1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. 'Türkiye'yi Yönetmek AK Parti'yi Yönetmekten Kolay'
'Türkiye'yi Yönetmek AK Parti'yi Yönetmekten Kolay'

'Türkiye'yi Yönetmek AK Parti'yi Yönetmekten Kolay'

Al Jazeera’dan Ayşe Karabat AK Parti Kongresi öncesi Etyen Mahçupyan'la partinin geleceğini, sorunlarını konuştu.

11 Eylül 2015 Cuma 19:41A+A-

Röportaj: Ayşe Karabat / Al Jazeera

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun fahri danışmanı Etyen Mahçupyan'a göre, seçimler yaklaşırken AK Parti'nin milliyetçi oyları mı, yoksa giden Kürt oylarını mı yeniden kazanmaya çalışacağı varoluşsal bir sorun. Mahçupyan, 'fabrika ayarlarına dönüşten' neyin kastedildiğini, AK Parti'ye son zamanlarda gelen yeni insanların nasıl karşılandığını, Davutoğlu'nun karşı karşıya kaldığı sorunları ve zorlukları anlattı.

Mahçupyan'a göre, kongre öncesi Binali Yıldırım'ın adının liderlik için ortaya çıkması bir pazarlık ve bu pazarlıkta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Davutoğlu'nun yanında durdu.

Mahçupyan ile AK Parti'nin yarınını, içinden geçtiği durumu ve geleceğini konuştuk.

AK Parti içinde, 'dönülmek istenen durum' olarak ifade edilen fabrika ayarları; ürettiği siyaset, kadroları ve misyonu açısından ne anlama geliyor?

İki ayak üzerinde duruyor bu. Bir tanesi Milli Görüş’ten gelen Milli Görüş gömleğini çıkartan, Erdoğan’ın o zaman söylediği gibi, ama Milli Görüş’ten devralınmış olan ahlaki duruş, sebat, çalışkanlık gibi hasletlere sahip olan bir kadro ile yürümek. Misyon olarak da, özgürlük alanlarını açmaya yönelik bakış.

Buna fabrika ayarları derken ikinci bir ayak eklemek gerekebilir. O da AK Parti’nin Türkiye siyaseti bağlamında o dönem nasıl algılandığı, hangi işlevi yaptığı. Bu da normalleştirici, demokratikleştirici bir misyondur. Kendi dışıyla konuşabilen, kendi içine insan davet edebilen ama kendi karakterini de değiştirmeden.

Şimdi birçok insan bunu kastediyor gördüğüm kadarıyla. 2002’ ye dönüp orada ne varsa ona aynen yapmaktan ziyade şu anda gelinmiş olan bir kayba işaret ediyor insanlar. ‘Şu anda eskiden yapabildiğimiz bir şeyi yapamıyoruz. Nasıl yapabileceksek ona dönelim’. Yoksa ‘Aynı insanları getirelim, aynı fikirleri savunalım’ değil. AK Parti’nin kendi gözündeki yetersizliği nedeniyle fabrika ayarlarını öne çıkarmış durumda.

Bazı AK Partililer, partiye yeni gelen bazı kişilerin, partinin fikirlerini ve ilkelerini benimseyememesinden şikâyet ediyor. Bu yeni kadroları nasıl tanımlıyorsunuz? Ne getirdi, ne götürdü bu yeni kadrolar?

Tabii yeni olanın içinde de her türlü insan var. Eğer sosyolojik olarak bakacaksak, şöyle bir değişim oldu teşkilatın içinde; ilk dönem özverili, kendisini partisine adamaya daha yatkın, belediyecilik yapmış, Refah Partisi geleneğinin üzerinden gelen insanlar vardı. Bu insanlarla belirli bir aşama kaydedildi ve ilk döneminde AK Parti’nin iktidarda daha büyük oy olarak kalacağı belli oldu.

İkinci dönem her yörede oranın daha eşraf, daha zengin aileleri AK Parti’yi doğal olarak cazip bulmaya başladılar. O insanlar kendi çocuklarını veya kendilerini AK Parti’ye doğru yönelttiler. AK Parti de buna ‘hayır’ demedi, çünkü zaten genişlemek istiyordu. Olabildiğince farklılıkları içeren bir tabana oturmak istiyordu. Ama bu yeni gelenlerle birlikte çalışacak insan sayısı azaldı, çünkü bu yeni insanlar çalışmaya hazır olarak gelmediler. Başarılı olan bir partinin içinde, onun bir parçası olmak, onunla beraber ekonomik, siyasi, kültürel bir şey olmak üzere geldiler. Bu durum gerçek bir çalışmayı, tabanla teşkilat arasındaki bağı azalttıkça, üçüncü döneme geldiğimizde tamamen kariyerist, kendi çıkarı peşinde koşan, kendi tanıdıkları üzerinden iş yapan yeni bir grup insanın AK Parti’ye doğru akmasına neden oldu.

Parti bunu engelleyecek güçte değildi. Adamı daha önce yanlış iş yapmışsa dışarıda bırakabilirsiniz ama o zamana kadar çok da yanlış bir iş yapmamışsa daha sonraki performansını öngörüp baştan elimine edemezsiniz. Böylece tek tek ayrı ayrı duran, her birinin kendi dünya görüşü, kariyer bakışı olan, hatta 'Bazıları ne kadar AK Partili?' diye sormamız gereken birtakım insanlar buraya girdiler. Enerji, tabanla ilişki kurmaktan ziyade o kişinin kendine has bir taban üretmesi için çalışmasına harcandı. Bu kendine has taban bürokrasi içinde, kendi içinde olabiliyordu. Ama sonuçta kendilerine getirisi olan bir durum yaratmaya çalıştı insanlar.

Sosyolojik olarak baktığımızda AK Parti teşkilatı denilen şeyi, Türkiye genelinde baktığımızda ana misyonundan uzak bir yere götürdü. Esas mesele bu bence. Çok basit olarak gençlik teşkilatı içinde bile ki, genç insanlardan söz ediyoruz, 'Gücü ne olabilir?' diyebiliriz ama kariyerizm neden şeyin 2012- 2015 arasında, tarih yakınlaştıkça daha yoğun bir biçimde görüldüğünü izliyoruz. Yani şunu söylemek gerekebilir; genç pozisyonlar da giderek daha fazla kendilerine siyasi pozisyon üretmek isteyenler tarafından ele geçirildi.

Kongre öncesi Davutoğlu karşısında Binali Yıldırım için imzalar toplanmaya başladı dün. Bu AK Parti kültüründe olmayan bir durum. Bu durumun adı ne?

Biraz önce anlattığımız hikâye. Bir tür yolundan çıkan, AK Parti insan malzemesi, teşkilat olarak kontrol edilebilirliği, yönetilebilirliği azalan bir parti. Sonuç olarak AK Partililer de bundan mustarip. Şimdi bunu tekrar yeni baştan bir sıfır noktasına getirip, yeniden kurgulama ihtiyacı içinde. Gerçi Türkiye gibi bir ülkede 13 yıl iktidarda kalırsanız, hangi parti olursa olsun bu hale gelir. Bu bir kitle partisi, ideolojik parti değil. Sıfır noktasına geri dönülecek ve parti oradan başlayacaksa insanların bire bir aynı kalmayacağı çok belli. Bazı insanlar değişecek, bazı insanlar gidecek. Başka bazı insanlar gelecek. Sanki partiyi yeniden kuruyormuş gibi bakacağız. Böyle olunca bu birtakım rahatsızlıklar yarattı.

Öte yandan bu rahatsızlıklar sadece bireysel rahatsızlık olarak tanımlanabilir değil, çünkü parti içinde irili ufaklı ağlar var çok doğal olarak. Siz bir tarafı rahatsız ettiğinizde bir kişiyi rahatsız etmiyorsunuz. Bir ağı rahatsız ediyorsunuz. Bir arkadaş grubunu belki de... Dolayısıyla AK Parti içinde tam da tarihin bu noktasında farklı dar anlamıyla çıkar grupları, farklı vizyon grupları oluşmaya başladı. Binali Yıldırım Bey’in çıkışı da bence bunlardan biri. En basit terimiyle AK Parti’nin bir sonraki hamlesinde Binali Yıldırım Bey ve onun gibi düşünenler veya onun çevresindeki insanların kendilerine eskisi kadar güçlü olmayacakları intibaına kapılmaları ve de dolayısıyla şu anda bu gücü dengelemek ya da işin içinde olmak için bir hamle yapmaları meselesi bu.

