1. YAZARLAR

  2. Lale Kemal

  3. Türkiye’nin zayıf halkası silah bağımlılığı
Lale Kemal

Lale Kemal

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye’nin zayıf halkası silah bağımlılığı

09 Kasım 2011 Çarşamba 16:22A+A-

Türk-Amerikan ilişkileri hep inişli çıkışlı olmakla beraber bölgesel menfaatler sonuçta bu ilişkileri vazgeçilmez kılıyor. ABD’nin, 1991’de koalisyon güçleriyle birlikte Kuveyt’i işgalini sonlandırmak için Irak’a başlattığı saldırı sonrası İncirlik Üssü’nde konuşlanan Çekiç Güç, merkezî Bağdat yönetiminin baskılarından Iraklı Kürtleri korumak amacıyla oluşturulmuştu. Zaman içinde ortaya çıktı ki, askerî işlevi olan Çekiç Güç sayesinde Kürtler, bugün Kürdistan Bölgesel Hükümeti adı altında bağımsızlığa yakın özerk statüye artık kavuştular. Özellikle TSK, Türkiye toprakları üzerinden faaliyet gösteren Çekiç Güç’ün, Kürtleri güçlendirmesinden hep ABD’yi sorumlu tuttu. Belki de Türk-Amerikan ilişkileri, Washington’un, Kıbrıs harekâtına tepki olarak Türkiye’ye silah ambargosu koyduğu 1970’li yılların ikinci yarısından sonraki en düşük seviyesine indi.

Çekiç Güç sayesinde PKK da, Kuzey Irak’taki güç boşluğundan yararlanarak artık bu bölgeye yerleşmeye başlamış, kontrol edilemeyen sınırlardan Türkiye’ye sızarak eylemlerini arttırmıştı. Türk-Amerikan ilişkileri, 1991 birinci Körfez harekâtıyla yalpalamış, ABD’nin 2003 mart ayındaki Irak harekâtıyla artık en düşük seviyesine inmişti. Zira, 2002 yılı kasım ayında iktidara gelen çiçeği burnunda AK Parti hükümeti, askerî vesayetin ağırlığını olanca gücüyle hissettirdiği böylesi bir dönemde TSK’nın, önemli bir dış politika alanında ayağını kaydırmaktan çekinmeyeceğini hesaplayamamıştı. Bu hesap hatası, Amerikan güçlerine Türkiye toprakları üzerinden Irak’a saldırı için ikinci cephe açılmasını öngören tezkerenin çok az bir oy farkıyla parlamentoda reddedilmesiyle sonuçlanmış faturayı da AK Parti’ye çıkartmıştı.

Oysaki Amerikan güçlerinin, Türkiye topraklarını Irak’a ikinci cephe açarak kullanmaları birçok açıdan Türkiye’nin çıkarına idi. En başta da PKK’nın, Kuzey Irak’ta iyice yerleşmesini önleyecek ve Türkiye ve ABD’nin terörle mücadele alanında da birlikte hareket etmelerini sağlayacaktı.

Seçilmiş olmakla birlikte askerin başı çektiği sorumlulukları olmayan bürokratların kontrolünde ülkeyi sözde yönetmekte olan muktedir olmayan hükümetler, yukarıda belirttiğim tuzaklara bu ülkede çok düştüler.

AK Parti iktidarı, 2007 sonrası ikinci döneminde, artık tüm komşularıyla ilişkileri geliştirirken gelişmelere tepki vermekle sınırlı olan geleneksel pasif dış politikadan aktif dış politika uygulamasına geçmeye başlamıştı. İktidarının ilk dönemindeki en önemli dış politika başarıları, Kıbrıs sorununun çözümünde aktif rol alması ve artık “çözümsüzlük çözümdür” zihniyetini sonlandırması olurken şimdi artık duraklama dönemine giren AB ile tam üyelik müzakerelerine 2005 yılında başlaması oldu.

Ancak, Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerilmeye başlaması ve Ankara’nın başta İran diğer komşu Müslüman ülkelerle ilişkilerini geliştiriyor olması ABD’nin, bölgesel çıkarlarını korumak amacıyla ihtiyaç duyduğu Türkiye gibi bir müttefiki kaybetmekte olduğu algısına kapılmasına yol açtı. Bu doğru bir algı değildi, zira Türkiye, sırtını Batı’ya çevirmiyor ama Batı’nın her dediğini yapan sadık müttefik konumundan ulusal çıkarlarını daha fazla gözeten bölgesel bir güç olmaya çalışıyordu.

Kuzey Afrika’nın bazı ülkeleri ile Ortadoğu’da bu yıl başlarında diktatörlere karşı başlatılan halk ayaklanmaları, Türkiye’nin yanıbaşındaki kendisi gibi Müslüman olan coğrafyada izlemekte olduğu aktif politikasını daha önemsenir hale getirdi. 80’li, 90’lı yıllarda, Filistin-İsrail sorununun çözümü için yanıbaşımıza gelip de kapımızı çalmayan Amerikan üst düzey yetkilileri ile artık bizim hükümet yetkilileri sık sık görüşür oldular.

Türkiye’nin, birkaç ay önce, adını zikrettirmek istemese de yanıbaşındaki başta İran nükleer silah heveslisi ülkeleri caydırma amaçlı ABD öncülüğündeki NATO’nun Füze Kalkanı projesinde erken uyarı radarına ev sahipliği yapmayı kabul etmesi, Washington’un, “Ankara sırtını Batı’ya döndü” algısını ortadan kaldırmasında önemli rol oynadı. Türkiye, radara evsahipliği yapmayı kabul ederek esasen, askerî açıdan güçlü olmadığı bu alanda ittifak ile işbirliği yaparak ulusal çıkarlarını korumayı hedefliyordu ama nihayetinde kararı siyasiydi. Artık Türkiye, NATO’nun en zayıf halkası ülke konumundan çıkmış oldu.

ABD, Füze Kalkanı projesine onay veren Türkiye’yi ödüllendirdi ve İsrail ile ilişkileri gerildiği için Ankara’ya silah sevkiyatına birkaç yıldır karşı çıkan Kongre’yi ikna etti. Şimdi Türkiye, PKK ile bitip tükenmez mücadelesinde, yine bitmek tükenmek bilmeyen saldırı helikopteri açığını ABD’nin vereceği üç adet Super Cobra ile gidermeyi planlıyor.

Türk-Amerikan ilişkilerinde salt askerî eksenli olan ilişkiler siyaseti, ekonomiyi de içine alacak şekilde siyasi iradenin kontrolünde gelişirken, Ankara’nın başta Washington’dan silah tedarikinde dışa bağımlılığı dış politikasının zayıf halkası olarak karşımızda duruyor. Bir de tabii askerî vesayetin, gerilese de varlığını sürdürüyor olması.

[email protected]

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT