öldürüldüğü hiç farketmez. Hele hele işlenen cinayetlerin tarikat / mezhep kaygılarıyla izah edilmesi asla ve asla makul görülemez.

Çünkü son tahlilde, Amerikan çıkarlarının korunmasına yönelik bir savaştır süren ve Amerikan karşıtı ya da Amerika’nın tetikçisi olarak bu savaşa müdahil olanların işledikleri her cinayet sadece Amerika’nın faydasınadır.

Bu nedenlerle, cinayetleri İran ile Suudi Arabistan’ın adlarına ayrı ayrı kaydederek, birini diğerine tercih etmek, bu yolla birini diğerinden daha iyi veya kötü göstermek tüm cinayetlere arka çıkmaktır; büyük şeytan Amerika’nın yaktığı ateşe malzeme taşımaktır.

Öte yandan, bizler (Türkistan ve Anadolu Müslümanları), Yemen’i Vahiy ile tanıdık; Mekke ve Medine nedeniyle; Peygamberimizin o beldeye duyduğu muhabbetle sevdik.

Mekke ve Medine’yi işgal edip, İngilizlerin vesayetinde kurdukları ulus (kabile / koloni) devletin adının önüne kendi aile adını yerleştiren Suudilerin, Arabistan tanımında neden oldukları anlam kirliliğine ve coğrafi belirsizleştirmeye bizler hiç tabi olmadık, olmamaya devam ediyoruz.

Milattan önce IV. Bin yılda, Kuzey Arabistan’da yaşanan kuraklık, kıtlık, taun... nedeniyle başlayan göçün, iki ayrı kol halinde birinin Bereketli Hilal’e, diğerinin Güney Arabistan’a yöneldiğini tarihi kayıtlardan biliyoruz.

Bereketli Hilal’e göç edenlerin torunlarından olan Hz. İbrahim’in, MÖ 1600’lerde, bugünkü adıyla el-Halil’de doğan oğlu Hz. İsmail’i Mekke toprağına (Orta Arabistan’a) getirmesi ve burada ikamete memur etmesiyle başlayan geri dönüşü takiben, şehirleşen Mekke’deki Arapların Adnânîler, aynı soydan gelen Güneydeki Arapların da Kahtânîler / Yemenliler olarak adlandırıldıklarını ise Siyer, Megâzî, Tabakat ve Ensab kitaplarından biliyoruz.

Dolayısıyla Yemen dediğimizde Arabistan, Arabistan dediğimizde de Yemen dediğimizin bilincindeyiz.

Mesudî’nin Murûc ez-Zeheb’indeki şu ilginç ayrıntıyı, söz konsu içiçeliğe küçük bir örnek olarak verebiliriz:

Hatem et-Taî’nin oğlu Adiy, Muaviye’ye, Hz. Ali’ye karşı insafsız davrandığını söylediğinde, Muaviye ona şöyle der: “Ama Osman’dan da geriye bir damla kan kaldı. O kanı ise ancak Yemen eşrafından birinin kanı temizlerdi.”

Ahmed b. Hanbel’in Ebu Hüreyre’den rivayet ettiği “iyi bilin ki; iman Yemen’e mensuptur. Hikmet, Yemen’e mensuptur. Ben, Rabbinizin nefesini Yemen tarafın­dan buluyorum.” mealindeki Hadis’e de yaslanarak, Emeviler’nin Haşimilere yönelik iktidar çatışmasından kaynaklanan nefretine, onlarla olası akrabalıkları yüzünden Yemenlilerin de dahil edildiğini söyleyebiliriz.

Yemenlilerin, Hz. Peygamberin sağlığında İslam ile tanışmaları, Yemenli ilk Müslümanlardan Ebû Mûsâ el-Eş‘arî ile iki ağabeyinin Medine’ye gelmek için bindikleri geminin kötü hava şartlarında Habeşistan’a sürüklenince, oraya hicret etmiş olan Ca‘fer b. Ebû Tâlib ve arkadaşlarıyla karşılaşıp bir süre orada misafir kalmaları, Hz. Muâz’ın Yukarı Yemen’e elçi, zekât memuru ve kadı olarak görevlendirildiğinde Hz. Peygamber ile aralarında geçen konuşmalar… her biri bir şeref tablosu olarak, Belkıs’ın kıssasıyla (Neml Suresi’ndeki ilgili ayetler), Kabetullah’a fillerle saldıran Ebrehe’nin akıbetiyle (Fil Suresi) beraber hafızamıza kayıtlıdır.

Şimdi, Müslüman olmanın İslam’ın diliyle konuşmayı gerektirişiyle birlikte bunları unutup, İran’ın tarikatçı, Suudi Arabistan’ın mezhepçi diliyle mi konuşacağız, Yemendeki cinayetleri? Üstelik, Yemen tarikatçı ve mezhepçi dilin öne çıkışından Amerikan’ın duyduğu sevinci de gözardı ederek!

Bize göre, Yemen’de katledilen Hz. Ebu Musa’nın, Hz. Ali’nin Hz. Muaz’ın, Veysel Karani’nin çocuklarıdır ve bu gerçektek her türlü tartışmanın dışındadır.

Dolayısıyla Yemen’i (Osmanlı devri dahil) zikredilen ve zikredilebilecek diğer hatıralarımızla hatırlayıp, aklımızı başımıza alarak düşünmez, değerlendirmez ve savunmazsak, Allah’ın gazabı, Büyük Şeytan Amerika’dan önce bize erişebilir. Yemen’deki cinayetleri hatsizce, seviyesizce, gayri müslim diliyle gündem edinenlere karşı “…içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk… etme Allahım” diyerek dua ettiğimizin ve ancak bunun Müslümanca bir vasat olduğunun bilinmesi gerekir.

Kitap Önerisi:

Mahmut Kelpetin, İslam Öncesi Güney ve Kuzey Arabistan, KURAMER Yayınları, İstanbul 2016

 

HABERE YORUM KAT