1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Yanlış ve Eksik Hatırlanan Bir Tenkid
Yanlış ve Eksik Hatırlanan Bir Tenkid

Yanlış ve Eksik Hatırlanan Bir Tenkid

Süleyman Uludağ’ın ilk baskısı 1975 yılında yapılmış olan İslâm’da İrşad kitabının genişletilmiş ve notlar eklenerek zenginleştirilmiş yeni baskısı çıktı.

11 Aralık 2012 Salı 20:02A+A-

Asım Öz - Dünya Bülteni

İmam Hatip Okulu çıkışlı ilk nesil hocalardan Süleyman Uludağ’ı doksanlı yıllarda Yaşar Kaplan’ın tavsiyesi üzerine okumaya başladım. Ondan ilk okuduğum ve istifade ettiğim kitap İslâm Düşüncesinin  Yapısı idi.  Düşüncenin önünü açmak niyetiyle kaleme alınan bu kitabın ardından pek çok kitabını okudum. Sûfi Gözüyle Kadın kitabı hakkında  Haksöz dergisinde çıkan eleştiriyi ise  her zaman aklımın bir köşesinde tutarım. Seyahat yazılarından oluşan İran’a ve Turan’a Seyahat kitabı üzerinde seyahat özel sayısı hazırlayan dergilerin bile durmaması, seyahat konusuna bakışın nostalji yüklü oluşundan kaynaklanıyor sanırım. Zaman zaman onu anlamadığım hususlar da yok değil.

Uludağ, hakkında derli toplu çalışmaların yapılması gereken bir ilim insanı. Bu yönü yetmişli yılların sonunda  tenkidi bir ibadet olarak telakki eden Kriter dergisini çıkaranlar tarafından da takdir edilmiştir. Bu derginin 1977 Haziran’ında çıkan 14. sayısında Uludağ’ın İbn Haldun’dan Tasavvufun Mahiyeti adıyla tercüme ettiği  Şifâ’us-Sâil kitabına yer verilmiş, eserinin başında yer alan 65 sayfalık inceleme yazısı ile sonunda bu eserin Arapçasını neşreden M. Tevfik Tancî’nin “Tasavvuf’un Doğuşu ve Gelişmesi” hakkındaki 54 sayfalık sunuşu eklemekle esere büyük bir orijinalite  kazandırdığı ifade edilmiştir.  Mustafa Kara’nın hazırladığı Süleyman Uludağ Kitabı(2008) ise, onun hayatı, yetişmesi, düşünsel eğilimleri, Müslümanların düşünce dünyasına bakışı gibi pek çok hususu ele alması bakımından oldukça değerli bir çalışma.

Gelgelelim, onun düşünce dünyasının  yansıması olan eserlerinde izah edemediğim noktalar denildiğinde şunları söyleyebilirim: Uludağ, modern kavramlar konusunda  çok pragmatik bir bakışa sahip. Demokrasi, laiklik ve sivil toplum kavramları ilk aklıma gelenler arasında. Fakat, çağdaş Müslüman düşüncenin oluşum yıllarına dair yapılan çalışmalarda bu ve benzeri eklektik hususları eleştiri konusu eden  düşünce tarihçilerinin Uludağ’ın bu yaklaşımlarına ilişkin herhangi bir eleştiri getirmemiş olmaları da dikkatimden kaçmadı.  İslami kavramlar konusunda ise  arada bir yerde duruyor. Bir yönüyle kelami çizgide bir yönüyle sufi çizgide.  Bu onun hem avantajı hem de dezavantajı. Tarikatları sivil toplum kuruluşu olarak görmesi ise bir başka bahis. Uludağ’ın düşünüp de  yazamadığı fakat Allah nasip ederse yazacağını düşündüğüm birkaç ciltlik tasavvuf tarihi kitabını Ferit Aydın’ın hazırlamakta olduğu tasavvuf tarihi  kitabı ile karşılaştırma imkanına kavuşmanın Türkiye’deki tasavvuf tartışmaları bakımından bereketli olacağı kanaatindeyim.

Dergiler Karışınca

Uludağ’ın ilk baskısı 1975 yılında yapılan İslâm’da İrşad kitabının yeni baskısı Dergâh Yayınları tarafından yapıldı. İslâmî ilimler tarihi çerçevesinde ulema ve çağdaş yazarlar İslam’da irşadın ne’liği ve nasıl olması gerektiği üzerine yazılar kaleme almış ve bu konuda fikirler öne sürmüşlerdir. Bir bilginin ve bir yaşam biçiminin aktarımı ve devamlılığının nasıl olacağı konusunda üretilen görüşlerin incelendiği irşad meselesi, İslâm düşünce dünyasında hayli önemli bir yere sahip. İrşad kavramının İslam düşüncesi içindeki yeri ve tarihî dönüşümü, bunun yanında farklı yorumların ortaya çıkışını anlatan kitabı edinmek için A.Vahap Akbaş’la birlikte Cağaloğlu’na gittik. Kitabı elime aldığımda öncelikle yeni baskı için yazılan  “Esere Dair Birkaç  Söz” başlıklı sunuşa  dikkat kesildim.  Eserin serencamının anlatıldığı bu yazıda esere ilişkin tenkitlere de değiniliyordu. Tenkidi ibadet olarak değerlendiren Said Çekmegil adını görünce biraz daha dikkatli göz attım ilgili satılara. Şöyle deniliyordu: “  Eseri tenkit edenler de oldu. Bunlardan  önemli ve haklı olanları ciddiye aldım, faydalandım ve bazı düzeltmeler yaptım. Malatyalı rahmetli Said Çekmegil ve arkadaşları tarafından çıkarılan Kelime dergisinde din adamlarımızın kılık ve kıyafetleri konusunda verdiğim bilgiler eleştirilmiş, sonuç olarak: “İslâm’da hocaefendilerin özel dini kıyafetleri yoktur” denilmişti. Biz de zaten Hz. Peygamber ve sahabe döneminde bu anlamda hocaefendilerin özel kıyafetleri vardı” dememiştik. Tersine böyle özel bir kıyafet olmadığını, günümüzde hocaefendiler camilerde namaz kıldırırlarken, vaaz verirken ve hutbe okuturlarken üzerlerinde   gördüğümüz kıyafetlerin zaman içinde ortaya çıktığını, gelenek haline geldiğini, bu geleneğe uyulabileceğini, bunda yarar bulunduğunu, bu tür özel giysi ve kıyafetlerin bölgeden bölgeye, cemaatan cemaata  değişebileceğine, bunun hoşgörülmesi ve saygıya karşılanması gerektiğini belirtmiş ve eklemiştik: Bununla beraber hocaefendiler için özel dini kıyafet zorunlu ve mecburi değil, ihtiyarîdir, ama cemaatin bu konudaki algısı ve arzusu da önemlidir.” Hocaefendilerin kıyafeti etrafında ortaya konulan görüşlere ilişkin  bir şey demeyeceğim, bu konuda herhangi bir şey söyleme konumunda görmüyorum kendimi.

Fakat Uludağ bu meselede  kendisini tenkit ettiğini ifade ettiği  Kelime dergisi noktasında yanılıyor.  Önce Kelime dergisinden başlayalım: Uludağ, bu dergiyi Sait Çekmegil ve arkadaşlarının çıkardığını söylüyor.   Fakat  bu dergiyi çıkaranlar arasında Sait Çekmegil yok. Haziran 1986 – Ekim 1987 tarihleri arasında  yayımlanan  Kelime Dergisi’nin  12 sayısı Konya’da, 4 sayısı İstanbul’da basılmıştır. Dergide,  Hikmet Zeyveli, Metin Önal Mengüşoğlu, Murat Kapkıner,  Mikail Bayram, Dücane Cündioğlu gibi isimlerin yazıları, şiirleri ve çevirileri yayımlanmıştır. Ancak, Said Çekmegil’in herhangi bir  yazısı yayınlanmamıştır.  Öte yandan, Uludağ’ın kitabını tenkit eden dergi  Kelime dergisi  değil Kriter dergisidir. Elbette iki derginin ortak yazarları  ve anlayış ortaklığı bulunmaktadır fakat  her ikisi de nevi şahsına münhasır  iki farklı dergidir.  Nasıl ki, Büyük Doğu ve Diriliş’i aynı kategoride değerlendirmek veya İslami Araştırmalar’la İslâmiyat dergisini aynı düzlemde ele almak  hatalı olursa bu iki dergiyi de aynı görmek hatalıdır.  O yüzden bu karışıklığın kitabın yeni basımlarında düzeltilmesi gerekir.  Ancak mesele sadece bununla sınırlı değildir.

Meselenin Esası  

Kriter  dergisinin  Ağustos 1978 tarihli  28. sayısında  Mehmed Said Çekmegil M.S adıyla yayımladığı “Din Adamı Konusu” başlıklı yazısında bu kitap hakkında Uludağ’ın zikretmediği  daha esaslı eleştiriler ortaya koyar. Yani mesele kılık kıyafet meselesi değildir. Çekmegil’e kulak verelim: “ İslâmda Mürşid ve İrşad Faaliyetleri” adlı kitabının 1975 tarihli baskısında, Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü öğretim üyesi Süleyman ULUDAĞ diyor ki: “din adamı yeryüzünde ilâhî kudreti, Rabbanî saltanatı ve melekûtî kuvveti temsil etmektedir” (Sh:68) “Halk din adamının verdiği hediyelerde, bilhassa yenecek ve içecek nevinden olan  hediyelerde bir uğur bir hayır ve bir şifa umar, buna inanır. Bu inanca saygı gösterilmeli  ve ona lâyık olmaya gayret edilmelidir.”(Sh: 138) dedikten sonra ona özel bir kıyafet isterken de aynen şunları yazıyor: “…zabıtanın kullandığı kıyafet suçlular üzerinde tesir icra eder. Din adamı özel kıyafete bunlardan daha çok muhtaçtır. Görevi ne olursa olsun her din adamının evinde bir cübbesi, bir fesi ve sarığı olmalı” (Sh: 168) buyuruyor.

Kitabını baştan sona “din adamı”na direktiflerle dolduran(… ) Uludağ hocaefendinin de bir insan gibi hataları olacağını ve yine her faziletli insan gibi onları idrâk ettikçe düzelteceğini  umarken, aynı müessesede öğretim üyesi olarak arkadaşlık yaptığı Mikâil Bayram Bey’den de faydalanacağını  sanıyoruz.”  Şunu da belirtmeden geçmeyelim: Çekmegil, Uludağ’ı değerlendirirken onun tercüme ettiği eseri ona izafe etme  yanlışlığına düşmüştür. Tekrar konuya dönersek; Çekmegil’in  eleştirilerinde kıyafet meselesi üzerinde durulmakla beraber, esas eleştirilen konu “din adamı” tabirinin İslam açısından yanlışlığıdır. Uludağ ise,  kitabın eleştirisini   sadece kılık kıyafete özgüleyerek meselenin esas noktasının üstünü örtüyor.  Kaldı ki, Kriter dergisinin genel usul telakkisi dikkate alındığında bu kitapta kıyafet meselesi  dışında eleştirilecek daha önemli, daha temel mevzular da vardır. O yüzden eleştirinin sadece bu kısmının hatırlanmış olması  bana oldukça manidar geldi.

Çekmegil eleştirisinin devamında din adamı kavramının İslam nokta-i nazarından yanlışlığına değinmek için iki kitaptan birkaç satır aktarır. İlki  Muhammed  EL-Mubarek’in yazdığı, Hüsameddin Cemal’in Türkçeye kazandırdığı Yarınki Dünya kitabının üçüncü sayfasında yer alan şu satırlardan oluşur: “İslâm’da diğer insanlardan  farklı olarak dinî  sahip din adamı sınıfı oluşturan özel bir din adamı sınıfı yoktur. Günümüzde kullanılan din adamı deyimine gelince, bu ilk müslümanların  kullanmadığı, yabancı bir bid’attan başka bir şey değildir.”

