1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Uludere’de Zaman Durdu mu?
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Uludere’de Zaman Durdu mu?

27 Aralık 2012 Perşembe 06:04A+A-

Uludere’nin Gülyazı (Robozik) ve Ortasu (Bujeh) köylerinden Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesiyle sınır ticareti yapmaktayken katledilen 34 gencin sorumlularının halen bulunamamış olması affedilebilir bir günah değil.

Bu nasıl girift bir olaydır ki üzerinden bir yıl geçmesine rağmen bir arpa boyu olsun yol kat edilemiyor. “Geciken adalet, adalet değildir” ilkesini hiç kimse yabana atmamalı. Çünkü adil bir çözümün gecik(tiril)mesi en başta mevcut yaranın kangrene dönüşmesine sebep olacaktır.

On yıldır Hükümet eden Başbakan Erdoğan’ın bugünlerde sarf ettiği “derin devleti tümüyle temizleyemedik” sözünün Uludere olayının tekabül eden bir belki de birçok yönü var. Ancak başından itibaren Uludere krizinin resmi söylemler üzerinden kronik bir açmaza sürüklendiğine şüphe yok. Başbakan Erdoğan’ın PKK-BDP siyasetine prim vermeme adına muhalefetin her türden bileşenine tepe tepe kullanacakları bir “Uludere katliamı” malzemesi verdiği görmezden gelinemez.

Özürden imtina ettikçe, sorumluların bulunup cezalandırılması için siyasi ağırlığını ortaya koymadıkça sorunun daha da büyümesinin önü alınamaz. Üstüne bir de öldürülen insanlarla alakalı yaralayıcı isnatlarda ısrar eklenince tabanın PKK-BDP’ye kaymasından şikâyet etmenin hiçbir faydası olmuyor. Ama sorun sadece siyasal kayıplar karşısında kaygılanmakla da sınırlanmamalı. Çünkü olayın hukuki, ahlaki ve duygusal boyutlarında yaşanan kayıplar orta ve uzun vadede daha ağır hasarlar oluşturacaktır.

Mesela bütün tutarsızlıklarını ve oligarşinin yanında saf tutuşlarını bir kenara bırakarak Kılıçdaroğlu’nun şu sözüne bir kulak verelim: "Yeri zamanı geldiğinde 33 kurşuna giderler. Mustafa Muğlalı mahkûm oldu, hapis yattı. 33 kurşuna gidenler, 34 yurttaşın öldürülmesinin hesabını vermekten korkuyor. Efendim terörist olabilirlermiş, çok masum değillermiş.” Kılıçdaroğlu gibi bir siyasetçi Ergenekon ve Balyoz davalarında üstlendiği avukatlık rolüne paralel olarak maktüllerin de müdafii gibi bir paye ile kamuoyunun karşısına çıkabiliyor. Tuhaf ama bunda Hükümetin yürüttüğü yanlış siyasetin katkısı göz ardı edilemez.

Yaşanan trajedi karşısında hemen herkese yüce Türk adaletinin vereceği karara göre bir özür beklemesi salık verilemez. Zaman bu durumda mevcut derdin ilacı değil tersine mevcut hastalığın azmasına sebep olan bir zehir etkisi göstermektedir. Devletin uzun yıllar boyunca yürütmüş olduğu propagandanın etkisiyle Türkçü-devletçi karakteri güçlenmiş toplumsal kesimlerin siyasal tercihlerini riske etmemek üzere takınılan bu ağırdan alan ama mutlaka üstten bakan tavrın terk edilmesi gerekiyor.

Hükümet ilk andan itibaren önce sessiz sonra da tereddütlü siyasetiyle Uludere’de inisiyatifi PKK-BDP çizgisine kaptırdı. İlerleyen süreçte olayın aydınlatılabilmesi noktasında işleyişi ağır bir sarmala dönüştüren temel problem Hükümetin devletçi söylemin bir parçası haline gelmesidir. Derdim kimin kime inisiyatif kaptırdığıyla alakalı değil. Tersine inisiyatif mücadelesi olarak seyreden bu süreç insani ve hukuki olanı, ahlaki ve duygusal olanı tahrip ederek hemen herkesi öğüten bir değirmene dönüşüyor.

Yapılması gereken bir an önce olayın aydınlatılıp 34 insanın ölümünden sorumlu olanların mutlaka cezalandırılmasıdır. Ancak sürecin çözümü erken mi olur geç mi olur konusunu bir tarafa koyup samimi bir kucaklaşmaya ve içten bir biçimde mağdur insanların dertlerini paylaşmaya ihtiyaç var. İlk adım maktüllere suçlu veya şüpheli muamelesi yapmaktan vazgeçmekle başlıyor. İten, öteleyen bir söylem yerine kucaklayıp sahiplenen bir dilin siyasetin merkezi haline getirilmesi gerekiyor.  

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum