1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Van Depremi: Ulus Kimliğin Fay Hattı
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Van Depremi: Ulus Kimliğin Fay Hattı

27 Ekim 2011 Perşembe 01:17A+A-

Diğer başka önemli hadiseler gibi Van depremi de kimin ne olduğunu, ne olmadığını daha iyi anlamak için bir turnusol kâğıdı mesabesinde iş görüyor. Yaşanan büyük acılardan, telafisi mümkün olmayan kayıplardan ötürü toplumun bir kesimi tarifi imkânsız sancılar çekerken maalesef başka birileri de intikam duygularını boşaltmak için fırsatlar kolluyor.

Her gün ve gelişme insanlar için imtihan anlamına geliyor. Unuttuklarımızı hatırlamak, yanlışlarımızı tashih etmek, hırslarımızı törpülemek üzere fırsata çeviremediğimiz her bir gelişme hüsran hanesine yazılır.

Doğal afetlerin yol açtığı büyük yıkımların maddi alanlarla sınırlı olmadığını bir kez daha gördük. Sözü, ekranlardaki bazı konu mankenlerinin akıl ve vicdandan ne kadar yoksun olduklarının ispatı sayılan gaflara getirmeye niyetli değilim. Önemsiz gördüğümden değil. Öncelikle bu tür konu mankenleriyle toplumu terbiye etmeye çalışan örgütlü ideolojik merkezlere dikkat çekmek istediğim için.

Ulusalcı ideolojinin propaganda merkezleri neredeyse bir asırdır Türk, Kürt, Laz, Gürcü, Çerkez, Arnavut, Arap vd. bütün bir toplumu Kemalist Cumhuriyetin Türk kimliğinde kardeş kıldığını, birarada tuttuğunu propaganda ediyor. Birlik ve beraberliğin kesin ve tek formülü olarak propaganda edilen söylem, resmi ideoloji ve devlet sınıfları etrafında kenetlenmekten ibaret. Gösterilen hedef etrafında kenetlenmeyen, aykırı duran hemen herkes hastalıklı ve zararlı unsur olarak teşhir ediliyor, kınanıyor.

Sözünü ettiğimiz durumları ispat sadedinde siyasi tarihin derinliklerine inmeye gerek yok. 1999’da yaşadığımız Marmara depremi ile Van depremi arasındaki bazı benzerliklere dikkat çekmek yeterli olur zannımızca. 28 Şubat cuntasını oluşturan asker, yargı, medya, akademi, sermaye bileşenlerinin bankaları hortumlamakla iktifa etmediği günleri hatırlayalım. Deprem yardımları üzerinde yolsuzlukların yarış halinde seyrettiği dönemleri gözönüne getirelim.

28 Şubat cuntası ve yedeğine aldığı dönemin Hükümetinin depremle değil mağduriyetleri gidermeye çalışan İslami çevrelerle mücadeleye giriştiği dönemler. Sadece hastanelerden değil hastane bahçelerinden dahi gönüllü çalışan doktorların, hemşirelerin başörtülü oldukları için kovalandığı günlerdi.

Marmara depreminin en tehlikeli fay hattı “kurdukları aşevleri, çadırkentler ve yardım merkezleriyle İslamcılar laik Cumhuriyete meydan okuyorlar” propagandasıyla bizzat  devlet tarafından kuruluyordu. İslami değerlerin merhamet üzerinden teşvik ettiği yardımlaşma ve dayanışma çabaları statükonun Kemalist kaygılarıyla sabote edilmek istenmişti. İktidar sınıfları toplumun İslam üzerinden kardeşliğini ikrar etmesine itiraz ediyor ve Kemalist-Türkçü ideoloji etraflında ulusal birlik beraberliğe zorluyorlardı.

Özellikle sosyal medya üzerinden “Kürtler bu depremi haketti” tarzında yaygınlaştırılan şövenist propagandanın temelinde yatan muharrik güç, hiç şüpheniz olmasın Kemalist-Türkçü mantalite ve örgütlerdir. İslamı nefret odağı haline getiren Kemalist-Türkçü ideoloji Kürtleri de bir nefret odağı haline getirmiştir. Bu şövenist (düşman saydığını aşağılayıp nefret odağı haline getirerek kendini yücelten ideoloji) söylem için deprem de bir fırsat olarak görülmüş ve kullanılmıştır.

İki depremde de resmi ideolojinin çirkin ve zalim çehresi bütün açıklığıyla ortaya çıkmıştır. Her iki depremde de enkazın altında bir çok kardeşimizin bedenleri ezildi elbet. Fakat hem deprem mağdurları hem de mağdur kardeşlerimizin yardımına koşanlar sergiledikleri kardeşlikle asıl olarak o enkazların altına ulusal değerleri gömmüşlerdir. Bu süreçle birlikte Türk ve Kürt ulusal kimliklerinin batıl ve çatıştırıcı sanal kimlikler olduğu teyid edilmiştir. Bizi yaratan ve kardeş kılan Rabbimizden vefat eden kardeşlerimiz için mağfiret, geride kalanlar için şifa ve yardım diliyorum.

Mitinge Katılma, Bayrak Sallama!

Birliğe Çağrı Platformu adı altında toplanan bazı meslek örgütleri ‘terör saldırılarına karşı birlik beraberlik mesajı vermek üzere’ 30 Ekim’de İstanbul başta olmak üzere bazı illerde bayraklı yürüyüşler yapmaya hazırlanıyor.

Toplumun tamamını temsil iddiasıyla ve ‘kirli oyunlara inat’ gibi renksiz-kokusuz bir gerekçeyle yapılacak bu tür yürüyüşlerden hayırlı ve yapıcı sonuçlar çıkma ihtimali sıfırdır. Önceki örneklerinden yola çıkarak şerre ve yıkıma yol açma ihtimali ise çok yüksektir. Asıl kirli oyun ve inat, insanları modern ulusal kimliğin sembollerinden biri olan ‘bayrak fetişizmi’ ortak paydasında toplama gayretkeşliğidir.

Kirli oyun masalı, bayrak salla komutu, mitinge katıl çağrısı birleştirmez aksine parçalar ve düşmanlaştırır.  

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum