1. YAZARLAR

  2. Müslim Coşkun

  3. Yazmanın sorumluluğu üzerine
Müslim Coşkun

Müslim Coşkun

Yazarın Tüm Yazıları >

Yazmanın sorumluluğu üzerine

04 Ocak 2010 Pazartesi 19:22A+A-

Bugün binlerce kitap, onlarca dergi, gazete yazma eyleminin bir neticesi olarak ortadadır. Yazma işini gerçekleştirenle buna muhatap olan için ortak nokta nedir? Ya da böyle bir ortak nokta var mıdır? Yazarın kaleminden çıkan sözler, okuyucunun dünyasıyla ne kadar ilintilidir? Soruları uzatma mümkün. Okumak masum bir eylemdir. Çünkü tek kişilik harekettir ve sadece okuyanı ilgilendirir. Yazmak için aynı şeyi söyleyemeyiz. Yazmak hiç de masum sayılacak bir girişim değil. Yazmanın insanı baştan çıkaran, kışkırtan bir tarafı var. Yazmak, aynı zamanda insan egosunun ortaya çıkmasına yol açar. İş önünde sonunda gelip egoya dayanır. Egoyu öne alan yazar için önemli olan görünür olmaktır. Bu durum popüler olana kapı aralar. Bugün ismini duyduğumuzda kendimize çekidüzen verdiğimiz, saygı duruşuna geçtiğimiz isimler egoya değil de yaptıkları işe kıymet verdikleri için isimleri yazın dünyasında en üst sıralarda yer alıyor.

Bir yazar için en önemli şey, yazdıklarının okuyucunun dünyasında bir karşılık bulması ve ortak bir duygunun ortaya çıkmasıdır. Eğer okuyucu, okuduklarından dolayı eline kalemi alıp yazılanların altını çiziyorsa, yazarın doğru bir yolda olduğu söylenebilir. Bunun yanında, okuyucu okuduklarının üstünü kalın bir kalemle çiziyorsa, yazar için yolunda gitmeyen şeyler var demektir. Bu yüzden yazar, bir sorumluluk duygusuyla hareket etmeli, yaşadığı toplumun değer yargılarını iyi bilmeli ve bir ortalamayı tutturmalıdır. Her milletin kendine mahsus bir karakteri vardır. Yazar, bu karakterin özelliklerini iyi bilmek ve yazılarını bir yere yaslamak zorundadır. Bunlar olmazsa, yazar yaşadığı topluma yabancı kalır. Türk şiirinin zirve ismi İsmet Özel, Nobel Edebiyat Ödülü alan Orhan Pamuk için bir konuşmasında şöyle demişti: "Orhan Pamuk, Türkçe yazan bir dünya vatandaşıdır." Bu söz, yazarla yaşadığı toplum arsındaki bağı ortaya koyması bakımından oldukça çarpıcıdır ve manidardır.

Yazmak, insan için aynı zamanda bir terapidir. İnsan sözle söyleyemediğini yazıyla söylemiş olur. Bu, bir nevi yazarın kendisiyle konuşması, dertleşmesidir. Kendi dünyasında olup bitenleri, içinde kopan fırtınaları açığa çıkarır. Böylece yazdıklarıyla aynı iç sarsıntıyı yaşayanlarla arasına bir köprü kurar. Bu köprüyü kullananlar için hayat acımasızdır ama aynı zamanda da sahicidir.

Kıymetli bir dostumuz,  yazmak hakkında şöyle demişti: "Yazmak, faniliğin saldırısına karşı, bazı yetenekli insanların gösterdiği reflekstir. Refleks ne kadar güçlü olursa, refleks sahibi o kadar uzun yaşar." Bu kayda değer bir tespittir. Yazar, yazdıklarıyla ortaya bir şahsiyet koyar ve böylece okuyucuda ciddi bir karşılık bulur. Bu yazar için aynı zamanda bir ödüldür.

Yazmak, insanın içinde fırtınaların koptuğuna, bir derdinin olduğuna işarettir. Yazmayı bir meslek değil de bir mesele haline getirenler için bu böyledir. Kitapların sayfaları arasında kaybolup günlerce uykusuz kalmanın bir karşılığı olarak ortaya bir metin çıkıyorsa, bu, dünyada rahatı kaçmış, yolunda gitmeyen şeyleri kendine dert edinmiş insanın aynadaki donuk resmine bakması gibi bir şeydir. Bir yazarın çabası yazdığı ve yaşadığını aynı bütünün birer anlamlı birimi kılmak yönünde olmalıdır. Yani teoriyle pratiğin bir uyum göstermesi, yazarın yazdıklarının yaşadığıyla örtüşmesidir.  Yazmakla yaşamak arasında bir bütünlük sağlanmamışsa, ortada ciddi bir sıkıntı var demektir.

Günümüzde yazarın yazdıkları bir tüketim nesnesi haline gelmiştir. Bu durum toplumun algı dünyasıyla yakından alakalıdır. Bu da düşünme ve anlama alanındaki düzeyin gün geçtikçe düşmesine yol açıyor. İletişim araçlarının yaygınlaşması, internetin toplum hayatına hızlı bir giriş yapması, yazarın okuyucu karşısındaki ciddiyetini kundaklamıştır. Okuyucu, kitap, dergi, gazete okumanın zahmetli bir iş olduğunu, internetin basitliğine tav olarak göstermiştir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen yazar, okuyucuya olan saygısını muhafaza ederek mevzisini korumayı sürdürüyor.

J. P. Sartre, "yaşamalı mı, yazmalı mı" diye sormuştur. Günümüzde bu sorunun cevabı iki şekilde tecelli etti. Yaşamayı tercih edenler, yazmayı bir meslek olarak seçtikleri için isimleri kalıcı olmadı, kısa sürede unutuldular. Buna karşılık yazmayı bir mesele olarak görenlerin ismi her geçen gün büyüyor. Bugün ismi yukarda olan, saygı uyandıran şahsiyetler, "veren el" oldukları için varlar ve yarın da var olacaklar.

MİLLİ GAZETE

YAZIYA YORUM KAT