İkincisi  ise Abdü’l- Aziz El-Bedrî’nin  kaleme aldığı Mehmet Bıyıklı- Kemal Solak’ın çevirdiği İslâm’a Göre Devlet Adamı ve Alim adlı kitabının otuzuncu sayfasından  itibaren yapılan    alıntılardan oluşur: “Emperyalist kafirlerin kültür savaşı yoluyla İslâm âlemine soktukları şeylerin en tehlikeli mefhumlarından  birisi “Din adamları” tâbiridir…Mel’un düşmanın yerleştirdiği sözlerin en tutarsızı ve töhmetletin en çirkini… Din adamları (Ricalu’d-din) tâbiri, yabancı bir istilahtır.”

“ İslâm, âlimler için özel bir elbise şart koşmamıştır… âlimler, kendilerinin diğer Müslümanlardan tefrik edilmeleri için özel bir elbise giymemişlerdir… Birçok haberler Resulullah (S.A.S)’ın özel bir elbise ile ashabı arasında temayüz etmediğini göstermektedir…” Sonra şöyle bağlıyor eleştirisini Çekmegil: “Müellif kitabında bu görüşlerinin delil ve izahlarını da veriyor ama bizim yerimiz müsait olmadığı için onları alamadık. İsterse Sayın Uludağ bunlara bakabilir.” Anlaşılan o ki, Uludağ hâlâ irşad konulu kitabının Çekmegil  tarafından tenkid edilmesinin temel sebebini kavramamış. Bunu hem 2012 tarihli yeni sunuş yazısında hem de 1991 tarihli önsöz yazısında görmek mümkün.

Dikkat Çekici Satırlar

Bazı eserler yazıldığı yılların dünya tarihselliğinin yansıması olan    siyasal ve konjonktürel ortamdan ciddi oranda etkilenir.  Uludağ, Türkiye’de 27 Mayıs 1960 sonrasında sosyalistlere  ve komünistlere büyük bir alan açıldığını, bundan dolayı da o yıllarda bu “tehlike” karşısında, bu tehlikeye karşı duran ve mücadele eden kesimlere yakın durulması kanaatinde olduğunu bundan dolayı bazı kaygıların bu esere az çok yansıdığını ifade ediyor. Eserin yeni basımında bu izlerin mümkün mertebe silindiğini belirttikten sonra şunları yazmış Uludağ: “ Vaktiyle bizimle söz konusu  kaygı ve korkuları paylaşanlardan bazıları asıl tehlikenin ABD olduğunu, ABD’nin bu durumun üstünü örtmek için Sovyetler’i (SSCB’ni ve Doğu Blokunu, Varşova Paktını) bize tehlike olarak gösterdiğini, söz konusu Sovyet tehlikesinden kaynaklanan korku ve v kaygıların ABD tarafından abartılarak Müslüman toplumlara pompalandığını söylemeye başladılar. Şahsen ben bu görüşte bir gerçeklik payı olduğunu kabul etmekle beraber Sovyet tehdidi ve tehlikesinin bir hayal olmadığını düşünüyorum.”

Doğrusu kitabın eski basımlarını okumadım. Fakat bu basımın bile oldukça siyasi bir boyutunun  olduğunu düşünmeden edemedim:  "Silahlı mücadele" bahsinde yer alan "anarşistler"le "eşkiyalığın" aynı bağlam içinde anılmasını Kadızadelilerin ve Vehhabilerin  bu bağlamda yerli yerine oturtulmadan yerilmesini,  "Milleti İslam" yerine "İslâm milletleri" kavramını kullanılıyor  oluşunu "dinsizler çeşit çeşittir"-çünkü dinsiz insan yoktur- ve "Türkçülük aynı zamanda İslâmcılıktır"  sözünü Uludağ'a hiç  mi hiç yakıştıramadım. Kitaptan bazı bölümleri aktarmanın yararlı olacağı kanaatindeyim: " Gazete ve dergilerde çıkan anti-komünist neşriyat da faydalı olmakla beraber sırf buna dayanılarak yapılan mücadele faydalı olmaz, bazen zararlı da olabilir."

"Nato, Ortak Pazar, AB ve Avrupa'ya işçi sevki dinî irşad için yeni problemler getirmiş ve getirmeye de devam edecektir."

"Din adamı devletin büyük bir ekonomik güç haline gelmesini, fertlerin meşrû yollardan mal kazanarak refah seviyelerinin yükselmesini ve zenginleşmelerini teşvik eder."

 Kitapta dikkatimi çeken ve günümüz sosyo-politiğini tefsir ederken yararlanılabileceğini düşündüğüm bazı bölümleri aktarmanın büyük faydasının olacağı kanaatindeyim: “ Gazete ve dergilerde çıkan anti-komünist neşriyat da faydalı olmakla beraber sırf buna dayanılarak yapılan mücadele faydalı olmaz, bazen zararlı da olabilir.”

“Nato, Ortak Pazar, AB ve Avrupa’ya işçi sevki dinî irşad için yeni problemler getirmiş ve getirmeye de devam edecektir.”

“Din adamı devletin büyük bir ekonomik güç haline gelmesini, fertlerin meşrû yollardan mal kazanarak refah seviyelerinin yükselmesini ve zenginleşmelerini teşvik eder. Bunu sağlamak için gayret sarfeder, gerekirse fiilen rehberlik eder.”

“Din adamı ne emeğin, ne de sermayenin avukatıdır. O sadece hakkın ve gerçeğin müdafisidir. Emek haklı ise emeğin, sermaye haklı ise sermayenin yanında, haksız olanın karşısında vaziyet alır.”

“Din adamı bir yandan belediyeye yardımcı olmalı, belediye hizmetlerini dini hizmet olarak düşünmeli, diğer taraftan belediyenin imkânlarından mesleği adına, istifâde etmelidir.”

“(..) Davetçi tamamen kanun ve yönetmeliklerin içinde değildir, fakat kanun v e yönetmeliklere de karşı değildir, hukukla zıdlaşmaz.”

Bu ve emsali  satırların kitapta  epey yekun tuttuğunu söylemeliyim. Anlaşılan o ki; kitaba yapılan zaruri ilavelerin ve tashihlerin tekrar gözden geçirilmesi lazım.

Hoca’nın hem  bu kitabını hem de  siyasete temas eden diğer kitaplarını yerli yerine oturtmak için İsmail Kara’nın İmam Hatip Okulu çıkışlı ilk nesil hocalardan bir kısmının kendine mahsus özellikleri arasında saydığı şu hususlar göz önünde bulundurulmalıdır: “Hizmete taliptir. Yetişmek, yetiştirmek, memlekete sahip çıkmak, memleketi kurtarmak arzusu taşır; idealisttir. Büyük başarılar arar, küçük başarılarla mutlu olur. Zihniyet dünyası itibariyle muhafazakâr ve sağcıdır. Siyasete karşı hem perhizkâr hem mütemayildir. Dozu ve derinliği farklı da olsa sisteme karşı muhalif bir tavır içindedir. Açık veya gizli iddiaları, ümitleri, beklentileri vardır. Çalışkan, azimli ve gayretlidir…” Süleyman Uludağ da esas itibariyle bu özelliklerden bazılarına sahiptir.  Şu soru benim hep aklımı kurcalamıştır: Yetmişli yılların sonunda belli makamlarda bulunan İlahiyatlılar Necmettin Erbakan’a neden karşıdırlar, onunla neden anlaşamazlar?  Sanırım bu sorunun cevabının bir kısmı yukarıdaki satırlarda var.

Konusu hisbe ve ihtisab olan  eserin devri dikkate alındığında oldukça siyasi bir içeriğe sahip olduğu da düşünülebilir. Bu nedenle  kitabın eski basımları ile yeni basımının karşılaştırılması bizleri,  Türkiye’nin yakın tarihinde dinin tanzimi ve siyaseti bağlamında önemli neticelere ulaştıracaktır.

Süleyman Uludağ, İslam’da İrşad, Dergâh Yayınları, 2012,302 sayfa.

HABERE YORUM KAT