AK Parti içinde farklı vizyonlardan söz ettiniz. O farklı vizyonları kategorize etmek mümkün mü?

Kabaca üç farklı bakışın bir araya gelmesi AK Parti. Bir tanesi geldiğimiz noktada hâlâ Milli Görüş geleneğini hatırlayan ve ona atıfta bulunan, onun siyaset yapma biçimiyle kurulan ağlar bağlamında özleyen bir grup. İkincisi merkez sağa benzeyen bir grup. Farklı gruplar arasında kendisini denge gibi gören, Türkiye’nin 80 yıldır ürettiği merkez anlayışına benzeyen bir yaklaşım. Bir de, bir tür yenilikçi diyebileceğimiz; hem partiyi yeniden kurgulamak, ayağa kaldırmak hem de Türkiye’de daha reformist bir anlayışın kapısını açmak üzere bakan, bu hedefle AK Parti'yi yeniden şekillendirme peşinde olan ve dolayısıyla buna uygun belirli ağlar kurmak isteyen. Böyle üç büyük parça.

Öte yandan başka eksen de eskiler ve yeniler. Bu tip partilerde olur bu. Üç dönem kuralı nedeniyle böyle bir psikolojik ortam oluştu. Üç dönem kuralı belki şimdi işlemeyecek ama üç dönemlikler diye bir gruptan söz ediyoruz artık durup dururken. Bunun da getirdiği sosyolojik, psikolojik bir durum var. Bu üç dönemlikler birbirlerine daha yaklaştılar. Belki kendi aralarında konuştular, ‘ne yapacağız’ diye düşündüler. Bunlar da etkili insanlar. Tırnak içinde yaşlılar diyebileceğimiz gruba bakınca her gruptan insan içinde olabilir. Gençler içinde de hem Milli Görüşçü, hem merkez sağ, hem de yenilikçiler bulabiliriz.

Bir ilave olarak buna doğrudan pozisyonlar etrafından oluşan sosyolojiyi de koymak lazım. Cumhurbaşkanı’na yakınsanız, ya da Başbakan’a, ya da bir bakana bu bir faktördür. Örgütte çok yukarı çıkmamış, herhangi tabana güçlü birine yakın da olabilirsiniz. Buna benzer küçük gruplaşmalar ve yahut kendi yakın hissetmeler var.

Yıldırım’ın adaylığının arka planında MKYK listesinin oluşturulması vardı. Bu konuda Erdoğan ve Davutoğlu anlaşamadı. Bunun üzerine Yıldırım’ın adaylığı gündeme geldi. Ama sorun çözüldü. Baktığınızda Davutoğlu geri adım atmışa benziyor. Bu ilk geri adım değil. Hakan Fidan’ın adaylığında olduğu gibi. Davutoğlu neden geri adım atıyor?

Baştan almam lazım. Olay pek öyle değil bence. Olay şöyle: Değişik siyasetçiler, değişik AK Parti öngörülerine, hedeflerine sahipler parti içinde. Tabii ki herhangi bir siyasetçi bunu maksimum şekilde gerçekleştirmeyi hayal edebilir. Ama bu gerçekçi değil. Böyle bir şey yok. Cumhurbaşkanı bile kendi maksimum hayallerini gerçekleştireceği bir AK Parti’ye sahip değil. Yapamaz. Cumhurbaşkanı yapamazken Başbakan hiç yapamaz. Başka biri daha daha hiç yapamaz. Burada birlikte nasıl devam edilecek ve hangi noktada herkesin tatmin olacağı bir bütünlük üretilecek meselesi var.

Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında bir farklılık olduğunu düşünmüyorum. Tarz farkları var. Günlük hayatta da insanlar arasında küçük sürtüşmeler olabilir tabii. Ama buradaki olay; önümüzdeki dönemde eğer Davutoğlu ve ekibi daha öne çıkar ve AK Parti’ye damgasını vurur ise, Binali Yıldırım -adını sembolik olarak söylüyorum- civarındaki insanların önemli bir bölümünün devre dışı kalma ihtimalinin yüksek olduğu fikrinin Yıldırım çevresinde ortaya çıkması. Dolayısıyla bu insanlar bunu çözmek için Cumhurbaşkanı üzerinden gitmeyi tercih ettiler anladığım kadarıyla, bu da şaşırtıcı değil.

Partinin lideri tabii ki Erdoğan. Son bir yıl içindeki Davutoğlu aleyhine olan irili ufaklı şeyleri düşünürsek şunun altını çizmek lazım, Cumhurbaşkanı her anında Başbakan’ın yanında durdu. Her anında onu korudu. Dolayısıyla orada bence Cumhurbaşkanı’nın zihni epeyce berrak. O ne istediğini biliyor ama Cumhurbaşkanı’nı tanıyoruz. Bu kadar sene partiyi yönetti. Hiçbir grubun da küsmesini, uzaklaşmasını, kendisini yabancı hissetmesini istemez. Dolayısıyla burada iki grup ama belki dört, beş grup vardır, alta indikçe değişik bağlantılar, ilişkiler vardır; bütün bunları bir arada tutabilecek formülü muhtemelen arıyordu. Başbakan’ın da böyle bir formüle hayır diyeceğini sanmıyorum.

Niye oldu dediğinizde tabii ki bir pazarlıktır bu. Çünkü MKYK’da belirli sayıda insan var. Siz yola çıktığınızda yani bu tür bir pazarlığa oturduğunuzda gerçekten biraz daha fazlasını isteyerek başlarsınız işe. O yüzden de bu bir gününüzü alabilir. Üç beş toplantı yaparsınız, bir yere gelirsiniz. Adını söylediğimiz isimlerin AK Parti dışında bir yere gitme, başarılı olma ihtimali pek yok. Herkes AK Parti’ye ve başarısına mahkûm. Bunu maksimize etmek üzere bakmak durumundalar. Bu da beraber çalışmalarını gerektirir birçok noktada. Ama bu kocaman bir parti, her türlü duyguya yer var içinde. Siyasi olarak baktığınızda bu bir pazarlık olayıydı. Birbirine tam da benzemeyen birden fazla grubun olduğu her partide geçerli. Cumhurbaşkanı da hakemliğini yaptı ve Başbakan’a sahip çıktı.

Son bir yıla bakacak olursak Davutoğlu’nun genel başkan olarak hata yaptığı, öngöremediği şeyler var mı sizce?

Öngöremediği şeyler olmaması mümkün değil. Genel siyaset olarak hepimiz için geçerli bir şey bu. Açıklıkla söylemek mümkün, Türkiye’yi yönetmek AK Parti’yi yönetmekten daha kolay olabilir. Türkiye’yi yönetmek daha rasyonel, daha tespit edilmiş, yapısallaşmış ilişkiler üzerinden oluyor. Rakamlar üzerinden, ölçümler üzerinden oluyor. Dayanabileceğiniz tespitler, gözlemler çok çeşitli ve bunların nesnelliğini garanti edebilirsiniz. Ama parti içine girdiğinizde öznel bir alana giriyorsunuz. Herkesin kendi hayatının, ailesinin, çocuklarının işin içinde olduğu bir öznel dünya. O zaman da genel belirtilerin nesnelliği diye artık çok çok emin olabildiğiniz bir şey değil.

İnsan yönetimi meselesi hem Türkiye siyasetinin kendine has özelliklerinden ötürü hem de AK Parti’nin 13 yıl iktidarda kalmasından ve yavaş yavaş kendi eski tabanının farklılaşmasından ötürü, Davutoğlu’nun da anadan doğma bir siyasetçi olmamasından, siyaseti biraz da nesnel çerçeveye oturttuğu ölçüde yönetebilecek biri olduğu için, onu zorluyor bu. Davutoğlu’nu bugün Avrupa’daki bir partinin başına getirseniz çok çok daha iyi yönetir bence. Ama Türkiye’deki bir partiyi yönetmek için biraz siyasi bir hamur ya da bir karakter hamuruna, buna benzer bir şeye sahip olmak lazım. Bu da zamanla bir insanda gelişir. Başka bazı insanlar var 10 yaşından siyasetçi ama Davutoğlu böyle biri değil. Benim gördüğüm kadarıyla partinin kendisiyle ilgili eksiklikler daha fazla oldu.

Nedir o eksiklikler?

Haziran seçimlerinde teşkilatların çalışması, denetlenmesi, listelerin yapılması, o süreçte Davutoğlu hayatında ilk kez bu süreci bu pozisyonda yaşadı, elinden geldiğince bilgisi dahilide ve bu bilgiyi çeşitli hedeflerle birleştirerek bir çerçeve üretti ama biz bugün bir sürü yerde baktığımızda, Türkiye genelinde listelerin iyi yapılamamış olmasını görüyoruz. Bu tek başına Başbakan’ın hatası değil. Burada bilgi akışı, değerlendirme açısından, toplumu anlama açısından, toplumu merkeze anlatma açısından AK Parti’nin eskiye göre bazı zaaflar üretmiş olduğunu anlıyoruz kendi içinde.

Fabrika ayarlarına geri dönmede Gül’den faydalanılabilir miydi?

Bu tür dönemler, kavga dönemleri, mücadele dönemleri AK Parti’nin epey yalnızlaştığı dönemler. Şu denklemi koymak lazım. Türkiye’de toplumu, kamusal alanı etkileme gücünde olan birkaç odak var. Bunlardan bir tanesi tabii ki Kürt silahlı hareketi. Bir şey yapıyor, ortam değişiyor. Epeyce bir süre Gülen Cemaati bir tanesiydi, asker bir tanesi, yüksek yargı diğeri. Böyle bakınca bunlardan hiçbiri AK Parti’nin yanında durmuyor esas olarak. AK Parti büyük aktörler yelpazesinde yalnız bir parti. Bu yalnızlığın psikolojik olarak önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yalnızlığa destek vermeyen, bu yalnızlığın ihtiyacını karşılamayan siyasilerin de bir süre sonra AK Parti açısından siyasetçi olmaktan çıkma ihtimali ile karşılaşacaklarını düşünüyorum.

Gül’ün de biraz mesafeli kaldığını düşünüyorum. Gül çok iyi niyetli ve sağduyu ile davranmış olabilir kendisi açısından birçok noktada ama tabanda baktığımda gördüğüm şey, yapabilecekken yapmadıklarının çok olduğu şeklinde.

Mesela?

Belirli yerlerde durmak, destek vermek sahip çıkmak kendisini arka plana alarak partiyi savunmak gibi. Böyle bir algı var. Bu algının da biraz önce anlattığım psikoloji olduğunu düşünüyorum. Yalnızlık psikolojisi. Dünyanın başka bir yerinde Gül’ün performansı çok normal bir siyasetçi performansı olurdu. Buradaki ihtiyaçlarımız farklı bence. Gül’ün görünen gelecekte AK Parti içinde herhangi bir misyona soyunabileceğini düşündürtmüyor bana.

Seçimleri değerlendiren bir söyleşi yapmıştık sizinle. Orada ve yazılarında AK Parti’nin kendi sosyolojisini ürettiğini ama bu sosyolojisinin tamamından oy alamadığını söylemiştiniz. Size göre bu sosyoloji, eğitimli, şehirli ama muhafazakâr damarını koruyan kadınların etkin olduğu bir yapıydı. AKP bu kendi sosyolojisinin oyunu almak için ne yapmalı?

İki cevabı var. Bunu kaybetmesine neden olan ne ise teşhisi koyup bunu yapmamalı. Mesela başkalarıyla ilişki kurmaktan imtina eden, kendinden çok memnun bir AK Parti tavrı bu dediğimiz sosyolojiyi rahatsız eden bir tavır. Dilin mesela biraz daha duygusal, hamasi, İslami değil, İslamcı bir noktaya kaydığının hissedilmesi gene bu Müslüman sosyoloji için rahatsız edici bir olay. Onlar böyle şeylerin yanlış olduğunu düşünüyor ve de başka bir tür siyaset arıyorlar.

İkinci bir ayak da yeni, doğru yapılacak olan şeylerdir. Bunun için de bakılan şu anda iki yer var: Bir tanesi MKYK’da kimler olacak, ötekisi Davutoğlu’nun yapacağı konuşma. Önümüzdeki bir buçuk ay içinde eğer AK Parti doğru davranırsa, yeni doğrular üretirse, bu doğruları topluma anlatabilirse ve onları bu doğrulara ortak edebilirse, o zaman bu sandığa gitmemiş insanların büyük çapta tekrar AK Parti’ye oy vereceğini düşünüyorum.

Burada da en yakıcı meselelerden biri Kürt meselesi tabii. Kürt meselesinde devlet silahlı tepki veriyor. Şunu söyleyelim, bugün bölgede örgüte yakın insanlarla bile konuştuğunuzda devletin tepkisini normal buluyorlar, yani bu bir savaş. Savaşı kimin başlattığını da herkes biliyor, sonuçta örgüt başlattı. Devletin durup dururken böyle bir şey yapmadığı ortada. Bunlar tamam ama bunların ötesinde Kürt meselesinin çözümü üzerinden giden bir yeni dil, bir yeni kucaklama ve yeni bir öngörü paketi, bir zamanlama, bir içerik üretilmesi lazım. Bu belki de bir günde üretilemez ama bunun ilkesel çerçevesi, bunun niyet beyanı, bir sürü şey yapılabilir ve PKK ne yaparsa yapsın ‘hükümetin çizdiği bir strateji var, bu strateji budur’ diye anlatılabilir.

Bu tür şeyler Alevi meselesinde, genelde yolsuzluklar meselesinde yapılabilir. Bütün bunlar dediğimiz kesimlere ve onu aşan bir biçimde başka kesimlerde de olumlu etki yaratır. Ne olursa olsun insanlar gelecek için oy veriyorlar. Geçmişteki bir şeyin hesabını kesmek için çok çok az insan oy kullanır. Türkiye’yi yönetebilirliğini gösterirsen insanlar sana oy verir. Diğer partilerin handikapları var. AK Parti’nin de var ama onun ötesinde bir şey önerdiği zaman inandırıcı olma yeteneği çok fazla, çünkü yaptı. Sosyolojisi belli. Kendi ontolojisi belli. Kendi varlık nedeni olarak bazı şeyleri yapıyor. Bunlar da Türkiye’yi demokratikleştirici etki yaptı.

Bunu seçimlere kadar yapmak için vakit var mı?

Tam anlamıyla zaten bir üretim olmaz. Bazı şeyler koşullu olur; şu noktaya gelince bunu yapacağım, eğer gelmemişsek o noktaya anlatacağım, ‘hâlâ gelmedik, onun için yapmıyorum.’ Bir içerik yelpazesi olur. Bunlar alternatifli olarak, niyet beyanı olarak bir teklif olarak topluma sunulabilir.

Son yazınızda ‘AK Parti Kürt oylarını kaybetti, milliyetçiler de partilerinden memnun değil. Dolayısıyla AK Parti milliyetçi oylar peşinden gitsin’ diyen önermeler olduğunu, bu iki tespitin tümüyle yanlış ya da tümüyle doğru olmadığını söylüyorsunuz ve asıl önemli olanın AKP’nin hangi tarafa yönelmeye karar vereceği olduğunu söylüyorsunuz. Size mantıklı gelen yol hangisi?

Hangi yöne giderseniz gidin yapılacak bir tarafı var, çünkü diğer partilerin gerçek bir politikası yok. Türkiye’de militan olmayan seçmen yüzde 30 civarında. Şöyle karar veriyor bu seçmen; kafasında bir parti var, önce ona bakıyor. Ona oy verip vermemeye karar veriyor. Ona oy vermeyecekse sandığa gitmiyor. Bu yüzde 30’un en az yüzde 20’si AK Parti’ye bakan seçmen. Bunlar iyi bir şey duymak istiyor. 1 Kasım sonrasına umutlu bakmak istiyor. Bu kadar boşlukta bunu yaratabilirseniz ve inandırıcı olabilirseniz bu oyu getirir.

Bölgeye gittiğinizde, bir ay içinde Diyarbakır, Urfa yaptık, Şırnak’tan insanlarla konuştuk, bölgenin içinde PKK eleştirisi AK Parti eleştirisinden daha fazla. Belli bir amaçla HDP’ye oy verdiler. Sivil siyaset için oy verdiler, HDP bu misyonu taşıyamayacağını gösterdi. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor insanlar. Ama bu AK Parti’yi birdenbire iyi parti yapmıyor. AK Parti bu oyu geri almak istiyorsa, kendisi iyi parti olmak zorunda. Yoksa büyük ölçüde sandığa gitmeyecek bir Güneydoğu, Doğu tablosu var önümüzde. Bu seçim koşulları, güvenliği nedeniyle olmayacak. Siyaseten insanlar oy vermeyebilir. Bunun zaten belirtilerini Diyarbakır’ da, başka yerlerde alıyoruz. Örgüt bu insanları eyleme çağırıyor, ‘direnin’ diyor ama yüzde 1 yüzde 2 olumlu tepki alıyor. İnsanlar artık bir çizgi çekmişler, ‘bunu artık istemiyoruz’ diyor. Bence bölge halkı her iki tarafa da gerekli dersi böyle verecek ama çözüm sürecini PKK’ya eğilimli gençlerle de konuştuk. Çözüm süreci onlar için de özlenen bir dönem. Gençler kendilerini silahla değil, elinde sazıyla da tasavvur ediyor. Sözünü ettiğim çerçeve belirleme, giden oyun en az yarısını geri getirir.

Sizce AK Parti hangi yönde gidecek? Milliyetçi oylar mı, Kürt oylarını geri kazanma mı?

Bütün bu dediklerimizi ikincil kılacak bir şey var. AK Parti ne olmak istiyor? Ak Parti klasik, merkez partisine dönüşecekse milliyetçi, devletçi bir parti olacaksa zaten ‘bizim AK Parti ile ne işimiz var’ diyecek insan sayısı artar. Birkaç sene içinde AK Parti’yi Türk toplumu manen bitirir zihninde. O zaman da başka bir parti arayışı çok daha yaygın olarak ortaya çıkar. Bu varoluşsal bir durum AK Parti için, iki puan fazla almak için bir yere yanaşmak değil. ‘Ben neyim’ sorusu bu ve toplum bunu duymak istiyor.

‘Milliyetçi oyların peşinden gitmek AKP için varoluşsal bir sorun olur’ mu diyorsunuz?

Onun peşinden gitmenin getirdiği insan malzemesi var, dil var; giderek kaçınılmaz olarak bir eylemciliğin içinde olması var. Bütün bunlar AK Parti’yi altı ay içinde başka bir parti yapar. O partinin de aslı mevcut. O zaman da Bahçeli’nin şu ana kadar yaptığı ve oy kaybetmesine neden olan stratejisi bir anda oy kazanan bir strateji olur ama Bahçeli doğru yaptığı için değil, AK Parti yanlış yaptığı için. Öte yandan gelecek oy en fazla yüzde bir. MHP’nin çekirdek oyu var. AK Parti ne yaparsa yapsın MHP kadar milliyetçi ve devletçi olamayacaktır. Olamaz. Dolayısıyla onun replikası olabilir ancak. MHP, üçte biri çözüm sürecinden yana liberalleşme eğilimi taşıyan melez bir grup. Onlar CHP’ye gidip geliyor. Bu gruptan oy alamazsınız. Yüzde sekiz, dokuz bu gruptan daha katı, onlardan alamazsınız. Geriye kalıyor yüzde bir, iki. Onun yarısını olsanız ne olur?

 

HABERE YORUM KAT