1. YAZARLAR

  2. Faruk Beşer

  3. Ümmet Olmanın Önündeki Engeller
Faruk Beşer

Faruk Beşer

Yazarın Tüm Yazıları >

Ümmet Olmanın Önündeki Engeller

27 Kasım 2016 Pazar 16:28A+A-

Fırkalara ayrılmanın ve ırkçılık yapmanın cemaat olmanın, ardından da ümmet olmanın önündeki en büyük ve en tehlikeli engeller olduğunu söyledik. Bununla birlikte ırk gerçeğini kendi sınırları içinde İslam'ın yok saymadığını da bilmeliyiz. Irk da doğal bir varoluş sebebidir. Bu gerçeği yaratan da Allah'tır. O'nun yarattığı bir şey abes olamaz, yok sayılamaz, varoluş gerekçesine uygun olarak kullanılmasının yolları aranır.

Gerçekten de ümmet olma gibi en üst bir birlikteliğe yani vahdete ulaşmanın öncesinde aşılması gereken son merhale ırk gerçeğini, asabiyete ve ırkçılığa dönüştürmeden değerlendirebilmektir. Bir mümin ancak bunu yapabildiği takdirde gerçek mümin olabilir. Kişi öz kardeşini fıtri olarak başkalarından çok sever, ama mesela namaz kılan bir Afrikalıyı kendine, namaz kılmayan öz kardeşinden daha yakın hissedemezse gerçek mümin olmuş olamaz. Hz. Nuh iman etmeyen oğlunu da fıtri duygularla gemiye almak istedi ve 'Allah'ım, sen benim ehlimi kurtaracağını söylemiştin, o benim oğlum, onu da gemiye almak istiyorum' duasında bulundu, buna karşılık Allah (cc) “O senin ehlinden değildir” dedi. Kişinin ehli, onun hane halkı, yani çoluk çocuğudur. Demek ki bir peygamberde dahi kan bağına meyil olabilir, ama iman etmemişse insanın oğlu dahi ona uzaktır. Fars asıllı Selman için Resulüllah Efendimizin (sa) 'Selman bizden, ehlibeytimizdendir' buyurması da bunu anlatır. Köle asıllı Üsame için de aynı şeyi söylemişti. Oysa Ebuleheb, Resulüllah'ın amcası olmasına rağmen Resulüllah'a inananlar kıyamete kadar, her Tebbet Suresi okuduklarında ona lanet etmiş olacaklardır. Hz. Lût'un hanımı ve Hz. İbrahim'in babası da öyle. Bunlara karşılık müminler Firavunun hanımı Asiye'ye, kıyamete kadar rahmet okuyacaklardır.

Bireyin birey olarak kendi içindeki nefis ve ruh, ya da melekiyet ve şeytaniyet düalizmi neyse, ırkçılık ve ümmet olma da öyledir. Ama bireyin mümin olmasında nefsin varlığı ne kadar gerekli ise, İslam toplumunun ümmet olmasında da ırklar öyle gereklidir. Ama nefsi ruha teslim etmedikçe tam bir mümin olunamayacağı gibi, ırklar da duvarı oluşturan taşlar misali diğer ırklardan olan mümin kardeşleriyle kenetlenmedikçe ümmet olamazlar.

Resulüllah Efendimiz (sa) Mekke'nin fethi başta olmak üzere bazı büyük savaşlarda her kabileye ayrı bir sancak vermiş ve kavim duygusunu bastırma yerine onu bir motivasyon aracı olarak kullanmıştı. Buradan şunu da anlayabiliriz: Eğer medeniyet denen bir şey varsa bunu ancak farklı ırkların birlikteliğinden doğacak ümmet oluşturabilir. Bu da yetmez, farklı dinlere mensup insanlar dahi ümmet içerisinde kendilerine yer bulup temel haklarını rahatça yaşamalıdırlar ki, ümmet millete dönüşebilsin. 

İnsanlardaki kabiliyetler ve bölgelerdeki imkânlar hep aynı olmadığına göre İslam tek tip bir insan oluşturmayı istiyor değildir. Bu farklılık hedefe ulaşmadaki metotların da farklı olmasını sonuç verebilir. 'Allah'a giden yollar nefesler sayısıncadır' sözü buna işaret eder. O buyurur ki, “bizim uğrumuzda mücahede edenlere biz yollarımızı kolaylaştırırız”. Demek ki, O'na giden tek bir yol yoktur, yollar vardır. Hepsi Bir'e doğru gidiyorsa vuslat kolaylaşır, tevhide varılır. Bunun ardından Allah şöyle söyler: “Ama Allah, işini en iyi yapanlarla/muhsinlerle beraberdir”. Demek ki farklılıklar, işini en iyi yapmayı yarışa dönüştürmek için vardır. O halde ümmeti oluşturacak bir müminin en son aşabileceği engel ırk değil ırkçılıktır.

Allah kendi uğrunda savaşan müminleri, yani ümmetin fertlerini, tuğlaları birbirine kurşunla kaynatılmış binaya, bünyan-ı mersûs'a benzetir. Resulüllah Efendimiz (sa) de müminlerin bir bedenin organları gibi olduklarını söyler; bir organ acı çekerse acıyı paylaşmada bütün organlar ona iştirak ederler. Yani organlar doğal olarak farklıdır ama acı ortak acı olmalıdır. Bu hissedilmiyorsa beden bütünlüğü de yok demektir. Bunun bir anlamı da şudur; Arıkan'da, Myanmar'da Müslümanlar yakılırken, Keşmir'de kesilirken, Suriye'de doğranırken, Irak'ta tecavüze uğrarken acı hissetmeyen bir müminin, ümmet bilincinden önce imanında problem vardır. Acı çekebiliyorsa mümindir, ama imanı da çektiği acı kadardır.

Cehalet, dünyevileşme, keyfe düşkünlük, enaniyet, Irkçılık, diğer kardeşlerini hakir görme gibi zaaflar mümini diğerlerine karşı duyarsız kılan ve ümmetin oluşmasını geciktiren hastalıklardır.

Resulüllah Efendimiz (sa) işte bütün bu marazi hallerden arınan İslam ümmetinin hatada ittifak edemeyeceğini söyler. Bu da ümmetin başka bir özelliğidir. Ümmetin âlimleri bir konuda söz birliği etmişlerse, ya da cumhur/çoğunluk oluşturmuşlarsa bu birlikteliğe sevad-ı azam der ve bunun dışına çıkılmamasını tavsiye eder.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum