1. YAZARLAR

  2. M. Mücahit Küçükyılmaz

  3. Üç Kemalizm: Dersimci, Kürtçü, Paralel
M. Mücahit Küçükyılmaz

M. Mücahit Küçükyılmaz

Yazarın Tüm Yazıları >

Üç Kemalizm: Dersimci, Kürtçü, Paralel

10 Mayıs 2015 Pazar 19:20A+A-

Bize sığınan mültecileri sınır dışı etme arzusu, Kılıçdaroğlu’nun gizleyemediği mezhepçi bakışının sonucudur. Aynı CHP Şeyh Said olayında Kürtleri, Menemen sonrasında Sünnileri, Dersim’de Alevileri, Varlık Vergisi ile azınlıkları ezerek zenofobi ile anılan bir soy kütüğü inşa etmişti. Benzer bir vukuatın “Dersimli Kemal” tarafından işlenmesi CHP’nin dönüştürücü gücü ve “mankurt” üretme yeteneği ile ilgili olsa gerek.

Âsûde olam dersen eger gelme cihâne

Meydâne düşen kurtulamaz seng-i kazâdan

Ziya Paşa’nın meşhur terkib-i bendinde söylendiği gibi eğer mutlu, sakin olayım dersen dünyaya hiç gelmemek icap eder. Bir kere şu hayat meydanına düşen ise kaza taşlarından kurtulamaz. İfadenin vücut bulmuş hali günümüzde siyaset meydanına tekabül etse gerek; zira uzaktan dokunulmaz sanılan, karizmatik kişiler; tartışılmaz, üzerine laf konmaz denilen sözler siyaset meydanına bir kere düşmeyegörsün, kaza oklarına hedef olur. Kapalı ortamlarda defalarca tekrarlanmış beylik sözler, kamusal alanda birer kaza kurşunu olup sahibini bile vurur. O yüzden Türk siyasetçisinden “Sözüm maksadını aştı, yanlış anlaşıldım” ifadesi sıkça duyulur. Hele ki, siyasetçilerin günde birkaç kere benzer konuları konuşmak zorunda kaldığı seçim atmosferinde, medyanın ve rakiplerin de keskinleşmesi dil sürçmesi ihtimalini arttırır.

Niteliksizliğin normalleşmesi

Ancak bir süredir sosyal medyanın kaotik ve sorumsuz bir mecra olarak hayatımıza girmesiyle, siyasetçilerin gafları, hakaret ve hata içeren sözleri daha fazla gündeme gelse de, eskisi kadar tepki çekmiyor, ayıplanmıyor. Kitlenin sürekli ve düzensiz bir biçimde veriye ve uyarıcıya maruz kaldığı sürenformasyon (bilgi yoğunluğu), bilginin niceliğini artırırken onun niteliğinde ve etki gücünde bir azalmaya sebep oluyor. İletişimde kitleleri gerçekliğe karşı duyarsızlaştırma amacıyla kullanılan bilgi bombardımanı, geleneksel ve yeni medya mecralarının oluşturduğu kaotik ortamda doğal olarak gerçekleşiyor. Böylece, siyasetçilerin önceden kınanan ve etik birer sorun olarak kabul edilen, hatta hukuki yaptırım süreçlerine yol açan söz ve davranışları vukuat-ı adiyeden sayılır hale gelebiliyor. Baudrillard’ın “kötülüğün şeffaflaşması” kavramından mülhem kötülüğün sıradanlaşması diyebileceğimiz bu yayılma süreci, devleti yönetmeye namzet kişilerden beklenen asgari tutarlılık düzeyini de aşağıya çekiyor. Özellikle, ülkenin belli bir bölgesinde güçlü olan HDP, MHP veya CHP gibi partiler, parçalı bir siyaset söylemini öne çıkararak heterojen nitelikteki seçmene bölgelere göre değişen bir dille hitap etmeye çalışıyor. Bilgi yoğunluğu arasında detaya dönüşen tutarsızlıklar, normalde infial yaratması beklenen ifadeler, gerçekleşmesi mucizelere bağlı vaatler devasa bir iletişim ortamında çok sesli bir koronun kakofonik tınıları olarak dağılıp gidiyor.

Dersim Kemalizm’i

Mesela CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “Suriyeli kardeşlerimizi ülkelerine göndereceğiz” diye başlayıp “Bunlar sizin ekmeğinizi çalıyor” derekesine inen seçim söyleminin normal şartlarda faşist ve ırkçı görüşler olarak en başta kendi partilileri tarafından ademe mahkum edilmesi gerekir. Sağduyu sahibi birkaç partili yetkilinin “Aman sayın genel başkanım, siz neler söylüyorsunuz? Bu insanların geldiği ülkede, son 3 yılda 350 bin insan Baas rejimi tarafından hunharca katledildi!” diye uyarması ve kamuoyunda bir tepki oluşmadan evvel söylemin güncellenerek hatadan dönülmesi beklenir. Ancak tersine dozu artan bir yabancı düşmanı ve gayri insani söylem ile karşı karşıyayız; en son gelinen noktada ana muhalefet lideri, daha ileri gitmediyse eğer, bir buçuk milyon Suriyeli mülteciyi sınırdan içeri almanın vatana ihanet olduğunu tekellüm etmekteydi. Zaten bundan daha ötesi, Esed’e “Sen yorulma, Suriyeli mültecileri biz yok edelim” demek olur herhalde. Muhtemelen, bu Baasçı söylemin altında yatan temel nedenlerden biri, HDP’ye gitmesi muhtemel Alevi oylarını geri kazanmak olabilir. Ortaya çıkan alternatif maliyeti ise, CHP hangi gelirden karşılayacak, bilinmiyor. En başta, CHP’yi zenofobik bir partiye dönüştürme riski taşıyan bu söylemin, henüz Baas rejiminden bir talep dahi gelmemişken bize sığınan mültecileri sınır dışı etme arzusu olarak ortaya konması, Kılıçdaroğlu’nun gizleyemediği dar, mezhepçi bakışının sonucudur.

Gerçi aynı CHP, geçmişte Şeyh Said olayında Kürtleri, Menemen sonrasında Sünnileri, Dersim’de Alevileri, Varlık Vergisi ile azınlıkları ezerek zenofobi ile anılan bir soy kütüğü inşa etmişti ama bu kez benzer bir vukuatın “Dersimli Kemal” tarafından işlenmesi herhalde CHP’nin dönüştürücü gücü ve “mankurt” üretme yeteneği ile ilgili olsa gerek.

Kürt Kemalizm’i

Öte yandan, ülkenin farklı bölgelerinde farklı etnik, ideolojik, mezhebî ve dinî kökene sahip adaylar göstererek Türkiye Partisi olmaya çalışan HDP’nin Eşbaşkanı Demirtaş da işçilerin Taksim’i ile Müslümanların Kâbesi arasında benzerlik kurarak Marksizm’in maneviyat eksikliğini kendince telafi etmek istedi. Geçmişte selefi DTP’nin Diyarbakır’da Ramazan ayında kahvaltılı parti toplantısı düzenlemek gibi Kürt Kemalizmini çağrıştıran ve dinî duyarlılıkları hiçe sayan uygulamaları olmuştu ve bunlar kendilerini epeyce zarara sokmuştu. Bugün Demirtaş’ın en azından ülkenin doğusunda böyle bir hataya düşmesi beklenmiyor. Fakat ülkenin batısında verilen Sünni İslam karşıtı mesajların sadece CHP’li, kentli, Alevi kitleye değil; yaygın iletişim araçları üzerinden dört bir yana ulaştığını hatırlatmakta yarar var. Mesela Kudüs’ü Yahudilerin kutsal mekânı ilan eden Demirtaş, hem kendisi gibi Kürt kökenli olan büyük İslam savaşçısı adaşı Selahaddin Eyyubi’nin kemiklerini sızlattı, hem de Filistin meselesine duyarlı doğulu dindar seçmenin kafasında soru işaretlerine neden oldu. Ancak Demirtaş’ın asıl sorun oluşturan tarzı, ülkenin doğusunda şahin, batısında güvercin olan Kürt siyasal hareketinin ikiyüzlü karakterinin inşasında oynadığı rol ile tebellür ediyor. Her gün Ağrı, Diyarbakır, Van, Bitlis, Mardin gibi illerden silah tehdidiyle HDP’ye oy toplama haberleri gelirken, PKK’nın dağdan indiği ama silahı da bırakmadığı görülürken, ironik biçimde Demirtaş’tan seçim güvenliğinin ciddi bir tartışma konusu olduğu yönünde açıklamalar geliyor. Kentli, seküler veya Alevi seçmene şirin görünme amaçlı diyanet ve din dersi karşıtı mesajlar da, CHP’nin mezhepçi söylemiyle ve Gezi olaylarında başlayan süreçle birleşerek git gide Sünni İslam düşmanı bir toplumsal tabaka oluşturmaya doğru yöneliyor.

Paralel Kemalizm

Bu arada yakın zamana kadar gazeteleri, tv kanalları ve sosyal medyada “emniyetçi abiler”den istihbar edilmiş bilgilerle hem çözüm sürecinin altını oyan, hem de KCK operasyonlarının çığırından çıkmasını eleştirenleri vatan haini ilan eden Gülen Grubu şimdiye kadar AK Parti karşıtı blokta CHP ve MHP ile paslaşırken, artık HDP’nin de oportünist siyasetinin radarına girdi. 2009 yılında, tam da demokratik açılım başladığı sırada Güneydoğuda DTP’li belediye başkanlarına kelepçe takıp görüntüleri medyaya servis etmiş olan paralel yapının başı “dumanlı” olacak ki, yine aynı partinin devamı HDP’li belediyeye sıcak bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu kez kelepçeyle gündeme gelen belediye başkanları değil, kendi arkadaşlarıydı. Tabii, değişmez ortak gündem, Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin siyasetten silinmesiydi. Derken, Erdoğan düşmanlığının şeytanla iş birliğini dahi meşru kıldığını düşündüren bir hamle daha geldi. Şovenist dizileriyle Paralel Kemalizm’in işaretlerini vermiş olan Gülen’in kanalı STV, Esed’in Erdoğan’ı “Müslüman Kardeşler fanatiği” ve “Ortadoğu’nun sultanı” olmakla itham eden suçlamalarını gururla sundu! İletişimi ilkeden, algıyı olgudan daha mühim addedenlerin durumu gerçekten dışarıdan trajik ve çözümsüz görünüyor.

Sözün ve eylemin tutarlılığının eskisi kadar rağbet görmediği; bir şekilde gündeme gelmenin, ne şekilde gündeme gelindiği konusundan daha fazla önemsendiği bir zamandayız. Ancak kaybolan itibarın geri gelmediği gerçeği bu zamanda da yaman bir hakikat olarak duruyor. Harcıalem mesajlar, günlük vaatler, tutarsız sözler, “yer”siz söylemler ve katıksız oportünizm bir şekilde siyaset meydanında kaza taşlarından kurtulsa bile, asırların imbiğinden süzülen halk irfanından kaçamaz.

İşte burası, iletişim teorilerinin çöktüğü, reklamcılığın ıskartaya çıktığı, PR’ın arıza lambası yaktığı yerdir. Başarılı iletişim faaliyeti yürütmek isteyen öncelikle samimi olmalı; Türkiye partisi olmak isteyen öncelikle Türkiyeli olmalıdır. Hem cehaleti, hem aymazlığı gösteren mültecileri katliama gönderecek ‘Dersim Kemalizm’” ile ‘Taksim’i işçilere Kabe edecek “Kürt Kemalizmi” ve onların PR’cısı “Paralel Kemalizmin” Türkiyeli olmak için halk irfanına dokunmaları gerekir. Bakalım, üçü de hakiki Kemalizm’in mağduru olan bu Kemalizm türevleri evvela benliklerindeki şizofreniyi aşabilecekler mi?

O zaman milletçe alkışlarız!

STAR

YAZIYA YORUM KAT